Home / News / YAZARLAR / Necati Erdem / Asıl Sosyal Mesafe Kapitalizme Konmalı ki İnsanlara Zehri Bulaşmasın!!
asil-sosyal-mesafa

Asıl Sosyal Mesafe Kapitalizme Konmalı ki İnsanlara Zehri Bulaşmasın!!

Günümüzde insanoğlunun yaşadığı en büyük olumsuzluk çeşitli boyutlarda meydana gelen fitne-fesat, adaletsizlik, haklının haksız sayıldığı, haksızın haklı sayıldığı başka bir ifadeyle doğrunun yalanlandığı, yalancının hürmet ve saygı gördüğü bir zaman diliminde yaşamaktayız. İnsanların gündemi korona virüsle gelen korkuyla birlikte bir belirsizlik girdabında dönüyor olsa da dünya için asıl sorun şuan için hâkim güç olan Kapitalizmin ölümcül etkileridir.

Deniz, kara ve hava olmak üzere tüm yeryüzünü kaplamış olan asıl sorun Kapitalizmin kendisidir. Korona virüsü öncesi sık sık duyduğumuz çevre kirliliği, deniz kirliliği, hava kirliliği, gıda kirliliği meçhul hastalıklar bitmiş değildir. Sosyal kirlilikle ilgili olarak; aile içi huzursuzluklar, dolandırıcılık, yolsuzluk, başkalarının mal ve servetlerini çalmak için yani sömürmek için çıkartılan savaşlar devam etmektedir. Avrupa ülkelerinin boğuştuğu neslin kontrol edilemez bir pisliğe batması ve o batan batıya olan hayranlık tutkusunun da maalesef Müslümanların yaşadıkları beldelerde devam etmesi çok ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat belirdi ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın, belki de (tutukları kötü yoldan) dönerler.” (Rum 41)

İnsanların elleriyle işlediklerinden dolayı dünya hayatı insanların kahır ekseriyeti için yaşanmaz bir hal almıştır. Burada söz konusu kirlilik sadece hava, deniz ve karada oluşan kirlilik insanların besin kaynağı olan gıdalarda değil, bunun yanında insanların zihinsel, ruhsal sağlığı üzerinde de önü alınamaz kirlilik yaşanmaktadır.

Kapitalizmin bu vahşi yüzü Müslümanlar için daha acımasız bir şekilde kendini gösterirken, Müslümanların buna çaresiz sessiz kalışları ise, ellerinde güçlerinin olmayışındandır. Burada güçten kastım, ordularının olmayışı servetlerinin teknolojilerinin bulunmayışından değil, bu orduları harekete geçirecek olan siyasi liderliğinin olmayışıdır. Zira Müslümanlar bu gücü kâfirlerin uzun soluklu bir mücadele, hain planlar ve yerli işbirlikçileri sayesinde kendilerini koruyan ve kollayan devletlerinin yıkılmasıyla kaybetmişlerdir.

“Halife halledilmiştir. Hilafet, hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.”

3 Mart 1924 te TBMM de sarf edilen, tarihin sayfalarına kara bir leke olarak işlenen bu sözler İslam’a ve Müslümanlara tarihte benzeri görülmeyen en büyük darbedir. Aslında bu sadece Müslümanlarla sınırlı kalmayıp insanlığa, dünyaya vurulan bir beladır. Ve de insanlık adına işlenen en büyük cürümdür. Zira Hilafetin ilgasından sonra yaşanan gelişmeler ve günümüzde ki genelde insanlığın özelde ise ümmetin yaşadığı trajediler bunun en canlı örnekleridir.

Müslümanların akıllarından dahi geçirmedikleri, uğruna her şeylerini feda ettikleri, onsuz yaşamın nasıl olduğunu ya da olacağını dahi tasavvur edemedikleri en büyük değerleri Rasûl’ün emaneti birden bire ellerinden alınıvermişti. Kalkan yere düşmüştü. Bu öylesine düşüş ki; onunla beraber Müslümanların hayatları sönmüş, dünya siyasetinde izleri kalmamış, akıllara gelmedik zulme duçar kalınmış, toprakları sömürü için batı devletlerinin akınına uğramıştır. Müslümanlar açısından vahim olan konum dünya insanları içinde aslında büyük bir kayıptır. Çünkü fitne ve fesadın önünde tek engel olan İslam’ın gücü Hilafet sistemi artık hayatta değildir. Müslümanları ve insanlığı fesada sürükleyen, dünyaya kan kusturan kapitalizm canavarını durduracak, buna ışık tutan herkesten mutlak hesap soracak o tek güç olan Hilafet devleti artık dünya siyasetinde yoktu.

Bugün yaşanan bütün sıkıntılar Hilafetin ve gücünün önemi ve değerinin ölçülmez olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu nedenle yaşadığımız hayatın kıymeti ve kapitalizmin ürünü olan tüm krizlerin aydın bir bakış ile analizleri ve tespit edilen hakikatler Müslüman olarak bizleri akidemize geri döndürecek, İslam’dan gayri böylesi bir yaşam tarzını reddedecektir. Hilafet olmadan gerçek saadet ve huzurdan söz edilemeyeceği gerçeğini ortaya koyacaktır.

Şuanda yeryüzünde hüküm süren ve karşısında hiçbir gücün bulunmadığı Kapitalizmi biraz tanımış olsak inanın karşımızda büyük bir pislik batağının olduğunu görürüz. Gücünü İslam ümmetinin sessizliğinden alan bu sistem asılda çürük zayıf bir sistemdir. Bu çürük sistem Hilafetin yokluğundan dolayı bu denli pervasızca hareket ediyor cesaret buluyor. Kendisine dur diyecek bir gücün olmayışından dolayı dünyanın dengesini bozarak insanlığı ve neslini tahrip ederek var olma savaşı vermektedir. Bunun hükümranlığı, ümmetin karşısına çıkıp, kıyam edip Hilafeti ikame ettiresiye kadardır. Yani belki yarın belki de yarından da yakın!.. 

Hilafetin yokluğundan faydalanarak bu fasit rejime hayat veren kaynaklar nelerdir bir göz atalım:

Üretmeden tüketmenin vurgulandığı kapitalist sistemde temel noktalar, kâr maksimizasyonu yani kâr oranını en yüksek düzeye çıkarma ve daha fazla paradır. Fazla kâr da minimum maliyetle sağlanabilmektedir. Bu noktada ucuz mal, makine ve iş gücüne ihtiyaç vardır. Kapitalist düşüncede; “Dünyanın servetleri sınırlıdır, insanların ihtiyaçları ise sınırsızdır. Bundan dolayı; sınırsız ihtiyaçları karşılayabilmek için çokça üretmek gerekir” düşüncesi, insanlarda büyük bir ego oluşturarak daha çok kazanma hırsının butonu olmuştur. Bu hırs ile sorumsuzca sadece kendi kazancını düşünerek, doğal dengeleri bozma pahasına da olsa çok üretim yarışına gidilmiştir. İşte bu yarışın gereği, teknolojik gelişmeler gıda üretiminde dahi kullanılmış, genetiği değiştirilmiş organizma anlamına gelen GDO bir canlının genetik özelliklerinin laboratuvar ortamında değiştirilmesiyle elde edilir. Bu şekilde gıdalar böcek gibi çeşitli canlılara karşı dirençli hale gelmektedir. Genetiği değiştirilmiş gıdaların tadı, kokusu, büyüklüğü, rengi farklılaşır. GDO’lu tarımsal üretim daha fazla verim, daha çok gelir düşüncesi hedeflenerek benimsenmiştir. Bu üretimin %50’lik kısmı ABD’de oluşmaktadır. Örneğin 1998 yılında GDO’lu üretim sonucu gıda miktarı 6 katına çıkmıştır. Yapılan araştırmalardan anlaşıldığı üzere, GDO kullanımı hem doğa hem de canlılar üzerinde ciddi hasarlar bırakmaktadır.  Hormonlama sistemi ile bitkisel ve hayvansal gıdalarda sağlıksız neticeleri doğurarak, insan neslinin sağlığı ve geleceği tehdit edilir bir konuma gelmiştir.

Meşhur Kızılderili atasözü derki; “son ırmak kuruduğunda son ağaç kesildiğinde ve son balık tutulduğunda beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacaktır.” Burada insan ilişkilerindeki ölçüden tutunda, sağlıktan doğa kirliliği ve katliamına kadar her şekilde bizi yönlendiren bir sistemle karşı karşıya olduğumuzu bilmek gerekir.

Dengesi bozulmuş dünyada, siyasi, askerî ve ekonomik üstünlük elde etme savaşı, ekonomik kaygıları ve pastadan daha fazla pay kapma yarışını kızıştırmaktadır. Bu dengesiz denge politikasına müdahale etmek ise çarkın ayarlarıyla oynamak anlamına gelir. Bu nedenle devletin ekonomi üzerinde çok fazla söz hakkı yoktur. Devlet kapitalizmde asıl değil araçtır. Devletin tek yapması gereken görev, bu dengesiz dengeyi koruyabilmek olmaktadır. Zira Kapitalizm demek “Doyanın doyurulmaya” çalışıldığı düzen demektir.

Dünyada aç ve yoksul insanların bulunması gıda, ilaç ya da kaynak eksikliği sebebiyle değil mevcut zenginliğin ve fırsatların adil bir şekilde dağıtılmaması ve bu adaletsizliğe dur diyecek karşı bir gücün olmayışı sebebiyledir. Küresel adaletsizliğin bugünkü boyutlarına ulaşması; uygulanan ekonomi politikalarından, sosyal ve ekonomik kalkınma konusundaki yanlış siyasetten, Batılı ülkelerin sömürü düzenlerinden, dünya nüfusu içindeki küçük bir grubun aç gözlülüğünden kaynaklanmaktadır.

Tabi bunun yanında insanların kendi elleriyle işlediklerinden dolayı dünya hayatı insanların kahır ekseriyeti için yaşanmaz bir hal almıştır. Demiştik ya, işte bu bağlamda insanların kendi elleriyle yaptıkları kanun, nizam ve tanzim şekli laiklik, demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, temel hürriyetler gibi hususları da kapsadığından dolayı toplumsal ilişkilerin tamamı fesada uğramaktadır.

Evet, küresel adaletsizliğin ve yıkımın bugünkü boyutlarını en son araştırma verilerine göre bazı rakamlarla resmedecek olursak karşımıza üzerinde çokça düşünmemiz gereken bir tablo çıkmaktadır:

Dünyada aç insan sayısı: 843 bin

         İçecek suya erişimi olmayan insan sayısı 802 milyon

Dünya genelinde 1.7 milyar insan zayıflamak için para harcıyor.

ABD’de kilo kaybetmek için 1 günde harcanan para: 15 milyon Dolar

         Bu yıl dünyada kaçak uyuşturucuya harcanan para:145 milyar Dolar

         Bu yıl bulaşıcı hastalıklardan ölen sayısı:  4.7 milyon

HIV/AIDS bulaşmış kişi sayısı: 42 milyon

         Bu yıl HIV/AIDS’in sebep olduğu ölüm sayısı: 610 bin

Bu yıl kanserin sebep olduğu ölüm sayısı: 3 milyon

Bu yıl alkolün sebep olduğu ölüm sayısı: 795 bin

Bu yıl sıtmanın sebep olduğu ölüm sayısı:  312 bin

         Bu yıl intihar sayısı:  400 bin kişi

        Koronadan ölenlerin sayısı şuana kadar yaklaşık 240 bin

Görüldüğü üzere Kapitalizmin yayılması ve teknolojinin gelişmesiyle eşyanın tabiatına/doğasına yönelik müdahaleler insan nüfusu da dâhil her alanda görülür oldu. Nitekim 2019’un Nisan ayında ABD’nin Cornell Üniversitesi’nden Profesör Chris Barrett, Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada tarımsal arazilerin ve su kaynaklarının giderek yetersiz hâle geldiğini, dünya nüfusunu besleyecek kaynakları bulmanın ve gıda güvenliğini tesis etmenin 21. yüzyılın en büyük sorunu olacağını söyleyerek tüm dünya devletlerini uyardı.

Günümüzde doyanın doyurulmaya çalışıldığı bir düzen içerisinde dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin serveti yüzde 99’un toplamına denk düşüyor. Koronadan dolayı birçok ülkede ekonomik paketler açıklanmaktadır. Bu paketler işsiz kalan geliri olmayanları kapsadığı görülse de işin aslı öyle değildir.

Koronavirüs aslında yeni bir kriz oluşturmadı. Var olan krizi açığa çıkardı ya da tetikledi diyebiliriz. Dünya ekonomisi ciddi bir durgunluk içerisindeydi. Ekonomik faaliyet neredeyse durma noktasına gelmişti. Koronavirüs bunu hızlandırdı. Bu durum şu an da kapitalist sistemin en büyük krizlerinden bir tanesi. Kapitalizm sadece ekonomik olarak değil, çevreyle ilgili olarak da yıkımın tavan yaptığı bir noktadadır. Diğer taraftan insanların nasıl ürettiği ve tükettiğinin sorgulanacağı bir sürece yani dünyada ciddi değişikliklerin olacağı bir döneme giriyoruz.

Bu süreç uzadıkça ekonomik açık çok daha büyüyeceğinden dolayı, ekonomiyi kurtarma adına yeni yeni çareler aranmaktadır. Burada insan sağlığı ya da ölümlerin artması meselesi değil elbette. Ekonomik paketlerin topluma kademeli olarak uygulanması Kapitalizmi bu çöküşten kurtarılması sürecidir. Bundan dolayıdır ki tüketimin sağlanması ile üretimin tekrar ivme kazanması istenmektedir. 

Şuan için tüm Dünya’da Covid’19’un tahribatını azaltmak için önerilebilen en etkili yol, “Sosyal mesafe” yani bulaşma riskinin azaltılması için bir korunma yolu. Bunun için öneri, evlere kapanmak. Ancak bunun yol açtığı ticaretin ani duruşu, işgücünün ortadan çekilmesi, mal ve hizmeti tüketenlerin talepleri bir anda durması anlamına gelmektedir. 2019’da 87 trilyon dolarlık mal ve hizmet üreten dünya, bir anda durdu.

Salgının yol açtığı bu “ani duruşa” hiçbir ülke finansal olarak uzun süre dayanamaz. ABD ve Avrupa, yani rezerv para sahibi ülkelerin bir süre para ve maliye politikaları ile süreci idare etme şansları olabilir. Ancak diğer orta ve alt gelir grubu ülkeler de ise böyle bir şansları bulunmamaktadır. Zaten ciddi anlamda artan bir borçluluk oranı var dünyada. Artan borçluluk oranıyla beraber insanların, şirketlerin bu borçları ödeyememe gibi bir durumla karşı karşıya kalması mümkün. Burada devletlerin, sıkıntılı olan şirketleri kurtarma gayretlerini görmek mümkündür.

Erdoğan’ın “Ekonomimize, piyasaya, üretime, istihdama olumsuz etkisini azaltmak amacıyla, çok önemli kararlar aldık” sözleriyle açıkladığı “Ekonomik İstikrar Kalkanı” paketi hakkında Başkent Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Şahinöz, açıklanan paketi şöyle değerlendirmektedir: “İşvereni korumak için bir takım önlemler alıyorsunuz, kredi borçlarını erteliyorsunuz, işsizlik fonundan onlara bir takım finansal destekler sağlıyorsunuz ama bu kurumlarda çalışan, sıkıntıya girecek işletmelerin kurumlarında çalışan, işçilerin durumu ne olacak.?”

Prof. Dr. Ahmet Şahinöz’ün burada kaçırdığı bir nokta var; kapitalizm işçinin yoksulun dar gelirlilerin korunduğu bir sistem değil ki onları düşünsün ya da onları iyileştirme adına adımlar atsın. Kapitalizmin üzerinde durduğu tek şey paradır. Onlara göre paranın satın alamayacağı çok az şey vardır. Maalesef ki siyasi güç de sermayeye sahip olanların elindedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı bir uzman komitesinin yaptığı tahminlere göre; 5 milyon nüfusa sahip bir şehre uçaktan 50 kg şarbon sporunun atılması hâlinde 250.000 kişide enfeksiyon gelişeceği ve bunlardan 100.000 kişinin tedavi dahi edilemeden öleceği hesaplanmıştır. Bu ne demek oluyor!? İhtiyaç fazlası insanların öldürülmesinin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu ortaya koymaktadır.

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof. Dr. Hancı, “Kimyasal ve biyolojik silahlar fakir ülkelerin atom bombasıdır. Kimya laboratuvarınız ve birkaç kimyacınız varsa kimyasal silahı kolayca üretebilirsiniz.” dedi. Kimyasal ve biyolojik silahlar sadece insan hayatını almakla kalmayıp, arkasında çevreye, doğal kaynaklara ve gelecek nesillere de ciddi hasarlar bırakıyor.” Şeklindeki açıklaması kapitalist devletlerin kapitali ellerinde bulunduran kesimin refahı için ihtiyaç fazlası üretim yapmayan fakir kesimin ortadan kaldırılmasına yönelik biyolojik silahların önemine işaret ediyor.

Belirttiğimiz gibi; üretmeden tüketmenin vurgulandığı kapitalist sistemde temel noktalar, kâr maksimizasyonu yani kâr oranını en yüksek düzeye çıkarma ve daha fazla paradır. Fazla kâr da minimum maliyetle sağlanabilmektedir. Bu noktada ucuz mal, makine ve iş gücüne ihtiyaç vardır.

Malın ucuza temin edilmesi, işçi masrafının minimumda tutulması prensibine binaen biyolojik silahların üretilmesi Kapitalist sistemin patronlarının iştahını kabartmaktadır. Zira doğada var olan bakteri ve virüslerin genetikleriyle oynayıp mutasyona uğratılması yoluyla çok düşük maliyetle çok büyük kitlelere karşı kullanılabilecek bir silah türü olmasına binaen bunu kullanmakta, bunun içinde gerekli alt yapıyı hazırlamaktadırlar.

Her ne kadar teknolojik ve tıbbi ilerlemeler noktasında övünüyor olsalar da Koronavirüs salgınına karşı ölüleri saymaktan başka hiçbir şey yapamayan Batı kendi sonunu da hazırlamaktadır. Tüm övündükleri her ne varsa gözle görülemeyen bir virüs hepsini alt-üst etti.

Kapitalist nizam, zenginlerin çıkarları uğruna toplumları yok etmek için tüm teknolojisini kullanmış sağlıktan eğitime, bilimden sanayiye kadar birçok alanda yapılan çalışmaların bu minval üzerine olduğu Korona virüs salgını ile daha belirgin bir şekilde açığa çıkmıştır. Sağlıktan tutunda ekonomiye kadar aileden tutunda toplumsal tüm ilişkilerde başarısız olmuştur.

Ortaya çıkan bu manzara ise; laiklik, demokrasi, temel hürriyetler, liberalizm, milliyetçilik, pragmatizm bütün bunlar Kapitalizmin eserleridir. Küfür ve şirkin tabiatında fesat çıkarmak olduğunu Allah Subhânehu ve Teâlâ bizlere göstermektedir:

وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ

“(İnsanlardan öyle kâfirler var ki) yönetime geldiğinde yeryüzünde fesat yapmak ve nesilleri yok etmek için koşar. Allah fesadı (bozgunculuğu) sevmez.” (Bakara 205)

Evet, fitne ve fesadın failleri müşrik ve kâfir olanlardır. Ancak onlar bu icraatları ile yeryüzünü fitne, fesada boğması, zulümleriyle başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlığı küçücük bir kesim için yok sayması karşısında ona dur deyip haddini bildirecek olan Hilafet devletinin olmayışı, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın hükmünün geçerli sayılmadığı bir nizam içerisinde Müslümanların sessiz kalışlarındandır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ اِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْاَرْضِ وَفَسَادٌ كَب۪يرٌۜ

“Küfredenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz onu (Allah’ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” (Enfal 73)

لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ

“Eğer, yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ve gök kesinlikle ifsat olurdu.” (Enbiya 22)

Şu anda yeryüzünde böylesi hakikatler yaşanmaktadır. O halde bu ilahi hakikatlerin ışığında Müslümanlar yeryüzünün fitne ve fesatla boğulması karşısında üzerlerine düşeni iyi idrak etmeli ve gerekenleri yapmalıdır. Gerçek sosyal mesafenin Kapitalizme ve türevlerine karşı uygulamak olduğunu bilmeleri gerekir. Kapitalizmin pisliğinden kurtulmak için onun neticeleri ile mücadele etmek sadece kısır bir döngü içerisinde çabalamak olur. Yani Bataklık kurutulmadan sineklerden kurtulunmaz.

Tüm insanlık için tek kurtuluş yegâne köklü çözüm, Râşîdi Hilafet Devletinin yeryüzüne tekrar hâkim olmasıdır. Sadece biz Müslümanlar için değil, tüm insanlığın tek kurtuluş reçetesi budur. O İslâm ki gayrimüslimlerin bile güven içinde yaşadığı, hayvanları ve doğayı bile koruyan tek doğru nizamdır.

Müslümanlar ve hatta gayrimüslimler bu gerçeği gördüler. Bundan dolayı Müslümanlar birçok bölgede yapılan zulüm ve işkencelere rağmen geri adım atıp küfre sessiz kalmıyorlar. Yapılan onca zulüm ve işkenceler onların sadece imanlarını artırmaktadır. Onlar “Ya Hilafet Ya Şehadet” sloganlarıyla yola çıkmış ümmete model olan Müslümanlardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

ا اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَاناًۗ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ

“Birtakım insanlar onlara, “İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun” dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” diye cevap verdiler.” (Al-i İmran 173) 

Bugün ecirlerin en çok olduğu gündür. Kapitalizmin çöktüğü ölüm sancısı çektiği şu günümüzde uyumanın değil, İslam devleti için çalışma günüdür. Bugün İslam’ın devlet olma günüdür. Sahabeler ne zorluklarla ne büyük mücadelelerle kurdular devleti. Bizler zalimlerin zulmüne dur deyip, Rasulullah’ın övgüsüne mazhar olmalıyız. Dünya Hilafete Hilafette sadık ihlaslı Müslümanlara muhtaç. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ

“(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet 33)

Rasulullah’ın müjdesinde belirttiği İslam’ın hâkimiyetiyle adalet ve doğruluğun dolacağı yeryüzünün aydınlığı için doğrulukta safımızı alma günüdür. inşAllah o gün yakındır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem;

“Yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi adalet ve doğrulukla dolduracaktır.” (Ebu Davud) buyurdu.

Evet, inşallah yakında güneş Hilafet sancağı üzerine yeniden doğacak ve başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlık gerçek adaleti ve gerçek devlet adamını görecektir. Geçmişte olduğu gibi farklı toplulukları bir arada huzur ve güven içerisinde yaşamaları adına hayat verecek tek devlet Râşîdi Hilafettir. Buda çok yakın bir zamanda Allah’ın nusretiyle kurulacaktır. İnşAllah. Ahmed b. Hanbel, Huzeyfe yoluyla Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Peygamberlik sizin aranızda Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Sonra Allah, peygamberliği kaldırmak istediğinde kaldıracaktır. Sonra peygamberlik metodu üzere Hilafet olacaktır. Hilafet de Allah’ın olmasını istediği kadar olacaktır. Sonra Allah, kaldırmayı dilediği zaman onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı melikler dönemi olacaktır. Onlar da Allah’ın dilediği kadar kalacaklardır. Sonra Allah, kaldırmayı dilediği zaman kaldıracaktır. Sonra zorba yöneticiler dönemi başlayacaktır. Onlar da Allah’ın dilediği kadar kalacaklardır. Sonra Allah, kaldırmayı dilediği zaman onları kaldıracaktır. Sonra tekrar peygamberlik yolu üzere Hilafet olacaktır. Sonra sustu.”      

Ayrıca...

musbietler-karsisinda-muslumanlar-tavri-ne-olmalidir

Musibetler karşısında müslümanların tavrı ne olmalıdır?

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam muttakilerin imamı Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir