DAVETİ TAŞIMADA SEBAT GÖSTERMEK |
|
"Daveti Taşıma" kavramı "davet"
ve "taşıma" kelimelerinin bir arada
kullanılmasından meydana gelmektedir. "Taşıma" yada "yüklenme"
bir eylem, "davet" ise bir başka eylemdir. Davet, şer’î
hükümlerin ve düşüncelerin bütünüdür, İslâm’ın
tamamıdır. Taşımak ise tebliğ etmek demektir. Yani düşüncelerin
ve şer’î hükümlerin insanlara tebliğ edilmesi demektir.
Biz daha önceki konularda, daveti taşıma işleminin;
Nebilerin, Rasüllerin ve onlara tabi olanların yaptıkları
bir amel olduğunu, daveti taşımanın da çok yüce ve değerli
bir amel olduğunu söylemiştik. Bir başka ifade ile daveti
taşımak, farzların en büyüğüdür. Hatta, şer’î farzların
tamamının ancak kendisiyle tamamlandığı bir farzdır.
Müslüman, farzları yerine getirmekle ve
terk etmemekle emrolunmuştur. Müslüman, mutlak olarak farzları
yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde günahkar olur. Farzları
yerine getirmede sebat göstermek, şüphesiz bir
şeydir. Daveti taşımak da böyledir. Daveti taşıma
fiilinin, kendisi farz olduğu gibi bu fiilde sebat göstermek
de vaciptir. Daveti taşımada sebat göstermenin vacip olduğunu
söylediğimizde bu, sebatın her iki eylemin; taşıma ve davet
eylemlerinin birlikte yerine getirilmesi anlamına geldiğini söylemek
istiyoruz. Yani şer’î
hükümler ve düşünceler bütünlüğünde bunlara sımsıkı
sarılmak ve korunmasında sebat göstermek vaciptir. Çünkü
bunlar haktır ve Allah katından gelmiştir. Bunların
dışındakiler batıldır, Allah katından olmadığı gibi
davet de İslâm da sayılmaz. Davet taşıyıcısı, şartlar
ve durumlar neyi gerektirirse gerektirsin, ne kadar zorluklar
bulunursa bulunsun düşünceler bütünlüğünü ve şer’î
hükümleri tebliğde durmaması lazımdır. Aksi takdirde bu düşünceler
bütünlüğünün ve şer’î hükümlerin tebliğ edilmesi
terk edilmiş, Allah (cc) da kızdırılmış olur. Sebat
göstermek, davette gerektiği gibi daveti taşırken de
gereklidir. Bunlardan yalnızca birisine karşı sebat göstermesinden
dolayı müslümana üstünlük yoktur. Daha doğrusu bunlardan
yalnızca birisinde sebat gösteren müslümanda hayır yoktur.
Her ikisine karşı sebat göstermeyen müslümana ise yazıklar
olsun, çünkü onun akibeti cehennemdir ki o, ne kötü bir
sonuçtur.
İslâm’ın ve davetin düşmanları,
davette sebat gösterilmesini baltalamak için gösterdikleri uğraşın,
çabanın aynısını, taşıma eylemini baltalamak için de
göstermektedirler. Davette sebat göstermeyi baltalamak
isteyenler; buna birtakım şeyleri yaftalayarak, küfür
fikirlerini ve hükümlerini sokarak çalışmakta ve
uğraşmaktadırlar. Örneğin küfür nizamı olmasına rağmen
İslâm davetine ve İslâm’a demokrasiyi; küfür düşüncelerinden
olmasına rağmen "hürriyetler" fikrini ve küfür hükmü
olmasına rağmen "Sosyal Adalet" kavramını sokmaktalar ve
böylece de müslümanları,; dinlerinde kargaşaya düşürmek,
hak ile batıl, Allah katından olanlarla beşer tarafından
olanlar arasında ayırım yapamaz hale getirmek istiyorlar. Böylelikle
davet taşıyıcılarını, davetlerinde ifsad etmek, müslümanların
ve davet taşıyıcılarının dinlerinde ve davetlerinde
sebatlarını yok etmek istiyorlar. Bu özellik, ta işin
başından bu yana İslâm düşmanlarının yapageldikleri
işlerdendir.
"Güçleri yeterse dininizden
döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler…"
*
Bu nedenle davet taşıyıcılarının,
davetlerinde sebat göstermeleri, İslâm’ın ve davetin düşmanlarının
bu türden çabalarını reddetmeleri, boşa çıkartmaları,
şer’î hükümlerin ve İslâmi fikirlerin tümüne sımsıkı
sarılmaları, bunların dışındakileri kabul etmemeleri ve böylece
de İslâmi düşüncelerin ve hükümlerin, olduğu gibi,
tertemiz kalmasını sağlamaları gerekir. İdeolojide sebat göstermek,
akideye sımsıkı sarılmak, bununla ilgili düşünceleri ve
şer’î hükümleri muhafaza etmek, bunların dışındakileri
olduğu gibi reddetmek, davetin ve İslâm’ın düşmanlarının
çabalarını boşa çıkarır ve tuzaklarını
tepelerine indirir.
Daveti taşımada sebat göstermeye gelince:
Düşmanlar, davet taşıyıcılarını ve daveti taşımada
sebat göstererek sürekliliği sağlayanları susturmak için;
daveti taşıyanları tutuklamakta, hapishanelere doldurmakta,
sopalarla kamçılarla dövmekte, rızıklarını keserek hatta
boyunlarını kırarak savaşmakta, her fırsatta ve her yerde
savaş ilan etmektedir. Daveti taşımakta kim fitneye düşerse,
fitneye düşürülmüş olur. Kim de düşmanlarının
talebine icabet ederek daveti terk edecek olursa; kaybetmiş,
fitnecilerin, davete ve İslâm’a düşmanlık yapan alçakların
isteklerini gerçekleştirmiş olur.
Allah Subhanehu, daveti taşımada sebat gösterilmemesine
karşı bizleri şiddetle uyarmakta ve şöyle
buyurmaktadır:
"(Ey muhammed!) Seni sana
vahyettiğimizden ayırıp başka bir şeyi bize karşı
uydurman için uğraşırlar. O zaman seni dost edinirler. Sana
sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki az da olsa onlara
meyledecektin. O takdirde sana hayatın da ölümün de kat kat
azabını tattırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da
bulamazdın."
*
Bu ayette, Mekke kafirlerine yönelerek,
onların isteklerinin bir kısmına olsun olumlu cevap vererek
risaletle ile ilgili düşüncelerden ve hükümlerden diğer
bir ifade ile davetten birazcık olsun yüz çevirecek veya
fitneye düşecek olsaydı Rasulullah (sav)’ın hem dünya azabının
hem de ahiret azabının kat kat artırılacağı yönünde
şiddetli bir uyarı yer almaktadır. Aynı türden bir uyarı
bir başka surede şöyle ifade edilmektedir:
"Eğer (Muhammed) bize karşı
ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz
onu kuvvetle yakalardık; sonra onun şah damarını
koparırdık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız."
*
Bu ayette de, Allah’ın dininde olmayan bir
şeyi bu dine sokanları, Allah’ın söylemediği bir şeyi
söylemiş gibi göstererek davetle oynayanları; Allah’ın
zelil kılacağına, öldüreceğine ve bu hususta da hiç
kimseden yardım alamayacaklarına dair şiddetli bir uyarı yer
almaktadır. Her iki ayette de yer alan bu denli şiddetli
uyarı, davet taşıyıcılarını hedef almaktadır. Davet
taşıyıcıları, şartlar ve durumlar ne olursa olsun, ne
kadar engeller bulunursa bulunsun, İslâm’a ve davete düşman
olanların isteklerine icabet ederek onlara yönelecek
olurlarsa, onlara yağcılık yaparlarsa; küfür fikirlerinin,
hükümlerinin ve işaretlerinin sahteliğini, Allah’ın
şeriatına muhalefetini ve onların Allah’ın dinine karşı
inatlaşmalarını açıkça ortaya koyarak eleştirme farzını
terk ederlerse; onların İslâm’a ve müslümanlara karşı
hazırlamış oldukları planları ve tuzakları keşfetmeyi
durdururlarsa; onların yaptıkları fiillere razı olurlar ve
kabul ederlerse; onların zulümlerini ikrar ederler ve onları
suçsuz sayarlarsa; İslâm düşüncelerinin ve hükümlerinin
çağa uygun olmadığı ithamlarına sessiz kalırlarsa;
onların isteklerine icabet ederek falan düşünce veya falan
hüküm doğru değildir deyip onların iradelerine boyun
eğerlerse; hem davetle ilgili bu düşünceler ve hükümler
bütününü bırakmış, dolayısıyla da Allah’ın
öfkesinin muhatabı olmuş, hem de fitneye düşmüş olurlar.
Tek bir hüküm veya fikirde fitneye düşürülmeleri ile
birden fazla hükümde veya fikirde fitneye düşürülmeleri
arasında herhangi bir fark yoktur. Zira bunların hepsi, birer
fitne ve fitneye düşürücü bir unsur olup, Allah korusun
sahibinin dünyada ve ahirette kat kat azaba maruz kalmasını
gerektirir.
İşte daveti taşıyan, tutuklanması halinde
bu türden fitnelerle karşı karşıya olup düşmanlarından
şu şeyleri duyacaktır:
1- İnandığı düşüncelerin ve
hükümlerin birtakım şeylerle itham edilmesi, batıl
yollarlarla çehresinin değiştirilmesi, güvenini sarsmak ve
şüpheye düşürmek için yalanlanması, bozukluğu ve hür
türlü ayıbı ortada iken, kendi düşüncelerinin ve
fikirlerinin övülmesi ve İslâm’ın, bunlara büründürülmesi.
Bütün bunlar, daveti taşıyanı dininde ve davetinde
kargaşaya düşürmek ve davetten uzaklaştırmak için yapılacaktır.
Öyleyse daveti taşıyan, bu türden fitnelerle karşılaşmaktan
sakınmalı ve kendisini davası uğrunda feda etmeye
hazırlamalıdır. Daveti taşıyan, davette sebat göstermez,
akidesine sımsıkı sarılmaz, şer’î hükümlerin ve düşüncelerin
temizliğini korumaya özen göstermez, bunların bir
kısmından dahi olsa vazgeçmeyi veya olmayan bir şeyi ilave
etmeyi kabul ederse; dünya ve ahiret azabından kat kat hafif
olan, düşmanların bildikleri ve kullandıkları fiziki ve
psikolojik işkencenin her türlüsü karşısında sapar,
haktan uzaklaşır ve günaha düşer.
Mekke halkı, Rasulullah (sav)’i bir bütün
olarak davetin tamamından veya bir kısmından uzaklaştırmaya
çalıştıkları gibi, davetini taşımadaki sebatlılıktan
vazgeçirmeye de çalışmışlar; bu uğurda yapabildikleri her
türlü çabayı ortaya koymuşlar; mal, mülk, şeref ve makam
önerilerinde bulunarak O'nunla pazarlıklar yapmışlardı.
Bunların tamamı, daveti taşıyanları, ilahlarını kötülemekten,
dinlerini ve akıllarını küçümsemekten
vazgeçirebilecekleri ümidi ile her zaman ve her yerde, İslâm
düşmanlarının kullandıkları silahlardandır. Fakat
Rasulullah (sav) bunların bu türden isteklerinden şiddetle kaçınmış,
daveti taşımada ve Rabbinin dinini insanlara tebliğ etmede
sahip olduğu ideolojik tavrını korumuştur. Konu ile ilgili
olarak İbni Hişam siyretinde Muhammed el-Kurazi'den şunları
rivayet etmektedir:
"Utbe b. Rabia, Rasulullah (sav)'a yöneldi
ve onun yanında oturdu ve şöyle dedi: Ey kardeşimin
oğlu! Kabilemiz içinde bizim katımızda ne derece şerefli
olduğunu, nesep yönüyle hangi mertebede olduğunu biliyorsun.
Sen kavmine öyle büyük bir iş getirdin ki,
onların topluluklarını dağıttın, onları hayal
kırıklığına uğrattın, getirdiğinle onların ilahlarını
ve dinlerini ayıpladın, atalarını tekfir ettin. Beni iyi
dinle! Sana bir takım önerilerim olacak, belki bunların bir
kısmını kabul edersin. Rasulullah (sav) bunun üzerine ona:
- Söyle bakalım, ey Eba Velid seni
dinliyorum, dedi. Ebu Velid dedi ki:
- Ey kardeşimin oğlu! Eğer sen,
getirmiş olduğun şeyle mal elde etmek
istiyorsan, bizim en zenginimiz oluncaya kadar sana kendi
mallarımızdan toplayalım. Eğer bununla şeref
istiyorsan, bu işte sen herkesten üstün oluncaya kadar
seni yüceltelim, eğer başımıza yönetici olmak istiyorsan
seni başımıza yönetici yapalım. Eğer bu iş, bizim göremeyip
de senin gördüğün bir cinniden kaynaklanıyorsa ve kendini
de bundan koruyamıyorsan seni iyileştirmek için gerektiği
kadar para harcayalım da senin için bir doktor çağıralım.
Bazen cinler insanlara üstün geliyor ve bu nedenle de tedavi
olmak gerekiyor. Ebu'l Velid konuşmasını henüz bitirmişti
ki Rasulullah söze girerek ona: Sözünü bitirdin mi Ebu'l
Velid?
- Evet.
- Öyleyse şimdi de beni iyi
dinle, dedi ve Fussilet suresini okumaya başladı:
"Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın
adıyla. Ha mim. Bu kitap, esirgeyen ve bağışlayan nezdinden
indirilmiştir. Öyle bir kitaptır ki, bilen bir kavim için
ayetleri uzun uzun açıklanmış Arapça bir Kur'an'dır. Müjdeci
ve uyarıcı olarak. Ama onların çoğu yüz çevirmiştir.
Onların çoğu işitmezler. Ve dediler ki, bizi çağırdığın
şeye karşı kalplerimiz kapalıdır…"
*
Bu esnada Ebu'l Velid, elleri arkasında
bekliyordu. Rasulullah (sav) okumasını secde ayetine kadar sürdürdü
ve ardından da secde etti. Sonra da Ebu'l Velid'e dönerek:
- Okuduklarımı işittin. İşte sen ve
işte onlar, dedi."
Yine siyrette Rasulullah (sav)’ın şu
meşhur sözü yer almaktadır: "Allah'a yemin olsun
ki, onlar; bu işten vazgeçmem için sağ elime güneşi sol
elime de ay’ı verseler, Allah zafere kavuşturuncaya ya da
ben bu uğurda helak oluncaya kadar ben bu davadan vazgeçmem."
Taberani'nin Misved b. Mervan yoluyla rivayet
ettiği ve İbni Kesir'in de el-Bidaye ve'n Nihayesinde
yer verdiği bir başka meşhur ifade de şudur:
"Kureyş ne zannediyor. Allah'a
yemin olsun ki, Allah beni muzaffer kılıncaya ya da bu baş
bu vücuttan ayrılıncaya kadar gönderildiğim şey
uğrunda cihad etmeye devam edeceğim."
İşte daveti taşıyan, davetten vazgeçmesi,
daveti taşımayı terk etmesi için sürekli olarak bu türden
karşı koymalarla, tepkilerle yüz yüze gelecektir. Bazen ona
büyük miktarlarda parasal yardımlar, bazen yüksek makam ve
mevkiler teklif edilir. Eğer bunda başarılı olamazlarsa ve
daveti taşıyan, daveti taşımadaki sebatlılığını sürdürürse,
bu defa da vücuduna işkence yapmaya yeltenirler; fiziksel ve
psikolojik yöntemleri ve teknikleri kullanarak, üzerinde
işkencenin her türlüsünü uygularlar; yıllarca
hapishanelerde tutarlar. Bu durumda kim zayıf olursa, Allah’ın
azabına ve öfkesine aldırmadan onların isteklerine icabet
eder. Kim de sebat ederse, kurtulur ve başarır; Allah katında
yüksek derecelere nail olur.
Davette sebat göstermek, yani daveti taşıyanın,
taşımakla ve insanları davet etmekle yükümlü olduğu şer’î
hükümlerin ve düşüncelerin tümünde sebat göstermesi,
yerine getirilmesi farz olan büyük bir iştir ve bunun için
daveti taşıyanın var olan gücünü tamamıyla harcaması
gereklidir. Şer’î hükmün veya düşüncelerin dışında
tek bir hükmün veya düşüncenin bile taşınması kesinlikle
caiz değildir. Her ne kadar yöneticilerin isteklerine göre
hareket eden bir takım alimler ya da fakihler, kafirler ve
onların uşaklarının koymuş oldukları yöntemlere
göre hükümleri inceleyerek müslümanları sahih bir İslâmi
anlayıştan ve hak dinlerinden uzaklaştırmak için Şer’î
hükümleri veya düşünceleri, İslâm’ın ve davetin düşmanlarını
sevindirecek olan Allah’ın şeriatından olmayan batıl ve
bozuk düşünceler ve hükümlerle ilişkilendirseler de böyle
davranmak kesinlikle doğru değildir. Zor ya da ağır da olsa,
lügatlarında bulunan her türlü pisliği, suçlamayı ve
karalamayı atmaya kalkışsalar da zafer, hak üzere
sebat göstermekle gerçekleşir. Hele hele türlü iletişim
araçları ile insanların akıllarının çelindiği, batılın
hak olarak gösterildiği ve fesadın kurtuluş reçetesi
olarak sunulduğu günümüzde hakka tabi olmak elbette ki en doğru
olan harekettir.
Rasulullah (sav) hem davette hem de davetin
taşınmasında sebat gösterdiği gibi, sahabeler de -Allah
onların hepsinden razı olsun- sebat göstermişlerdir. Bununla
ilgili sayılamayacak kadar çok sayıda meşhur örnekler
vardır. Bilal'in Mekke'nin kızgın çöllerinde işkence görürken
hak üzere sebat göstermesi, Ammar’ın anne ve babasının gördükleri
işkence karşısında sabretmeleri, bu örneklerden yalnızca
bir kaçını oluşturmaktadır. Günümüzün davet taşıyıcıları
da, Rasulullah'ın ashabına muhalefet etmeden daveti
taşımaları, onları hatırlamaları ve onların hayatlarına
dönmeleri, hak üzere sebat göstererek ve Allah’ın
zaferi gelinceye kadar da buna devam ederek tarihlerini
yenilemeleri gerekir.
|
* * * *
|
|
 |
|
Hicri: 19 Ramazan 1416
Miladi: 18 Şubat 1996
|
|