Sünnetle İstidlal/Delil Getirmek |
|
Sünnetin Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
sözleri, fiilleri ve sükutu olduğu ve Kur'an gibi Sünnete tabi
olmanın da vacip olduğu bilinmektedir. Ancak elbette ki,
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
bir sözü söylediğinin veya bir fiili yaptığının veya bir söz
ve fiil karşısında sükût ettiğinin tespit edilmesi gerekir.
Sünnet tespit edildiğinde, gerek Şer’î hükümlerde olsun,
gerekse akaidde olsun, Sünnetle istidla/delil getirmek sahih
olur.
Sünnet
bu tespit edilmeye binaen hüccet sayılır ve böylece Şer’î hüküm
veya inanılması gereken akide ile ilgili hususlardan birisi
sayılır. Ancak Sünnetin tespit edilmesi; ya kesinliği yalan
üzere birleşmeleri mümkün olmayan yeterli sayıdaki bir
topluluğun rivayeti şartıyla, Sahabeden bir topluluğun
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'den,
Tabiinden bir topluluğun Sahabeden ve Tabii't Tabiinden bir
topluluğun da Tabiinden rivayet etmesi ile gerçekleşir ki
Sünnetin bu türüne "Mütevatir Sünnet" veya "Haber-i
Mütevatir" denir. Ya da Sünnetin tespit edilmesi; Tabii’t
Tabiinden bir kişinin veya farklı kişilerin Tabiinden, Tabiinden
bir kişinin veya birilerinin Sahabeden, bir Sahabenin veya
farklı Sahabelerin Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
rivayeti şeklinde sübutu zanni olur. Hadisin bu türüne de "Ahad
Hadis" veya "Haber-i Ahad" denilir. Buradan
hareketle, Haber-i Mütevatir ve Haber-i Ahad yoluyla rivayet
edilen fakat Tabiin veya Tabii Tabiin asrında meşhur olan "Haber-i
Meşhur" veya "Haber-i Müstefid", Haber-i Ahad
kapsamında olup üçüncü bir Hadis grubunu oluşturmaz. Çünkü
Haber-i Ahad derecesinden tevatür derecesine ulaşmadığı için
delil getirmedeki konumu da değişmez. İster Sahabe, ister
Tabiin, isterse Tabii Tabiin asrında olsun, rivayet zincirindeki
sıralamalardan herhangi birisinde “Ahad” varsa Hadis, Ahad Haber
sayılır. Hatta iki halkada tevatür olsa birisinde ise ahad
rivayet olsa bile durum değişmez. Dolayısıyla Sünnet ya
"Mütevatirdir" ya da "Ahad"dır. Bir üçüncüsü yoktur.
"Haber-i
Ahad",
sahih veya hasen olduğu zaman, ister ibadet, ister muamelat
ister cezalarla ilgili hükümler olsun Şer’î hükümlerin tamamında
delil olarak kullanılır ve onunla amel etmek de gerekir. Haber-i
Ahad ile delil getirmek haktır. Şer’î hükümlerin ispatında
Haber-i Ahad ile delil getirmek Şer'an sabittir ve bu konuda
Sahabenin Allah onlardan razı olsun icmaı vardır.
Şeriatın, bir davanın ispatı konusunda bir kişinin şehadetine
itibar etmesi bunun delilidir. Şehadet ise bir Haber-i Ahaddır.
Sünnetin rivayetinin ve Haber-i Ahadın kabulü şehadetin kabulüne
kıyas edilir. Bu durum Kur'an'ın nassı ile sabittir. Kur'an mali
konularda iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şehadetine
göre hüküm vermektedir. Zinada dört erkeğin şehadetini, hadlerde
ve kısasta iki erkeğin şehadetini esas almaktadır. Resulullah
Sallallahu Aleyhi
Vesellem
bir şahidin şehadeti ve hak sahibinin yemin etmesine göre hüküm
veriyor, emzirme konusunda ise yalnızca bir kadının şehadetini
kabul ediyordu. Bunların hepsi Haber-i Ahaddır. Sahabenin hepsi
de aynı esas üzere yürüdü ve onlardan herhangi birinin buna
muhalefet ettiği rivayet edilmedi. Yargıda yalanın yanında
doğrunun tercih edilmesinin bağlayıcılığı vardır. Şüpheler
olduğu sürece, bir haber yalan töhmeti altında kalacağı için
doğruluk ortadan kalkar ve sabit olmaz. Bu bağlayıcılık ancak
Haber-i Ahad ile amelde geçerlidir. Yalanın yanında doğrunun
tercih edilmesi için hadisi rivayet eden ravide adalet,
sika/güvenilir olma zapt, hadisi rivayet ettiği kişiyi görmüş
olma ve yaptığı rivayette takvalı olma özellikleri bulundukça,
yalan zannı/şüphesi yok olur ve böylece de ravi hakkında bu
şüphe sabit olmaz. Dolayısıyla Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
rivayet edilen Haber-i Ahad ile amel etmek kıyasen vacib olur.
Resul Sallallahu
Aleyhi Vesellem'den
bize ulaşan bir Haber-i Ahadı bir hükme delil kabul etmek,
şehadetin kabulü ve onun gereğince bir konuda hükmetmek gibidir.
Böylece Haber-i Ahad, Kur'an'ın işaret ettiği bir delil ile
hüccet/delil kabul edilir.
Bu
hususa işaret etmek üzere Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
نَضَّرَ اللَّهُ عَبْدًا سَمِعَ مَقَالَتِي فَوَعَاهَا ثُمَّ
بَلَّغَهَا عَنِّي فَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ غَيْرِ فَقِيهٍ وَرُبَّ
حَامِلِ فِقْهٍ إِلَى مَنْ هُوَ أَفْقَهُ مِنْهُ
"Benim
sözümü, işitip onu kavrayan ve gereğini yerine getirenin Allah
yüzünü nurlandırsın. Fakih olmadığı halde fıkhı taşıyan niceleri
vardır. Kendinden daha fakih olana fıkhı ulaştıran nice fıkıh
taşıyıcıları vardır."
Resul
Sallallahu Aleyhi
Vesellem
hadisinde
نضرالله عبيداً
ifadesi yerine
نضرالله عيداً
ifadesini kullanıyor.
عبدا
kelimesi cins isim olup bir veya daha çok kişiler için
kullanılır. Buna göre hadis, Resulün hadislerini nakleden bir
veya birden fazla sayıdaki kişileri övdüğü anlamını vermektedir.
Üstelik
Nebi Sallallahu
Aleyhi Vesellem
sözünün ezberlenmesine, yerine getirilmesine çağırıyor. Bu
nedenle onun sözünü tek veya toplu halde iken işiten herkese bu
farz olmaktadır. Onun gereğini yerine getirenin ve kendisi
dışındaki bir şahsa onu nakledenin diğer kimse üzerinde etki
bırakabilmesi, nakilcinin sözü kabul edilebilir olduğunda
geçerlidir. Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
hadisini başkalarına ulaştırma çağrısı, onun sözünü kabule
çağrıdır ki bu da hadisi nakledenin naklettiği hadisin Resulün
sözü olduğunu doğrulamasını yani nakilcinin güvenilir, emin,
takva sahibi, zapt sıfatına sahip, neyi taşıdığını ve neye
çağırdığının bilincinde olmasını gerektirir. Böylece raviden
yalan söylemiş olma zannı tamamen ortadan kalksın ve ravinin
doğru söylediği kanaati tercih edilsin. Bu da, Sünnetin
sarahatıyla ve delaletiyle Haber-i Ahadın hüccet olduğunun
delilidir.
Bütün
bunlara ilave olarak Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem,
oniki elçiyi kendilerini İslâm'a davet etmek üzere oniki krala
gönderiyordu. Bu olayda her krala yalnızca tek elçi
gönderilmişti. Eğer Haber-i Ahad ile yapılan bir tebliğe
bağlanmak caiz olmasaydı Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem
İslâm'ın tebliğinde bir kişinin gönderilmesiyle yetinmezdi.
Resul Sallallahu
Aleyhi Vesellem'in
bu ameli de Haber-i Ahadın tebliğde hüccet olduğunun apaçık
delilidir.
Resul
Sallallahu Aleyhi
Vesellem
elçilerinden birisi vasıtasıyla valilerine yazılar gönderdiği
halde valilerinden hiçbirinin aklında Resulün mektubunu
ulaştıran elçinin bir kişi olmasından dolayı Resulün emrini
infaz etmeyi terk etmek gibi bir düşünce geçmiyordu. Bilakis
valiler, Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
elçisinin kendilerine ulaştırdığı hükümlere ve emirlere
bağlanıyorlardı. Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
bu hareketi de Haber-i Ahadın hüccet olduğuna, Şer’î hükümlerde,
Resulün emirlerinde ve yasaklamalarında haberi ahad ile amel
etmenin vacib oluşuna açıkça delalet etmektedir. Yoksa Resul
Sallallahu Aleyhi
Vesellem
valilerine bir elçi göndermekle yetinmezdi.
Raviye
güvendikleri sürece Sahabe-i Kiram'ın Haberi Ahadı kabul
ettikleri, Haber-i Ahad ile amelin onlar arasında meşhur bir
olay ve çokça yapılan bir davranış olduğu sabittir. Aynı zamanda
Haber-i Vahid olduğu için kendilerine ulaşan bir haberi herhangi
bir Sahabenin reddettiğine dair bir olay da yoktur. Sahabe ancak
raviye güvenmedikleri zaman ravinin verdiği haberi kabul
etmiyorlardı. Böylece Kitap, Sünnet ve Sahabenin icmaı ile
Haber-i Ahadın, İslâm’ın tebliğinde ve Şer’î hükümlerde hüccet
olduğu sabittir.