Hilâfet: İslâm Şer’iatının hükümlerini hâkim kılması
ve İslâm davetinin tüm dünyaya taşınması için tüm
Müslümanların başkanlığıdır. İmametle aynı anlamı
taşır. "İmamet" ve "Hilâfet" kelimelerinin
anlamları birdir. Zira sahih hadislerde bu iki kelime aynı
anlamlarda kullanılmıştır. Hiç bir Şer’î nâsta yani Kur'an
ve Sünnette bu iki kelimeden birinin anlamı diğerine muhalif
olarak kullanılmamıştır. Bu yüzden kullanımda "İmamet" ya da
"Hilâfet" kelimelerini birbirine tercih için zorlamaya gerek
yoktur. Asıl gerekli olan bu kelimelerin içeriğidir.
Hilâfet’in yeniden kurulması dünyanın dört bir köşesindeki
Müslümanlar için farzdır. Tıpkı Allah’u Teâla’nın
Müslümanlara farz kıldığı diğer farzlar gibi kesin bir
emirdir. Müslümanların Hilâfet’in ikamesi konusunda seçme ve
ruhsat kullanma hakkı da yoktur. Bu nedenle Hilâfet’in
kurulması noktasında gösterilecek ihmal büyük bir günah ve
isyandır. Allah Subhenehû ve Teala bu isyanı
işleyenleri şiddetli bir şekilde cezalandıracaktır.
Tüm Müslümanların Hilâfet’in kurulması için çalışmalarının
farziyetinin delili Kitap, Sünnet ve Sahabelerin İcmaıdır.
Kur’an’daki deliller şöyledir:
Allah’u Teâla Müslümanlar arasında Allah'ın indirdikleri ile
hükmetmesini kesin ve açık bir dille Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem'e emretti.
Allah’u Teâla, Rasul’üne hitaben şöyle buyurdu:
فاحكم بينهم بما أنزل الله
ولا تتبع أهواءهم عما جاءك من الحق
“Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet.
Haktan sana gelenin dışında onların hevalarına/arzularına
uyma."
وأن احكم بينهم بما أنزل الله
ولا تتبع أهواءهم واحذرهم أن يفتنوك عن بعض ما أنزل الله إليك
“Onların arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmet.
Onların heva ve heveslerine uyma ve seni Allah'ın sana
indirdiğinin bir kısmından saptırırlar diye onlardan sakın."
Allah Subhenehû ve Teala'ın hitabının sadece
Rasul’üne has olduğuna dair bir delil bulunmadıkça Rasule
hitap, ümmetine hitaptır. Burada da ayetlerin Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem'e has olduğuna dair bir delil
bulunmamaktadır. Bu sebeple bu hitap Müslümanların da
Allah'ın indirdikleri ile hükmedilmesini sağlamaları ile
ilgili bir hitaptır. Hilâfet’in kurulması yönetimin ve
sultanın/otoritenin ikame edilmesinden başka bir anlama
gelmez.
Nitekim Allah’u Teâla kendilerinden olan ulu'l emre/yöneticilere
itaatı, tüm Müslümanlara farz kıldı. O halde ayet, bir
yöneticinin yani "veliyyu’l emrin" varlığının
farziyetine işaret etmektedir.
Allah’u Teâla şöyle buyurmuştur:
يا أيها الذين آمنوا
أطيعوا الله وأطيعوا الرسول وأولي الأمر منكم
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Rasule
itaat edin ve sizden olan ulu'l emre de."
Allah’u Teâla, olmayan bir şeye itaatı emretmeyeceğine göre
veliyyu’l emrin varlığı farziyet kazanır. Yani
Allah’u Teâla veliyyu’l emre itaati emrederken aynı zamanda
veliyyu’l emrin var olması gerekliliğini de emretmiş
demektir. Zira ancak veliyyu’l emrin varlığı durumunda Şer’î
hükümler uygulanabilecektir. Yokluğu ise Şer’î hükümlerin
uygulanmaması anlamına gelir. Bu da veliyyu’l emrin
varlığının farz oluşuna delalet eder. Veliyyu’l emrin
yokluğu ve ikamesi için çalışılmaması Şer’î hükümlerin
hayattan uzaklaşması gibi büyük bir haramın işlenmesine
sebep olur.
Sünnetteki deliller:
Nafi’den rivayet edilmiştir. Rivayet şöyledir:
"Abdullah b. Ömer bana dedi ki: Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem'i şöyle derken işittim: مَنْ
خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
لا حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ
مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Kim itaatten elini
çekerse, Kıyamet Gününde lehine hiç bir delil bulunmaksızın
Allah’u Teâla’nın karşısına çıkacaktır. Kim de boynunda biat
olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür.”
Bu rivayetle Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem her
Müslüman’ın boynunda bir biatın bulunmasını farz kılmış,
boynunda biat (sorumluluğu) olmadan ölenin ölümünü "cahiliye
ölümü" ile vasıflandırmıştır. Biat bir başkasına değil,
ancak devlet otoritesinin başı olan Halife’ye
yapılır. Rasulullah bu sözü ile her Müslüman’ın boynunda bir
halifeye biatın bulunmasını farz kılmıştır, yoksa her
Müslüman’ın Halife’ye biat etmesini değil. İfadeyi biraz
daha açacak olursak burada farz olan, Müslüman’ın boynunda
biatın bulunmasını sağlayacak olan bir Halife’nin var
olmasıdır. Halife’nin bulunması ister bilfiil biat
etsin isterse etmesin her Müslüman’ın boynunda biatın
bulunduğu anlamına gelir. Bu nedenle bu hadis bir
Halife’nin nasbının farziyetine delildir, yoksa biatın
farziyetine değil. Zira Rasulullah'ın yerdiği şey ölünceye
kadar bir Müslüman’ın boynunda biatın bulunmayışıdır.
Dolayısı ile Rasulullah hadiste Müslümanların biat
etmemesini değil, boynunda biatın bulunmamasını
yermiştir.
Müslim’in rivayetine göre A’rac, Ebu Hüreyre'den şu hadisi
rivayet eder: “Nebî SallAllah’u Aleyhi Vesellem
şöyle dedi: إِنَّمَا
الإمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ
"İmam bir kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla
korunulur.”
Yine Müslim, Ebu Hazim'den şu hadisi rivayet eder:
"Hişam b. Urve ve Ebu Salih, Ebu Hureyre'den o da
Rasulullah'tan şunu rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre ile beş
sene beraber bulundum. Bana Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem'den şunu işittiğini söyledi:
كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ
تَسُوسُهُمُ الأنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ
نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَيَكُونُ خُلَفَاءُ
فَيَكْثُرُونَ قَالُوا فَمَا تَأْمُرُنَا قَالَ فُوا
بِبَيْعَةِ الأوَّلِ فَالأوَّلِ أَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ
اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ
"İsrailoğulları nebîler
tarafından siyaset edilirdi/yönetilirdi. Bir nebî öldüğünde
onu bir diğeri takip ederdi. Benden sonra artık nebî yoktur.
Ancak birçok halifeler olacaktır.” Oradakiler dediler
ki; “Bu durumda bize ne emredersin?” Dedi ki: “İlk biat
edilene vefakar olun ve ona karşı olan görevlerinizi yerine
getirin. Muhakkak ki Allah size karşı görevlerini yerine
getirip getirmediklerini onlardan soracaktır.”
İbni Abbas Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem'den şu hadisi rivayet eder:
مَنْ كَرِهَ مِنْ أَمِيرِهِ
شَيْئًا فَلْيَصْبِرْ فَإِنَّهُ مَنْ خَرَجَ مِنَ السُّلْطَانِ
شِبْرًا مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً
"Emirinden hoşlanmadığı bir şeyi
gören kimse sabretsin. Zira insanlardan, kim otoriteden bir
karış ayrılırsa cahiliye ölümü üzere ölür.”
Bu hadislerde, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem Müslümanların bir takım
yöneticilerinin olacağını haber verdiği gibi Halife’nin
"kalkan" yani ümmet için koruyucu vasfını da beyan
etmiştir. Rasulullah’ın imamı "kalkan" olarak
nitelenmesi, bir imamın bulunmasının faydalarına işaret eden
bir taleptir. Zira Allah ve Rasul’ünün bir şeyi bildirişi
yerme ifadesi içeriyorsa o şeyi terk etmeyi (nehyi)
gerektiren bir talep demektir. Eğer bildirim bir övgü
ifadesi taşıyorsa o fiilin yapılmasını gerektiren bir talep
demektir. Eğer Allah ve Rasulü tarafından talep edilen
fiilin yapılması Şer’î bir hükmün yerine getirilmesini
gerektiriyorsa ya da söz konusu fiilin terki herhangi bir
Şer’î hükmün uygulanmamasına sebep oluyorsa bu talep
kesinlik ifade eder. Rasulullah'ın yukarıdaki hadislerinde;
hem Müslümanları yönetecek kişilerin Halifeler olduğuna hem
Müslümanların başında her zaman için bir halifenin
bulunmasının farz olduğuna hem de Müslümanların yönetim
otoritesinden, dışarı çıkmalarının haram olduğuna dair bir
bildirim vardır. Bu da Müslümanların yönetilmeleri için bir
otorite tesis etmelerinin farziyetine işaret eder.
Ayrıca Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem Müslümanlara,
Halife’ye itaatı ve Halife ile mücadele edenlerle savaşmayı
da emretti. Bu talep, bir Halife seçmek ve onunla mücadele
eden herkesle savaşıp Hilâfet müessesini korumakla ilgili
bir emirdir.
Nitekim Müslim'in Rivayetine göre Nebî SallAllah’u
Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
وَمَنْ بَايَعَ إِمَامًا فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ
وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنِ اسْتَطَاعَ فَإِنْ
جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الْآخَرِ
"Kim bir imama biat edip elini sıkarsa ve kalbinin
meyvesini ona verirse (rıza gösterirse) gücü
yettiğince itaatte bulunsun. Eğer (yönetimi ele geçirmek
için) onunla savaşacak birisi ortaya çıkarsa o kişinin
boynunu vurun.”
İmama itaatle ilgili emir, aynı zamanda bir Halife’nin
seçilmesi ile de ilgili bir emirdir. İlaveten Halife ile
çekişen kişi ile savaşmaya dair emir tek bir Halife’nin
bulunması ilgili kesin bir emrin varlığına işarettir.
Sahabelerin İcmaına gelince:
Sahabeler Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem'in vefatından hemen sonra bir Halife
seçilmesinin gerekliliği hususunda icma etmişlerdir.
Sahabelerin; Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali RadıyAllah’u
Anh’u; -onlardan her birinin ölümünden sonra- Halife
seçip onlara bizzat biat etmeleri ile de bu icma tekerrür
etmiştir.
Sahabelerin bir Halife’nin seçimi ve ona biat noktasındaki
icmalarını daha açık olarak ortaya koyan asıl olay şudur:
Sahabeler Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem'in vefatından sonra onun defn işini
erteleyerek Halife seçilmesi işi ile ilgilenmiş olmalarıdır.
Halbuki ölünün en kısa zamanda defnedilmesi farz olduğu gibi
ölünün defnedilmesinin kendilerine farz olduğu kişilerin bir
başka işle meşgul olmaları ve defni ertelemeleri de
haramdır. Rasulullah'ın cenazesinin techizi ve defni
üzerlerine farz olan bir kısım sahabenin Halife’nin seçimi
ile uğraştığı sırada diğer sahabelerin itiraz hakları olduğu
halde sükut ederek defnin iki gece ertelenmesine taraftar
olmaları icmaya en açık delildir. Rasül'ün cenazesinin defni
ile değil de, Halife’nin seçilmesi işi ile meşgul olmak
üzerinde gerçekleşen bu icma, Halife seçiminin cenaze
defninden (bu cenaze insanların en hayırlısına ait olsa da)
daha önemli bir farz olduğunu göstermektedir.
Bu konudaki icma sahabelerin hayatları boyu süren bir icma
olmuştur. Sahabeler yeri geldiğinde hangi şahsın Halife
olacağı konusunda ihtilaf etmelerine rağmen hem Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem'in hem de Raşit Halifelerin
vefatlarından sonra bir Halife’nin seçilmesi gerekliliğinde
kesinlikle ihtilaf etmemişlerdir. Dolayısıyla sahabelerin
halife nasbetmenin farziyeti meselesindeki icmaları,
kuvvetli, açık ve net bir delildir.
Dinin hâkim kılınması, dünya ve ahiretle ilgili Şer’iat
hükümlerinin tümünün uygulanması subutu ve delaleti kesin
delille Müslümanlara farz kılınmıştır. Bu hedefin
gerçekleşmesi de ancak sulta sahibi bir yönetici ile yani
Halife’nin varlığı ile mümkündür. Bu konu ile alakalı Şer’i
kaide şudur: “Bir farzı yerine getirmek için
gerekenler de farzdır." Bu kaide gereği dinin tüm
hükümlerinin uygulanabilmesinin şartı olan Halife’nin
belirlenmesi de farzdır.
Tüm bu deliller Müslümanların yönetilmeleri için bir yönetim
ve otorite tesis etmelerinin farziyetine açık bir delildir.
Aynı deliller otoritenin başında bulunacak ve İslâm’ın
hükümlerini uygulayacak bir Halife’nin belirlenmesinin
farziyetinin de delilleridir. Burada bahsi geçen sulta ya da
yönetim soyut bir yönetim değil aksine Şer’iatı uygulamak
için var olan bir sultadır.
Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem'in şu sözüne kulak
verelim: خِيَارُ
أَئِمَّتِكُمِ الَّذِينَ تُحِبُّونَهُمْ وَيُحِبُّونَكُمْ
وَيُصَلُّونَ عَلَيْكُمْ وَتُصَلُّونَ عَلَيْهِمْ وَشِرَارُ
أَئِمَّتِكُمِ الَّذِينَ تُبْغِضُونَهُمْ وَيُبْغِضُونَكُمْ
وَتَلْعَنُونَهُمْ وَيَلْعَنُونَكُمْ قِيلَ يَا رَسُولَ
اللَّهِ أَفَلا نُنَابِذُهُمْ بِالسَّيْفِ فَقَالَ لا مَا
أَقَامُوا فِيكُمُ الصَّلاةَ
"Sizin hayırlı imamlarınız şunlardır: Siz onları
seversiniz onlar da sizi severler, onlar sizin için dua
ederler, siz de onlar için dua edersiniz. Şerli
imamlarınızdan nefret edersiniz, onlar da sizden nefret
ederler. Siz onlara lanet edersiniz onlar da size lanet
ederler.” Denildi ki: “Ya Rasulullah onlara kılıçla
karşı çıkmayalım mı?" Dedi ki; “İçinizde namazı ikame
ettikleri sürece hayır.”
Bu hadis hayırlı ve şerli imamların bulunacağını açıkça
bildirmektedir. Hadis dini tam anlamı ile tatbik ettikleri
sürece Halifelere kılıçla karşı çıkmanın haramlığına da açık
bir delildir. Hadisteki "namazı ikame etmek" ifadesi
bir kinayedir ve bu ifadeden kastedilen "dini uygulamak
ve onunla yönetmektir." Bu sebeple İslâm’ın hükümlerini
uygulamak ve onun davetini yüklenmek için bir Halife’nin
belirlenmesinin tüm Müslümanlar üzerindeki farziyeti, sahih
Şer’i nâslarla açıktır.
- Bu delillere ilaveten Halife nasbının bütün Müslümanlar
üzerine farziyeti şu açıdan da açıklanabilir: Allah’u
Teâla İslâm hükümlerini ve yönetimini kurmayı ve
Müslümanların varlıklarını korumayı Müslümanlara farz
kılmıştır. Bu farzın göstergesi olarak bir Halife’nin
nasbedilmesi farz-ı kifaye olarak karşımıza çıkar. Yani bir
kısım Müslümanlar bu farzı yerine getirirse farz
diğerlerinden kalkar. Ancak bu farzla uğraşan kişiler farzı
yerine getirmekte zorlanıyor ama yine de yerine getirmeye
çalışıyorlarsa bu durumda farz diğer Müslümanlardan kalkmaz,
Müslümanlar Halifesiz kaldıkları müddetçe bu farz hiç bir
Müslüman’dan kalkmaz.
Müslümanların bir Halife nasbetmek için çalışmaması, bu
hususta gayret göstermeyip geride oturması en büyük
günahlardan birisidir. Zira bu farzdan geri kalmak, İslâm’ın
gerçekten en önemli farzlarından geri kalmak anlamına gelir.
Gerçekte dinin hükümlerinin uygulanabilmesi ancak bu farzın
yerine gelmesi ile mümkündür. Hayatta İslâm’ın mevcudiyeti
ancak bu farzın yerine getirilmesiyle mümkündür. Bu öneme
binaen Müslümanların kendileri için bir Halife nasbetmekten
geri kalmaları ve bu uğurda çalışmamaları hepsini günahkâr
kılar. Dünyanın hangi coğrafyasında yaşıyor olursa olsunlar
bu farz için çalışmayıp geri kalmakta birleşirlerse Müslüman
olan herkes fert fert günahkâr olur.
Eğer Müslümanların bir kısmı Halife’nin nasbı ve İslâm’ın
hükümlerinin tatbiki için çalışır diğer kısmı çalışmazsa
günah sadece çalışanlar üzerinden kalkar çalışmayanlardan
düşmez. Bu farziyet Halife nasbedilinceye kadar herkes
üzerinde kalır. Farzın yerine gelmesi için çalışmak sadece
vaktinde uygulanmamasından ya da farzı işlememekten doğacak
günahı kaldırır. Çünkü İslâm’ı hâkim kılmaya çalışanlar
karşılarındaki kahredici ve engelleyici sebeplerden dolayı
başaramamaktadırlar. Ancak diğerleri yardımcı olsaydı bu
sebepler ortadan kalkabilecekti.
Farzı yerine getirmeye çalışmayanlar, Halife’nin ölüm veya
bir başka nedenle gitmesinden üç gün sonrasından Halife’nin
seçildiği güne kadar doğacak günahtan mesul olurlar. Zira
Allah’u Teâla kendilerine İslâm’ı hâkim kılmayı farz kıldığı
halde onlar üzerlerine düşenleri yapmadılar. Bu sebeple bu
kişiler Allah Subhenehû ve Teala'nın azabına
müstahak oldukları gibi dünya ve ahirette de rezil ve zelil
olmaya müstahaktırlar. Bu günaha muhatap olmalarının sebebi
bu farza karşı ilgisiz tutumları yüzündendir. Açıktır ki;
Allah'ın kendine farz kıldığı bir farzı terketmek Müslüman’ı
azaba muhatap kılar. Kaldı ki, bu farz (bir Halife’nin
belirlenmesi) İslâm’ın en önemli farzlarından birisidir.
Çünkü diğer birçok farzın uygulanabilmesinin temel şartı bu
farzdır. Bu farz gerçekleştiğinde dinin hükümleri tam olarak
uygulanır ve İslâm’ın şanı yükselir. Bununla birlikte
Allah'ın Kelimesi İslâm beldelerinde ve dünyanın sair
bölgelerinde yücelir.
Tam tersine yeryüzü Hilâfet’ten mahrum olunca Allah'ın
Müslümanlara farz kıldığı dinin hâkim kılınması ve bunun
için bir Halife’nin seçilmesi doğrultusunda çalışmaktan geri
durulmasının hiçbir özür ve mazereti olamaz. Yeryüzünde
Allah'ın koyduğu sınırları korumak için cezaları uygulayan,
dinin hükümlerini yerine getiren ya da "Lâ ilahe illallah
Muhammedun Rasulullah" sancağı altında Müslümanları
birleştiren bir otorite olmayınca, yeniden Hilâfet’i kurmak
ve Halife’yi seçmek için çalışmaktan geri kalmalarının hiç
bir mazereti olmaz. Bu farzın yerine getirilmemesi
noktasında İslâm’ın ortaya koyduğu hiç bir ruhsat da yoktur.
İnziva veya insanlardan uzaklaşarak sadece şahsi, özel
meseleleri ile ilgili dini hükümlere bağlanmak hakkındaki
hadisler Halife’nin varlığı için çalışmamak veya geri
kalmaktan doğacak günahı Müslümanlardan düşürmek için delil
olarak gösterilemez. Çünkü söz konusu hadisler bir
Halife’nin var olması için çalışmamaya cevaz vermez. Bu
konulardaki hadisleri dikkatlice inceleyen kimse bunların
Halife’nin belirlenmesi için çalışmamak ya da çalışmaktan
geri kalmak için ruhsat vermediklerini, aksine dine sımsıkı
bağlanmakla ilgili emirler olduklarını görürler.
Bişr İbni Ubeydullah El Hadrami, Ebu İdris El Hulani'nin
Huzeyfe İbn El Yeman'dan şu hadisi işittiğini rivayet
etmişti: كَانَ النَّاسُ
يَسْأَلُونَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
عَنِ الْخَيْرِ وَكُنْتُ أَسْأَلُهُ عَنِ الشَّرِّ مَخَافَةَ
أَنْ يُدْرِكَنِي فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا كُنَّا
فِي جَاهِلِيَّةٍ وَشَرٍّ فَجَاءَنَا اللَّهُ بِهَذَا
الْخَيْرِ فَهَلْ بَعْدَ هَذَا الْخَيْرِ مِنْ شَرٍّ قَالَ
نَعَمْ قُلْتُ وَهَلْ بَعْدَ ذَلِكَ الشَّرِّ مِنْ خَيْرٍ
قَالَ نَعَمْ وَفِيهِ دَخَنٌ قُلْتُ وَمَا دَخَنُهُ قَالَ
قَوْمٌ يَهْدُونَ بِغَيْرِ هَدْيِي تَعْرِفُ مِنْهُمْ
وَتُنْكِرُ قُلْتُ فَهَلْ بَعْدَ ذَلِكَ الْخَيْرِ مِنْ شَرٍّ
قَالَ نَعَمْ دُعَاةٌ عَلَى أَبْوَابِ جَهَنَّمَ مَنْ
أَجَابَهُمْ إِلَيْهَا قَذَفُوهُ فِيهَا قُلْتُ يَا رَسُولَ
اللَّهِ صِفْهُمْ لَنَا قَالَ هُمْ مِنْ جِلْدَتِنَا
وَيَتَكَلَّمُونَ بِأَلْسِنَتِنَا قُلْتُ فَمَا تَأْمُرُنِي
إِنْ أَدْرَكَنِي ذَلِكَ قَالَ تَلْزَمُ جَمَاعَةَ
الْمُسْلِمِينَ وَإِمَامَهُمْ قُلْتُ فَإِنْ لَمْ يَكُنْ
لَهُمْ جَمَاعَةٌ وَلا إِمَامٌ قَالَ فَاعْتَزِلْ تِلْكَ
الْفِرَقَ كُلَّهَا وَلَوْ أَنْ تَعَضَّ بِأَصْلِ شَجَرَةٍ
حَتَّى يُدْرِكَكَ الْمَوْتُ وَأَنْتَ عَلَى ذَلِكَ
"İnsanlar Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem'e hayır hakkında soruyorlardı. Fakat
ben bana dokunmasından korkarak şer hakkında soruyordum.
Dedim ki; "Ya Rasulullah biz cahiliye ve şer içindeydik
Allah’u Teâla bize bu hayrı getirdi. Peki bu hayırdan sonra
şer var mı?" Dedi ki; Evet. Dedim ki; “O şerden sonra
hayır var mı?” Dedi ki; "Evet fakat içinde karışıklık
var." Dedim ki; "O karışıklık nedir?" Dedi ki; "Bir
takım insanlar benim gösterdiğim yolun dışında bir yol takip
edecekler. Onları tanıyacaksın ve onları kabul
etmeyeceksin." Dedim ki; Bu hayırdan sonra şer var mı?"
Dedi ki; "Evet. Cehennemin kapılarında davetçiler
olacaktır. Kim onlara uyarsa onu cehenneme atacaktır."
Dedim ki; "Ya Rasulullah, bize onları tarif et? Dedi ki; “Onlar
bizim hemşerimiz insanlardır. Bizim dilimizle konuşurlar."
Dedim ki; "Bunların zamanı bana yetişirse bana ne
emredersiniz?" Dedi ki; "Müslümanların cemaatından ve
imamından/halifesinden ayrılmazsın." Dedim ki; "Eğer
Müslümanların cemaatı ve imamı yoksa?" Dedi ki; "O zaman
bütün cehenneme davet edenlerden uzak dur. Velev ki bir
ağacın köklerini ısırıp kalsan da ölüm sana gelinceye kadar
o durum üzere kal."
Bu hadis; Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem'in Müslümanların
cemaatına ve imamına bağlanmayı Müslümanlara emrettiği gibi
cehennem davetçilerinden de uzak kalmayı emrettiğini açık
şekilde göstermektedir. Soru soran, Rasul'e Müslümanlar için
bir Halife ya da cemaat olmazsa cehennem davetçilerine karşı
ne yapılması gerektiğini sorduğunda; Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem ona bu gruplardan uzak durmayı
emretti, uzlete çekilip Müslümanlardan uzak durmayı ya da
Halife’nin ikamesinden geri kalıp vazgeçmeyi değil.
Rasul SallAllah’u
Aleyhi Vesellem soru sorana;
فَاعْتَزِلْ تِلْكَ الْفِرَقَ
كُلَّهَا "O grupların hepsinden uzak kal"
diye açık ve net olarak emretti. Öyle ki o; bir ağacın
köklerini dişleri ile ısırıp kalsa dahi cehenneme çağıran o
grupları terk edecek ve ölüm kendisine ulaşıncaya kadar o
durumunu muhafaza edecektir. Hadis, böylesi bir ortamda
yaşayan kimsenin dinine sımsıkı sarılması ve cehenneme davet
edenlerden uzak durması gerektiği anlamını vurgulamaktadır.
Bu hadiste, Hilâfet’in kurulması için çalışmayı terk etmeye
dair hiçbir mazeret ve ruhsat yoktur. Hadis kişinin dininin
selameti için ağacın köklerini yese dahi Cehenneme davet
edenlerden uzak kalmasını emretmektedir. Kim ki bu hadisi
delil gösterip, Hilâfet’in kurulması için çalışmazsa bu
farzın günahı üzerinde kalır. Müslüman’a, Müslümanların
cemaatından uzak kalması ya da dinin hükümlerini
uygulamaktan ve Hilâfeti kurmaktan uzak durması
emrolunmamıştır.
Yine Buhari Ebu Said El Hudri RadıyAllah’u Anh'dan
Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir: يُوشِكُ
أَنْ يَكُونَ خَيْرَ مَالِ الْمُسْلِمِ غَنَمٌ يَتْبَعُ بِهَا
شَعَفَ الْجِبَالِ وَمَوَاقِعَ الْقَطْرِ يَفِرُّ بِدِينِهِ
مِنَ الْفِتَنِ "Öyle
bir zaman gelecek ki, Müslüman’ın en hayırlı malı, kendi
dinini fitnelerden korumak için, dağ başlarında gezdirip
(birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü davarlar(dan
ibaret) olacaktır."
Bu hadisten de çıkan anlam yeryüzü bir Halifeden yoksun
olduğu zaman Müslümanların cemaatından uzak kalmak ya da
dinin hükümlerinin hakim kılınması ve Hilâfet’in
kurulmasından geri kalmak değildir. Hadis, fitne
günlerinde Müslüman’ın malından hayırlı olanı ve
fitneden kaçmak için ne yapacağını beyan etmektedir.
Hadis, inziva ve insanlardan uzak durmayı teşvik amacını
gütmeyen bir hadistir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; yeryüzü Hilâfet’ten yoksun
iken Müslümanların dini hâkim kılmak ve Hilâfeti kurmaktan
geri kalmasına hiçbir şekilde mazeret ve ruhsat yoktur.
Yeryüzünde Allah'ın tayin ettiği sınırları korumak için
hadleri uygulayan veya dinin hükümlerini yerine getirip,
"Lâ ilahe illallah Muhammedun Rasulullah" sancağı
altında Müslümanların cemaatini birleştiren bir devlet
mevcut değilse bu durumda Hilâfeti kurup Halife’yi
belirlemek maksadı ile bir çalışma yapmaktan geri kalmak
için hiçbir mazeret ve ruhsat yoktur.
Buhari, 2737; Müslim, 3428; Nesei, 4125; Ahmed b. Hanbel,
10359
Buhari, 3196; Müslim, 3429; Ahmed b. Hanbel, 7619
Buhari, 6531; Müslim, 3439
Müslim, 3447, 3448; Daremi, 2677; Avf b. Malik yoluyla
Buhari Fiten-12, Tecrid C. 9 S. 297 H. No: 1471
Buhari K. Fiten Bab 15 S. 94
|