Eman isteyen kimse
başkasının evine eman ile giren kimsedir, yani başkasının
ülkesine eman ile giren kimsedir. O ister Müslüman olsun ister
harbî olsun fark etmez.
Müslüman Dâr’ül harbe eman
ile girdiğinde onlardan bir şeye karşı gelmesi haramdır. Zira
Müslümanlar, şartları üzeredirler. Onların mallarından bir
şekilde karşılaştığında onu gizlice ya da çalarak gasp yoluyla
almaz, onu kendisine mülk edinmesi haram olur, onu zorunlu bir
şekilde sadaka olarak verir. Onlardan bir şeyi gaspettiğinde onu
onlara geri verir. Çünkü gaspedilen mal kendisinden gaspedilene
garantilidir, ister kâfir ister Müslüman olsun ona döndürülür.
Müslüman’ın Dâr’ül küfre
eman ile girmesinin caiz olması gibi, harbînin de Müslümanların
ülkesine eman ile girmesi caiz olur.
Nitekim Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem,
Mekke’nin fethi günü kâfirlere eman vermiştir.
Şöyle demiştir:
وَمَنْ أَغْلَقَ بَابَهُ
فَهُوَ آمِنٌ
“Kim
kapısını kapatırsa emin olur.”
Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem
müşriklerin elçilerine eman veriyordu ve kendisine eman verilen
kimseye ihanet edilmesini haram kılıyordu.
Ebu Said’den Rasulullah
SallAllah’u
Aleyhi Vesellem’in
şöyle dediği rivayet edildi:
لِكُلِّ غَادِرٍ لِوَاءٌ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ يُرْفَعُ لَهُ بِقَدْرِ غَدْرِهِ أَلا وَلا غَادِرَ
أَعْظَمُ غَدْرًا مِنْ أَمِيرِ عَامَّةٍ
“Her gaddarlık
yapan için Kıyamet Günü bir bayrak olur. O bayrak ihanetine göre
onun için yükseltilir. Dikkat, ihanet bakımından genel emirden
daha büyük ihanet eden olmaz.”
Ancak eman isteyen harbîye,
Müslümanların ülkesinde sadece bir sene kalmasına izin verilir.
Zira ona vize bir ay ve iki ay veya biraz daha fazla verilir.
Fakat bir seneden fazla verilmez. Bir süre ile sınırlamaksızın
ona sınırsız bir eman verildiğinde, muteber olan tam bir yılın
dolmasıdır. Çünkü ona Dâr’ül İslâm’da cizye olmaksızın ikamet
etme izni bir sene verilir. Bir seneyi geçtiğinde, cizye
zorunluluğu ile İslâm ülkesinde ikamet etmek veya dışarı çıkması
arasında serbest bırakılır. Bir seneden fazla kalırsa, cizye
vermeyi kabul ediyor sayılır. Ona zimmet hükmü verilip zimmî
olur ve cizye alınır. Çünkü bir kâfirin İslâm ülkesinde cizye
vermeksizin kalması caiz olmaz. Cizye senede bir defa alınır,
bir seneden fazla kaldığında ona cizye vermesi zorunluluğu doğar
ve o zorunlu olarak zimmî olur. Senenin sonunda, ya da sene
dolmadan önce İslâm ülkesi dışına çıktığında ona cizye verme
zorunluluğu oluşmaz. Dışarı çıkarsa önceki emanı da iptal olur.
İkinci defa İslâm ülkesine girmek istediğinde yeni bir eman
alması gerekir.
İslâm ülkesinde oldukları
sürece eman isteyenlere yardım etmesi halifeye vacip olur.
Onların hükmü zimmet ehli gibidir. Kendisine eman verilen kimse,
cezayı gerektiren suç işlediğinde -içki haddi hariç zimmet-
ehlinde olduğu gibi ona her ceza uygulanır. Çünkü Dâr’ül İslâm,
Şer’i hükümlerin uygulanma yeridir. Dolayısıyla onda bulunan
Müslüman, zimmî ve eman verilen herkese Şer’i hükümler
uygulanır.
Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem,
Hıristiyan oldukları halde Necran ehline şunu yazdı:
إن
من بايع منكم بالربا فلا ذمة له
“Sizden kim riba/faiz
ile alış-veriş yaparsa, ona zimmet yoktur.”
Riba hükmü İslâm’ın
hükümlerindendir. Rasul’ün zimmet ehline riba ile alış-verişi
yasaklama hükmünü tatbik etmesi, onları İslâm’ın hükümleriyle
sorumlu kılmasına dair bir delildir. Eman verilen kimseye de
zimmî muamelesi yapılır.
- Eman isteyen kimse,
kendisi için eman alındığında onun bu emanı beraberinde ona ait
olan mallarına da eman olur, o mallar için bir eman almamış olsa
da. Onun kendisi korunduğu gibi malları da korunur. Dolayısıyla
Müslüman onun şarabını ve domuzunu telef ettiğinde, değerini
tazmin eder, onu hata ile öldürdüğünde diyetini öder, kasten
öldürdüğünde ise öldürülür.
- Eman verilene eziyet
etmekten kaçınılması vacip olur. Müslüman’da olduğu gibi
çekiştirilmesi haram kılınır. Çünkü ona zimmî muamelesi yapılır.
- Eman verilen varisleri
Dâr’ül harpteyken Dâr’ül İslâm’da öldüğünde malı korunur,
varisleri onun varisi olduğunu belgelediklerinde o malı alırlar.
O mal ister Müslümanlarda olsun ister ise zimmet ehlinde olsun
fark etmez. Çünkü onun malı da emandadır, onun varisi olan
ehline teslim edilir.
Kısacası, Müslümanlardan
eman talep eden herkese eman vermeleri Allah’u Teâlâ’nın şu
sözünden dolayı caizdir:
وَإِنْ أَحَدٌ مِنْ
الْمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ فَأَجِرْهُ حَتَّى يَسْمَعَ كَلامَ
اللَّهِ ثُمَّ أَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُ
“Eğer
müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah’ın Kelamını işitip
dinleyinceye kadar ona eman ver, sonra onu güven içinde
bulunacağı bir yere ulaştır.”
Ayrıca eman, garanti
ve söz vermektir.
Rasul
SallAllah’u Aleyhi Vesellem
diyor ki: الْمُسْلِمُونَ
تَتَكَافَأُ دِمَاؤُهُمْ وَهُمْ يَدٌ عَلَى مَنْ سِوَاهُمْ يَسْعَى
بِذِمَّتِهِمْ أَدْنَاهُمْ
“Müslümanların
kanları eşittir. Onlar kendilerinden başkalarına karşı tek
eldirler. Onların en düşükleri onların zimmeti ile hareket
eder.”
Ancak bu eman, eman
isteyenlerin İslâm’ın hükümlerine boyun eğmeleriyle ve
üzerlerine cizye vermeleri zorunluluğu gerçekleştiğinde cizye
vermeleri ile sınırlıdır.
Bunun delili Allah’u
Teâlâ’nın şu sözüdür:
حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ
يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
“Kendi güçleri nispetinde küçülmüşler olarak cizye verinceye
kadar onlar ile savaşın.”
Yani onlar, İslâm’ın
hükümlerine boyun büküp cizye vermedikçe onlardan savaş
kaldırılmaz ve onlara savaştan eman verilmez. Dolayısıyla Dâr’ül
İslâm’da ikamet ettikleri sürece İslâm’ın hükümlerine boyun
bükmeyi kabul etmeleri kendilerine eman verilmesi için
yeterlidir. Onlar içerisinde üzerlerine cizye vermenin
gerçekleştiği süre olan bir sene Dâr’ül İslâm’da ikamet
ettiğinde, ondan dışarı çıkması talep edilir, dışarı çıkmayı
kabul etmediğinde onlar zimmî sayılarak kendilerine cizye
konulur.