Kapitalizm
nizamı, Batı dünyasında ve Komünist Parti hâkim olmadan önce
Rusya’da tatbik edilmekteydi. Kapitalizm ideolojisinin
esaslarından birisi “mülkiyet hürriyetidir”. Bundan iş
sahiplerinin ücretle çalışanlara yani işçilere
istibdatları/keyfi uygulamaları doğdu. Karşılıklı rıza
olduğu sürece ve onların aralarında zorunluluk
nazariyesi/teorisi hakim olduğu sürece bu netice doğdu.
Ücretle çalışanlar, ücretle çalıştıranlardan baskı,
sindirme, zulüm, emeklerini ve terlerini sömürme gördüler.
İşçiye insaflı
davranmayı seslendirerek sosyalizm fikri ortaya
çıktığında, işçilerin sorunlarını çözme esası üzerine ortaya
çıktı, kira sözleşmesine çözüm getirme esası üzerine değil.
Onun için sosyalizm, işçilere insaflı davranılması için
çözümler; iş süresinin, işçi ücretinin belirlenmesi, izin
hakkının garanti edilmesi v.b getirdi. Böylece zorunluluk
nazariyesi sorunların çözümü için elverişli olmadığı ortaya
çıkarak yıkıldı.
Batı kanunu
hukukçuları, zorunluluk nazariyesinin sorunlar önünde sağlam
durabilmesi için “zorunluluk” ile ilgili teorilerini
değiştirmek için zorlandılar. Onun için teorilerini yamamak
için değişiklikler yaptılar. Zira iş sözleşmesine bir takım
kurallar ve hükümler dâhil ettiler. Bu kural ve hükümler
işçileri korumayı, daha önce sahip olmadıkları; toplantı
hürriyeti, sendikalar kurma hakkı, grev hakkı, onlara
emeklilik, ikramiyeler ve tazminatların verilmesi hakları
gibi hakların verilmesini hedefliyordu. Hâlbuki zorunluluk
teorisi metni bunun gibi hakları garanti etmemektedir. Fakat
bu teori, sosyalist fikirlerin işçiler arasında oluşturduğu
“işçi sorunlarına” çözüm için, tevil edildi/yorumlandı.
Sonra mal mülkiyetini yasaklamak ve işçiye ihtiyaç duyduğunu
sınırsız olarak vermek için komünizm teorisi geldi.
Sosyalizm ideolojisi
–komünizm ideolojisi de ondandır- ve kapitalizm ideolojisi
arasındaki mülkiyete ve ücretle çalışana bakış açılarındaki
farklılıktan onlar nezdindeki işçi sorunu ortaya
çıktı. Hayata farklı bakışlarının oluşturduğu bu sorunun
çözümü hakkında o iki ideolojinin her birisinin özel metodu
oldu.
İslâm’da
ise, “işçi sorunu” diye isimlendirilen bir sorun
yoktur. İslâm ümmeti; işçiler, kapitalistler, çiftçiler,
toprak sahipleri v.b. sınıflara ayrılmaz. Mesele hepsinin de
ücretle çalışanla alakalı olmasıdır. Ücretle çalışan ister
uzmanlar, teknik elemanlar gibi iş üzerine ücretle
çalıştırılsın, ister diğer çalışanlar gibi emeği üzerine
ücretle çalıştırılsın fark etmez. İster, şahısların yanında
ücretle çalışan olsun, ister cemaatler yanında, ister ise
devlet yanında ücretle çalışan olsun, ister özel ücretle
çalışan olsun, ister müşterek ücretle çalışan olsun fark
etmez. Zira hepsi de ücretle çalışandır. Bu ücretle çalışana
ait hükümler konulmuş ve açıklanmıştır:
- Zira, ücretle
çalışanlar belirlenmiş bir ücret üzerinde ittifak
ettiklerinde iş sözleşmesi süresince o belirlenmiş ücreti
hak eder.
- Onların iş sözleşmesi
süresinin bitmesinden sonra kendilerini ücretle çalıştıranı
terk etme hakları vardır.
- Ücretle çalışanlar,
kendilerini çalıştıranlarla ihtilafa düşerlerse, uygun
ücretin belirlenmesi için uzmanların rolü devreye girer. O
uzmanları iki taraf seçerler, iki taraf uzmanlar hususunda
ittifak edemezlerse, onları yönetici seçer. Uzmanların
söylediğine her iki tarafın da uyması zorunlu olur.
- Yönetici tarafından
belirli bir ücret belirlenmesi, mallar için fiyat koymanın
caiz olmamasına kıyas edilerek caiz olmaz. Çünkü ücret,
menfaatin bedelidir, fiyat da malın bedelidir. Mal piyasası,
malın fiyatını doğal olarak belirlediği gibi aynı şekilde
menfaat piyasası da ücretle çalışanlar için işçilere
ihtiyacı belirler.
- Ancak devlete düşen,
işçiler için işler hazırlamaktır.
Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem
şöyle dedi:
فَالإمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ
“İmam
çobandır, güttüğünden sorumludur."
- Devlete düşen, iş
sahiplerinin zulmünü işçiler üzerinden kaldırmasıdır. Zira
ortadan kaldırılmasına güç yettiği halde zulme sessiz kalmak
haramdır ve onda büyük bir günah vardır.
- Devlet bu zulmü
kaldırmakta gevşeklik gösterdiğinde ya da kendisi ücretle
çalışanlara zulmettiğinde, ümmetin üzerine düşen bu zulüm
hakkında devleti hesaba çekmesi ve o zulmü ortadan kaldırmak
için uğraşmasıdır.
Mezalim Mahkemesine
düşen de bu zulme bakması ve mazlumların üzerinden o zulmü
kaldırmasıdır. Mezalim Mahkemesinin bu husustaki emri
yöneticiye ve devlete uygulanır. Bu grevler ve gösterilerle
işçi sorunlarının çözümleri hakkında günümüzde olduğu gibi
sadece zulüm gören ücretle çalışanlar hakkında değildir.
Çünkü tebaadan herhangi bir ferde zulmün olması ve tebaadan
herhangi bir ferdin işlerinin güdülmesinde devletin gevşek
davranması; bir tek şahıs ya da bir takım şahıslara özel
olsa da, ümmetin tamamının işlerinin güdülmesi ile alakalı
bir husustur. Çünkü bu, Şer’i hükmün uygulanmasıdır, her ne
kadar belirli bir topluluğun üzerine meydana gelse de
belirli bir kesim ile alakalı değildir.
İşçilerin ihtiyaç
duyduğu, kendileri ve aileleri için sağlık güvencesi, işsiz
kaldığında ya da yaşlandığında geçim güvencesi, çocuklarının
eğitim güvencesi v.b. işçilere güven vermek için araştırılan
güvencelere gelince; İslâm’da bunlar, ücretle çalışanlar
konusunda incelenmezler. Çünkü bunlar, ücretle çalıştıranın
sorumlulukları değildir. Bunlar sadece devletin
sorumluluklarıdır. Bunlar sadece işçilere ait de
değildirler. Fakat tebaada her aciz kişiye ait haklardır.
Çünkü devlet tedavi ve öğrenimi topluma bedava temin eder.
İster işçi olsun, ister işçi olmasın aciz olan kişiye geçim
güvencesi verir/zorunlu ihtiyaçlarını karşılar. Çünkü bu,
Beyt-ül mala ve bütün Müslümanlara farz kılınan
hususlardandır.
Buna binaen, işçi
sorunu yoktur. Ümmetten bir kesim ya da gruba has sorun
da olmaz. Zira tebaanın işlerini gütmekle alakalı her
sorunun çözümünden devlet sorumlu olur. Ümmetin hepsi de
sorunun çözümü ve zulmün kaldırılması için devleti hesaba
çeker. Sorumlu sadece, o sorunun sahibi ya da zulme maruz
kalan kimse değildir.
|