Sünnet, senedi bakımından şu üç kısma ayrılır: Mütevatir,
meşhur ve ahad haber.
Hadis; tabii tabiinden bir topluluğun, tabiinden bir
topluluktan, tabiinden bir topluluğun sahabeden bir topluluktan,
sahabeden bir topluluğun da Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
rivayet yoluyla gelmiş ise bu, mütevatir hadisdir.
Hadis; eğer tabii tabiinden bir topluluğun tabiinden bir
topluluktan, tabiinin de sayıları tevatür derecesine ulaşmayan bir
veya daha fazla sahabeden rivayet yoluyla gelmişse bu, meşhur
hadistir. Çünkü o ümmet tarafından hoş bulunup meşhur
olmuştur.
Hadisi sahabeden ve onlardan sonra gelen tabiinler ve tabii
tabiinlerden rivayet edenlerin sayısı tevatür derecesine ulaşmamış
ise o hadis ahad haberdir.
Sünnet bu üç kısmın dışına çıkmaz. Ancak Sünnet
yakin/kesinlik ve zan ifade etmesi yönünden iki kısmın dışına
çıkmaz. Çünkü meşhur Hadis ahad haberden sayılır. Zira Hadisi
yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan tabii tabiinden bir
sayının tabiinden, yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan
tabiinden bir sayının da sözleri kesin hüccet olan sahabeden bir
topluluktan rivayet etmiş ise mütevatir sayılır. Yani
mütevatir her üç tabakadaki ravilerin her tabakada tevatür
sayısına ulaşmasıdır. Eğer bu üç tabakadan birisinde tevatür
sayısı sağlanamazsa ahad haber sayılır. Hadis ravilerinde tevatür
sayısının sağlanamadığı tabakanın, sahabeden, tabiinden, tabii
tabiinden ya da her üçünden olması fark etmeksizin ahad haber
sayılır. Kesinlik ifade etmez, zan ifade eder. Ancak sahabede
tevatür sayısını sağlayamayıp geri kalan iki tabakada tevatür
sayısına ulaşıp ümmet arasında meşhur olduğundan ona “meşhur” ismi
verilmiştir. Fakat kesin ifade etmediğinden ahad haber ile aynı
hükme haizdir.
“Tevatür”; lügatta, aralarındaki bir süre ile birisinin
ardından birisi gelmek sureti ile eşyaların ardı arda birbirisini
takip etmesine denir.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi: ثُمَّ
أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَى “Sonra
Rasullerimizi birbiri ardınca gönderdik.”
Yani bir mühletle birinden sonra başka birisini gönderdik,
demektir. “Mütevatir” ardı ardınalıktır.
“Mütevatir haber” usulcülerin ıstılahında şöyledir:
“Sözleri ilim oluşturacak birçokluğa ulaşmış bir topluluğun
verdiği habere denir.” Haber verdikleri hususu zanneden değil de
kesin bilen kimseler olmadıkça bu topluluğun sözleri ilim
oluşturmaz ve mütevatir de olmaz. Onların ilmi ise bir delilden
sonuç çıkarmaya, çıkarsamaya değil de işitme ve görmeye dayalı
olmalıdır. Bu topluluk sahabe, tabiin ve tabii tabiin asrında da
bu şartları bünyesinde taşımalı ve naklettikleri haber, başı sonu
ve ortası itibarı ile aynı düzeyde olmalıdır.
Buna binaen mütevatir haber; yalan üzerinde birleşmeleri
normalde imkânsız olan çok sayıdaki bir topluluğun üç dönemde
rivayet ettiği haberdir. Üç dönemden kasıt; sahabe dönemi, tabiin
dönemi ve tabii tabiin dönemidir. Zira Hadis rivayetinde bu üç
dönemin dışında kalanlara kesinlikle itibar edilmez.
Mütevatir Hadis, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
alındığı kesin olan hadistir. Dolayısıyla kesin ilim ifade eder,
her hususta onunla amel etmek vacib olur. İster kavli, ister
fiili, ister takriri Sünnetten olsun fark etmez.
Mütevatir kavli hadislere örnek; Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür:
مَنْ كَذَبَ عَلَيَّ مُتَعَمِّدًا
فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ
“Kim bilerek bana yalan isnad ederse, cehennemde yerini
hazırlasın.”
Mütevatir fiili Sünnete örnek ise, beş vakit namazın rekâtlarının
adetleridir. Namaz, oruç, haccın keyfiyeti hakkında gelenler de
böyledir.
Kendisi ile ilmin hâsıl olduğu en az sayı hakkında ihtilaf
edilmiştir. Bazıları bu sayı beştir derken bir diğerleri 12
olduğunu söylemişlerdir. En az sayının 20 olduğunu söyleyenler var
olduğu gibi, 40, 70, 313 vb. diyenler de olmuştur. Bu sözlerin
tamamının ne nakilden ne de akıldan bir senedi yoktur. Zira
belirlenmiş bir sayıyı gösteren bir nâss gelmediği gibi aklın da
belirlenmiş bir sayıyı tercihi söz konusu değildir.
Mütevatir haberde muayyen bir sayının rivayetine değil, kesin
ilmin hâsıl olmasına itibar edilir. Sayı bulunmakla beraber
haberin kuvvetliliğine veya zayıflılığına delâlet eden karineler
bulunabilir. Zira bir haber muayyen bir sayı tarafından rivayet
edilmesine rağmen o rivayetle kesin ilim hâsıl olmayabilir. Bazen
de aynı sayıdaki başka bir topluluğun rivayet etmeleriyle bir
haber, kesin ilim oluşturabilir. Çünkü sayının eşit olmasına
rağmen karinelerin farklı olması ile habere itibar da farklı olur.
Buna binaen kendisi ile kesin ilim hâsıl olan mütevatir hadis için
şu şartlar bulunmalıdır:
1- Belirli bir sayı değil, bir topluluk rivayet etmelidir.
2- Bu topluluğun sayısı, konumlarının ve mekânlarının
uzaklığı yalanda birleşmelerine imkân vermeyecek şekilde
olmalıdır. Sayıda dikkate alınan husus, yalan üzerinde
birleşmelerini imkânsız kılmasıdır.
Böylece Hadis, bir topluluk tarafından rivayet edilmelidir ve
onların sayısı yalan üzerinde birleşmelerini engelleyecek bir
boyutta olmalıdır. Bu ise haber verenlerin, vakıanın ve
karinelerin farklı olması ile farklı olur.
Meşhur Hadis; tevatür derecesine ulaşmamış sayıda
sahabelerin rivayet ettiği, daha sonra tabiin ve tabii tabiin
zamanında ravilerin sayısının tevatüre ulaştığı hadistir. Meşhur
Hadis, yakin ifade etmez. Ancak zan ifade eder, bu bakımdan ahad
haberlerden herhangi birisi gibidir.
Bazıları; “Meşhur Hadis, yakine yakın zan ifade eder, çünkü ümmet
onu tabiin zamanında hüsnü kabulle benimseyerek almış ve sahabeden
sübutu da kesindir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
sahabesi hakkında tercih edilen ise onların yalandan uzak
olmalarıdır” demişlerdir.
Bu söz, Meşhur Hadise herhangi bir ahad haberden daha fazlasını
kazandırmaz. Çünkü “kesine yakın bir zan ifade eder” sözünün bir
anlamı yoktur. Zira bir şey ya zan ya da kesin ifade eder, bir
üçüncüsü söz konusu olamaz. Zan ile kesin arasında bir şey yoktur.
Bir şeyi buna yaklaştırıp şundan uzaklaştıran da yoktur. Bu
nedenle de bu söz anlamsızdır. Böylece meşhur, zan ifade eder.
“Sahabeden sübutu katidir” sözünün de bir değeri yoktur. Çünkü
matlup olan, sahabeden değil, Rasul SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’den alınmasının sübutunun katî olmasıdır. Bahis
konusu olan sahabenin sözleri değil, Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in sözleridir. Bu nedenle bu sözün de
herhangi bir değeri yoktur. Buna göre Meşhur Hadis, ahad haberden
daha öteye gidemez.
Ancak Meşhur Hadis ile ahad haber arasındaki fark şudur: Ahad
haber ancak rivayetinin doğruluğu araştırıldıktan sonra alınır.
Çünkü onda sahabe dışında ahad konumunda raviler vardır. Meşhur
Hadis ise, rivayetinin doğruluğu araştırılmaksızın alınır. Çünkü
ondaki ahad konumundaki raviler sahabelerdir. Sahabeler ise
uduldürler, haklarında ravilik soruşturulması yapılmaz.
Hadisteki meşhurluk, tabiin ve tabii tabiin dönemindeki
şöhretinden kaynaklanmaktadır. Bu iki asırdan sonra meşhur olursa
buna itibar edilmez. Bunun içindir ki bu iki asırdan sonra
insanlar arasında şöhret bulmuş ahad haberler hakkında “Meşhur
Hadistir” denilmez. Bilakis ona, ne kadar meşhur olursa olsun ahad
haber denir.
Meşhur Hadislere bir örnek; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in şu hadisidir: إِنَّمَا
الأعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ “Ameller
niyetlere göredir.”
Üç asırda da ravilerin sayısı tevatür derecesine ulaşmayan
hadistir. Üç asırdan sonrasına itibar edilmez. Ahad haber zan
ifade eder, kesinlik ifade etmez. Hükümlerin istinbatında
mütevatir hadise ve meşhur hadise istinat edildiği gibi ahad
habere de hükümler istinat edilir/dayandırılır.
Ahad haber konusu, usulle ilgili meselelerin en önemlilerindendir.
Çünkü mütevatir Sünnetin azlığından dolayı hükümlerin çoğu ahad
habere dayanmaktadır.
Ahad haberin kabulü ile ilgili rivayet ve dirayet şartları
tahakkuk ettiği zaman, ahad haber ile amel etmek vacibtir. Nitekim
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sahabeleri
bireyler halinde çeşitli ülkelere gönderiyor, onları İslâm’a davet
ediyorlar, hükümleri öğretiyorlar ve hadisleri rivayet
ediyorlardı. Tıpkı; Muaz RadıyAllah’u Anhu Yemen’e
göndermesi gibi. Eğer bir kişinin haberi ile amel etmek
Müslümanlara vacib olmasaydı, Rasulullah sahabeden bireyler
göndermekle yetinmez, onları topluluk halinde gönderirdi.
Bir kişinin verdiği haberle amel edilmesinde sahabelerin icmâsı
hâsıl olmuştur. Sahabe Rıdvanullahi Anh bu hususta
sayılamayacak kadar çok çeşitli olay nakledilmiştir. Bir kişinin
haberi ile amel edilmesinde ve amel etmenin vacib oluşunda ittifak
vardır. Buna örnek;
-Ebu Bekir RadıyAllah’u Anh, Mugire ve Muhammed b.
Mesleme’nin, ninenin mirası hakkındaki meselede Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in, nineye altıda bir hisse
verdiğine dair haberi ile amel etmiştir.
-Ömer İbn el-Hattab RadıyAllah’u Anh, mecusilerden
cizye almak hususunda Abdurrahman b. Avf’ın şu haberi ile amel
etmiştir.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
buyurmaktadır: سنوا بهم سنة
أهل الكتاب
“Onlara ehli kitapla ilgili hukuku
uygulayınız.”
-Osman ve Ali RadıyAllah’u Anhuma, kocası ölen kadının
iddetini kocasının evinde doldurması hususunda Fürey’a bint
Malik’in şu haberi ile amel etmişlerdir: “Dedi ki; Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e geldim ve iddeti
geçireceğim yer konusunda ondan izin istedim.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:
َ
امْكُثِي فِي بَيْتِكِ حَتَّى يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ
“İddetin bitinceye kadar, evinde (kocanın evinde)
kal.”
-Ali RadıyAllah’u Anha’nın bir kişinin haberi ile amel ettiği
meşhurdur. Şöyle demiştir: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’den bir hadis duyduğumda Allah ondan dilediği ile
beni faydalandırdı. Bir başkası bana hadis söylediğinde ise ona
yemin ettiririm, yemin ettiğinde ise onu tasdik ederim.”
-İbn Abbas RadıyAllah’u Anha, nesîe (veresiye
alış-veriş) dışında faizle hüküm vermezken, Ebu Said el-Hudri’nin
nakit (parasal) işlemlerde de faiz olduğuna dair haberi ile amel
etmiştir.
-Zeyd b. Sabit RadıyAllah’u Anh, ensardan hayızlı bir
kadının veda etmeksizin hacdan ayrılmasına -yani veda tavafı
yapmadan yurduna dönebileceğine- dair verdiği haberle amel
etmiştir.
-Enes b. Malik’ten şu rivayet edilmiştir: “Ben, Ebu Talha, Ebu
Ubeyde ve Ubeyd b. Ka’b’e ‘fâdih’ denilen içkiden dağıtıyordum.
Bir anda bize birisi geldi ve dedi ki; ‘Şüphesiz ki içki haram
kılındı.’ Bunun üzerine Ebu Talha şöyle dedi: ‘Ey Enes, kalk ve şu
testileri kır.’ Kalkıp dibeği aldım ve onun altı ile testiler
kırılıncaya kadar vurdum.”
Kûba’ halkı, kıblenin değiştirilmesi hususunda bir kişinin “Kıble
nesh olunmuştur, Kâbe’ye dönün” haberi ile Kâbe’ye yönelmişlerdir.
Bunlar ve benzerleri ahad haberle amel etmenin vacib olduğuna
dair sahabenin icmâsı olduğuna delâlet etmektedirler.
Hadis ravileri; sahabeler, tabiin ve tabii tabiinden
meydana gelir. Bunların dışında kalanlar kesinlikle hadis
ravilerinden sayılmaz.
Ahmed ve Tirmizi’nin, İbn Ömer’den rivayet ettikleri şu hadis buna
işaret etmektedir: “Dedi ki; Ömer, Cebiye’de bize hitap
etti: Ey insanlar Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
benim bu şekilde size hitap ettiğim gibi bize hitap ederek şöyle
dedi: أُوصِيكُمْ
بِأَصْحَابِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ
يَلُونَهُمْ ثُمَّ يَفْشُو الْكَذِبُ
“Size ashabımı tavsiye ediyorum. Sonra onların ardından
gelenleri, sonra da onların ardından gelenleri. Daha sonra yalan
yaygınlaşacaktır.”
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem yalanın
yaygınlaşmasını, üçüncü neslin sona ermesinden sonraki sıraya
koymuştur. Üçüncü guruptan sonra ve onlardan sonra kıyamete kadar
gelecek olanların arasında yalanın yaygınlaşacağı bu nâss ile
belirtilmektedir.
Buhari, Ubeyde’den, o da Abdullah’tan rivayet ediyor ki;
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
buyurmuştur: خَيْرُ النَّاسِ
قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ
ثُمَّ يَجِيءُ أَقْوَامٌ تَسْبِقُ شَهَادَةُ أَحَدِهِمْ يَمِينَهُ
وَيَمِينُهُ شَهَادَتَهُ
“İnsanların en hayırlısı, benim çağımda yaşayanlardır,
sonra onların ardından gelenler, sonra onların ardından
gelenlerdir. Sonra yemin etmeden önce şahitlikte bulunacak,
şahitlikte bulunmadan önce yemin edecek bir topluluk gelecek.”
İmran b. Hüseyn RadıyAllah’u Anh’dan Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle buyurduğu rivayet
edildi: خَيْرُ أُمَّتِي
قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ
قَالَ عِمْرَانُ فَلا أَدْرِي أَذَكَرَ بَعْدَ قَرْنِهِ قَرْنَيْنِ
أَوْ ثَلاثًا ثُمَّ إِنَّ بَعْدَكُمْ قَوْمًا يَشْهَدُونَ وَلا
يُسْتَشْهَدُونَ وَيَخُونُونَ وَلا يُؤْتَمَنُونَ وَيَنْذُرُونَ وَلا
يَفُونَ وَيَظْهَرُ فِيهِمُ السِّمَنُ
“Ümmetimin en hayırlısı, benim dönemimde yaşayanlardır,
sonra onların ardından gelenler, sonra onların ardından
gelenlerdir. -İmran dedi ki: Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem kendi döneminden sonra iki mi yoksa üç
dönem mi zikretti bilemiyorum.- Sonra sizin ardınızdan
şahitlik etmesi istenmeden şahitlik yapan, kendisine güvenilmeyen,
ihanet eden, adakta bulunup yerine getirmeyen ve aralarında
şişmanlık yaygınlaşan bir toplum gelecektir.”
Bu hadisler bu üç asırdan sonra gelenlerin sözlerinin töhmet
konumunda olduğuna yani rivayetlerinin kabul edilmeyeceğine işaret
etmektedir. Üç dönem; sahabe, tabiin ve tabii tabiin asrıdır. Bu
hadisler, her ne kadar hadis rivayetlerinin bu üç asırla
sınırlandırılacağına dair bir nâss değilseler de, ona işaret
etmektedirler. Ancak bu üç asırdakilerin hadis ravileri olarak
tayin edilmesi, hadislerin kitaplara geçmesinden sonra hadis
rivayetlerinin sona ermiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Hadislerin kayda geçirilmesi asrı olan Buhari, Müslim ve Sünen
sahiplerinin asrından sonra hadis rivayeti yoktur. Çünkü rivayet,
nakli ifade eder, bu nakil de sona ermiştir. Bunun içindir ki
hadis ravileri; sahabeler, tabiin ve tabii tabiinden meydana
gelmektedir. Çünkü hadislerin tescilinden/kayda geçirilmesinden
sonra rivayet onlarla birlikte son bulmuştur.
Hadis ravilerinin sahabe, tabiin ve onların dışındakiler olduğunu
söyleyenler vardır. Bu söz doğrudur. Çünkü Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem hadisinin rivayetini engelleyen
herhangi bir nâss geçmemiştir. Ancak vakıa şudur ki; Hadislerin
tescilinden ve rivayetin sona ermesinden sonra rivayete ve
ravilere yer kalmamıştır. Böylece rivayet ve raviler dönemi,
tescil asrından sonra yani tabii tabiin asrında sonra pratik
olarak sona ermiştir. Bundan dolayı hadis rivayeti vakıası bu üç
asır olan sahabe, tabiin, tabii tabiin asrı ile sınırlı olmuştur.
Hadis ravilerinin tarihi yazılmış ve onlardan her biri
tanıtılmıştır. Onlar hatadan masum değildirler. Ancak sahabenin
rivayeti doğrudan kabul edilir.
Kitapta ve Sünnette haklarında yer alan övgüden dolayı ve
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünden
dolayı ta’dile/adil olduklarının tespitine muhtaç değildirler:
أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم
اهتدينم “Ashabım yıldızlar gibidir.
Onlardan hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz.”
Bu hadis, âlimlerin kabul edip fakihlerin genelinin delil olarak
kullandıkları hasen bir hadistir. Hadis türlerinden olan hasen
hadis, hadis ıstılahları âlimlerinin belirlediklerindendir. Bunun
içindir ki ta’dile gerek kalmadan sahabenin rivayeti kabul edilir.
Sahabe dışındakilerin rivayetlerinin hüccet olabilmesi için,
rivayet edenin rivayet ettiğini zabt etmesi ve adl sıfatına sahip
olması şartı aranır.
Hadis,
hadisçilere göre; sahih,
hasen
ve zayıf
olmak üzere üç kısma ayrılır.
Sahih Hadis:
Adil ve zaptı tam ravilerin adil ve zaptı tam ravilerden,
şâz ve muallel olmaksızın başından sonuna kadar muttasıl bir
senetle rivayet ettikleri hadistir.
Hadisçiler nezdinde ihtilaf edilmeden sıhhatine hükmedilen sahih
hadis işte budur.
Bundan dolayı “munkatı” ve “mu’dal/belirsiz” gibi senedinde
kopukluk olan hadis sahih hadis sayılmaz. Açık ve gizli hali
meçhul olanın veya kendisi meçhul olan ya da zayıflığı ile bilinen
bir kimsenin rivayet ettiği hadis sahih hadis sayılmaz.
Naklettiklerinden gafil olan, zabt ehliyetine sahip olmayan ve
uyanık olmayan gafleti nedeni ile çok hata yaptığından dolayı,
böylesi kimsenin rivayet ettiği hadis de sahih sayılmaz.
Sika/güvenilir insanların (ravilerin) rivayetlerine muhalif olarak
rivayet edilen hadis de sahih sayılmaz. Çünkü bu durumda şâz
sayılır. İçinde sıhhati zedeleyen gizli sebepler bulunan hadis –ki
bu durumda muallel olur- de sahih sayılmaz.
Sahih Hadisi tanıma işi, imamların çıkardıkları hadisleri kendi
içinde sınıflandırma ile son buldu. Burada imamlardan kast olunan
meşhur hadis imamlarıdır.
Sahih; Sahiheyinde/iki Sahihten birisinde ya da meşhur
güvenilir hadis imamlarının kitaplarının birisinde sahihliği
belirlenmiş olarak bulunan hadistir.
Sahihin kısımları şunlardır:
1- Buhari ve Müslim’in birlikte çıkardıkları sahih,
2- Müslim’den ayrı olarak yalnızca Buhari’nin çıkardığı
sahih,
3- Buhari’den ayrı olarak yalnızca Müslim’in çıkardığı
sahih,
4- Buhari ve Müslim’in çıkartmayıp ikisinin ortak
şartlarına uygun olan sahih,
5- Buhari’nin çıkartmadığı ancak Buhari’nin şartına uygun
olan Hadis,
6- Müslim’in çıkartmadığı ancak Müslim’in şartına uygun
sahih,
7- İkisinden birisinin şartlarına uygun olmayıp her ikisi
dışında kalanların katındaki sahih.
Sahihin ana kısımları bunlardır. Bunların en üstünü birinci
sıradaki sahihtir. Hadisçiler ona genellikle “muttefikun aleyh”
derler.
Hasen Hadis ise; tahric edeni bilinen, ravileri meşhur olan
ve minvalinde birçok hadis olan hadistir. Âlimlerin çoğunun kabul
ettiği ve fakihlerin genelinin kullandığı hadistir. Rivayet
edildiğine göre Ebu İsa et-Tirmizi Rahimehullah hasen
hadis ile şunu kast etmektedir: “Senedinde yalanla itham edilen
olmayan ve şâz olmayan hadistir.” Rivayetindeki hüsnü zandan
dolayı “hasen” olarak isimlendirilmiştir. Hasen Hadis iki kısma
ayrılmıştır:
1- Senedindeki ravilerin bazı bilinmeyen yönleri bulunup,
ravisinin ehliyeti gerçekleşmemiş olan hadistir. Ancak bu ravi
rivayet ettiği hususta fazla hata yapan gafil birisi değildir ve
hadiste yalanla itham olunmamış birisidir.
2- Ravisi, doğruluk ve emanet bakımından meşhur olmakla
birlikte, sahih hadis ravileri seviyesine ulaşmamış hadistir.
Hasen Hadis; sahih hadisin delil olarak alınması gibi fark
etmeksizin delil olarak alınır. İmamların, öğrencilerinin ve
onların dışındaki âlim ve fakihlerin kitaplarında hasen hadis
olarak yer alan hadisler delil olarak alınır. Çünkü onlar onu bir
hükme delil olarak getirmişler veya ondan bir hüküm istinbat
etmişlerdir. İster usulü fıkıh kitaplarında yer alsın ister ise
fıkıh kitaplarında yer alsın; el-Mebsut, el-Ümm, el-Müdevvenet
ül-Kübra, v.b. gibi muteber kitaplarda bulunması şartı ile o,
hasen hadistir. El-Bacuri, el-Şensuri, v.b. kitaplarda yer alanlar
hasen hadis olarak itibar edilmezler.
Tefsir kitaplarında geçen hadislere itibar edilmez. Velev ki
müfessir, müçtehit bir imam olsa bile, o hadisler delil olarak
alınmaz. Çünkü onlar bir hüküm istinbat etmek için değil bir
ayetin tefsiri için oraya alınmıştır. İkisi arasında ise fark
vardır. Çünkü müfessirler genellikle; delil olarak kullandıkları
Hadislerin sıhhatine pek fazla önem vermezler. Bu nedenledir ki
imamların ve âlimlerin fıkıh kitaplarında yer alan hadislerde
olduğu gibi sadece tefsirde yer almasından dolayı bu hadislere
itibar edilmez. Bilakis tefsirde yer alan hadis hakkında hadis
ehline sorarak ya da muteber hadis kitaplarından birisine müracaat
ederek taklit yoluyla da olsa araştırma yapmak mutlaka gereklidir.
Zayıf Hadise gelince; kendisinde yukarıda belirtilen sahih
hadis şartlarını ve hasen hadis şartlarını bulundurmayan bir
hadistir. Yani ravilerin tamamı veya bir kısmının, durumları
hakkındaki bilgisizlikten veya doğrulukları hakkında zedeleyici
bir durumun varlığından dolayı, adaletin ve güvenirliğinin nefyini
gerekli kılan benzeri durumlardan dolayı güvenirliği sabit olmamış
hadistir.
Zayıf Hadis ile delil getirilmez ve Şer’î hükümler hakkında zayıf
hadis delil olarak alınmaz.
Ahad haber, rivayet ve dirayet açısından şartlarını
tamamladığında kabul edilir.
Rivayet açısından hadisin kabulünün şartı şudur: Hadis
ravisinin; Müslüman, baliğ, akıl sahibi, adl sahibi, sadık,
işittiğini zabt eden, hadisi aldığı vakitten eda ettiği vakte
kadar hatırlayabilir olmasıdır.
Usul âlimleri ve mustalahul hadis âlimleri, rivayet şartlarını
tafsilatıyla açıklamışlardır. Hadis ricali ile ilgili tarih,
kendilerinde bu sıfatların tahakkuk ettiği bir ravinin tarihi,
detaylarıyla açıklanmıştır.
Dirayet açısından ahad haberi kabul şartları ise şudur: Bir
ayet veya mütevatir bir hadis veya meşhur bir hadis gibi
kendisinden daha kuvvetli bir delile ters düşmemelidir. Fatıma
bint el-Kayıs’tan rivayet edilen şu hadis gibi: “Dedi ki;
Kocam beni üç talak ile boşadı. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem Kocamın bana nafaka ve evde oturma izni vermesine
hüküm vermedi.”
Bu hadis, şu ayete muhaliftir:
أَسْكِنُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ سَكَنتُمْ مِنْ
وُجْدِكُمْ “O kadınları gücünüz yettiğince
kaldığınız yerin bir kısmında iskan ettirin/oturmalarına izin
verin.”
Bu nedenle bu tür hadis reddedilir, onunla amel etmek/delil
getirmek caiz olmaz.
Ahad haber kıyasla çelişince, Hadis kıyasın önüne geçer. Hadis
kabul edilir ve kıyas reddedilir. Ancak bu şu durumda geçerlidir:
Kıyasın illeti, istinbat edilmiş ya da nâsstan delâlet yoluyla
alınmışsa veya bir başka Şer’î illete kıyas edilmişse, bu tür
hallerin tümünde hadis kıyasın önüne geçer.
Fakat kıyasın illeti, ayet veya mütevatir hadis gibi kesin bir
nâssta açıkça belirlenmiş durumdaysa illetle amel etmek gerekir.
Çünkü bu illeti gösteren nâss illetin hükmü hakkındaki nâss
gibidir. Bu durumda ahad hadis kıyasla değil, kendisinden daha
kuvvetli olan bir ayetle veya mütevatir bir hadis ile çelişmiş
gibi olur.
Özetle; ahad haber, Kur'an’da bir ayetle veya mütevatir bir
hadisle veya meşhur bir hadisle veya Kur'an’ın ya da mütevatirin
ya da meşhurun açıkça belirlemiş olduğu bir illetle çelişirse,
hadis dirayet açısından kabul edilmez. Eğer böyle bir çelişki
yoksa kabul edilir. Hadis kıyasla çelişse bile hadis kabul edilir,
kıyas reddedilir.
 |