Emir, Şâri’nin hükme delâlet eden hitabıdır. Nehiy de, Şâri’nin
hükme delâlet eden hitabıdır. İkisinin hükme delâleti, mefhum
delâleti değil, mantuk delaletidir. Çünkü hüküm, nutuk mahallinde
lafzın delaletinden kesin olarak anlaşılandır. Dolayısıyla emir ve
nehyin delâleti, mutabaka delaletinden ya da tazammun
delaletindendir, iltizam delaletinden değildir. Emir ve nehyin
iltizam delâleti ile bir alakası yoktur.
Nitekim Allah’u Teâla’nın şu;
واقيموا الصلاة “Namaz kılınız.” sözü namaz
emridir. Bu kelamın kesinlikle bir mefhumu yoktur. Allah’u
Teâla’nın şu; وَلا تُؤْتُوا
السُّفَهَاءَ أَمْوَالَكُمْ
“Mallarınızı sefihlere/aklı ermezlere vermeyin”
sözü de, malların sefihlere verilmesinin nehyidir. Bu sözün de
kesinlikle bir mefhumu yoktur.
Emir ve nehiy, hükme delâlet eden bir hitaptır. Hükme delâlet eden
hitabın, hükme delâleti bakımından bir mefhumu yoktur. Yani vacib
oluşa, haram oluşa, mendub oluşa, mekruh oluşa, mubah oluşa
delâleti bakımından bir mefhumu yoktur, sıfat bakımından bir
mefhumu olsa da... Mesela; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in şu sözü;
...فِي صدقة الْغَنَمِ في سائمةها “Saime/otlayan
koyunlarda sadaka/zekât vardır.”
Bu söze ait hitabın, “otlayan koyunda” zekâtın farz oluşu hükmüne
delâleti bakımından bir mefhum yoktur. Hadisten anlaşılan zekâtın
farz oluşunun, farz oluş bakımından bir mefhumu yoktur. Burada
mefhum ancak sıfat bakımındandır. Yani “otlayan koyun” sıfatı.
Burada mefhum, zekâtın farz oluşu olan hitabın delâleti bakımından
değildir.
Allah’u Teâla’nın şu sözü: ولا
تقل لهما أف “Anne-babaya öf bile deme!”
Bu sözün, anne-babaya öf demenin haram oluşu olan hükme hitabın
delâleti bakımından kesinlikle bir mefhumu yoktur. Zira ayetten
anlaşılan, homurdanmanın haram kılınmasının, haram kılınması
bakımından bir mefhumu yoktur. Burada mefhum hitabın haram kılmak
olan delâleti bakımından değil, sadece sıfat bakımındandır.
Buna binaen, bir şeyin emredilmesi, zıddının nehyedilmesi
değildir. Bir şeyin nehyedilmesi de zıddının emredilmesi değildir.
Çünkü bir şeyin emredilmesi, zıddının nehyedilmesi olsaydı ve bir
şeyin nehyedilmesi de zıddının emredilmesi olsaydı, hitabın
delâleti mantuktan değil de mefhumdan olurdu ve iltizam
delaletinden olurdu. Bu ise gerçeğe aykırıdır. Zira hitabın
delâleti, mantuktandır, mefhumdan değil. Hitabın delâleti,
mutabaka delaletinden ya da tazammun delaletindendir, iltizam
delâletinden değil. Şöyle ki; emrin delâleti, emir lafzının kast
ettiği husustur. Yani nutuk mahallinde lafızdan anlaşılandır. Aynı
şekilde nehyin delâleti de, nehiy lafzının kast ettiğidir. Yani
nutuk mahallinde lafızdan anlaşılandır. Bundan dolayı bir şeyin
emredilmesi zıddının nehyedilmesi demek değildir. Bir şeyin
nehyedilmesi de zıddının emredilmesi demek değildir.
Allah’u Teâla’nın, farzın terk edilmesine ve haramın işlenmesine
günahı bağlayıp, mendubun terk edilmesine ve mekruhun işlenmesine
günahı bağlamamasına gelince; bu başka bir delilden
kaynaklanmaktadır. O delil ise; ister fiilin yapılması talebi
isterse terk edilmesi talebi olsun, kesin olarak ya da kesin
olmayarak Allah’ın talep ettiği hususa muhalif olma durumudur.
Zira farzın terk edilmesine günahın bağlanması, bir şeyin
emredilmesinin, zıddının nehyedilmesi hususundan gelmemektedir. O
sadece, Allah’ın emrettiği hususa muhalefetten gelmektedir. Aynı
şekilde haramın yapılmasına günahın bağlanması da, bir şeyin
nehyedilmesinin zıddının emredilmesi hususundan gelmemektedir.
Fakat Allah’ın nehyettiği hususa muhalefetten gelmektedir. Bunun
için farzın terk edilmesine ve haramın işlenmesine günahın
bağlanması; bir şeyin emredilmesinin zıddının nehyedilmesine, bir
şeyin nehyedilmesinin de zıddının emredilmesine delâlet etmez.
Zira günah, bir yönden kulun farzı terk ederek Allah’tan gelen bir
fiilin talebine muhalif olmasından gelmiştir. Bir yönden de; haram
işleyerek, Allah’tan gelen bir fiili terk etme talebine muhalif
olmasından gelmiştir.
Bunun için “farzın terk edilmesi haramdır” denilmez, fakat
“günahtır” denilir, haramın yapılmasına “günah” denildiği gibi.
Aynı şekilde, haramın terk edilmesine “farzdır” veya farzın
yapılmasına “farzdır” denilmez. Çünkü farz, terk etmek değil,
bilakis yapmaktır. Haram ise fiili yapmamak değil, bilakis
yapmaktır. Zira her ikisi de taleptir. Dolayısıyla fiilin talebi
ise hüküm, o fiilin yapılmasının farz ya da mendub olmasıdır, terk
edilmesi değil. Terkin talebi ise hüküm fiilin yapılmasını terk
etmektir, yapmak değil.
Hitabın delaletinin vakıası, onun talep ya da tahyir şeklinde
Şâri’nin hitabı olmasıdır. Talep; ya fiilin talebi olur ya da
terkin talebi olur. Fiilin talebinin delâleti, eğer kesin talep
şeklinde ise farzdır, kesin olmayan talep şeklinde ise mendubtur.
Terkin talebinin delâleti de, eğer kesin talep şeklinde ise
haramdır, kesin olmayan talep şeklinde ise mekruhtur. Dolayısıyla
fiilin talebinde harama ya da mekruha bir delâlet yoktur. Terkin
talebinde de farza veya menduba bir delâlet yoktur. Bu delâlet
ediyor ki; haramın terk edilmesi hakkında “farzdır”, farzın terk
edilmesi hakkında “haramdır” denilmez. Yani bir şeyi terk etmek,
Şeriata göre onun zıddını nehyetmek demek değildir. Yani onun
zıddı haramdır demek değildir. Çünkü haramın Şâri’nin hitabında
özel bir delâleti vardır. Aynı şekilde bir şeyden nehyetmek,
Şeriata göre onun zıddını emretmek demek değildir. Yani onun zıddı
farz demek değildir. Çünkü farzın Şeriat koyucunun hitabında özel
bir delâleti vardır.
Farzın terk edilmesi haramdır, haramın terk edilmesi farzdır
denilmediği gibi, aynı şekilde farz ve haramın arasında olması
nedeniyle mendubun terk edilmesine mekruh ya da mekruhun terk
edilmesine mendub denilmez. Zira hepsi de talep hükmüne
dâhildirler. Talepte kesin olup olmamaktan başka aralarında fark
yoktur.
Dikkate alınması gereken bir husus da şudur: Detayları/kelimeleri
ve terkiplerinde teşri ile ilgili lafızların delaletinde akla ve
mantıksal önermelere değil, sadece Arapça diline ve Şer’î nâsslara
başvurulur. Çünkü mesele teşri anlamaktır, yasama yapmak değil.
Yasama üzerinde mantıktan yani mantıksal önermelerden daha
tehlikelisi yoktur. Çünkü teşrii farklı hissedilir detayları olan
vakıayı inceler. O detaylar, birisinde başkasına uygun düşen bir
illet olmadıkça kıyas edilmezler. Dolayısıyla tehlikeli olduğundan
kıyastan kaçınılır. Mantıksal önermeler böyle değildir. Zira
onlar, aklın kendilerine ait bir vakıanın varlığını tasavvur
ettiği faraziyelerdir. Onların kaideleri, kapsamlı ve
genelleştirmeli olur. İşte onların yasamaya tehlikesi bundan
gelmektedir.
Bir şeyin emredilmesi, onu zıddının nehyedilmesi midir, bir şeyin
nehyedilmesi onun zıddının emredilmesi midir, yoksa değil midir
konusu, istinbat usulü ile alakalı olan teşrii konusudur. Kelam
ilmi ile alakalı olan akli konu değildir. Zira kast olunan;
detaylar/kelimeler ve terkipler bakımından emrin lafızlarının ve
nehyin lafızlarının delaletini yani talebin lafızlarının
delaletini anlamaktır. Fiilin talebinin ve terkin talebinin
delaletinin dil ve Şeriat bakımından hangi şeye delâlet ettiğini
anlamaktır. Kast olunan, emir ve nehiyden Allah’ın kastının ne
olduğunu anlamak değildir. Dolaysıyla burada akli delalete ve
mantıksal önermelere yer yoktur.
Onun için şöyle denilmez: “Emir, bağımsız taleptir. Öyle ki, bir
şeyin emredilmesi, bizzat zıddının nehyedilmesi midir, fiilin
talebi, bizzat zıddının terk edilmesinin talebi midir diye
araştırılır. Ya da emir neyhinin aynısı olduğu için zıddın
nehyedilmesini gerektirmesi anlamında, bir şeyin emredilmesi,
bizzat zıddının nehyedilmesi midir diye araştırılır.”
Böyle denilmez. Çünkü bahis konusu olan, emrin bağımsız talep
olması değildir. Fakat bahis konusu olan Kitab ve Sünnette talep
için yani emir için ve nehiy için farklı tarzlarda geçen bu
sîgalardır. Yukarıda zikredilen bu sîgalardan bir şeyin talep
edilmesi başkasının talep edilmemesi olduğu anlaşılır mı yoksa
anlaşılmaz mı? Zira inceleme; detaylar ve terkiplerin delâleti
hakkında ve onlardan çıkartılan husus hakkında teşrii bahsidir.
Şeriatın nâsslarından çıkartılmış olunan haram ve farzın tarifi
hakkında teşrii bahsidir. Yani inceleme; emir ve nehyin bizzat
kendisi hakkındadır, emreden ve nehyeden hakkında değil.
Bundan dolayı yine şöyle denilmez: “Nehyin gerektirdiği yani nehiy
ile talep edilen husus, nehyin kendisine bağlı olduğu husustur. O
da sadece, nehyedilenin zıddını yapmaktır. Zira “hakaret etme!”
denildiğinde bunun manası “sakin ol” demektir.”
Böyle denilmez. Çünkü bahis konusu olan, emrin ve nehyin kendisi
ve delaletidir, nehyin kendisine bağlı olduğu husus değildir. Zira
inceleme, emreden ve nehyeden hakkındadır, emrin ve nehyin
kendisine bağlı olduğu husus hakkında değildir. Ancak bahis, emrin
ve nehyin bizzat kendileri hakkındadır. Onun için akli inceleme ve
mantıksal önermeler ileri sürülmez. Çünkü hem bahis hem de konu
bakımından onlara burada yer yoktur. Dolayısıyla detaylar ve
terkipler bakımından teşriin lafızlarının akıldan ya da mantıksal
önermelerden anlaşılması caiz olmaz. Bilakis bunların anlaşılması
nâssın anlaşılması ve ondan hükmün çıkartılması bakımından dilin
delâleti ve Şeriatın delaletinde kalmakla sınırlandırılır.
Delaletin ancak lafızlar için olduğunu dil tayin etti. Delâletin,
lafzı söyleyene ve lafzın kendisine delâlet ettiği hususa ait
olmadığını dil tayin etti. Yani dil, emrin ve nehyin delaletinin
sadece emir lafzına ve nehiy lafzına ait olduğunu, emredene ve
nehyedene, emredilen ve nehyedilen şeye ait olmadığını tayin etti.
Aynı şekilde dil, delaletlerin; mutabık, tazammun ve iltizam
delâleti olduğunu belirledi. Dolayısıyla lafzın kendisine delâlet
ettiği mana ya mutabıktır ya da tazammundur. Lafzın delâlet
edilenin kendisine delâlet ettiği mana ise iltizamdır. Dil,
emirler ve nehiylerdeki yani talepteki mananın, lafzın delâlet
edileninden değil de ancak lafızdan anlaşıldığını da tayin etti.
Bütün bunların üstesinde dil, mefhumu muhalefetin kendisinden
olduğu iltizam delaletinde muteber gerekliliğin ancak zihni
gereklilik olduğunu belirledi. Zihni gereklilik ise, akla göre
değil de Arapların koymasına göre lafzın işitilmesi ile zihnin
kendisine yöneldiği husustur. Arapların koyması bakımından zihnen
bir gereklilik olmadıkça, bilfiil var olsa da tek başına harici
gerekliliği muteber kılmadı.
Bütün bunlar delâlet ediyor ki; bir şeyin emredilmesi, zıddının
terk edilmesi şeklinde hariçte bilfiil var olsa da zıddının
nehyedilmesi değildir. Çünkü ona ait Arapların koyması bakımından
zihni bir gereklilik yoktur. Bütün bunlar aynı şekilde şuna da
delâlet ediyor ki; bir şeyin nehyedilmesi, zıddının yapılması
şeklinde hariçte bilfiil var olsa da, zıddının emredilmesi
değildir. Çünkü ona ait, Arapların koyması bakımından zihni bir
gereklilik yoktur.
Ancak dilin delâleti şudur: Hüküm, talep olan hitabın delaletinden
anlaşılır. Bu ise, mantuktandır, mefhumdan değil. Hatta mefhuma
dâhil edilmez. Her ne kadar hüküm mahalline ait bir mefhum olması
mümkün olsa da, emir ve nehyin her ikisi de taleptir. Talep ise
hükümdür, hüküm mahalli değil. Onun için talep, mefhuma dâhil
edilmez. Yani mademki; farz, haram, mendub, mekruh, mubah
kendileri hükümdür, hüküm mahalli değildirler, o halde kesinlikle
mefhuma dâhil edilmezler. Dolayısıyla onlara ait mefhumu muhalefet
yoktur.
Bunun için bir şeyin talebi, başkasının
talep edilmesi olmaz. Zira bir şeyin emredilmesi zıddının
nehyedilmesi ve bir şeyin nehyedilmesi zıddının emredilmesi olmaz.
Dolaysıyla farzın terk edilmesi, haramın işlenmesi demek değildir,
haramın işlenmesi de farzın terk edilmesi demek değildir, mendubun
terk edilmesi de mekruhun işlenmesi demek değildir ve tersi de
değil. Fakat bunların her biri içinde, hakkında sükût edilen başka
bir mana olmaksızın sadece lafzının kendisine delâlet ettiği husus
demektir.
 |