BUGÜNKÜ MÜSLÜMANLARIN DURUMUNUN TASVİRİ

İslâm ümmetinin düşmanları sömürgeci kâfirler geçen asrın sonlarına doğru İslâm ümmetine (onu temsil eden Osmanlı devleti şahsında) "hasta adam" teşhisinde bulundular. 1918'de birinci dünya savaşı sonunda bu hasta adamın sırtı yere geldi. Daha sonra üzerinde oynanan çeşitli operasyonlar neticesinde bu hasta adam komaya düştü. Adeta ölüm döşeğinde bitkisel hayat süren dev bir et, kemik yığını haline geldi.

Bu ümmetin çağdaş düşmanları sömürgeci kâfirler dün ‘hasta adam’ dedikleri bu ümmete bugün "komadaki adam" teşbihinde bulunuyorlar. İşte onların bu teşbihini, geçen senelerde ölen Almanya'nın eski başbakanlarından Willy Brand'ın bir demecinde geçen şu sözlerinde görmekteyiz: "Şu Müslümanlar topluluğu sadece göz kapaklarını bir kıpırdatıverselerdi, Sırplar bu saldırıları ve katliamları onlara yapamazlardı."

Evet, İslâm ümmeti bugün çok vahim bir koma hali yaşıyor. İslâm ümmeti için kâfir başbakanın sarf ettiği sözler, naslarda geçen; "bir vücut gibidir" teşbihine de mutabık düşmektedir. Zira Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem bu konuda şöyle demişti: "Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa diğer uzuvlar da bu yüzden rahatsız olurlar. Uykusuzluk ve humma ile (yüksek ateş ile) onun için birbirlerini yardıma çağırırlar." (Müslim, Buhari)

İşte bu dev vücut, bugün komada. Uzuvlarında olan hasar ve tahribata karşı diğer uzuvları harekete geçemiyor. Onun meyyit/ölü gibi hareketsiz oluşu, düşmanlarına cesaret veriyor. Onu tamamen ortadan kaldırmak, paramparça etmek, yok etmek için saldırmak isteyen irili ufaklı düşmanlarına cesaret veriyor. İşte bitler-pireler, akrepler, yılanlar-çıyanlar gibi haşarat ve itler, köpekler çakallar gibi hayvanlar onun tepesine üşüşmüşler, onu tahrip etmeye, yok etmeye çalışıyorlar. İşte, dünyanın en aşağılık zelil yaratıkları mukabilinde hatta onlardan da aşağılık olan yaratıklar, kâfir Yahudiler, Sırplar, Ermeniler, Rumlar, Hindular ve bunlara yataklık eden Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve benzeri sömürgeci kâfir devletler İslâm aleminin ve Müslüman toplulukların başına çullanmışlar, İslâm aleminin servetlerini kapışıyorlar, Müslümanları kesiyorlar, katlediyorlar, ırzlarına tecavüz ediyorlar ve her yönden, saldırı üstüne saldırı yapıyorlar. Fakat bu dev vücut bütün bu olanlara karşı bir tepki, bir direnç ortaya koyamıyor.

İrili ufaklı düşmanlarının İslâm alemine ve Müslüman topluluklarının başına üşüşmelerini Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem 1400 yıl önce şöyle tasvir etmişti: "Bir gün gelecek (kâfir) milletler sizin başınıza oburların yemek çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler. (Orada bulunanlar) dediler ki; O gün biz az olacağımız için mi böyle olacak ya Rasulallah? Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem dedi ki; Hayır o gün siz çok olacaksınız, lakin siz selin üzerinde sürünüp giden çer çöp gibi olacaksınız. Zira Allah heybetinizi (korkunuzu) düşmanlarınızın kalbinden çekip alacak ve sizin kalbinize vehen yerleştirecek. Dedikler ki; Vehen nedir ya Rasullallah? Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem dedi ki; Dünya sevgisi ve ölümü kerih görmek (ölüm korkusu). (Ebu Davud)

Düşmanları/kâfir millet ve devletler İslâm ümmetine böylesine saldırırken bu ümmetin başında bulunan ve 50'ye yakın devlet denilen varlıkların konum ve tutumları nedir?

O varlılar koma halindeki bu dev vücudun başında türemiş urlara benziyorlar. Bunlara uzaktan bakıldığında 50'ye yakın kafaya benzemektedirler ve böylece bu vücuda acayip bir görünüm vermektedirler. Bir vücutta 50'ye yakın kafanın bulunması elbette o vücutta hayra sebep verecek, iflah edecek değildir. Ancak esasen bunlar sadece kafaya benzerler. Zira kafada gören gözler, duyan kulaklar ve çalışan beyinler vardır. Fakat bunlarda bu görünmüyor. Onlar sadece kafa görünümündeki urlardır. Bu urlar, değil bu vücuda saldıran düşmanlara karşı koyacak, bilakis vücutta saldırılara karşı oluşturulabilecek en ufak bir direniş ve mukavemet alametlerini dahi yok etmek için vücudu daha da tahrip etmeye çalışan, yani bu vücudun hayatiyet unsurları ile onu tamamen yok etmek için çalışan mikrop yuvalarıdır. Evet, bu kendilerine devlet denilen karton, piyon varlıklar, bu ümmetin baş ağrılarıdırlar. Bu ümmetin bünyesindeki düşman odaklarıdırlar.

Bunun öyle olduğu, o devlet denilen varlıkların icraatlarında bariz şekilde görülmektedir. İşte buna birkaç örnek;

- İslâm topraklarını işgal eden Yahudi varlığı İsrail, Müslümanları her gün öldürürken, yer ve yurtlarından ederken, evlerini başlarına yıkarken bölgede büyük devlet (!) olarak bilinen Mısır devleti ve onun hain yöneticileri ne ile uğraşıyorlar? O bölgedeki birazcık canlılık alameti gösteren Müslümanların başlarını ezmekle uğraşmıyorlar mı?

Üç milyon Yahudi çapulcusundan oluşan İsrail denilen Yahudi varlığı, bölgede aslan kesilip sağa sola pervasızca saldırır, Irak'ı bombalar, Tunus'u bombalar, Lübnan'ı bombalar işgal ve katliamlar yapar hatta Pakistan'ı da, Ankara'yı da bombalarım diyebilir de, o bölgedeki devlet (!) denilen o kuklalar ne yapıyor? İsrail denilen o Yahudi varlığının etrafında güvenlik ağı örerek bölgedeki Müslümanlardan oluşabilecek muhtemel bir saldırıya karşı caba sarf etmiyorlar mı?

- Bosna Hersek. Sırp köpeklerinin, çakallarının pervasızca vahşi saldırıları altında Bosnalı Müslümanlar inim inim inlediler. İmdat feryatları dünyayı sallarken o 50'ye yakın devlet denilen varlıklar ne yaptılar? Bön bön bu feryat edenleri seyrettiler. Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa’nın ini durumunda olan BM denilen teşkilattan çözüm bekleyip durdular. Yani canavarlardan ve katillerden merhamet dilendiler.

Şu iyi bilinmelidir ki, oradaki bunca vahşetten, binlerce Müslüman kadının ırzlarına geçilmesinden öncelikle Müslümanların başındaki o devlet (!) denilen varlıklar ve yöneticileri sorumludurlar. Çünkü; ellerindeki imkânları bu vahşeti önlemek için kullanmadılar. Sadece laflarla Müslüman halkları kandırmaya çalıştılar. "Ordu gönderemeyiz mesafe uzak, ayrıca dünya karşımıza çıkar" gibi boş sözlerle durumu atlatmaya çalıştılar. Hâlbuki oraya ordu göndermeye gerek yoktu. Ordu şu an bölünmüş Yugoslavya'yı işgal için gereklidir. Sırp azgınlarının vahşetini durdurmak için onların hayati damarlarını vuracak yüz kadar özel eğitilmiş komando meseleyi halledebilirdi. Bosna Hersek'teki Müslümanları eğitecek yüz subay ve el altından yapılacak silah yardımı yeterliydi. Bütün bunlar en ufak bir devlet imkânı ile yapılabilir. Bunu dahi yapmadılar. Onun için İslâm alemindeki o devlet (!) denilen varlıkların ve yöneticilerinin hepsi de haindir. O Sırp kasaplarının pervasızca işledikleri bütün cürümlere ortaktırlar.

-İşte, binlerce Müslüman ineğe tapan Hindular tarafından boğazlanırken, evleri, camileri başlarına yıkılırken o bölgedeki Pakistan devleti denilen hem de Müslüman olduğunu iddia eden o varlık ve yöneticileri ne yapıyor? Sadece seyirci kaldığı gibi, o katliamlara, saldırılara maruz kalan kardeşlerinin yardımına gitmek isteyen Müslümanların karşısına inek perest Hindistan devletinden önce çıkıyor.

-İşte, 2,5 milyon Ermeni çapulcusundan oluşan Ermenistan savunma bakanının resmî açıklamasıyla sınırların değişmezliği diye, bir ilke tanımadığını ilan ederek Azerbaycan topraklarına saldırıyor. Köyleri, şehirleri işgal ediyor ve bu tavrı ile etrafındaki tüm devletlere adeta meydan okuyor. On binlerce Azeri Müslüman'ı evinden, yurdundan ediyor. Binlercesini katlediyor ve yaralıyorken etrafındaki 300 milyona yakın Türk topluluğunun başındaki 10'a yakın Türkî devletleri denilen varlıklar ve onların başında ağabey rolü oynayan Türkiye devleti denilen varlık ve onun yöneticileri ne yapıyor? Buna sadece seyirci kalıyorlar. Ermenistan ile diplomatik ve ticari ilişkiyi dahi kesmiyor, hatta Ermenistan'ı bu saldırısı üzerine kınamak için demeç vermeden önce Washington ve Moskova'yı arıyor, oradaki efendilerinin verdiği izin kadar kınıyor.

Ermeni'yi sözle bile incitmekten çekinen bu devlet, Müslüman halk karşısında demir yumruk olur. Onun ordusu, zamanı geldiğinde Müslüman halkın kafasına vurmak için vardır. Onun meclisi ve hükümeti, Müslüman halkın hayatiyet unsuru olan İslâm ile savaşmak için vardır. Buna dair örnek ve delil birçoktur. İşte iki örnek:

Bir yandan Bosna Hersek'te, Avrupa'nın ortasında Müslüman varlığı istemeyen Avrupa devletlerinin çeşitli destekleriyle Sırplar Müslümanları vahşice katlederken, diğer yandan inek perest Hindular Hindistan'da Müslümanları katlederken, pis Ermeniler Azerbaycan'da Müslümanları katledip kadınların ırzına tecavüz ederken, işte böylesi bir ortamda geçen senelerde TC devletinin başbakanı Londra'da İngiliz başbakanının şahsında Avrupalı efendilerine, sömürgeci kâfirlere şu beyanatı veriyordu:

"İslâm fundamentalizmi öyle bir tehlikedir ki, onu bırakırsanız ta Hint denizine ulaşır. Fakat müsterih olun, onun panzehiri biziz. Biz batının tüm değerlerini (laiklik, demokrasi, serbest piyasa ekonomisi vb.) inanarak ve benimseyerek elimdeki şu viski kadehi gibi Ortadoğu'ya ve Orta Asya'ya taşıyacağız."

Yani TC. devleti ve yöneticileri sömürgeci kâfirlerle, Müslümanların düşmanları ile değil de, bilakis onların adına, İslâm ile fundamentalizm diye isimlendirdikleri İslâm'ın hayata hakim kılınması için ve sömürgeci kâfirlerin bütün nizamları, varlıkları ve nüfuzlarının İslâm aleminden sökülüp atılması için çalışan Müslümanlar ile savaşıyor. Batının pisliklerini, Müslümanlar arasında taşımak için çalışıyor. Yani pislik böcekliği yapıyorlar.

Bir başka örnek ise Türkiye Devletinin hükümet partisine mensup bir milletvekilinin TBMM'sinde yapmış olduğu şu açıklamadır. Bu milletvekili dönemin TC. devletinin başbakanı Süleyman Demirel'in vermiş olduğu bir demeci tefsir ediyor. Demirel o konuşmasında diyordu ki; "Okula, kışlaya, camiye siyaseti sokmak yasaktır." İşte bu konuşmayı bu milletvekili şöyle açıklıyor; "Değerli arkadaşlarım, Doğru Yol Partisinin ve onun mensuplarının temel inancı: İslâm dinini bu üç müessesenin dışında tuttuğumuz taktirde, biz hem milletimize hem tarihimize hem de bu yüce meclisimize karşı kendimize düşen vebalin ve sorumluluğun gereğini yerine getirmiş oluruz." (Meclis zabıtlarından alınmıştır.)

Evet bu iki örnek, TC devletinin işinin sadece İslâm ile savaşmak olduğuna dair en çarpıcı delillerdir. Ermeniler, Sırplar, Yahudiler, Hindular Müslümanları keserken, kadınlarının ırzlarına geçerken Türkiye denen devletin (!) hükümeti, meclisi ve ordusu ne ile uğraşıyor? İslâm'ı okul, kışla ve cami dışında tutmakla uğraşmıyorlar mı? Tek uğraşları ve endişeleri bu.

-Burnunun dibinde gözleri önünde mesela; Azerbaycan'da Müslümanlar katledilirken İran devleti denilen varlık ne yapıyor? Tarafsız kaldığını açıklıyor. Hatta Ermenilerle ekonomik işbirliğini güçlendirmeye çalışıyor. Dünyada ‘mustazafları koruyacağım’ diye ta Nikaragua'daki muhalif gruplara 1980'li yılların başında yardım yapmakla övünen İran, burnunun dibinde 2,5 milyon Ermeni çapulcusundan oluşan, Ermenistan devleti tarafından 10 binlerce Müslüman'ın yer ve yurdundan edilmesi, binlercesinin öldürülmesi karşısında tarafsız olduğunu ilan ediyor. Böylesi bir tarafsızlığın İslâm'da yeri neresidir? Bir de kendisinin İslâm devleti (!) olduğu iddiasında bulunur. Saldıran, öldüren, namuslara tecavüz eden kâfirler olacak! Öldürülen ve saldırılara maruz kalan Müslümanlar olduğu halde, İslâm devleti (!) olacak da, tarafsız kalacak ha!.. İşte o da Müslümanların başında türemiş 50'ye yakın urdan birisidir, baş belasıdır.

Bütün bu manzaralar bizim şu hadisi şerifi daha iyi anlamamızı sağlıyor: "Muhakkak imam (hâlife) kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." (Müslim)

İslâm ümmeti İslâm akidesine inanan, İslâm ahkâmını yürürlüğe koyan ve bütün insanlara İslâm'ın mesajını taşıyan ümmettir. İslâm ümmetinin durumunun böyle olması gerekir. Anlattığımız gibi durum yukarıdaki ifade ile tezat oluşturmaktadır. Ümmetin şu andaki duruma gelişi, aşağıda açıklayacağımız üç şeyin kendisinde bozulmasıyla oluştu.

1. İslâm akidesiyle ilgili husus:

İslâm akidesi her Müslüman'da halen mevcuttur. Her sabah ve akşam; "La İlahe İllallah, Muhammedun Rasulullah" diyorlar. Fakat bu söz vücudunda herhangi bir kıl kımıldatmıyor, kalbinde herhangi bir ürperme meydana getirmiyor, duygularını tahrik etmiyor, hayatında onu karınca hareketi kadar bir harekete geçirmiyor, kendilerine hakim olan gerileme ve düşüklük, durumlarından kurtarmıyor. Çünkü Müslüman, kalbindeki İslâm akidesinden şu önemli üç hususu kaybetti:

a- Bu akidenin hayat fikirleriyle ve yasamayla hiç alakası kalmadı. Kalbinde onun canlılığı yok oldu ve hareketsiz bir ceset haline geldi. Hâlbuki İslâm akidesi yasamanın Allahu Teala tarafından geldiğine dair karar veriyor. Emir ve hüküm ona aittir, hiçbir mahlûka ait değildir. Hiçbir kimse bu haram veya bu helal diyemez. Bu Allah'ın vahyettiğine göre şöyledir:

أفغير الله أبتغي حكما وهو الذي أنزل إليكم الكتاب مفصلا "Allah'ın hükmü dışında mı bir hüküm edineyim? Hâlbuki size tafsilatlı kitabı indiren O'dur." (Enam 114)

ألا له الخلق والأمر تبارك الله رب العالمين "Yaratılış ve emir sadece kendisine (Allah'a) aittir." (Araf 54)

Buna benzer çok ayet vardır ki hepsi, Allahu Teala'ya tapma ve teşri etme (yasama) işinin kendisine (Allah'a) ait olduğunu gösteriyor. Allahu Teala'ya bu hususlarda rekabet oluşturmanın da şirk olduğunu gösteriyor. Ümmetin işlerinin İslâm hükümlerine göre yürütülmesi konusu İslâm akidesini canlı kılar, hayatın her alanında da canlılığı ve izzeti gerçekleştirir.

b- Bu akide, Müslüman’da artık Cennete ve nimetlerine özlemi tahrik etmediği gibi, Cehennemden ve azabından korkmaz hale gelindi. Allah Subhânehu Ve Teala'nın rızasını talep etmek için onu çalışmaya sevk etmiyor.

3- Bu akide, artık Müslümanları birbirine bağlamaz hale geldi. İslâm akidesine dayalı İslâm kardeşlik bağı zaafa uğradı, hatta bu bağlılık neredeyse tamamen yok olma haline geldi. Onun yerine asla bağ niteliği taşıyamayacak başka rabıtalar/bağlar meydana geldi. Neticede ayrı ayrı halk ve devletçikler haline geldiler. Küfrü ve kâfirleri dost edinmeye başladılar. Öyle ki, İslâm'ı ve Müslümanları vurma uğrunda olsa bile kâfirleri dost edinir oldular.

2. İslâm hükümlerini uygulamakla ilgili husus:

Müslümanların bütün yöneticileri Mustafa Kemal'in yolu üzerinde yürüdüler. İslâm'ı akide ve Şerîat olarak devletten ve hayat işlerinden uzaklaştırdılar. Yerine küfür nizamını getirdiler. Böylece kapitalist sistem ve batı kanunlarını uyguladılar. Küfür akidesi olan dini devletten ayırma ilkesine davet ettiler. Küfür sistemlerini, hükümlerini ve kanunlarını korumak için kendilerini birer bekçi olarak tayin ettiler.

Daha kötü olan ise, hayata İslâm hükümlerini geri getirmeye çalışan her İslâm’i hareketle savaşmaya kendilerini adamalarıdır. Kendilerini İslâm devleti olarak isimlendiren sözde devletler, İslâm’i hareketlerin mensuplarını tasfiye ederek İslâm'a ve ümmetine karşı hileler ve entrikalar kurduklarını görüyoruz.

Bu devletlerin yöneticileri, memlekete ve ahalisine egemen olup dünyayı kazandıkları halde, niye İslâm'ı ve onu davet edinenlere karşı cani ve gaddarca tutum alıyorlar? Bunun sebebi şu üç husustur:

a- İslâm'ın hayat, devlet ve devletlerarası ilişkiler için evrensel bir ideoloji olduğuna güvenmiyorlar.

b- İslâm ümmetinin, büyük ümmetler arasında yerini bulabileceğinden emin değiller.

c- Kafir büyük devletlerden, mülk edindikleri yok edici silahlardan, aldatma ve kurnaz üsluplarından kalplerine giren müthiş korkudur.

Bu sebeplerden dolayı İslâm beldelerinin yöneticileri, İslâm'dan uzaklaştıkları gibi yönetimlerini korumak için büyük kâfir devletlerden yardım almayı bir ilke edindiler. Böylece kendi beldelerinin ve ümmetinin gücüne dayanmayıp, kâfirlere teslim oldular. Hâlbuki bu kâfirler harbî kâfirlerdir. Ümmetimizin bütün imkânlarını kâfirlere kaptırdılar. İslâm beldelerinin en önemlilerine de kâfir ordularını getirdiler. Kâfirler Körfezde ve Arap yarımadasında kocaman üsler tesis etmeye başladılar. Daha önce Türkiye'de, Mısır'da, Fas'ta ve Umman'da kurdukları gibi... İslâm'ı hayattan tamamen uzaklaştırıp, hayatla ilgili olmayan kehanetçi bir din haline getirmek için İslâm'ı ve Müslümanların hareketlerini her yerde takip eder oldular. Allahu Teala şöyle buyurdu:

ودوا لو تكفرون كما كفروا فتكونون سواء "Arzu ettikleri şey, kendilerinin kafir oldukları gibi sizin de kafir olmanızdır. " (Nisa 89)

Müslümanlar için Allahu Teala'nın kitabını ve Resulünün sünnetini uygulayan bir devletin varolmaması, büyük utanç verici bir şeydir. Kesin olarak şu bilinmelidir ki, içinde bulunduğumuz hal, bela ve şiddet, İslâm yönetiminin ve hükmünün bulunmamasından dolayı cereyan eden kesin bir sonuçtur. Allahu Teala şöyle buyurdu:

ومن أعرض عن ذكري فإن له معيشة ضنكا ونحشره يوم القيامة أعمى(124)قال رب لم حشرتني أعمى وقد كنت بصيرا(125)قال كذلك أتتك آياتنا فنسيتها وكذلك اليوم تنسى(126)وكذلك نجزي من أسرف ولم يؤمن بآيات ربه ولعذاب الآخرة أشد وأبقى "Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşr edeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşr ettin? Oysa ben, hakikaten görür idim!, der. (Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun! Doğru yoldan sapanı ve Rabbinin âyetlerine inanmayanı işte böyle cezalandırırız. Ahiret azabı, elbette daha şiddetli ve daha süreklidir." (Ta Ha 124-127)

3. Bütün insanlara İslâm Risaletini taşımakla ilgili husus:

Allahu Teala şöyle buyurdu:

ومن أحسن قولا ممن دعا إلى الله وعمل صالحا وقال إنني من المسلمين "Allah'a davet edip salih amel işleyen ve ben Müslümanlardanım diyen kimsenin sözünden daha güzel sözlü kim vardır." (Fussilet 33)

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: İnsanlar La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah deyinceye kadar, namazı kılıncaya ve zekatı verinceye kadar onlarla savaşmakla emredildim. Eğer bunu söylerlerse, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm hakkıyla alınır ve onların hesabı Allah'a havale edilir." (Buhari)

Sahabeler ve ondan sonra gelen Müslümanlar bu delilleri ve benzerlerini anladılar. Onun için İslâm davetini yeryüzünün doğusuna ve batısına götürdüler. Gayeleri sırf insanları karanlıktan aydınlığa çıkartmaktı.

Rebi b. Amir Radiyallahu Anha adlı bir Müslüman'ın sözünü dinleyelim: "Perslilerin komutanı Rüstem ona şöyle sordu; Buraya sizi getiren nedir? Bu Müslüman şöyle cevap verdi; İnsanları kullara kulluk etmekten kurtarıp, kulların Rabbına kulluk etmeye, dinlerin zulmünden kurtarıp, dünya ve ahiretin genişliğine (saadetine) kavuşturmak için Allah bizi gönderdi."

İslâm risaletini yüklenen ve cihad sancağını taşıyan İslâm Devleti, kâfirler tarafından ortadan kaldırıldı. Yine kâfirlerin mefhumları ve kültürünü taşıyan karton devletçikler kuruldu. Bu devletçikler kâfirlere her hususta yardım ediyor, batının bozukluğunu ve zehrini ümmete yayıyorlar. Müslümanların akıllarına ve nefislerine bu zehri sokarken, İslâm davetini taşıyanlarla savaşıyorlar ve kâfirlerin kültürüyle savaşan, her Müslüman'ı eziyorlar. Bu karton devletler cihadı değiştirip onu barışa ve teslimiyete dönüştürdüler. Hatta nefsi ve ırzı savunmada cihadı ilga ettiler.

Kesin ve tam bir şekilde bilelim ki, İslâm otorite ve devletsiz hayat sahnesinde bulunmayacaktır. Müslümanlar da kendi işlerini yürütecek, varlıklarını koruyacak, ümmetler arasında bir ümmet olarak gerçek yerini temin edecek tek bir İslâm devleti olmayınca kendileri için kalkınış ve vücut olmayacaktır.