geçen; "bir vücut gibidir" teşbihine de
mutabık düşmektedir. Zira Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem bu
konuda şöyle demişti: "Mü'minler birbirlerini sevmekte,
birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini korumakta bir vücut
gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa diğer
uzuvlar da bu yüzden rahatsız olurlar. Uykusuzluk ve humma ile
(yüksek ateş ile) onun için birbirlerini yardıma çağırırlar."
(Müslim, Buhari)
İşte bu dev vücut, bugün komada. Uzuvlarında
olan hasar ve tahribata karşı diğer uzuvları harekete geçemiyor.
Onun meyyit/ölü gibi hareketsiz oluşu, düşmanlarına cesaret
veriyor. Onu tamamen ortadan kaldırmak, paramparça etmek, yok
etmek için saldırmak isteyen irili ufaklı düşmanlarına cesaret
veriyor. İşte bitler-pireler, akrepler, yılanlar-çıyanlar gibi
haşarat ve itler, köpekler çakallar gibi hayvanlar onun tepesine
üşüşmüşler, onu tahrip etmeye, yok etmeye çalışıyorlar. İşte,
dünyanın en aşağılık zelil yaratıkları mukabilinde hatta onlardan
da aşağılık olan yaratıklar, kâfir Yahudiler, Sırplar, Ermeniler,
Rumlar, Hindular ve bunlara yataklık eden Amerika, Rusya,
İngiltere, Fransa ve benzeri sömürgeci kâfir devletler İslâm
aleminin ve Müslüman toplulukların başına çullanmışlar, İslâm
aleminin servetlerini kapışıyorlar, Müslümanları kesiyorlar,
katlediyorlar, ırzlarına tecavüz ediyorlar ve her yönden, saldırı
üstüne saldırı yapıyorlar. Fakat bu dev vücut bütün bu olanlara
karşı bir tepki, bir direnç ortaya koyamıyor.
İrili ufaklı düşmanlarının İslâm alemine ve
Müslüman topluluklarının başına üşüşmelerini Rasul Sallallahu
Aleyhi Vesellem 1400 yıl önce şöyle tasvir etmişti: "Bir gün
gelecek (kâfir) milletler sizin başınıza oburların yemek
çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler. (Orada bulunanlar)
dediler ki; O gün biz az olacağımız için mi böyle olacak ya
Rasulallah? Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem dedi ki;
Hayır o gün siz çok olacaksınız, lakin siz selin üzerinde sürünüp
giden çer çöp gibi olacaksınız. Zira Allah heybetinizi
(korkunuzu) düşmanlarınızın kalbinden çekip alacak ve sizin
kalbinize vehen yerleştirecek. Dedikler ki; Vehen nedir
ya Rasullallah? Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem dedi
ki; Dünya sevgisi ve ölümü kerih görmek (ölüm korkusu).
(Ebu Davud)
Düşmanları/kâfir millet ve devletler İslâm
ümmetine böylesine saldırırken bu ümmetin başında bulunan ve 50'ye
yakın devlet denilen varlıkların konum ve tutumları nedir?
O varlılar koma halindeki bu dev vücudun
başında türemiş urlara benziyorlar. Bunlara uzaktan bakıldığında
50'ye yakın kafaya benzemektedirler ve böylece bu vücuda acayip
bir görünüm vermektedirler. Bir vücutta 50'ye yakın kafanın
bulunması elbette o vücutta hayra sebep verecek, iflah edecek
değildir. Ancak esasen bunlar sadece kafaya benzerler. Zira kafada
gören gözler, duyan kulaklar ve çalışan beyinler vardır. Fakat
bunlarda bu görünmüyor. Onlar sadece kafa görünümündeki urlardır.
Bu urlar, değil bu vücuda saldıran düşmanlara karşı koyacak,
bilakis vücutta saldırılara karşı oluşturulabilecek en ufak bir
direniş ve mukavemet alametlerini dahi yok etmek için vücudu daha
da tahrip etmeye çalışan, yani bu vücudun hayatiyet unsurları ile
onu tamamen yok etmek için çalışan mikrop yuvalarıdır. Evet, bu
kendilerine devlet denilen karton, piyon varlıklar, bu ümmetin baş
ağrılarıdırlar. Bu ümmetin bünyesindeki düşman odaklarıdırlar.
Bunun öyle olduğu, o devlet denilen varlıkların
icraatlarında bariz şekilde görülmektedir. İşte buna birkaç örnek;
- İslâm topraklarını işgal eden Yahudi varlığı
İsrail, Müslümanları her gün öldürürken, yer ve yurtlarından
ederken, evlerini başlarına yıkarken bölgede büyük devlet (!)
olarak bilinen Mısır devleti ve onun hain yöneticileri ne ile
uğraşıyorlar? O bölgedeki birazcık canlılık alameti gösteren
Müslümanların başlarını ezmekle uğraşmıyorlar mı?
Üç milyon Yahudi çapulcusundan oluşan İsrail
denilen Yahudi varlığı, bölgede aslan kesilip sağa sola pervasızca
saldırır, Irak'ı bombalar, Tunus'u bombalar, Lübnan'ı bombalar
işgal ve katliamlar yapar hatta Pakistan'ı da, Ankara'yı da
bombalarım diyebilir de, o bölgedeki devlet (!) denilen o kuklalar
ne yapıyor? İsrail denilen o Yahudi varlığının etrafında güvenlik
ağı örerek bölgedeki Müslümanlardan oluşabilecek muhtemel bir
saldırıya karşı caba sarf etmiyorlar mı?
- Bosna Hersek. Sırp köpeklerinin, çakallarının
pervasızca vahşi saldırıları altında Bosnalı Müslümanlar inim inim
inlediler. İmdat feryatları dünyayı sallarken o 50'ye yakın devlet
denilen varlıklar ne yaptılar? Bön bön bu feryat edenleri
seyrettiler. Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa’nın ini durumunda
olan BM denilen teşkilattan çözüm bekleyip durdular. Yani
canavarlardan ve katillerden merhamet dilendiler.
Şu iyi bilinmelidir ki, oradaki bunca
vahşetten, binlerce Müslüman kadının ırzlarına geçilmesinden
öncelikle Müslümanların başındaki o devlet (!) denilen varlıklar
ve yöneticileri sorumludurlar. Çünkü; ellerindeki imkânları bu
vahşeti önlemek için kullanmadılar. Sadece laflarla Müslüman
halkları kandırmaya çalıştılar. "Ordu gönderemeyiz mesafe uzak,
ayrıca dünya karşımıza çıkar" gibi boş sözlerle durumu
atlatmaya çalıştılar. Hâlbuki oraya ordu göndermeye gerek yoktu.
Ordu şu an bölünmüş Yugoslavya'yı işgal için gereklidir. Sırp
azgınlarının vahşetini durdurmak için onların hayati damarlarını
vuracak yüz kadar özel eğitilmiş komando meseleyi halledebilirdi.
Bosna Hersek'teki Müslümanları eğitecek yüz subay ve el altından
yapılacak silah yardımı yeterliydi. Bütün bunlar en ufak bir
devlet imkânı ile yapılabilir. Bunu dahi yapmadılar. Onun için
İslâm alemindeki o devlet (!) denilen varlıkların ve
yöneticilerinin hepsi de haindir. O Sırp kasaplarının pervasızca
işledikleri bütün cürümlere ortaktırlar.
-İşte, binlerce Müslüman ineğe tapan Hindular
tarafından boğazlanırken, evleri, camileri başlarına yıkılırken o
bölgedeki Pakistan devleti denilen hem de Müslüman olduğunu iddia
eden o varlık ve yöneticileri ne yapıyor? Sadece seyirci kaldığı
gibi, o katliamlara, saldırılara maruz kalan kardeşlerinin
yardımına gitmek isteyen Müslümanların karşısına inek perest
Hindistan devletinden önce çıkıyor.
-İşte, 2,5 milyon Ermeni çapulcusundan oluşan
Ermenistan savunma bakanının resmî açıklamasıyla sınırların
değişmezliği diye, bir ilke tanımadığını ilan ederek Azerbaycan
topraklarına saldırıyor. Köyleri, şehirleri işgal ediyor ve bu
tavrı ile etrafındaki tüm devletlere adeta meydan okuyor. On
binlerce Azeri Müslüman'ı evinden, yurdundan ediyor. Binlercesini
katlediyor ve yaralıyorken etrafındaki 300 milyona yakın Türk
topluluğunun başındaki 10'a yakın Türkî devletleri denilen
varlıklar ve onların başında ağabey rolü oynayan Türkiye devleti
denilen varlık ve onun yöneticileri ne yapıyor? Buna sadece
seyirci kalıyorlar. Ermenistan ile diplomatik ve ticari ilişkiyi
dahi kesmiyor, hatta Ermenistan'ı bu saldırısı üzerine kınamak
için demeç vermeden önce Washington ve Moskova'yı arıyor, oradaki
efendilerinin verdiği izin kadar kınıyor.
Ermeni'yi sözle bile incitmekten çekinen bu
devlet, Müslüman halk karşısında demir yumruk olur. Onun ordusu,
zamanı geldiğinde Müslüman halkın kafasına vurmak için vardır.
Onun meclisi ve hükümeti, Müslüman halkın hayatiyet unsuru olan
İslâm ile savaşmak için vardır. Buna dair örnek ve delil
birçoktur. İşte iki örnek:
Bir yandan Bosna Hersek'te, Avrupa'nın
ortasında Müslüman varlığı istemeyen Avrupa devletlerinin çeşitli
destekleriyle Sırplar Müslümanları vahşice katlederken, diğer
yandan inek perest Hindular Hindistan'da Müslümanları katlederken,
pis Ermeniler Azerbaycan'da Müslümanları katledip kadınların
ırzına tecavüz ederken, işte böylesi bir ortamda geçen senelerde
TC devletinin başbakanı Londra'da İngiliz başbakanının şahsında
Avrupalı efendilerine, sömürgeci kâfirlere şu beyanatı veriyordu:
"İslâm fundamentalizmi öyle bir tehlikedir ki,
onu bırakırsanız ta Hint denizine ulaşır. Fakat müsterih olun,
onun panzehiri biziz. Biz batının tüm değerlerini (laiklik,
demokrasi, serbest piyasa ekonomisi vb.) inanarak ve benimseyerek
elimdeki şu viski kadehi gibi Ortadoğu'ya ve Orta Asya'ya
taşıyacağız."
Yani TC. devleti ve yöneticileri sömürgeci
kâfirlerle, Müslümanların düşmanları ile değil de, bilakis onların
adına, İslâm ile fundamentalizm diye isimlendirdikleri İslâm'ın
hayata hakim kılınması için ve sömürgeci kâfirlerin bütün
nizamları, varlıkları ve nüfuzlarının İslâm aleminden sökülüp
atılması için çalışan Müslümanlar ile savaşıyor. Batının
pisliklerini, Müslümanlar arasında taşımak için çalışıyor. Yani
pislik böcekliği yapıyorlar.
Bir başka örnek ise Türkiye Devletinin hükümet
partisine mensup bir milletvekilinin TBMM'sinde yapmış olduğu şu
açıklamadır. Bu milletvekili dönemin TC. devletinin başbakanı
Süleyman Demirel'in vermiş olduğu bir demeci tefsir ediyor.
Demirel o konuşmasında diyordu ki; "Okula, kışlaya, camiye
siyaseti sokmak yasaktır." İşte bu konuşmayı bu milletvekili
şöyle açıklıyor; "Değerli arkadaşlarım, Doğru Yol Partisinin ve
onun mensuplarının temel inancı: İslâm dinini bu üç
müessesenin dışında tuttuğumuz taktirde, biz hem
milletimize hem tarihimize hem de bu yüce meclisimize karşı
kendimize düşen vebalin ve sorumluluğun gereğini yerine getirmiş
oluruz." (Meclis zabıtlarından alınmıştır.)
Evet bu iki örnek, TC devletinin işinin sadece
İslâm ile savaşmak olduğuna dair en çarpıcı delillerdir.
Ermeniler, Sırplar, Yahudiler, Hindular Müslümanları keserken,
kadınlarının ırzlarına geçerken Türkiye denen devletin (!)
hükümeti, meclisi ve ordusu ne ile uğraşıyor? İslâm'ı okul, kışla
ve cami dışında tutmakla uğraşmıyorlar mı? Tek uğraşları ve
endişeleri bu.
-Burnunun dibinde gözleri önünde mesela;
Azerbaycan'da Müslümanlar katledilirken İran devleti denilen
varlık ne yapıyor? Tarafsız kaldığını açıklıyor. Hatta Ermenilerle
ekonomik işbirliğini güçlendirmeye çalışıyor. Dünyada
‘mustazafları koruyacağım’ diye ta Nikaragua'daki muhalif gruplara
1980'li yılların başında yardım yapmakla övünen İran, burnunun
dibinde 2,5 milyon Ermeni çapulcusundan oluşan, Ermenistan devleti
tarafından 10 binlerce Müslüman'ın yer ve yurdundan edilmesi,
binlercesinin öldürülmesi karşısında tarafsız olduğunu ilan
ediyor. Böylesi bir tarafsızlığın İslâm'da yeri neresidir? Bir de
kendisinin İslâm devleti (!) olduğu iddiasında bulunur. Saldıran,
öldüren, namuslara tecavüz eden kâfirler olacak! Öldürülen ve
saldırılara maruz kalan Müslümanlar olduğu halde, İslâm devleti
(!) olacak da, tarafsız kalacak ha!.. İşte o da Müslümanların
başında türemiş 50'ye yakın urdan birisidir, baş belasıdır.
Bütün bu manzaralar bizim şu hadisi şerifi daha
iyi anlamamızı sağlıyor: "Muhakkak imam (hâlife)
kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."
(Müslim)
İslâm ümmeti İslâm akidesine inanan, İslâm
ahkâmını yürürlüğe koyan ve bütün insanlara İslâm'ın mesajını
taşıyan ümmettir. İslâm ümmetinin durumunun böyle olması gerekir.
Anlattığımız gibi durum yukarıdaki ifade ile tezat
oluşturmaktadır. Ümmetin şu andaki duruma gelişi, aşağıda
açıklayacağımız üç şeyin kendisinde bozulmasıyla oluştu.
1. İslâm akidesiyle ilgili husus:
İslâm akidesi her Müslüman'da halen mevcuttur.
Her sabah ve akşam; "La İlahe İllallah, Muhammedun Rasulullah"
diyorlar. Fakat bu söz vücudunda herhangi bir kıl kımıldatmıyor,
kalbinde herhangi bir ürperme meydana getirmiyor, duygularını
tahrik etmiyor, hayatında onu karınca hareketi kadar bir harekete
geçirmiyor, kendilerine hakim olan gerileme ve düşüklük,
durumlarından kurtarmıyor. Çünkü Müslüman, kalbindeki İslâm
akidesinden şu önemli üç hususu kaybetti:
a- Bu akidenin hayat fikirleriyle ve
yasamayla hiç alakası kalmadı. Kalbinde onun canlılığı yok oldu ve
hareketsiz bir ceset haline geldi. Hâlbuki İslâm akidesi yasamanın
Allahu Teala tarafından geldiğine dair karar veriyor. Emir ve
hüküm ona aittir, hiçbir mahlûka ait değildir. Hiçbir kimse bu
haram veya bu helal diyemez. Bu Allah'ın vahyettiğine göre
şöyledir:
"Yaratılış ve emir sadece kendisine (Allah'a) aittir."
(Araf 54)
Buna benzer çok ayet vardır ki hepsi, Allahu
Teala'ya tapma ve teşri etme (yasama) işinin kendisine (Allah'a)
ait olduğunu gösteriyor. Allahu Teala'ya bu hususlarda rekabet
oluşturmanın da şirk olduğunu gösteriyor. Ümmetin işlerinin İslâm
hükümlerine göre yürütülmesi konusu İslâm akidesini canlı kılar,
hayatın her alanında da canlılığı ve izzeti gerçekleştirir.
b- Bu akide, Müslüman’da artık Cennete ve
nimetlerine özlemi tahrik etmediği gibi, Cehennemden ve azabından
korkmaz hale gelindi. Allah Subhânehu Ve Teala'nın rızasını talep
etmek için onu çalışmaya sevk etmiyor.
3- Bu akide, artık Müslümanları birbirine
bağlamaz hale geldi. İslâm akidesine dayalı İslâm kardeşlik bağı
zaafa uğradı, hatta bu bağlılık neredeyse tamamen yok olma haline
geldi. Onun yerine asla bağ niteliği taşıyamayacak başka
rabıtalar/bağlar meydana geldi. Neticede ayrı ayrı halk ve
devletçikler haline geldiler. Küfrü ve kâfirleri dost edinmeye
başladılar. Öyle ki, İslâm'ı ve Müslümanları vurma uğrunda olsa
bile kâfirleri dost edinir oldular.
2. İslâm hükümlerini uygulamakla ilgili husus:
Müslümanların bütün yöneticileri Mustafa
Kemal'in yolu üzerinde yürüdüler. İslâm'ı akide ve Şerîat olarak
devletten ve hayat işlerinden uzaklaştırdılar. Yerine küfür
nizamını getirdiler. Böylece kapitalist sistem ve batı kanunlarını
uyguladılar. Küfür akidesi olan dini devletten ayırma ilkesine
davet ettiler. Küfür sistemlerini, hükümlerini ve kanunlarını
korumak için kendilerini birer bekçi olarak tayin ettiler.
Daha kötü olan ise, hayata İslâm hükümlerini
geri getirmeye çalışan her İslâm’i hareketle savaşmaya kendilerini
adamalarıdır. Kendilerini İslâm devleti olarak isimlendiren sözde
devletler, İslâm’i hareketlerin mensuplarını tasfiye ederek
İslâm'a ve ümmetine karşı hileler ve entrikalar kurduklarını
görüyoruz.
Bu devletlerin yöneticileri, memlekete ve
ahalisine egemen olup dünyayı kazandıkları halde, niye İslâm'ı ve
onu davet edinenlere karşı cani ve gaddarca tutum alıyorlar? Bunun
sebebi şu üç husustur:
a- İslâm'ın hayat, devlet ve devletlerarası
ilişkiler için evrensel bir ideoloji olduğuna güvenmiyorlar.
b- İslâm ümmetinin, büyük ümmetler arasında
yerini bulabileceğinden emin değiller.
c- Kafir büyük devletlerden, mülk
edindikleri yok edici silahlardan, aldatma ve kurnaz üsluplarından
kalplerine giren müthiş korkudur.
Bu sebeplerden dolayı İslâm beldelerinin
yöneticileri, İslâm'dan uzaklaştıkları gibi yönetimlerini korumak
için büyük kâfir devletlerden yardım almayı bir ilke edindiler.
Böylece kendi beldelerinin ve ümmetinin gücüne dayanmayıp,
kâfirlere teslim oldular. Hâlbuki bu kâfirler harbî kâfirlerdir.
Ümmetimizin bütün imkânlarını kâfirlere kaptırdılar. İslâm
beldelerinin en önemlilerine de kâfir ordularını getirdiler.
Kâfirler Körfezde ve Arap yarımadasında kocaman üsler tesis etmeye
başladılar. Daha önce Türkiye'de, Mısır'da, Fas'ta ve Umman'da
kurdukları gibi... İslâm'ı hayattan tamamen uzaklaştırıp, hayatla
ilgili olmayan kehanetçi bir din haline getirmek için İslâm'ı ve
Müslümanların hareketlerini her yerde takip eder oldular. Allahu
Teala şöyle buyurdu: