Bu hadiste, Rasulullah Sallallahu Aleyhi
Vesellem 14 asır önce yaptığı bir tasvirle adeta günümüz
Müslümanlarının durumunu ortaya koymaktadır. Hadisin sonunda yer
alan; “Ölüme karşı isteksizlik ve dünya sevgisi” ifadeleri
gerçekten bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlardan birisidir.
Günümüzün Müslümanları olarak bizler dünya hayatına ne kadar değer
verip-vermemiz gerektiği hususunda şaşkın bir hale geldik.
Müslümanlar sahip oldukları inançlarından kaynaklanan
düşüncelerden vazgeçip batı fikirlerini benimsemekle dünya
hayatına bakışları değişti.
Kafirler nezdinde dünya hayatı; Allah Subhenehû
ve Teala'ya ve Resulüne inanmayan, Allah'ın dinini tek din olarak
kabul etmeyen kişilerin yaşamında, nimetlerinden sınırsız bir
şekilde, en üst düzeyde faydalanılması gereken bir yer olarak
algılanmaktadır. Çünkü, kafirlerin bir kısmı ahiret hayatına
kesinlikle inanmamakta ve ahiret inançları şekli olmaktan öteye
geçmemektedir. Onlar için yaşanabilecek tek hayat bu dünya
hayatıdır. Onların ahiretteki nasipleri ise ancak cehennemdir.
Evet, gerçekten bu dünya hayatı kâfirlere süslü
gösterilmiş bir hayattır. Onların bu hayata sahip olmak için
yapamayacakları hiçbir şeyleri yoktur. Çünkü onlar ahirette hüsran
içerisinde olacaklardır. Müslüman ise, kâfirler veya müşrikler
gibi değildir. Müslümanlar için ahirette içinde ebedi kalmak üzere
hazırlanmış Cennet vardır. Dolayısıyla Müslüman'ın dünya hayatına
bakışı da kâfirlerin bakışından farklı olmalıdır. Müslüman'ın
gözünde dünya hayatı, ne pahasına olursa olsun her şeyiyle
kaçırılmaması gereken bir hayat değil bir imtihan dünyası olarak
değerlendirilmelidir. Çünkü insanların tamamı bu dünyaya imtihan
için gelmişlerdir. Bu konuyla ilgili bir ayette şöyle
buyrulmaktadır:
(Mülk 2)
Tüm insanlar, özellikle de Müslümanlar bu dünya
hayatında imtihan için bulunduklarının bilincinde olmalıdırlar ve
dünya hayatına da ona göre değer vermelidirler. Müslüman'ın gayesi
her ne olursa olsun dünyayı kazanmak değil ahireti kazanmak,
Allah'ın rızasını elde etmek olmalıdır. Dünya hayatı yalnızca
ahireti kazanmak için hazırlanmış bir tarla konumundadır.
Allah Subhenehû ve Teala'nın kitabında
kendilerinden övgü ile bahsettiği, razı olduğunu bildirdiği
Sahabelerin (Allah onlardan razı olsun) hayatlarına bir bakalım.
Acaba onların yaşadıkları dönemin "asrı saadet" olarak
isimlendirilmesinin nedeni sahip oldukları dünya zenginliklerinden
mi yoksa bundan çok daha değerli şeylere sahip olmalarından mı
kaynaklanıyordu?
- Aişe Radiyallahu Anhuma'dan gelen bir
rivayete göre şöyle denmektedir: "Üzerinden üç hilal geçerdi de
Allah Resulü’nün evlerinde ateş yanmazdı." Yani iki ay üst
üste Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in evlerinde sıcak
yemek pişmezdi. Sahabelerden birçoğu yiyecek bulamadıkları için
günlerce aç gezerlerdi, günlerini oruçla geçirirlerdi.
- Suheyb er-Rumi Mekke'den Medine'ye hicret
ederken yolunu kesip Mekke'de kaldığı süre içerisinde sahip olduğu
mal varlığını almak isteyen müşriklere, Medine'ye hicretine engel
olmamaları koşuluyla malının tamamını bırakmıştır. Medine'ye
geldiğinde ise Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem; "Suheyb
kazandı. Suheyb kazandı" diyerek yaptığı işi tasvip etmiştir.
- Ebu Bekir Radiyallahu Anha Mekke'de iken
sahip olduğu 40.000 ukiyelik mal varlığının 34.000 ukiyelik
kısmını Allah Subhenehû ve Teala için harcamış, Müslüman köleleri
alıp âzad etmiştir. Müslüman olmadan önce yaptığı ticari
seyahatlerin hepsini iptal ederek yalnızca Mekke içerisinde
ticaret yapmakla yetinmiştir.
- Tebük savaşına gidecek ordunun hazırlanması
için Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Müslümanların
tasaddukta bulunmalarını istediğinde malının tamamını getirmesi
üzerine Ömer Radiyallahu Anha; ‘Bu sefer de Ebu Bekir'i
geçemedim’ diyerek kendi kendine hayıflanmış ve Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem’e; “Ya Resulullah Ebu Bekir
evinde çocuklarına hiçbir şey bırakmadı” dediğinde Ebu
Bekir Radiyallahu Anha şöyle cevap vermiştir: “Getirdiklerimden
daha hayırlısını bıraktım.” Ne bıraktın? “Allah ve Resulünü
bıraktım.”
- Ömer Radiyallahu Anha'nın Hilâfeti zamanında
yapılan fetihler sonucunda İslâm Devleti’ne bol miktarda ganimet
gelmeye başlamıştı. Ömer Radiyallahu Anha bir yandan önünde yığılı
olarak durmakta olan altınlara bakıyor bir yandan da hüngür hüngür
ağlayarak şöyle diyordu: "Allah biliyor ya, bunu peygamberinden
ve Ebu Bekir'den sakındırdı da bana verdi. Bununla hayır mı yoksa
şer mi diledi?" Yani Ömer Radiyallahu Anha önünde yığılı bir
halde bulunan altınlara sevineceği yerde bunun kendisi için bir
imtihan olduğunu düşünerek, imtihanı kaybetmekten korkuyordu.
Gerçekten de Sahabe dünya hayatına
gerektiğinden fazla önem vermiyorlardı. Onların dünyaya
bakışlarının temel esaslarını Allah Subhenehû ve Teala'nın şu
ayetleri oluşturuyordu:
“Kim ahiret kazancını
istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını
istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette
bir nasibi olmaz.” (Şura 20)
Evet, Sahabe-i kiramı ve dünya hayatına
bakışlarını bir kısmını yazdığımız bu ayetler şekillendiriyordu.
Onların gayeleri dünyayı, dünyanın geçici nimetlerini kazanmak
değil alemlerin Rabbi olan Allah Subhenehû ve Teala'nın rızasını
kazanmaktı. Temel düşünceleri bu nokta üzerinde yoğunlaşıyordu.
Ahiret yurdunu kazanabilmek için sahip oldukları dünya
varlıklarının tamamını feda etmeye her zaman için hazır
kimselerdi. Çünkü onlar Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
şu hadislerini kendilerine şiar edinmişlerdi:
Ebu Hureyre'den Resulullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem şöyle dedi: "Allah Subhenehû ve Tealabuyuruyor
ki; Salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği
ve herhangi bir insanın hatırından dahi geçmeyen (nimetler)
hazırladım. Dilerseniz şu ayeti okuyunuz: “Yaptıklarına karşılık
olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.”
Cennette bir atlının gölgesinde yüz yıl boyunca gideceği ancak
yine de aşamayacağı büyüklükte bir ağaç vardır. Dilerseniz şu
ayeti okuyunuz: “Uzamış gölgeler” Sizin Cennetteki bir kamçı kadar
yeriniz, dünyadan ve dünyadakilerden daha hayırlıdır." Dilerseniz
şu ayeti okuyunuz: “Kim Cehennemden uzaklaştırılıp Cennete konursa
o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma
metâından başka bir şey değildir.” (Tirmizi,K. Tefsiri'l
Kur’an, 3214; Secde 17, Vakıa 30, Ali imran 185)
"Allah'a and olsun ki ahirete göre dünyanın
durumu birinizin denize parmağını daldırması gibidir. Baksın
bakalım parmağı ona denizden ne getiriyor.” (Ahmet b. Hanbel,
Müs. Şamiyyin, 17326)
Aişe Radiyallahu Anha'dan gelen bir rivayette
Resülullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmaktadır:
"Dünya yurdu olmayanın yurdu, malı olmayanın malıdır. Aklı olmayan
kimse dünya için biriktirir." (Ahmet b. Hanbel, Baki Müs.
Ensar, 23283)
Ebu Musa el-Eşari'den Resulullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Kim dünyasını severse ahiretine
zarar verir. Kim de ahiretini severse dünyasına zarar verir. Baki
kalanı (ahireti) yok olana tercih ediniz." (Ahmet b.
Hanbel, Müs. Kufiyyin, 18866)
Sahabeler, Resulullah Sallallahu Aleyhi
Vesellem'in dünya hayatına asla değer vermediğini, Allah Subhenehû
ve Teala'nın razısı uğrunda her türlü sıkıntıya katlanmaya hazır
olduğunu, dünyanın her türlü nimetlerini elinin tersi ile ittiğini
gösteren şu ifadelerini görüyorlar ve aynen onun peşinden
gidiyorlardı:
Mekke'de müşriklere karşı mücadelesini
yürütürken, davasından vazgeçmesini, putlarına, Mekke'nin
liderlerine, yöneticilerine, sosyal hayatlarına ve ticari
ilişkilerine çatmamasına karşılık kendisini başlarına lider
yapacakları, Mekke'nin en güzel kızı ile evlendirecekleri veya
istediği kadar para verecekleri teklifini amcası aracılığı ile
gönderdiklerinde amcasına şöyle diyordu:"Allah'a yemin olsun ki
ey amcacığım. Bu işten vazgeçmem için onlar bir elime ayı bir
elime de güneşi verseler ben yine bu davadan vazgeçmem. Bu baş bu
vücuttan ayrılıncaya ya da bu din hakim oluncaya kadar mücadelemi
sürdüreceğim."
Amcası Ebu Talib'in ve eşi Hatice Radiyallahu
Anha'nın vefatından sonra davet amacıyla gittiği Taif'te ve
dönüşünde karşılaştığı kötü muamele karşısında ellerini kaldırarak
şöyle diyordu: "Allah'ım! Gücümün azlığını, çaresizliğimi ve
insanların bana yaptıklarını, beni hakir görmelerini yalnızca sana
şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi. Sen
güçsüzlerin, hor ve hakir görülenlerin Rabb’isin. Benim de
Rabbimsin. Beni kime bırakıyorsun? Kötü sözlü, kütü yüzlü uzak
kimselere mi? Yoksa işlerimi eline bıraktığın bir düşmana mı? Eğer
bana karşı öfkeli değilsen ben bunların hiç birisine aldırmam.
Senin af ve merhametin bana bunları da göstermeyecek kadar
geniştir. Senin gazabına uğramaktan, ilahi rızandan uzak kalmaktan
sana, senin o karanlıkları aydınlatan dünya ve ahiret işlerini
yoluna koyan ilahi nuruna sığınırım. Allah'ım! Sen hoşnut oluncaya
kadar affını dilerim. Allah'ım kuvvet ve kudret ancak senin
elindedir."
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem,
Taiflilerden gördüğü bunca hakarete, dönüş yolunda taşa
tutulmasına rağmen Allah'ı razı etmekten başka hiçbir şeyi
hedeflemiyordu. Mekke müşriklerinin kendisine teklif ettikleri
dünyalıklara hiçbir şekilde tenezzül etmiyordu. Allah Subhenehû ve
Teala'nın rızasını kazandıracak olan Allah Subhenehû ve Teala'nın
dinini yeryüzüne hakim kılma görevini yerine getirmekten başka
hiçbir şeyi kendisine dert edinmiyordu. Onun ne dünyada ne de
dünya malında gözü yoktu. Ruhunu Allah'a teslim etmesinden kısa
bir süre önce söylediği şu ifadelerle, dünyaya bakışını net olarak
ortaya koyarak ashabına ve onlardan sonra kıyamete kadar gelecek
tüm İslâm ümmetine en güzel bir örnek olma özelliğini koruyordu.
Abdullah b. Amr, Resulullah Sallallahu Aleyhi
Vesellem'in kölesi Ebu Müveyhibe'den rivayet ediyor. Bir gece
yarısı Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem beni uyandırdı ve
bana şöyle dedi: "Ey Eba Müveyhibe! Ben, Baki kabristandakilere
mağfirette bulunmakla emrolundum, haydi birlikte gidelim.”
Ben de onunla birlikte yola çıktım. Oraya vardığımızda onların
aralarında durarak şöyle seslendi: “Allah'ın selamı üzerinize
olsun ey kabir halkı sizin şu andaki haliniz insanların içerisinde
bulundukları halden daha iyidir. Allah’ın sizi kurtardığı şeyleri
(tehlikeleri) ah bir bilseniz. Sonra gelen öncekinden daha
kötü olan karanlık geceler gibi peş peşe gelen fitneler
olacaktır.” Sonra bana yöneldi ve şöyle dedi: “Ey Eba Müveyhibe!
Bana, dünya hazinelerinin anahtarları ve dünyada sonsuza kadar
kalmak ve cennet vadedildi. Bunlarla, Rabbime ve cennete kavuşma
tercihlerinden birisini seçmek arasında serbest bırakıldım.”
Dedim ki; Anam, babam sana feda olsun. Keşke dünya
hazinelerinin anahtarlarını, içinde sonsuza kadar kalmayı sonra da
cenneti tercih etseydin. “Allah’a yemin olsun ki hayır, ey Eba
Müveyhibe. Ben Allah Azze ve Celle’ye kavuşmayı ve Cenneti
seçtim.” Sonra Baki kabristanda bulunanlara istiğfarda
bulundu, oradan da evine gitti.” (Ahmet b. Hanbel, Müs. Mekkiyyin,
15425)
Yeryüzünde yaratılmışların en şereflisi, Allah
nezdinde insanların en değerlisi, peygamberlerin sonuncusu, tüm
insanlara uyarıcı ve müjdeci olarak gönderilen, rahmet Peygamberi
Rasul Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem; dünyada sonsuza kadar
kalma, dünya hazinelerinin anahtarlarına sahip olma teklifini
elinin tersi ile iterek, ebedi olanı, bunlardan çok daha değerli
olanı, Alemlerin Rabbine kavuşmayı tercih etmiştir.
Kerim Resulün yolundan giden Sahabe de aynı
şekilde dünyayı değil ahireti kazanmayı kendilerine düstur
edinmişlerdir. Allah Subhenehû ve Teala'nın rızasını kazanmak,
dinini dünyanın en ücra köşelerine taşımak için cepheden cepheye
koşmuşlardır. Dünyanın peşinden koşmamışlar dünyayı peşlerinden
koşturmuşlardır. Allah'a, Resulüne, dinine ve Müslümanlara
düşmanlık edenlerden korkmamışlar, aksine onların kalplerine korku
salmışlardır.
Allah'ın dinini hakim kılmak için Cebelitarık
Boğazını geçerek İspanya kıyılarına varmasının ardından tüm
gemileri yaktıran Tarık b. Ziyad askerlerine şöyle sesleniyordu:
İşte arkanızda koskoca ordu gibi bir derya, önünüzde de derya
gibi bir ordu bulunmaktadır. Ya Allah yolunda, önünüzdeki derya
gibi ordu ile karşılaşır öldürülüp şehadet şerbetini içer veya
Allah tarafından zafere eriştirilirsiniz ya da geri dönmeyi
arzular arkanızdaki derya ile boğuşursunuz. Tercih sizindir.
Bu konuşmanın ardından Tarık b. Ziyad komutasındaki İslâm ordusu
iki saat içerisinde Tulaytıla'nın sarayına girerek tüm hazineleri
ganimet olarak ele geçiriyor ve Tarık b. Ziyad ayağını
Tulaytıla'nın hazinelerine basarak şöyle diyordu: Ey Tarık! Bir
zamanlar para ile alınıp satılabilen bir köle idin, şu anda ise
Tulaytıla'nın hazineleri ayaklarının altında durmaktadır.
Evet, Tarık b. Ziyad İspanya'yı dünya malına
sahip olmak, batı dünyasında olduğu gibi sömürgecilik için feth
etmemişti. Tarık b. Ziyad ve onun dışındaki tüm İslâm komutanları,
sultanları ancak Allah'ın dinin dünyaya taşımak, hakim kılmak için
cihad etmişlerdir. Dünyanın peşinde koşmadan dünyayı kendi
peşlerinden koşturmuşlardır. Allah'ın rızasını talep için
çalışırlarken aynı zamanda Allah Subhenehû ve Teala, dünyanın tüm
nimetlerini onların ayakları altına sermiştir.
Halid b. Velid'ler, Tarık b. Ziyad'lar,
Selahaddin Eyyubi'ler, Halife Mutasım'lar, Fatihler, Yavuzlar ve
daha nice kahraman ve cesur İslâm komutanları Allah'tan başka hiç
kimseden korkmadan, yalnızca Allah'ın dinini tüm dünyaya hakim
kılmayı ve Allah yolunda şehit olmayı arzulayarak hareket
etmişlerdir. Onların kalplerinde günümüzün komutanlarında olduğu
gibi dünya sevgisi değil, cennet özlemi vardı. Onlar İslâm
düşmanlarından değil İslâm düşmanları onlardan korkuyorlardı.
Ölümden kaçmıyorlar koşarak, seve seve ölüme gidiyorlardı. Çünkü
onlar bu dünyayı değil cenneti istiyorlardı. Onların hayata bakış
açılarını; fayda-zarar, iyi kötü veya çıkarcılık değil, Allah ve
Resulü’nden gelen Şer'i hükümler, helaller ve haramlar
şekillendiriyordu. Bunun için her şeye bakışları farklıydı.
Başları dimdik, tok sesli, cesur, uyanık, dünya sınırlarını aşarak
ahireti ve Cenneti kuşatan bir ufka sahip ileri görüşlü
kimselerdi.
Geçmişte olduğu gibi bugün de İslâm ümmeti
içerisinden böylesi komutanları çıkartmaya elbette ki muktedirdir.
Ümmet, öncekilerdeki üstün özelliklere sahip kişileri en yakın
zamanda görmeyi arzulamaktadır. Başlarında; Allah’a, Resulü’ne,
İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık yapmayan, korkaklardan
korkmayacak kahraman ve cesur komutanları, yöneticileri görmek
istemektedirler. Haçlıların egemenliği altındaki Kudüs'ü
fethetmeden rahat bir uyku uyuyamayan ve gülmeyen Selahaddin
Eyyubileri arzulamaktadırlar. Resulün hadisinde belirttiği müjdeye
nail olabilmek için gece gündüz İstanbul'u fethetme hazırlıklarını
sürdüren ve planlar yapan Fatihleri beklemektedirler. Filistin'de,
Suriye'de, Bosna'da Azerbaycan'da, Özbekistan'da, Türkiye'de ve
Kosova'da, Irak’ta ve daha birçok bölgede Müslüman kızlarımızın,
annelerimizin ve kız kardeşlerimizin namuslarına, başörtülerine el
uzatanlara haddini bildirecek Halife Mutasım gibi komutanların
çıkmasının özlemini çekmektedirler.
Allah Subhenehû ve Teala şöyle buyurdu: