Allah’ın rızasını kazanasın, hüsrana
uğramayasın. Aksini yaparsan o mahkemede “eyvah!” dersin, pişman
olursun ama o pişmanlık fayda vermez. Esasen Allahu Teala
insanlığın ilk atasını yeryüzüne gönderirken şöyle buyurmuştu:
قلنا اهبطوا منها جميعا فإما يأتينكم مني هدى فمن
تبع هداي فلا خوف عليهم ولا هم يحزنون (38)والذين
كفروا وكذبوا بآياتنا أولئك أصحاب النار هم فيها خالدون
“Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet
gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir
korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler. İnkâr edip âyetlerimizi
yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedî
kalırlar.” (Bakara 38-39)
Allah ve Resulüne iman edip salih amel
işleyenlerin, Şer’i hükme tabi olanların yeri Cennet olacaktır. Bu
kişiler Allah Subhenehû ve Teala’nın rızasına nail olmuşlardır.
İnkâr edenlerin yeri ise Cehennemdir. Bunlarda Allah’ın gazabına
uğrayacaklardır.
Burada ince bir noktayı da ayırmak gereklidir.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem bir Hadis-i Şerifinde şöyle
buyuruyor:
“Hiçbir kimse ameline güvenerek Cennete
gireceğini sanmasın. Sahabe; ‘Ya Rasulullah sen demi?’
deyince, ‘Ben de’ buyurdu. ‘Şu kadar ki Allah bana
kendinden bir Rahmet ile yetişir.” (Müslim)
Allah Subhenehû ve Teala şöyle buyuruyor:
قل إنما أنا بشر مثلكم يوحى إلي أنما إلهكم إله
واحد فمن كان يرجوا لقاء ربه فليعمل عملا صالحا ولا يشرك بعبادة ربه
أحدا “De ki: Ben, yalnızca sizin gibi
bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâhınızın, sadece bir İlâh
olduğu vahiy olunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa,
iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.”
(Kehf 110)
Bu ayette, yapılan bir işin Allah Subhenehû ve
Teala katında makbuliyeti için iki şart koşulmuştur:
1. Yaptığı ibadeti Şer’i hükme uygun ve işi
yalnızca Allah Subhenehû ve Teala için yapmalı.
2. Allah Subhenehû ve Teala için yaptığı
salih ameli Şer’i hükmün sınırları içinde yapmalı ve yukarıdaki
Hadis-i Şerifi de göz önüne alarak bu ibadetin Allah Subhenehû ve
Teala katında kabulünü ummalıdır.
Böylece ne ameline güvenip dengesini sarsmalı,
ne de amel etmekten geri durmalı. Yani korku ile ümit arasında
olmalı ki amellerinde devamlılık olsun, hesap gününü gözetsin,
Şer’i hükme uygun amel işlesin, yaptığı ibadette hiç kimseyi O’na
ortak etmesin. Bu durumda o kişi dünya hayatında kulluğun kâmil
manada gerçekleşmesi için çalışır. Bu düşünce onu kâmil manada
kulluğu yapmayı engelleyen nedenleri araştırıp, bulup, bu noktada
Şerîatın ona ne yükümlülük yüklediğine karar vermeye, varılan
sonucu tahkik ettirmek için hareket etmeye sürükler. Bu sonuç ise,
dinin diğer dinler üzerine hâkim olmasını gerekli kılar. Aksi
takdirde Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmü yerine getirilmiş
olmaz. Dinin diğer dinler üzerine hâkim olmasının yolu ise Kur’an
ve Sünnette belirlenmiştir.
Şer’i hükmün belirlediği yol ise kitlesel,
siyasi bir hizip ile çalışmaktır. O hizbin, Şer’iata uygun bir
metodu, hedefi ve o hizipte kişileri birbirlerine bağlayan fikri
rabıta ve İslam kardeşliği olmalıdır. Bu hizip, toplumda var olan
fikir ve fikrin tezahürü, sevgi ve nefret, nizamların değişmesi,
nefislerde ve toplumda olan şeylerin değişmesi için var gücü ile
çalışmalıdır.
Bilelim ki; ölüm bizim için bir kaledir ve her
nefis ölümü tadacaktır. Ancak iman eden mü’minlerin iman
esaslarından biri öldükten sonra diriliş ve hesaba çekiliştir.
Âhirette dünya yaşadığımız müddet içerisinde iman ve şeriata uyup
uymadığımız hakkında hesaba çekileceğiz. Muhakemenin sonu ceza
veya mükâfattır.
Mükâfatı istiyorsak; ‘ya Hilafet ya Şahadet’
parolası ile yürüyelim. Bilelim ki; sebep ve sonuç Allah Subhenehû
ve Teala'nın yanındadır, yardım da Allah’ın yanındadır.
Eğer iman eder, dinin ve şeriatın hayata
hâkimiyeti için hareket edersek Allah Subhenehû ve Teala’nın
yardımı ulaşacak ve vaadi mutlaka bir gün gerçekleşecektir. Eğer
bu uğurda şahadete ulaşırsak bu bizim için kurtuluştur. Bu
kurtuluş ise, kul hakkı hariç Allah’ın üzerimizdeki kulluk
hakkından kurtuluştur.
Haydi! Ey Müslüman!.. 100 yıldır yattığın
uykundan uyan! 13 asır dünyaya nuru ve hidayeti götüren ümmetin
çocukları gelin hayırda yarışalım, iyiliği emredip kötülüğü
nehyedelim. Allah ve Resulünün bize hayat verdiği şeye (Kur’an ve
Sünnete) koşalım. Hilafeti en kısa zamanda nasbedelim. Allah
Subhenehû ve Teala şöyle buyuruyor:
تلك حدود الله ومن يطع الله ورسوله يدخله جنات
تجري من تحتها الأنهار خالدين فيها وذلك الفوز العظيم (13)ومن
يعص الله ورسوله ويتعد حدوده يدخله نارا خالدا فيها وله عذاب مهين
“Bunlar, Allah'ın sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine
itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere
koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.
Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa
Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı
bir azap vardır.” (Nisa 13-14)
Bu ayetlerde dünya hayatının Ahiret ile bağlantısı ortaya
konuyor.
Dünya hayatının kıymeti:
Daha önce de değindiğimiz gibi, dünya hayatı
başlangıcı ve sonu belli olan, içerisinde insanların, hayvanların
ve daha başka canlı cansız birçok varlığın bulunduğu bir hayattır.
Bu dünya hayatında var olan her yaratık Alemlerin Rabbi olan Allah
Subhenehû ve Teala tarafından kendileri için tayin edilen sınırlar
çerçevesinde hareket etmekle sorumludurlar. Her birinin
belirlenmiş bir yaratılış gayesi ve amacı vardır. Bu konuya
işaretten alemlerin Rabbi olan Allah Subhenehû ve Teala bize şöyle
seslenmektedir:
ألم ترى أن الله يسبح له من في السماوات والأرض
والطير صافات كل قد علم صلاته وتسبيحه والله عليم بما يفعلون
"Görmedin mi ki göklerde ve yerde bulunanlar, saf saf uçan
kuşlar Allah'ı tesbih etmektedirler. Her biri kendi duasını
tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir."
(Nur 41)
Ayetlere baktığımızda, konu ile ilgili olarak
insanların ve cinlerin dışında kâinatta bulunan tüm varlıkların
yaratılış amaçlarına uygun olarak hareket ettiklerini görürüz.
Hayvanlar, diğer canlı-cansız varlıklar, hem Allah'ı tesbih
ederler hem de Mülk suresi 15. ayette belirtildiği üzere
insanların hizmetine hazır halde bulunurlar. Kesinlikle bunun
tersine hareket etmezler. Ancak insanların kâinatta var olan
eşyalardan yararlanabilmeleri için Allah Subhenehû ve Teala
tarafından her bir madde ve eşya ile ilgili özellikleri
keşfetmeleri ve buna uygun olarak hareket etmeleri gereklidir.
İnsanlar bu özellikleri keşfettikleri zaman bu eşyalar
Sünnetullaha aykırı tavır takınmazlar. Çünkü, onların yaratılış
gayeleri içerisinde hem Allah'ın kendilerine öğrettiği şekilde
O’nu tesbih etmek, hem de yaratılış özellikleri çerçevesinde
insanlara hizmet etmek yer almaktadır. Kâinatta var olan cansız
varlıkların birtakım sorumluluk taşımakla karşı karşıya
kaldıklarının bir başka delili de Allah Subhenehû ve Teala'nın şu
sözüdür:
إنا عرضنا الأمانة على السماوات والأرض والجبال
فأبين أن يحملنها وأشفقن منها وحملها الإنسان إنه كان ظلوما جهولا
"Gerçekte biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara sundukta
onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve korkup titrediler. Onu insan
yüklendi. Doğrusu insan pek zalim ve pek cahil oldu." (Ahzap
72)
Kâinatta var olan mahlûklar içerisinde
insanların ve cinlerin dışında kalanların yaratılış gayeleri ve
sorumlulukları ile ilgili durum budur. İnsanların ve cinlerin
yaratılış gayeleri ise ayette şöyle belirtilmektedir:
وما خلقت الجن والإنس إلا ليعبدوني
"İnsanları ve cinleri ancak bana kulluk etmeleri için yarattım."
(Zariyat 56)
Ancak, cinler meselesi konumuzla alakalı
olmadığı için onlarla ilgili durumu burada ele almaya gerek
duymuyoruz. İnsan olmamız hasebiyle bizim asıl konumuz insan
dairesi çerçevesindedir. Dolayısıyla ciddi bir şekilde ele
alınması ve hakkında çözümler ortaya konulması gereken varlık da
insandır. Zira cinlerin nasıl bir varlık olduklarını ve detaylıca
özelliklerini bilmediğimiz için onlar hakkında birtakım
değerlendirmelerde bulunmamız kesinlikle doğru olmaz. İnsanların
ve cinlerin dışında kalan diğer canlı ve cansız varlıklarla ilgili
çok kısa ve net olarak söylenebilecekleri ise yukarıda
belirtmiştik. Öyleyse dünya hayatının değeri ve hayat tasviri
konusunu insanla ilgili boyutuyla ele almak gerekmektedir.
Zariyat suresi 56. ayette de belirtildiği üzere
insanların yaratılış gayeleri; insanı, hayatı ve kâinatı yaratmış
olan Yüce Yaratıcıya hakkıyla kullukta bulunmaktır. İnsanların bu
kulluk görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için ise yine,
âlemlerin Rabb’inden gelen emir ve yasaklara kulak vermeleri
mutlak surette gereklidir.
Ne yazıktır ki, Osmanlı Hilâfet Devleti'nin
yıkılmasının ardından İslâm'ın pratik olarak tüm insanların
hayatından silinmesiyle birlikte Müslümanlar pusulalarını
şaşırdılar ve kendilerine kendi dinlerinden olmayan kimseleri
rehber edinmeye başladılar. Sahip oldukları İslâmi düşünceleri
yanlış, küfür fikirlerini ise doğru fikirler olarak algılamaya
başladılar. İslâm'ın kesin nassıyla bilinen apaçık ve net
hükümlerini bırakarak küfür fikirlerine uymaya başladılar.
Kendileri uyduğu gibi hükümleri de küfür düşüncelerine uydurmaya
çalışmaktadırlar. Delaleti ve sübutu kati naslarla her türlüsünün
haram kılındığı faize cevaz verdiler. Hayata bakış açılarını ve
hayat tasvirlerini İslâm'ın istediği şeklin dışında, demokratik
normlara göre değerlendirdiler. Hayatlarında yapacakları işlerin
doğruluğunu veya yanlışlığını şer'i hükümlere göre belirlemek
yerine batı düşüncesinde olduğu gibi akla göre, fayda veya zarar
kavramlarına göre belirlemeye başladılar. Allah Subhenehû ve
Teala'nın kalplerine yerleştirmiş olduğu imanın gücüne ve
üstünlüğüne güvenmek yerine makama, mevkie, zenginliğe güvenmeye
ve değer vermeye başladılar. Güçlü-kuvvetli olabilmek, bu türden
unsurları elde etmek için uğraşırken yaptıkları işlerin Şer'i
hükümlere uygunluğunu veya uygunsuzluğunu kesinlikle hesaba
katmadılar. Böyle bir şeye gereksinim duydukları zaman ise; ya
karşılaştıkları Şer'i hükümleri akıllarına göre yorumlama, ya da
Şer'i usullere uygun olmayan çıkarımları kullanarak getirdikleri
delillerle ispatlama yoluna gittiler.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Medine'ye hicret
etmesiyle başlayıp Osmanlı Hilâfet Devleti'nin yıkılmasına kadar
13 asır boyunca yeryüzünde hâkim olan İslâm Devletinin ve İslâm
hükümlerinin, hayatın her alanından uzaklaştırılmasının ardından
Müslümanların karşı karşıya kaldıkları sıkıntıların, problemlerin
ve hatalı davranışlarının nedenlerini ve çözüm yollarını ortaya
konması gerekir. |