MENFAATÇİLİK |
|
İçinde yaşadığımız zaman diliminde insanların,
fert ve toplum hayatlarında amellerinin tek ölçüsü sadece menfaat
oldu. Yine hayat tasvirlerini ve değerlerini belirleyen tek ölçü
menfaat oldu. İnsanlar tüm eşya ve olaylara, amellere sadece
menfaat açısından bakıyorlar, o açıdan tavırlarını belirliyorlar.
Bu durumdan Müslümanlar da etkilenmiyor değil. Onlar da aynı
atmosferin altında yaşıyorlar. Bu durum onlar için de aynıdır. Ne
yazık ki, buna rağmen Müslümanlar arasında da bazı kişi ve
çevrelerin çeşitli boyutlarda menfaati esas alan birlik
çağrılarında bulunduklarına şahit olmaktayız. Bu ister ferdi
menfaat olsun, ister toplumsal menfaat olsun fark etmez.
Burada, menfaatçiliğin ne kadar bozuk bir bağ
ve ölçü olduğunu, insanlığa getirmiş olduğu fesadın ve batıl
oluşunun boyutunu gösterip, İslâm açısından değerlendirmesini
yapmaya çalışacağız.
1- Menfaat bağı geçici bir bağdır. Onda
sabitlik yoktur. Onun için bu insanlar arasında sürekli, sağlıklı
bir birlik sağlayamaz. Zira kendisinden daha büyük menfaatler
karşısında büyük menfaatin tercih edilmesiyle ona dayalı bağın
varlığı kaybolur.
Buna binaen menfaat esasına dayalı oluşacak
birlikteliklerin ömrü çok kısa olur. Öylesi bir birlikteliğin
tarafları arasında sadakat ve sebatlık beklenmez. Menfaatin
gerçekleşmediği veya başka bir yerde daha çok menfaatin olduğunu
gördüklerinde, o birliktelikten hemen ayrılabilirler. Nitekim
sadece bu bağ ile başlayıp da uzun süren, devam eden hiçbir
birliktelik mevcut değildir. Devam etmesi de mümkün değildir. Zira
o menfaati belirleyen insanın kendisidir. İnsan ise bunu
belirlerken heva ve hevesleri doğrultusunda akli değerlendirmesi
ile duygularına ve heveslerine bağlı olduğundan değişkenlik
gösterir. Bugün iyi dediğine yarın kötü diyebilir. Bugün ona göre
menfaat olan bir şey yarın menfaat olmayabilir. İnsanın bir başka
özelliği ise, heva ve heveslerine terk edildiğinde kanaatsiz bir
varlık olmasıdır. Mesela; belli bir miktar menfaat sağlayan bir
birlikteliği o menfaate kanaat ederek sürdürmez. Ondan daha
fazlasını başka bir yerde görürse hemen oraya gider. İşte buna
binaen menfaat bağı; “bağ” olma özelliğinden yoksundur. Ona
çağırmak aslı olmayan bir bağa çağırmak demektir.
2- Menfaatçilik; düşmanlık ve husumet
sebebidir. Zira menfaatler çatıştığında, fertler arasında çatışma,
düşmanlık ve husumet doğar. Böylece insanlar arasındaki menfaate
dayalı birliktelikler (bütünleşme veya bağlar) hemen düşmanlığa
dönüşür. Şu halde menfaati amellerin ve birlikteliklerin esası
kılmak, insanlar arasında düşmanlık ve husumet sebebini
yerleştirmek demektir. Nitekim başka hiçbir kıymet, değer ve ölçü
katmadan, sırf menfaat esası üzerine oluşan ortaklıkların hemen
hepsinin bir müddet sonra kavga-gürültü, düşmanlık ve husumetle
bittiğine şahit olmuyor muyuz? Hatta bu nevi birliktelikler
“İslâm’i çalışma” adına da olsa, menfaat ağırlıklı olduğundan
aynen diğer ticari şirketlerde olduğu gibi düşmanlık ve husumetle
son bulmaktadırlar. Başlangıçta birbirlerini kucaklayanlar,
menfaati esas alarak ya da menfaat ağırlıklı bir birlikteliğe
girdiklerinde menfaatlerin çatışması durumunda birbirlerine kurşun
sıkar hale gelirler. Buna da sık sık şahit olmaktayız.
Buna binaen menfaat bir birleştirici bağ değil,
aslında bir tefrika unsurudur. Menfaate dayalı birlik çağrıları
aslında tefrikaya yapılan çağrılardır. “Ortak menfaatlerde
birleşelim”, “Ülkenin menfaati”, hatta “İslâm'ın
menfaati” gibi sloganlarla birlik çağrısında bulunmak ve bu
esaslar üzerine birliktelikler oluşturma gayretlerine girmek,
aslında tefrika ortamının oluşmasına çalışmak demektir. Böylesi
“toplumsal menfaat” çağrıları birlik değil tefrika sebebi
olur. Zira o noktalarda da insanlar arasında menfaati tespit,
tanım ve ölçmek bakımından anlayış farklılığı vardır. Birisinin o
noktada menfaat gördüğünü başkası zarar olarak görebilir ve bu
noktada da tefrika baş gösterir. Nitekim günümüzde Müslümanlar
arasında oluşan bir çok cemaatlerde, teşkilatlarda
“Müslümanların ortak menfaatini” hatta “İslam’ın
menfaatini” temin etme gayreti, çağrısı ve gayret içinde
olduklarını söylemelerine rağmen, aralarında hiçbir birliktelik ve
hatta bir dayanışma dahi sağlayamamaktadırlar. Ayrı olmaları ve
ayrı kalmaları şer'an caiz olmayan hususlarda dahi ayrı kalmakta,
hatta birbirlerine düşmanca tavır almaktalar. Neden? Çünkü, her
cemaat kendisine göre; “Müslümanların ortak menfaati”,
“İslam’ın menfaati” tanımını yapmakta ve diğerinin tanımı ile
çelişkiye düşmektedir. Hatta o cemaatlerin kendi fertleri arasında
dahi sürekli birliktelik fazla görülmemektedir. Zira menfaat
anlayışı değişince, o cemaatten düşman olarak ayrılmaktadırlar.
Buna binaen ne ufak ne de büyük boyutta
menfaatçilik, asla birlik unsuru değil ancak ayrılık unsurudur.
Fitne ve tefrika sebebidir.
3- Menfaatçiliği hayatta amellerin ve
değerlerin tek ölçüsü kılmak, insanları vahşi mahluk, toplumları
da hayvanlardan da vahşi ve alçak topluluklar sürüsüne dönüştürür.
Hayatta insana yaraşan tüm değerler, insani, ahlaki, ruhi değerler
silinir. Yerine sadece menfaatçilik kalır. Bu ise insanları ve
toplumları tüm insani değerlerden ve sıfatlardan soyutlayarak en
alçak mahluk konumuna düşürür. Öyle bir toplum oluşur ki ona;
“büyük balık küçük balığı yutar”, “sen kurt olmazsan kurtlar seni
yer”, “canını kurtaran kaptan”, “pazısı kuvvetli olan arslan”,
“benim anam ağlayacağına senin anan ağlasın”, “ezilmemek için
ezmelisin", "bana dokunmayan yılan bin yaşasın” vb. şekillerde
ifade edilen hayat felsefesi hakim olur. Böylesi bir toplumda
fertler bencil, egoist, acımasız, merhametsiz, şefkatsiz,
birbirlerine avlanacak av gözü ile bakan en tehlikeli vahşi
mahluklara dönüşürler. Bu en tehlikeli olanıdır. Çünkü o, düşünüp
rakibini imha etmek için bir çok çeşitli silah ve üslup icat
edebilir. Halbuki diğer mahluklar belirli silahlarla
sınırlıdırlar.
İşte bunun en somut örneği; menfaatin hayatta
tek ölçü kılındığı Avrupa toplumlarında gayet açık olarak
görülmektedir. Zira bu kapitalist toplumlarda her şey menfaate
göre ölçülür ve belirlenir durumdadır. Onun için insanlar arasında
hakiki anlamda sevgi, saygı, merhamet, şefkat adeta yok gibidir.
Hatta yoktur. Fakat onlarda hep yapmacık sevgi, saygı, merhamet ve
şefkat görünümleri vardır. Bu görüntüler de menfaate ulaşmak için
bir vasıta olarak kullanılmaktadır. Samimiyetten değil. “İnsan
hakları”, “insan sevgisi”, “insani yardım” gibi çeşitli isim,
levha ve sloganlar, kurum ve kuruluşlar ise hep sömürü çarkına
bürünmüş, şirin görünümlü ambalajlardır. Hiç biriside samimi
değildirler. Kafir Avrupa ve Amerikan’ın, o vahşi çirkin canavarın
artık pis çehresi görülmüştür.
Avrupa ve Amerika gibi kapitalist toplumlarda
insani, ahlaki ve ruhi değer kalmamıştır. Onun için o toplum ve
devletler nezdinde kadınların satıldığı fuhuş haneler, barlar,
pavyonlar ve kumarhaneler vergi dairelerine kayıtlı ve vergilerini
veriyor iseler değerli kuruluşturlar. Çünkü vergi ile devlet
bütçesine katkıda bulunarak menfaat sağlıyorlar. Bu tür
müesseseler gerektiğinde devletten maddi teşvik ve yardım
alabilirler. Fakat ibadethaneler, medreseler vb. kurumlar yeterli
gelirleri olmadığı için yıkılmaya terk edilirler ve devletten
yardım alamazlar. Çünkü onların devlet katında hiçbir kıymeti
yoktur. Zira ekonomik bir katkıları yoktur. “İnsani yardım”
adı altındaki tüm icraatlar, o devletlerin sömürü planlarının
uygulanmasının üsluplarındandırlar ve menfaat karşılığıdır.
Menfaatlerinin bulunmadığı ülkelere, o ülke insanları açlıktan
ölseler de “insani yardım” gitmez. Onlar bir elleriyle
verirler iki elleri ile alırlar. Kaşıkla verirler sapı ile
çıkarırlar. Onların “insani yardımı” işte böyledir. Öyle
değilse, en yakın örneklerine ne demeli?!. Irak halkı çoluk çocuk
kaç yıldır gıda ve ilaçsız bırakıldı, hatta ambargoya tabi
tutulmadı mı? Onlar insan değil mi? İnsani yardım nerede?!.
Bosna-Hersek’deki halk da aynı durumda. O insani yardım(?)
nerede?!. Onlar insan değil mi?!.
Kafir Avrupa ve Amerika sırf kendi
menfaatlerine ulaşmak için gerekirse tüm ülkeyi harap edebilir,
çoluk çocukları ve hatta hastaneleri dahi bombalayabilirler!. İşte
Irak’ın, Afganistan’ın tepesine çullanan vahşi kafir Avrupa ve
Amerika devletlerinin bomba yağmuru!. Bu olayın yaşandığı esnada
bir ördeğin kendi akıttıkları petrole batınca yaptığı çırpıntıyı
televizyon ekranlarında gösterdiler de acıdılar!. İşte onların
insan sevgisi ve merhametinin iç yüzü budur!. Petrolüne ve uranyum
yataklarına el koymak için Somali’ye üşüşmeleri!. Hem de insani
yardım adı altında!. Güya oradaki insanları açlıktan
kurtaracaklardır!. Şimdi o insanlar açlıktan değil, o çağdaş vahşi
sömürgeci kafir ordularının bomba yağmuru altında ölüyorlar.
Neden?!. O kafir sömürgeci batının süfli menfaatlerine
ulaşabilmesi için. Böylesi misaller çoktur. Bu misaller gösteriyor
ki, batı menfaati için her şeyi yapar. Zira menfaat onun hayatında
tek değer ve din konumundadır. İşte bu din (menfaatçilik), çağdaş
vahşi insan tipini oluşturmuştur.
Menfaatçilik sadece devletleri vahşileştirmedi,
fertleri de vahşi kıldı. Zira menfaatçiliğin en çok yaygın ve
egemen olduğu Avrupa ve Amerika’da insanlar kendi çocuklarına
kardeşlerine, yeğenlerine daha küçük yaşta iken dahi tecavüz
edebiliyorlar. Bugün milyonlarca çocuk, yakınlarının tecavüzüne
maruz kalıyor. Sırf kendi şehevi menfaatlerine ulaşma için o
kendisini korumaktan aciz zavallı çocuklara pazı kuvvetlerine
dayanarak tecavüz ediyorlar, hem de kendi çocukları olduğu halde!.
Bu, hayvanlar da bile olmayan merhametsizlik, şefkatsizlik
örneğidir!. Avrupa toplumlarının birisinde yaptığımız bir
araştırma ve gözlemde, fertler arasında şu tür düşüncelerin yaygın
olduğuna şahit olduk:
“Elinle yetiştirdiğin ağacın meyvesinin tadına
önce kendin bakman akıl işi değil mi?!.”, “Lezzetli olursa insan
eti de yemek neden abes olsun?!."
Bu tür düşüncelerin hakim olduğu bir toplum hiç
insani bir toplum olur mu? Olsa olsa; akıllarını işkembe ve
uçkurlarına bağlayan ve hayata işkembe ve uçkurlarının açısından
gördükleri menfaatler doğrultusunda bakan mahluklar topluluğu olur
ancak. Nitekim bu toplumlarda o tür düşüncelerin yaygın oluşu dışa
tezahür eden olaylarda da açıkça görülmektedir. Münferiden olan
olaylarda Amerika ve Avrupa’da insanların kesilip parçalanıp
yenildiği açığa çıkmıştır. Mesela; geçmiş senelerde Alman Gençlik
Bakanının yaptığı açıklamada; Almanya’da her yıl 50 bin ile 300
bin arasında çocuğun yakınları tarafından tecavüze uğradığını
bildirdi. Hollanda, Belçika, İngiltere, Fransa, İsviçre, İtalya
gibi daha bir çok Batı Avrupa ülkesinde de bu olay, birinci sırada
sosyal olay kategorisindedir. İşte bu, Avrupa ve Amerika
halklarının akıllarını mide ve uçkurlarına bağlayan menfaatçiliğin
hayatta amellerin tek ölçüsü konumuna çıkartılmış olmasının
faturasıdır. Bu ise, kapitalist ideolojinin bir semeresidir. Çünkü
ideoloji de menfaat, amellerin tek ölçüsüdür, mutluluğun yegane
yoludur. Mutluluk ise, gönülden geçtiği gibi yaşamak ve maddi
lezzetlerden azami derecede tatmaktır. Öyle olunca, ferdi bu
noktaya yani mutluluğa ulaştıran menfaate götürecek her şeyi
yapmak normal ve doğal görülmektedir. Kandırmak, dolandırmak,
vurmak, öldürmek, çalmak, rüşvet, fuhşiyat, vb. her şey mubah
görülmektedir. Avrupa ve Amerika’da alacağı uyuşturucu için beş on
dolara çocuğunu satmaya kalkışan anneler görülmektedir!. Anne
şefkati bile kalmamıştır. Rızk endişesi ile çocuklarını toprağa
gömen cahiliyye Araplarının yaptığı, onların zamanına mahsus
değildir. Zira bugün de anne karnındaki canlı çocuklar aynı
mantıkla kürtaj yoluyla öldürülmektedir. Hindistan’da, çocuk
dünyaya gelince, aynı mantıkla hemen boğazlanmaktadır. Kız
çocuklarının ağızlarına toprak doldurularak öldürülmektedir.
Neden?! Menfaat öyle gerektiriyor da ondan!..
İşte, menfaatçiliğin egemen olduğu Avrupa ve
Amerika insanları gerçekten en aşağı bir seviyeye düşürmüştür.
Allah’u Teala bu hususta şöyle buyuruyor:
وأوحينا إلى موسى أن ألق عصاك فإذا هي تلقف ما
يأفكون "Ayetlerimizi yalanlayan ve
kendilerine zulmetmekte olan toplumun durumu ne kötüdür."
(Araf 177)
أرأيت من اتخذ إلهه هواه أفأنت تكون عليه وكيلا (43)أم
تحسب أن أكثرهم يسمعون أو يعقلون إن هم إلا كالأنعام بل هم أضل سبيلا
"Heva ve heveslerini kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü?
Şimdi ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunun
gerçekten (söz) dinleyeceğini, akledeceğini mi sanıyorsun?
Gerçekten onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapıktırlar."
(Furkan 43-44)
Evet menfaatçiliğin, hayatta tek ölçü olmasının
getirdiği netice sadece midesini ve uçkurunu (şehvetini) düşünen,
ona göre yaşayan hayvanlar hatta onlardan da sapık mahluklar
sürüsü ortaya çıkartmak olmuştur.
Bu, menfaatçiliğin Avrupa ve Amerika’daki
semerelerinden bir kesiti idi. Ancak halkı Müslüman ülkelere
baktığımızda bu pisliğin Müslümanlara bulaştığını hatta
yaygınlaştığını görmekteyiz. Zira Müslümanlar arasındaki alakalar
hemen hemen tamamen menfaatçilik esası üzerine yapılmakta,
zihinlerde hep menfaatçilik esası üzerine şekillenmektedir. Evet
halkı Müslüman ülkelerde de Avrupa ve Amerika’daki görünümlere
rastlamak alışılır oldu. Neden? Çünkü, oralarda da menfaati
hayatta amellerin tek ölçüsü kılan kapitalist ideoloji hakimdir.
Bu ideoloji ve ölçüsü menfaatçilik, gerçekten o toplum ve fertleri
de ifsat etmiş, hayatlarını kokuşturmuştur. O toplumlarda da
İslâm’i ve insani değerler yok olmaya yüz tutmuş, insanlar o
çağdaş vahşi canavar Avrupalı ve Amerikalı insan tipine
dönüşmüştür. Mesela; Türkiye’de bir şahıs, acil konumda dahi olsa
hastaneye getirildiğinde o şahsa gerekli tıbbi müdahale yapılmadan
önce cebine, cüzdanına bakılmakta, eğer cebi boş ya da yetersiz
ise hastaneden atılmaktadır. Yani insani değer yok olmaya yüz
tutmuştur. Nitekim insanların en zayıf anları ve hallerinde
onların sömürülmeleri ön plana çıkmıştır. Mesela; bir insanın en
zayıf olduğu an def-i hacet halidir. Kamu yerlerinde tuvaletlere
parası olmayan giremez durumdadır. İnsanın en zayıf olduğu
hallerden biride yolculuk halidir. Yol güzergahları adeta yasal
soyguncularla dolup taşmakta, bir bardak suyu dahi fahiş fiyatlara
satmaktadırlar.
Devlet, “vergisi verilmiş kazanç kutsaldır”
demekte, hatta fuhuşhane işletmecilerine vergi verdiklerinden
dolayı madalya takmakta ve onları ödüllendirmektedir. Devlet
televizyonlarındaki yalancılığa teşvik eden, 900’lü numaralarla da
her türlü dolandırıcılık, kumar ve fuhşiyatı körüklemekte olan
programlara ağırlık verilmektedir. Ahlaki değer yok olmaya yüz
tutmuştur. Yöneticiler başta olmak üzere tebaadan fertler hep
birbirlerini kandırma, dolandırma, sırtından geçinme, yolsuzluk ve
vurgunculuk peşindeler. Üç kuruşluk menfaat uğruna başkalarına
milyonlarca zarar yapabilmektedirler. Amellerde Allahu Teala
ahiret, cennet, cehennem hiç akıllara gelmemekte, hep maslahat
menfaat göz önünde bulundurulmaktadır. Ruhi değer yok olmaya yüz
tutmuştur. Müslümanların aralarında oluşturdukları cemaatler,
hatta İslâm’i faaliyet diye isimlendirilen faaliyetler, hemen
hemen hepsi menfaat ölçüsü ile hareket eder duruma gelmişlerdir.
Müslümanlar arasında gerçek anlamda İslâm’i sevgi, saygı,
muhabbet, kardeşlik, Müslüman kardeşini kendisine tercih etmek
gibi hasletler adeta yok olmaya yüz tutmuştur.
Öyle ki, Müslümanların zihinlerinde menfaati
gerçekleştiren her şey adeta şeriattan addedilmiştir. Halbuki
menfaati belirleyen şeriattır. Şeriatı belirleyen menfaat
değildir. Çünkü insanlar kendilerine hakiki menfaati neyin
sağladığını, neyin sağlamadığını kestiremezler. Zira insan,
mücerret olarak kendisi menfaati belirlemeye kalkıştığında
duygularının ve çevresinin tesirinden kurtulamaz. Bundan dolayı
insan için dünya ve ahirette asıl menfaat, şeriatın emir ve
nehiylerine uymaktır. Müslüman için, şeriatın cevaz vermediği bir
hususta menfaat yoktur. Çünkü Müslüman için menfaat anlayışı dünya
ve ahireti de kapsar, sadece dünyayı değil. Zira onun için hayat,
sadece bu hayat değildir. Bu hayat asıl ve ebedi hayatın yanında
çok kısa bir metaıdır (geçinme yeridir). Dolayısıyla insanın
hayatı derinlemesine tüm boyutları ile kavraması mümkün olmadığına
göre, insan kendisi için hakiki menfaatin ne olduğunu bilemez. Onu
ancak insanın ve hayatın Rabbi olan Allah bilir ve bildirir.
İnsanın kendisinin menfaat olarak gördüğü şeyler ise hayatta ölçü
olmaya hiç elverişli olmazlar, olsa olsa ölçüsüzlük olurlar. Zira
ölçüde asıl olan istikrardır. Halbuki insanın kendisinin menfaat
anlayışı istikrarlı olmaz.
Onun için İslam; insanlara bu işin hakikatini
izah etmiş, gerçek menfaatin ancak Allah Subhânehu Ve Teala’nın
rızasına nail olmak olduğunu bildirmiştir. Zira insan için gerçek
mutluluk ancak Allah’ın rızasına nail olmakla elde edilir. Aksi
halde ise hüsran vardır. Allah Subhânehu Ve Teala’nın rızasından
uzak kalmakta insan için dünyada sıkıntı, musibet, felaket, fitne,
ahirette ise hüsran ve elim azap vardır. O halde insanın hakiki
menfaati ancak Allah Subhânehu Ve Teala’nın rızasına uygun
davranışta bulunmakla, yani Allah’ın şeriatına uymakla olmaktadır.
İşte bu bakış açısı, Müslümanlarda var oldukça
onlar arasındaki ilişkilerin esasını ve ölçüsünü Allah’ın emir ve
nehiyleri teşkil eder. Toplumsal yaşamı tanzim eden devlette,
insanlar arasındaki ilişkileri bu ölçü ile tanzim edince, o
toplum, artık İslâm’i ve insani değerlerin yaygın olduğu, Allah’ın
boyası ile boyanmış mümtaz bir toplum olur. İşte böyle bir
toplumda sevgi, saygı, kardeşini kendisine tercih etmek hasletleri
tezahür eder.
Nitekim, İslâm'ın tesis ettiği o güzide
toplumun en güzel örneği Asrı Saadette sahabeler arasındaki o
mümtaz alakalar yumağıdır. Onda menfaatçiliğin adeta izi bile yok.
Bir misal: Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem Medine’ye vardığında
Muhacir ve Ensar arasında bir kardeşlik tesis etti. Bu tesis
menfaat üzerine mi idi? Kesinlikle hayır, menfaatçilik kesinlikle
söz konusu olmadı. Sadece ve sadece İslâm'ın getirmiş olduğu
Allah’ın hoşnutluğunu kazanma ölçüsü ile oldu. Muhacirler Ensar
için kan ve akrabalık bağları bakımından tamamen yabancı
insanlardı. Fakat İslâm, o insanları birbirlerine kardeş yaptı.
Birbirlerini bağırlarına bastılar, kardeşlerini kendilerine tercih
ettiler. Hiçbir menfaat beklemeden evlerini, tarlalarını, bağ ve
bahçelerini kardeşlerinin hizmetlerine sundular.
İşte o güzide insanlardan bir misal daha: Tebük
gazvesinde yaralılardan birisi; “su” diye imdat isteyip bir
kişi ona su götürdüğünde bir başka yaralıdan yine; “su”, “imdat”
sesi gelince, o yaralı suyu içmekten vazgeçip; “kardeşime
götür. Ben zaten gidiciyim.” diyerek ikinci şahısa gönderdi.
İkinci şahıs da aynı şekilde üçüncü şahsın; “su” imdadı
karşısında onu, kendisine tercih etti. Üçüncü şahıs ise, kendisine
su yetişmeden ruhunu teslim etti. Diğerleri de aynı şekilde
ruhlarını teslim ettiler. Yani kardeşlerini kendilerine tercih
ederek çok yüce bir şerefle şehit oldular. Allahu Teala onların bu
halini şöyle tasvir etti:
والذين تبوءوا الدار والإيمان من قبلهم يحبون من
هاجر إليهم ولا يجدون في صدورهم حاجة مما أوتوا ويؤثرون على أنفسهم
ولو كان بهم خصاصة ومن يوق شح نفسه فأولئك هم المفلحون
"Daha önceden (Medine’yi) yurt edinmiş ve gönüllerine imanı
yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenleri severler
ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar.
Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih
ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa
erenlerdir.” (Haşr 9)
Hayatta amellerin ölçüsünün menfaat olması
insanı cimri, bencil ve hasetçi kılar. İnsan bu menfi hasletler
içinde dünya hayatını sıkıntılı ve bunalımlı geçirir. İnsan kendi
nefsine dahi cimri olur. Maddi varlık içinde dahi sıkıntılı ve
bunalımlı olur. Menfaatin zail olacağı endişesi başkalarındaki
menfaati elde edememenin haseti ile dünyası da ahireti de kararır.
Kişinin kendisini cimrilikten kurtarmasının yolu, menfaatçilik
illetinden kurtulmasından geçer.
İşte, o ulvi gaye (Allahu Teala’yı razı etmek
gayesi) insanın ufkunu genişletir ve ulvîleştirir, insanı aziz
kılar, şerefli kılar. Menfaatçilik gibi basit gayeler ise,
insanları sefil ve şerefsiz kılar.
Eğer Müslüman hakiki maslahatın, menfaatin
ahirette olduğuna inanır ve ona göre tavır alırsa, Allah Subhânehu
Ve Teala dünyayı onun ayakları altına serer. Aksi olursa insan
dünyada en sefil ve zelil konuma düşer. Allahu Teala insan için
asıl menfaatin ahirette olduğunu şöyle açıkladı:
الله يبسط الرزق لمن يشاء ويقدر وفرحوا بالحياة
الدنيا وما الحياة الدنيا في الآخرة إلا متاع
“Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya
hayatı ile şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı ancak
bir geçimlikten ibarettir.” (Rad 26)
قل متاع الدنيا قليل والآخرة خير لمن اتقى ولا
تظلمون فتيلا “Deki dünya metaı
(menfaati) önemsizdir. Allah’tan korkanlar için
ahiret daha hayırlıdır.” (Nisa 77)
Hayatı, sadece bu dünya hayatı zannedip
menfaatçiliği hayatta tek ölçü kılanlar, böylelikle ahireti ve
onunla alakalı değerleri hiçe sayanlar, Allah’tan geleni inkâr
edenler için Allah’ın ikazı ne şiddetlidir:
“Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir
kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası
ancak dünya hayatında rüsvalıktır. Kıyamet gününde ise en şiddetli
azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduğunuzdan asla gafil
değildir. Onlar ahirete karşılık dünya hayatını satın alan
kimselerdir. O halde onlardan azap azaltılmaz onlar kendilerine
yardım edilenlerden de olmazlar.” (Bakara 85-86)
“Kullardan dilediğine Allah’ın lütuf ve
ihsanından göndermesini kıskandıkları için Allah’ın indirdiklerini
inkâr edip kendilerine karşılık satın aldıkları şey ve o sebeple
de önceden gelmiş bir lanet üstüne gazaba uğramaları ne kadar
kötü! Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.” (Bakara
90)
Halbuki basiret sahibi, menfaatçiliğin göz ve
gönüllerini köreltmediği insanlar daha uzak ufuklara bakarlar,
ulvi gayeler uğrunda yücelirler, menfaatçilik batağında
boğulmazlar. Onlar ulvi gaye olan Allah Subhânehu Ve Teala’nın
cennetini, rızasını kazanmayı hesap ederler ve bu uğurda gerekirse
mallarını, canlarını, her şeylerini verebilirler ve Allah’a
ulaşmanın umudu gururu içinde mutlu olurlar. Onlar büyük kurtuluşa
ererler. Allahu Teala onlar hakkında şöyle buyuruyor:
ومن الناس من يشري نفسه ابتغاء مرضاة الله والله
رءوف بالعباد “İnsanlardan öyleleri
vardır ki; Allah’ın rızasını almak için kendisini satar. Allah’ta
kullarına şefkatlidir.” (Bakara 207)
إن الله اشترى من المؤمنين
أنفسهم وأموالهم بأن لهم الجنة يقاتلون في سبيل الله فيقتلون ويقتلون
وعدا عليه حقا في التوراة والإنجيل والقرآن ومن أوفى بعهده من الله
فاستبشروا ببيعكم الذي بايعتم به وذلك هو الفوز العظيم
“Allah, müminlerden mallarını ve canlarını onlara
(verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar
Allah yolunda savaşırlar. Öldürürler, öldürülürler. (Bu)
Tevrat’ta, İncil’de ve Kur'an’da Allah üzerine hak bir vaattir.
Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde
onunla yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte bu
gerçekten büyük kurtuluştur.” (Tevbe 111) |
|