a- Korku:
Ümmetin geçmişteki cesaretine kavuşmasını
sağlayacak olan en önemli faktörlerden bir tanesi de "korku"
mefhumudur. Konumuzun akışında korku nedir, insanlar üzerindeki
tesirleri nelerdir, ümmeti korkuya sevk eden nedenler ve ümmetin
yeniden eski cesaretine kavuşmasının nasıl gerçekleşeceği üzerinde
durmak istiyoruz.
Korku kelimesi; bir şeyden çekinme, bir
varlık karşısında acizliğe düşme, herhangi bir şeyi tehlike olarak
kabullenme ve çekinme gibi ifadeleri içerir.
Şu bir gerçek ki, insan aciz bir varlık olarak
yaratılmıştır. Aciz olması ise muhtaç olmasından dolayıdır.
Bununla birlikte eşyadaki özellikler gibi insandaki özellikler de
Allahu Teala tarafından yaratılmıştır. İçgüdü ve uzvi ihtiyaçlar
gibi. Korku olayı insanda iki şekilde tezahür eder:
1- Fıtratından gelen korku ki, şu şekilde
izah etmek mümkündür: İnsanın aciz olması, insanın sınırlı bir
varlık olduğunu gösterir. Sınırını aşan bir olay karşısında insan
acizliğini gizleyemez. Eşyadan üzerine vaki olan herhangi ani bir
olay karşısında acze düşer. İşte insanın iradesi dışında
gerçekleşen bu olay bir anlık korkuyu meydana getirir. Bu olay
refleks olarak da adlandırmaktadır. Yalnız burada şunu zikretmek
gerekir ki, refleks olayı insanın organlarından tezahür eder. Ani
irkilmeler buna bir örnektir. Fıtrattan olan korkuyu ise, şu
örnekle daha iyi anlayabiliriz: İnsan yolda yürürken önüne aniden
bir taşın düşmesi veya ağaçlık bir yerden geçerken aniden önüne
çıkan iri bir köpeğin karşısında meydana gelen ani tezahür gibi.
Fıtrattan doğan korkuyu insan kendisinden söküp
atamaz. İradesi dışında gerçekleşen bu olayda insanın hiçbir rolü
yoktur ve bu olay uzun süreli de değildir. Kısa bir an içerisinde
meydana gelir ve olayın şoku geçince fıtrattan olan korku olayı da
kalkmış olur. Şokun tesiri geçer geçmez de insanın iradesi devreye
girer ve olay karşısında tavrını ortaya koymaya çalışır.
Şunu da belirtmek gerekir ki, bizzat insana
hükmeden dairede gerçekleşen bir olay olduğu için fıtrattan gelen
korkudan dolayı insan üzerine sevap veya günah yoktur. Çünkü
insanın iradesi dahilinde gerçekleşen bir şey değildir. Bu tip
korku genellikle bütün canlılarda meydana gelir.
2- İnsanın iradesi dahilinde vukua gelen korku
olayı ise yukarıda bahsettiğimiz olaydan bambaşkadır. Bunu da şu
şekilde açıklamak mümkündür: İnsanın, fıtratından gelen korkuyu
söküp atması mümkün değildir. Böyle olunca korku insanın üzerinde
kalıcılık arzeder ve insan hayatı boyunca bir şeylerden korkmaya
mahkum olur. Bu husus yani “korkma” iradesi dahilinde de böyledir.
İkisini birbirinden ayıran özellik ise, insanın taşımış olduğu
fikir doğrultusunda bir gücün arkasına sığınmasıdır. Hayat
hakkında sahip olunan fikirler insanın eşya ile olan alakasından
ortaya çıkar. Neden korkup, neden korkmayacağını da insan, eşya
ile olan alakasından doğan fikir ile ortaya koyar. Eşya hakkındaki
fikirler, insanın ya kendisinden doğar veya Allahu Teala’dan
gelir. İrade dahilinde olupta olayların dehşeti karşısında meydana
gelen korku, insanın taşıdığı fikirden öte aczinden doğan bir
neticedir. Fakat birçok dehşetli anlar, üzerine gelen güçlü
saldırılar ve kâfirlerin sahip olduğu silah gücü gibi hususlar
fikirden doğan güç ile yenilebilir. İşte bu konuda insan ölüme
bile meydan okuyacak öyle bir fikre sahip olmalıdır ki onu hayatta
güçlü ve cesaretli kılabilsin.
İnsan, korku konusunda vicdanına göre hareket
ederse yanılır. Bu yanılgı her insanda korkunun çeşitlenmesine
neden olur ve farklı farklı şeylerden korkma insanlar arasında
yaygınlık kazanır. Çünkü insanlar eşit tabiatta yaratılmamıştır.
Bundan dolayı, eğer korku etkenleri insanın vicdanına bırakılırsa
günümüzde de olduğu gibi kimilerinin ağaçtan, kimilerinin yapmacık
putlardan, kimilerinin ateşten ve benzeri şeylerden korktuklarını
görürüz. Hatta daha da ileri giderek bunları ilahlar edinmeye
başlarlar. Vicdan çoğu zaman yalnız hareket ederse, aslını
kavrayamadığı şeylere aslı olmayan birtakım düşünceler de katar.
Bu yüzden de insan sapıklığa düşer. Bugün insanların kendi yapmış
oldukları nizamlardan yine kendisinin korkması, elinde fazla
silahı olandan çekinmesi, büyük toplumlardan sakınması gibi...
İslâm nizamı korku mevzuunda vicdanı yalnız
bırakmamıştır. Bu konuda aklı vicdanla kullanmayı emretmiş ve
korkulması gerekenin bütün eşyayı yoktan var eden Allahu Teala
olduğunu göstermiştir. Bunu her aklıselim insan biraz tefekkür
edince anlayacaktır. Böylece mahlûkatın yaratıcısını bulduğu gibi
aczinden dolayı ona boyun eğmenin gerekliliğini anlayacak ve
sadece ondan korkmanın, imanının bir parçası olduğu noktasında
mutmain olacaktır. Böylece asıl korkulması gerekenin ne olduğu
kişide açıklığa kavuşacaktır. Nitekim Allahu Teala bu konuda şöyle
buyuruyor:
ياأيها الذين آمنوا اتقوا الله
"Ey müminler Allah'tan korkunuz."
(Bakara 278)
فاتقوا الله ياأولي الألباب لعلكم تفلحون
“Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah’tan korkunuz ki kurtuluşa
eresiniz.” (Maide 100)
Görüldüğü gibi, ayetlerde Allahu Teala korkudan
bahsederken insanların iradesi dahilinde olan korku üzerinde
durarak, kendisinden korkulması gerekliliğini beyan ediyor. Ayet
ve hadiste bakıldığında insanın üzerine zuhur eden yani insanın
iradesi dışından gelen korku hakkında hesaba çekileceğine dair
hiçbir delil varit olmamıştır. Fakat insanların iradesi dahilinde
gerçekleşen korku hakkında birçok delil mevcuttur. Allah Subhânehu
Ve Teala bazı ayetlerinde insanların neden korkmaları gerektiği
husussunda beyanda bulunmuştur. Cehennemin ateşiyle korkuttuğu
gibi. Allahu Teala bu hususta şöyle buyuruyor:
وتعاونوا على البر والتقوى ولا تعاونوا على الإثم
والعدوان واتقوا الله إن الله شديد العقاب
“İyilik ve (Allah'ın yasaklarından)
sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine
yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.”
(Maide 2)
Allahu Teala'dan korkan insanlar onun emrine
sarılarak Allah Subhânehu Ve Teala'nın istemiş olduğu şekilde
yaşamaya çalışırlar.
Yine ayetleri incelediğimiz zaman korkuyla
ilgili gelen ayetlerin vakıasının iman ile bağlantılı olduğunu ve
Allah Subhânehu Ve Teala’dan gerektiği gibi korkanların talep
edilenleri (emir ve nehyi) yerine getirmelerinin istendiğini
görürüz. Şu ayette olduğu gibi;
إنما ذلكم الشيطان يخوف أولياءه فلا تخافوهم
وخافوني إن كنتم مؤمنين
"O şeytan sizi
yardakçıları ile korkutur. O halde gerçekten mümin iseniz onlardan
değil benden korkunuz." (Ali İmran 175)
Allahu Teala'ya iman, Allah'dan korkmayı
beraberinde getirir. Bununla beraber onun düşmanlarına karşı da
cesareti doğurur. Bu noktada Allahu Teala şöyle buyurdu:
قال الذين يظنون أنهم ملاقو الله كم من فئة قليلة
غلبت فئة كثيرة بإذن الله والله مع الصابرين
"Kuşkusuz Allah'a kavuşacaklarını bilenler ise şöyle dediler; Nice
az bir topluluk daha kalabalık bir topluluğu Allah'ın izni ile
yenmiştir." (Bakara 249)
منكم عشرون صابرون يغلبوا مائتين
"Eğer sizden yirmi sabırlı kişi olursa bunlar, iki yüz kafiri
yenerler…" (Enfal 65)
Bunlara benzer birçok ayeti görmemiz mümkündür.
Ayetlerde iman edenlerin Allah Subhânehu Ve Teala'dan korkarak ona
sığınıp cesaret bulacaklarını göstermektedir. Burada şu nokta
ortaya çıkmaktadır ki o da; korkulan şeyin her şeyi kapsayıcı ve
aynı anda da güven verici bir vasfa sahip olmasıdır. İnsan fıtratı
gereği korktuğu şeyden kaçarken güven duyacağı bir varlığa yönelme
gereği duyar. Allahu Teala bu hususu korkunun ve güvenin kendisine
yapılmasının gerektiğini Kur’anı Kerimde şöyle bildirmektedir:
ياأيها الذين آمنوا اذكروا نعمة الله عليكم إذ هم
قوم أن يبسطوا إليكم أيديهم فكف أيديهم عنكم واتقوا الله وعلى الله
فليتوكل المؤمنون
“Ey iman edenler! Allah'ın
size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya
yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan
korkun ve müminler yalnızca Allah'a güvensinler.”
(Maide 11)
Korkunun ittiği güven hususu gerçekten önemli
bir noktadır. Tabii ki, burada korku ve güvenin ne derece de
sahiplenildiği de önemlidir. Yüzeysel bir anlayışla sahiplenilen
korku ve güven insanı etkilemediği gibi zillete duçar kılar.
İnsanı ikiyüzlü ve menfaatpers bir şahsiyete sahip olmaya
yöneltir. Ayrıca büyük işlerin başarılması, güçlerini sadece
insani güçlerin sınırlar içerisinde mütalaa eden kimselerin eliyle
mümkün olmaz. Zira bir insan, sadece bir insanî güce bakarsa onun
görüş sınırları içerisindeki insan gücü kadar çalışır. Böylece
onun elleri ve kulakları kısalır. O kişi büyük işleri başarmak bir
yana, basit işleri bile gerçekleştirmekten aciz duruma düşer.
Fakat hedeflerini gerçekleştirmek için insan
gücünün ötesinde kendisine yardım eden bir kuvvetin varlığına
inanan insanlar, bu kuvvete dayanarak kendi kuvvetlerini kat kat
aşan daha büyük işleri gerçekleştirmeye yönelirler. Sadece insanî
güce bakıldığı zaman onun sınırlı olduğu görülür.
Bu açıdan meseleye bakan kimse kendi işlerini
sınırlandırır, onlara bir sınır çizer. Fakat ona daha geniş bir
açıdan bakıldığı zaman, insan kuvvetinin üzerinde Allahu Teala'nın
kuvvetine sığınırsa bundan dolayı insan kendi gücünden kat kat
büyük işleri gerçekleştirerek tasavvur edemediği ve imkânsız
gördüğü işleri başarabilir. Yeter ki kendi kuvvetinin ötesinde
kendisine yardım eden başka bir gücün varlığına iman etsin. O
zaman insanın kudreti için sınır olmaz. Hatta Allahu Subhânehu Ve
Teala'ya iman etmeyen bazı kimseler bile (başka bir varlığın
gücüne inanarak) büyük işlere atılırlar.
Gerçek anlamda korku ve güvenin hasıl olduğu ve
bunun vermiş olduğu etki ile nice kişi ve toplumlar canlılık
kazanır, çevre ve dünyada etkin olmak için tereddüt etmeden
harekete yönelirler. İlk dönem Müslümanları (sahabeler, tabiin ve
daha sonrası) bu noktada en büyük örneği teşkil eder. Onlar
imanlarının vermiş olduğu cesaretle birçok büyük işlere
atılmışlar, kendilerinden büyük olan nice orduları yenmişler,
cesaretlerini kat kat artırmışlar ve de yeryüzünün efendileri
haline gelmişlerdir.
Nitekim bu durum 1924'lere kadar ulaşmıştır. Bu
dönemden sonra ise Müslümanların hallerinde büyük değişiklikler
görmekteyiz.
Akideye inançlarındaki zaaflık ve güvensizlik
Müslümanların hayatlarına tesir etti. Hayatta İslâm'ın hükümlerini
tatbikten uzaklaştılar. İslâm'ın fikirleri yerine küfrün fikir ve
mefhumları hayatlarında hakim olmaya başladı. Bu hal ise, ümmeti
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in buyurmuş olduğu şu hale
getirdi:
Sevban Radiyallahu Anha'dan rivayetle;
"Belki siz o gün çoksunuz. Fakat siz selin üzerinde taşıdığı
çerçöp gibi dağınık olacaksınız. Allah sizin korkunuzu
düşmanlarınızın kalbinden çıkaracak, Allah sizin kalbinize korku
atacak." (Sünen-i Ebu Davud, c.5 s.104)
Günümüzde Allahu Teala'ya olan güven
sarsılınca, Müslümanlar hayata daha çok sarılmaya, dünyalarını
kaybetmekten korkmaya başladılar. Dünya sevgisi onların
nefislerinde yer edindi. Bu hal ise beraberinde ümmetin basit
şeylerden korkmasını gündeme getirdi. Onların nefislerinde hakim
olan bu anlayış ve tavırlarına yansıyan hal düşmanlarına cesaret
kazandırdı.
İmanlarında zaafa uğramayanlar ve iman edip de
Allah'ın emir ve nehiylerine sarılanların ayırımını Allah
Subhânehu Ve Teala Kur’anı Kerimde şöyle bildirmektedir:
إذ يوحي ربك إلى الملائكة أني معكم فثبتوا الذين
آمنوا سألقي في قلوب الذين كفروا الرعب فاضربوا فوق الأعناق واضربوا
منهم كل بنان
"Rabbin meleklere
vahyetmişti ki, şüphesiz ben sizinleyim. İman edenlere sağlamlık
katın, küfre sapanların kalplerine amansız korku salacağım..."
(Enfal 12)
Bugün ümmet, imanlarının gereği olan Allah
korkusunu basite almaktadır. Boş gözlerle baktıkları hayat
tasavvurları ufuklarını karartmıştır. İmanla olan bağlarını birçok
hususta kopararak İslâm'dan uzak yaşarken kalplerine de korku
hakim olmuştur. Bundan dolayı da düşmanları onları fikrî,
ekonomik, maddi yönden istedikleri gibi sömürebilmektedir. Bütün
bunların karşısında dünyayı ve hayatı çok seven korkak, imandan
yoksun olan kâfirler, Müslümanların bu günkü zayıf hallerini
fırsat bilerek Müslümanlara karşı cesaret bulmuşlardır. Onlarda
gerçek anlamda bir cesaretin olduğuna da inanmıyoruz. Onların
bugünkü şımarık tutumları ve zalimane saldırılarını ancak
karşılarında kendisini gösterecek siyasi bir varlığın olmadığına
bağlamak daha doğru olur.
Öyle ise Allah'a karşı olan
sorumlulukları ve O’na olan korkumuzu hatırlayalım. İmanımızın
gereği olan Allah korkusunun önemini yeniden gözden geçirelim.
Hatırlayalım ki, O’ndan korkup yine O’na güvenerek hayatımızda
cesaret doğsun. Onun emir ve nehiylerine sımsıkı sarılalım ki
kimden korktuğumuzun hayati yönü ortaya çıksın. İslam’i hayatı
tekrar hakim kılmak için teşebbüse geçelim ki, imanımızın alevi
yeniden yeryüzünde yangına dönüşsün ve kırılan cesaretimiz Raşidi
Hilafetle yeniden canlılık kazansın.