MÜ'MİNİN
YAŞAMINDA, ALLAH İNANCININ YANSIMASI |
|
b- Üstünlük:
İslâm ümmeti onları kâinatın efendisi yapan,
dünyanın lideri haline getiren, İslâm akidesine olan
bağlılıklarını kaybettikten, İslâm düşüncesinden uzaklaşıp İslâm
dışı düşüncelere göre düşünüp hareket eder olduktan sonra zelil
bir hale geldiler. Bir zamanlar kendisine boyun eğen kavimler
Müslümanları kendilerine boyun eğdirmeye başladılar. Müslümanlar
ekonomik, siyasi, kültürel yönden tamamen onlara bağlandılar.
Onlar gibi düşünmeye, onlar gibi yaşamaya başladılar.
İslâm'ın indiği yıllarda yeryüzünün en cahil
toplumlarından birisi olan Arap toplumunu İslâm akidesi, çok kısa
bir süre içerisinde bütün insanlığın kendisine gıpta ile baktığı
bir toplum haline getirdi. İslâm akidesine ve bu akideden çıkan
düşüncelere, nizamlara sımsıkı sarılmaları sayesinde çok geçmeden
dünyanın dört bir yanında hakimiyet kurdular. Müslüman olmadan
önce adeta secdeye kapanırcasına eğilerek girdikleri,
çapulculukları ile tanınan bir kavim tek başlarına İslâm'ı tebliğ
eden bir elçi olarak gittikleri İran'da kralın huzurunda el etek
öpmeyi kabul etmez hale geldiler. Daha önce dünyevi bir şeyler
almak için gittikleri toplumlara hidayeti, nuru, hakkı ve adaleti
götürdüler. Gittikleri yerlerde yaşayan toplumlara, insanlığı,
insanca yaşamayı öğrettiler. İnsanları kula kulluktan Allahu
Teala'ya kulluğa döndürdüler. Efendimiz Muhammed Sallallahu
Aleyhi Vesellem'in elinde dalgalanmaya başlayan bu bayrak Sahabei
Kiram efendilerimizin elleri ile Raşit hâlifeler döneminde de
dalgalanmasını sürdürdü. Onların ardından gelen Müslümanlar da
aynı minval üzere bu bayrağı şerefle dalgalandırdılar. Bu bayrağı
yeryüzünde şerefle dalgalandırdıkları sürece de dünyanın efendisi
oldular. Dünyada dönemin süper devleti olarak her halleriyle bütün
dünyaya örnek gösterildiler. Başka ümmetten olan birçok insan
kendilerine gıpta ile bakar oldu. Müslüman olduktan sonra hiç
kimseye boyun eğmediler. Daima başları dik, alınları açık, izzetle
ve şerefle yaşadılar. Ne zaman ki Müslümanların nefislerinde İslâm
akidesi zayıfladı, akideye olan bağlılıkları gevşedi, işte o zaman
başka toplumlar tarafından sömürülmeye, hakarete uğramaya,
ezilmeye, kadınlarına ve kızlarına tecavüz edilmeye başlandı.
İslâm'ı bırakıp her şeyde batıyı taklit etmeye başladılar.
Tıpkı Allah'ın Rasulü Muhammed Sallallahu
Aleyhi Vesellem'in şu hadisinde dediği gibi:"Siz sizden
öncekileri adım adım, karış karış takip edeceksiniz. Hatta
onlardan birisi kertenkele deliğine girse siz de onların peşinden
kertenkele deliğine gireceksiniz." Bunun üzerine sahabe: "Onlar
Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?" diye sorunca Allah'ın Resulü:
"Başka kim olabilir?!" diyerek onların sorularını
cevaplıyordu. Allah Teala yüce kitabında İslâm ümmetini şöyle
vasıflandırmaktadır:
وكذلك جعلناكم أمة وسطا لتكونوا شهداء على الناس
ويكون الرسول عليكم شهيدا "Böylece sizi
insanlara şahit ve örnek olmanız için vasat
(tam ortada bulunan) bir ümmet kıldık. Peygamber
de size şahit ve örnektir." (Bakara 143)
Bu ümmetin orta bir ümmet olması demek üstün,
seçkin ve en önde bir ümmet olması demektir. Çünkü Arap lügatinde
"vasat" kelimesi; bir şeyin en yükseği anlamına
gelmektedir. Bu nedenle İslâm ümmeti sahip oldukları akideleriyle,
İslâm dini ile peygamberleri ile ve daha birçok yönü ile en üstün
bir ümmettirler. Bu ümmet geçmişte seçkin, lider bir ümmet olma
sıfatını kazanıp asırlar boyunca da bu sıfatlarını korudukları
gibi bugün de bu sıfatlarını koruyabilirler. Bunun için de
akidelerine ve akidelerinden çıkan düşüncelere, sımsıkı
sarılmalıdırlar. Akidelerinin gerektirdiği şeyleri yerine
getirmede Allahu Teala'ya tam anlamıyla güvenmelidirler. Çünkü
gerçekte üstün olan Müslümanlardır. Allahu Teala bu hususu
kitabında şöyle bildirmektedir:
ولا تهنوا ولا تحزنوا وأنتم الأعلون إن كنتم
مؤمنين "Üzülmeyin, gevşeklik
göstermeyin eğer iman ettiyseniz üstün olan sizsiniz." (Ali
imran 139)
Ayet Müslümanlara üstün olduklarını,
üzülmemeleri, gevşememeleri gerektiğini bildirmektedir. Ancak bunu
iman etme şartıyla bağlantılı hale getirmektedir. Bunun için
Müslümanlar kendilerinin dışındakilerin onlardan daha üstün
olduklarını sanmamalıdırlar. Onların üstün olduklarını zannedip de
onlara benzemek için özenmemelidirler. Yukarıdaki ayetin
tefsirinde konu ile ilgili olarak rahmetli Seyyit Kutub şunları
söylemektedir:
"Uğradığınız zaaftan dolayı üzülmeyin. Musâb
olduğunuz belalardan dolayı gevşemeyin. Siz gerçekten
inanıyorsanız en yücesiniz... Sizin inancınız yücedir... Çünkü siz
yalnız Allah'a secde ediyorsunuz. Onlarsa Allah'ın yarattığı
mahlukata, eşyaya secde ediyorlar. Sizin yolunuz yücedir. Çünkü
siz Allah nizamına inanıyorsunuz. Onlarsa Allah'ın yarattığı
kişilerin yaptığı nizamlara inanıyorlar. Sizin devriniz yücedir.
Çünkü siz bütün bu beşeriyete vasi, insanlığa rehbersiniz. Onlarsa
yollarını yitirmiş yol kaçkınıdırlar. Sizin yeriniz yücedir. Çünkü
yeryüzünün verasetini Allah size vadetti. Onlarsa yokluğa gömülüp
unutulmaya mahkum olacaklardır. Eğer siz gerçekten inanıyorsanız
çok yücesiniz. Gerçekten inanıyorsanız gevşemeyin, üzülmeyin,
yenmek yenilmek Allah'ın değişmez kanunudur. Cihad ve çalışmadan
sonra ancak ahiret mutluluğuna erişirsiniz."
Kıyamete kadar bizler için ebedi risalet
kaynağı olan, okuduğumuz her ayeti sanki bugün henüz inmişçesine
canlılığını koruyan Kur’an'ı Kerim'de Uhud savaşı ile ilgili
olarak inen ayetlere şöyle bir göz gezdirelim de o günkü
sahabelerin düşmanları karşısındaki davranışlarının nasıl olduğunu
görelim. Allahu Teala şöyle buyurdu:
الذين قال لهم الناس إن الناس قد جمعوا لكم
فاخشوهم فزادهم إيمانا وقالوا حسبنا الله ونعم الوكيل
"İnsanlar onlara; Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu
topladılar, onlardan korkun dediler. Bu onların imanını arttırdı
da, Allah bize yeter o ne güzel vekildir, dediler."(Ali
imran 173)
Evet, o gün Mekkeli müşrikler Müslümanlar
üzerine top yekûn hücuma kalkmış, onlarla savaşmışlar ve Uhud günü
Müslümanlar 70 şehit vermişlerdi. Müşrikler savaş meydanından
çıkıp gittikten sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem
onların Mekke'ye döndüklerinden emin olmak için onların arkasında
yalnızca savaşa katılan Müslümanlarla takibe koyulmuş, üç gün
onları bekledikten sonra geri dönmüştü. Bu arada münafıklar ve
Yahudiler Müslümanları savaştan alıkoymak için bütün insanlar
sizin üzerinize top yekûn hücuma kalkacaklar dedikleri zaman,
onların bu propagandaları Müslümanları korkutmamış bilakis onların
imanlarını artırmıştır ve onlar Allah ne güzel vekildir, Allahu
Teala bize yeter diyerek yalnızca Allah'a dayanmışlar ve
güvenmişlerdir.
Kısa bir an için bu ayetin bugün bizim
üzerimize indiğini düşünelim. Bugün de İslâm düşmanları
Müslümanların üzerine top yekûn savaş açmışlardır. BM ve NATO
Sovyet Rusya'nın yıkılışından sonra dünyaya tehlike olarak İslâm'ı
ve Müslümanları göstermektedir. Bütün küfür dünyası Müslümanları
fundamantalist, radikal, kökten dinci, hatta İslâm için de İslâm’i
terör kavramlarını kullanarak hem İslâm'ı hem de Müslümanları
karalamak istemekte ve Müslümanları insan öldüren, vahşi kişiler
olarak tanımlamaktadırlar. Bu türden hain amaçlarına ulaşmak için
ise, Müslümanlara karşı her gün cehennemî planlar hazırlamakta,
hazırlatmakta ve her gün bunlardan onlarcasını uygulamaya
koymaktadır. Gazetecileri, bilim adamlarını, öğretim görevlilerini
hatta ve hatta Müslüman düşünürleri ve yazarları vs. kullanarak
İslâm'a ve Müslümanlara karşı saldırmaktadırlar. Bu amaçla da
milyarlarca dolarlık bütçelerle paralar harcamaktadırlar. Tıpkı
bundan on dört asır önce yüce Rabbimizin kitabında belirttiği
gibi:
إن الذين كفروا ينفقون أموالهم ليصدوا عن سبيل
الله فسينفقونها ثم تكون عليهم حسرة ثم يغلبون والذين كفروا إلى جهنم
يحشرون "Doğrusu inkar edenler
insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için mallarını sarf ederler
ve daha da sarf edeceklerdir. Ama sonra içleri yanacak sonra da
mağlup olacaklardır." (Enfal 36)
İşte böyle bir durumda, Müslümanlar nasıl
davranacaklardır? Onların saldırılarından ürküp, korkup köşelerine
mi çekilecekler yoksa; ‘Allah bize yeter o ne güzel vekildir’
deyip Allah'ın rızasını kazanmak için mi çalışacaklar? Evet, ‘ben
Müslüman'ım, Allah'a ve Ahiret gününe inandım’ diyenlerin
tıpkı Uhud günü sahabelerin yaptıklarını yapmaları gerekir. Çünkü
gerçekte üstün olan izzetli ve şerefli olan ancak Müslümanlardır.
Çünkü Allah'tır onların yardımcıları. Öyleyse bugün de Müslümanlar
Allahu Teala'ya dayanmalıdırlar. O'nun kendilerine kesinlikle
yardım edeceğine inanmalıdırlar. Allahu Teala Uhud savaşına
katılan Müslümanların durumlarını anlatırken ayette onları şöyle
vasıflandırmaktadır:
ولما رأى المؤمنون الأحزاب قالوا هذا ما وعدنا
الله ورسوله وصدق الله ورسوله وما زادهم إلا إيمانا وتسليما (22)من
المؤمنين رجال صدقوا ما عاهدوا الله عليه فمنهم من قضى نحبه ومنهم من
ينتظر وما بدلوا تبديلا(23)ليجزي
الله الصادقين بصدقهم ويعذب المنافقين إن شاء أو يتوب عليهم إن الله
كان غفورا رحيما "İnsanlar düşman
birliklerini gördükleri zaman: İşte bu Allah ve Resulünün bize
vadettiğidir; Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir, dediler. Bu
ancak onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı.
İnananlardan ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda
canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahitlerini hiç
değiştirmemişlerdir. Bu sebeple Allah doğruları, doğrulukları ile
mükâfatlandırır..." (Ahzab 22-24)
Bu nedenle, bu günkü Müslümanlar da ayette
bahsedilen Müslümanlar gibi, Allahu Teala'ya verdikleri sözü
yerine getirmeye ve bu uğurda canlarını vermeye her zaman hazır
olmalıdırlar.
Şimdi meseleye bir de madalyonun diğer yüzünden
bakalım. Eğer Müslümanlar Allah'a güvenmezler, Allah Subhânehu Ve
Teala'dan çok zalimlerden, tağutlardan, sahte ilahlardan
korkarlarsa, o zaman ne hale geleceklerdir? Durumları ne
olacaktır? Evet, tıpkı günümüzde olduğu gibi zelil, hor ve hakir
bir halde yaşayacaklardır.
Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem
bir hadiste Müslümanların bu günkü hallerini şöyle anlatmaktadır:
"Ümmetler ve milletler, İnsanların birbirlerini sofraya davet
ettikleri gibi, vahşi hayvanların bir yiyeceğe saldırmaları gibi
birbirlerini sizin üzerinize davet edecekler ve sizin üzerinize
üşüşeceklerdir.” Orada bulunanlardan birisi; Ya Rasulullah
bizim azlığımızdan mı? diye sordu. Rasulullah; “Hayır,
aksine o gün sizin sayınız çok olacaktır. Fakat sizin çokluğunuz
selin önüne katıp sürüklediği çer çöp gibi olacaktır. Allah
düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkaracak ve sizin
kalbinize vehen bırakacaktır. Vehen nedir? diye sorulduğunda;
Dünyayı sevmek ve ölümü hoş karşılamamak." (Ebu Davut
melahim 5, Müsned 5/278)
Evet, bugün Müslümanlar aynen hadisi şerifte
anlatıldığı bir haldedirler. Sayıca çok olmalarına, dünya
nüfusunun %20'sini oluşturmalarına, dünyadaki maddi servetin
%70'ine sahip olmalarına rağmen bugün Müslümanlar Avrupa'ya,
Amerika'ya boyun eğmektedirler. Aleyhlerine verilen karara ses
çıkaramamaktadırlar. Bunun sebebi izzet ve şerefin, üstünlüğün
yegane kaynağı olan Kitap ve Sünnetten ve onların taşıdığı yüce
mesajdan uzaklaşılmasıdır. Toplumsal bir varlık olan insanın bütün
maddi ve manevi ihtiyaçlarının, insanlar arasındaki ilişkilerin,
devletlerarasındaki ilişkilerin, iç siyasetin, ekonominin İslâm
dışı kaynaklardan beslenmesi sonucu Müslümanlar Allah ve Resulünün
kendilerine sunduğu izzet, şeref ve üstünlüğü yitirdiler. Konunun
başında zikrettiğimiz (Ali İmran suresi 139.) ayet üstünlüğü;
Allahu Teala'ya imanla kayıtlı kılmıştır. Öyleyse, kendisinin
varlığından, gücünden ve otoritesinden emin olduğun Allah
Subhânehu Ve Teala'nın seninle beraber olduğunu unutmadan onun
ipine sımsıkı sarılarak, ancak izzet, şeref ve üstünlük tekrar
yakalanabilir.
Karşınızda ebedi mutluluk makamı olan Cennet
gibi mükemmel bir yurt sizleri beklerken, alemlerin Rabbi olan
sonsuz güce, kudrete sahip Allah Subhânehu Ve Teala'nın yardımı
sizinle birlikte iken hâlâ ne diye beklemektesiniz? Yoksa
Cennetten ve Allah'ın rızasını kazanmaktan daha büyük bir
mükâfatla veya Allah'ın gazabı ve Cehenneminden daha korkunç bir
şeyle mi müjdelendiniz? Cenneti kazanmak için çalışmak yerine bir
oyun ve eğlenceden başka bir anlamı olmayan dünya sevgisi ile mi
yok olup gitmeyi bekliyorsunuz? İslâm akidesinden ve hükümlerinden
uzaklaşmanız karşılığında şu anda içerisinde yaşadığınız zillet
hayatı, dünyanın en zelil kavimleri olan Allah Subhânehu Ve
Teala'nın maymunlara ve domuzlara çevirdiği, hem dünyada hem
ahirette lanetlenen kavimlerin emrine boyun eğen uşakların idaresi
altında yaşamanız gözlerinizi açmanız ve neredeyse bir asra yakın
bir süredir yatmakta olduğunuz kış uykusundan uyanmanız için
yeterli değil midir? Hâlâ neyi bekliyorsunuz? Allah'ın üzerinize
yeni yeni azaplar göndermesini mi?
Hayır, artık kış uykusundan uyanma vakti çoktan
geldi ve geçti bile. Tıpkı Asrı Saadet döneminde ve devamında
olduğu gibi dünyanın efendisi ve lideri olabilirsiniz. Çünkü size
bu imkânı sağlayacak İslâm akidesi gibi bir güç var sizlerde.
Sizler Allahu Teala'ya dayanıp, Allah Subhânehu Ve Teala'ya
güvendiğiniz taktirde bunları başarmanız için önünüzde hiçbir
engel yoktur. Üstelik on üç asır boyunca elden ele dolaştırılarak
taşınan bu şanlı bayrak sizlerin elinde iken yere düşürüldü ve o
günden bu güne kaldırılmayı bekliyor. Bu nedenle bu konuda sizler
daha fazla sorumlusunuz.
İslâm'ın büyük komutanlarından Selahattin
Eyyubi Cuma hutbesinde gülme ile ilgili bir konu hakkında konuşan
ve güler yüzlü olmayı tavsiye eden imama; Kudüs haçlıların
ayakları altında iken bana nasıl gülmeyi tavsiye edersin?
diyerek çıkışan ve Kudüs fethedilinceye kadar da gülmeyen, içinde
Kudüs'ü fethetmek için volkan gibi kaynayan bir yürek taşıyan
Selahattin Eyyubi gibi sizler de bu şanlı bayrağı yeniden
dalgalandırmak, bu bayrakla hem dünyaya liderlik yapmak hem de her
tarafa hakkın sesini hakim kılmak için bütün gücünüzle çalışma
azmi içerisinde olmalısınız. Elbette ki, Allah inananlarla
beraberdir.
Bu konunun
devamı;
|
|