a- Amellerin kıymet derecelerini Allah
belirlemiştir:
Bir Müslüman tüm yaşantısında Allahu Teala’nın
amelleri için belirlemiş olduğu kıymetlerine ve bunların
derecelerine riayet etmek zorundadır. Çünkü derecelendirmesine
riayet edilmemesini masiyet olarak değerlendirdi ve biz kullarını
bu konuda birçok nâs ile uyardı.
Allahu Teala bize eşya ve amellerden helal,
temiz-haram, küfür, pis-murdar ve şeytanın ameli olan şeyleri
belirtti. Bu hususta şöyle buyurdu:
قل لا يستوي الخبيث والطيب ولو أعجبك كثرة الخبيث
فاتقوا الله ياأولي الألباب لعلكم تفلحون
"Deki, pis ile temiz bir değildir, pis-kötü olanın çokluğu hoşuna
gitse de. Öyle ise ey akıl sahipleri Allah'tan korkunuz ki
kurtuluşa eresiniz." (Maide 100)
وَيُحِلُّ لَهُمْ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ
عَلَيْهِمْ الْخَبَائِثَ "O (Rasul) onlara
temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar."
(Araf 157)
لتعرضوا عنهم فأعرضوا عنهم إنهم رجس
"Onlardan (kafirlerden) yüz çevirin, çünkü onlar murdardırlar."
(Tevbe 95)
كل ذلك كان سيئه عند ربك مكروها
"Bütün bu kötü olanlar Rabbinin nezdinde sevimsizdirler."
(İsra 38)
Şu halde eşya ve amellerde, Allahu Teala
katında kıymetli olan şey mubah ve helal olan şeydir. Haram ve
küfür olan hususta ne kadar çok menfaat olduğu görülse de Allah
Subhânehu ve Teala katında onun hiçbir kıymeti yoktur. Müslüman
öncelikle buna çok dikkat etmelidir. “Şu yada bu iş haramdır”,
“fakat onda”, “çok fayda veya menfaat vardır”, “öyle ise
kıymetlidir” diye onu alayım yada yapmalıyım diyemez. Çünkü Allah,
Müslüman için amelin ve eşyanın kıymetini tespit hususunda sadece
faydayı menfaati ölçü kılmamıştır. Onun ölçüsü ancak helal
olmasıdır. Helalde kıymet vardır ancak haramda hiçbir kıymet
yoktur. Allahu Teala bu hususu şöyle belirtmiştir:
يسألونك عن الخمر والميسر قل فيهما إثم كبير
ومنافع للناس وإثمهما أكبر من نفعهما ويسألونك ماذا ينفقون قل العفو
كذلك يبين الله لكم الآيات لعلكم تتفكرون
"Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. Deki, her ikisinde de
büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır, ancak
her ikisinin de günahı faydasından büyüktür." (Bakara 219)
Görüldüğü gibi haram-günah olan bir yerde
menfaatin hiçbir kıymeti yoktur. Ancak helal olan hususlarda
menfaatin bir değeri vardır. Bunu da Allahu Teala şöyle
gösteriyor:
وإن لكم في الأنعام لعبرة نسقيكم مما في بطونها
ولكم فيها منافع كثيرة ومنها تأكلون
"Hayvanlarda sizin için elbette ibretler vardır. Onların
karınlarındakinden (sütlerinden) size
içiririz. Onlarda sizin için birçok faydalar daha vardır;
etlerinden de yersiniz.” (Müminun 21)
ليقوم الناس بالقسط وأنزلنا الحديد فيه بأس شديد
ومنافع "Biz demiri de indirdik ki, onda
büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır."
(Hadid 25)
İşte, böylece Allahu Teala eşya ve amellerin
kıymetlerini belirledi. Haram olmayan şeylere bir kıymet verdi.
Fakat o kıymetlere de derecelendirme yaptı. Amellerde mubah,
mendub ve farz ile derecelendirme yaptı. Mendub mubahtan üstündür.
Farz da mendubtan üstündür.
Allahu Teala mendublar ve farzlar arasında da
bir derecelendirme yapmıştır. Farz-ı ayın ve farz-ı kifaye vardır.
Farz-ı ayın farz-ı kifayeden önceliklidir. Farz-ı ayınlar ve
farz-ı kifayeler arasında da öncelikli olanlar vardır. Yani
derecelendirme vardır. İşte buna delalet eden birkaç ayeti kerime:
ولكل درجات مما عملوا وليوفيهم أعمالهم وهم لا
يظلمون "Herkesin yaptıklarına göre
dereceleri vardır. Allah onlara yaptıklarının karşılığını verir.
Asla kendilerine haksızlık yapılmaz."
(Ahkaf 19)
Görüldüğü gibi kişilerin dereceleri yaptıkları
işlerden ve işlerin derecelerinden kaynaklanmaktadır.
لا يستوي القاعدون من المؤمنين غير أولي الضرر
والمجاهدون في سبيل الله بأموالهم وأنفسهم فضل الله المجاهدين
بأموالهم وأنفسهم على القاعدين درجة وكلا وعد الله الحسنى وفضل الله
المجاهدين على القاعدين أجرا عظيما (95)درجات
منه ومغفرة ورحمة وكان الله غفورا رحيما
"Müminlerden -özür sahibi olanlardan başka- oturanlar ile malları
ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah,
malları ve canları ile cihad edenleri derece bakımından
oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik
(sevap) vadetmiştir ama mücahitleri
oturanlardan daha büyük bir ecirle üstün kılmıştır. Kendisinden
dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve
esirgeyicidir." (Nisa 95-96)
Görüldüğü gibi Allahu Teala evinde ibadetle
oturan kimseye sevap vadettiği halde, Allah yolunda malıyla,
canıyla cihad edeni derece bakımından daha üstün kılmıştır.
أجعلتم سقاية الحاج وعمارة المسجد الحرام كمن آمن
بالله واليوم الآخر وجاهد في سبيل الله لا يستوون عند الله والله لا
يهدي القوم الظالمين (19)الذين
آمنوا وهاجروا وجاهدوا في سبيل الله بأموالهم وأنفسهم أعظم درجة عند
الله وأولئك هم الفائزون "Siz hacılara
su vermeyi ve mescidi haramı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe
iman edip de Allah yolunda cihad etmekle bir mi tutuyorsunuz?
Halbuki onlar Allah katında eşit değildirler. Allah zalimler
topluluğunu hidayete erdirmez. İman edip de hicret edenler ve
Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenler derece
bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de
işte onlardır." (Tevbe 19-20)
Bilindiği gibi hacılara su vermek ve Mescid-i
Haramı onarmakta çok sevap vardır. Fakat bu amel derece bakımından
Allah yolunda cihad gibi değildir. Allah yolunda cihadın derecesi
daha üstündür. Bunun böyle olduğunu da insan aklı değil Allah
Subhânehu Ve Teala tayin etmiştir.
Allahu Teala belirlemiş olduğu kıymet
derecelendirmesine riayetsizliği masiyet olarak vasfedip öyle
yapanları azapla uyarmıştır. Şöyle ki;
قل إن كان آباؤكم وأبناؤكم وإخوانكم وأزواجكم
وعشيرتكم وأموال اقترفتموها وتجارة تخشون كسادها ومساكن ترضونها أحب
إليكم من الله ورسوله وجهاد في سبيله فتربصوا حتى يأتي الله بأمره
والله لا يهدي القوم الفاسقين "Deki, Eğer
babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım
akrabanız, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz
ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, Rasulünden ve
Allah yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah emrini
(azabını) getirinceye kadar bekleyin. Allah
fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe 24)
Bu hususta Rasul Salllahu Aleyhi Vesellem'den
şöyle rivayet edilir: "Ömer Radiyallahu Anhum: Ey
Allah'ın Rasulü! Sen bana nefsim hariç her şeyden daha
sevgilisin." deyince Rasulullah Salllahu Aleyhi Vesellem hemen
şu cevabı verdi: "Hayır! Nefsimi elinde tutana (Allah'a)
yemin olsun ki, ben sana nefsinden de sevimli olmadıkça
(imanın tam olmaz)." (Buhari)
Bilindiği gibi anne-baba, kardeşler, eşler,
akrabalar, helalinden kazanılan mallar, meşru iş ve ticaret,
helalinden elde edilen meskenler ve kişinin kendisi hepsi birer
kıymettir. Müslüman onlara ilgi duyabilir, sahiplenebilir ve
sevebilir. Ayrıca bazı sorumlulukları da vardır. Ebeveynine
ihsanda bulunmak, eş ve evlatlarının nafakasını temin etmek, fakir
ve mağdur kardeşlerine ve akrabasına ihsanda bulunmak, sıla-i
rahim yapmak, helal malını ve evini muhafaza etmek ve helal yoldan
rızkın temini için çalışmak bir Müslüman'ın üzerine farzdır.
Bunların hepsi de birer kıymettir. Ancak Allahu Teala bazı
kıymetleri, bu kıymetlerin önüne geçirmiştir. O da; Allah ve
Rasulünü sevmek ve Allah yolunda cihaddır. Allah ve Rasulünü
sevmenin anlamı Rasulullah Salllahu Aleyhi Vesellem'in getirdiği
Şeriata ittibadır. Şerîata ittiba olmaksızın Allah ve Rasulünü
sevme iddiası boş bir iddia olur. Zira bu sevginin karşılığı
AllahSubhânehu Ve Teala'nın bizden razı olması, bizi sevmesidir.
Buna ulaşmanın yolunun da Rasulullah Salllahu Aleyhi Vesellem'in
getirdiğine ittiba etmek olduğunu da Allahu Teala şöyle bildirdi:
قل إن كنتم تحبون الله فاتبعوني يحببكم الله
ويغفر لكم ذنوبكم والله غفور رحيم "Deki; Eğer
Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın." (Ali İmran
31)
Rasulullah Salllahu Aleyhi Vesellem'e ittiba
etmenin yani ona tabi olmanın kapsamında İslâm'ı hakim kılmak,
İslâm'ın hakimiyetini muhafaza etmek ve aleme taşımak da vardır.
Yani İslâm davasını yüklenmek vardır. İslâm davasını yüklenmenin
anlamı, İslâm'ı hayata hakim kılarak, İslâm’i, hayatı başlatacak
ve onu aleme davet ve cihad yoluyla taşıyacak olan Raşidi Hilâfet
devletini kurmak için sahih bir siyasi kitleyle çalışmaktır. Bu
çalışmanın gerektirdiği yükümlülükleri yüklenmek demektir. Allahu
Teala bu yükümlülüğü yukarıda zikredilen anne-babaya ihsanda
bulunmak, evlat ve eşlerin nafakasını temin etmek, kardeşleri ve
yakın madur akrabayı gözetmek, meşru işini, malını ve evini
korumak yükümlülüklerine ilaveten öncelikli olarak yüklemiştir. Bu
öncelik sırasına riayet etmeyenleri fasık olarak vasfedip Allah
AllahSubhânehu Ve Teala'nın emrinin yani azabının gelmesiyle
tehdit etmiştir.
Evet, Allah ve Rasulünü sevmek, İslâm davetini
yüklenmek en üstün kıymettir. Çünkü Allah ve Rasulünü sevmek,
Allah AllahSubhânehu Ve Teala'nın Rasulü vasıtası ile göndermiş
olduğu dinine kamilen ittiba etmekle gerçekleşir. Bu, Allah Allah
Subhânehu Ve Teala'nın dinini hayatın ve yeryüzünün tamamına hakim
kılmakla mümkündür. Bunun Şer'î metodu ise Raşidi Hilâfet
devletidir. Hilâfet devleti ve hâlife varken İslâm davetini
yüklenmek yani İslâm'ı hakim kılmak işi farz-ı kifaye olur.
Hilâfet devleti yokken, Hilâfet devletini kurmak için Şer'î
hükümlerle kayıtlı olarak sahih siyasi bir kitle ile çalışmak
bütün Müslümanlar için farz-ı ayın olur, çünkü farz-ı kifaye
yeterlilik hasıl olasıya kadar farz-ı ayın hükmündedir.
Şu halde İslâm davetini yüklenmenin farzı
olduğu, kıymeti yukarıda zikredilen Tevbe 19-20,24 ayetlerinde
geçen şu farzlardan ve menduplardan önceliklidir:
1- Anne-babaya ihsanda bulunmak,
2- Çocuklarının ve eşlerinin maişetini temin
etmek,
3- Kardeşlerine ve akrabalarına ihsanda
bulunmak,
4- Meşru olan iş ve ticareti muhafaza etmek,
5- Meşru yolla elde edilmiş meskenlerini,
malını muhafaza etmek,
6- Hacılara su dağıtmak (mendub),
7- Mescidi Haram'ı ve mescitleri tamir ve inşa
etmek (mendup).
Bu çerçeveden bakıldığında şu görülmektedir:
1- Bir Müslüman amellerinin kıymetini
kendisi tayin edemez. Kendi aklınca; “şu iyidir-kötüdür”,
“güzeldir-çirkindir” ve “hayırdır-şerdir” diyemez. Onu tayin eden
(Rasulü vasıtasıyla göndermiş olduğu şerîatı ile) Allahu
Teala'dır. Bundan dolayı haram olan bir işte birçok bireysel yada
toplumsal menfaat olduğu görülse bile bir Müslüman o işe değer
veremez ve onu yapamaz.
2- Bir Müslüman, kıymetlerin
derecelendirmesini de kendisi yapamaz. Onu da Allahu Teala tayin
etmiştir. Mendubu farzın önüne geçiremez. Farz-ı kifayeyi farz-ı
ayının önüne geçiremez. Farz-ı ayın olan iki husus çatışırsa onda
önceliği de kendisi tayin edemez. Allahu Teala, hangisini daha
efdal ve öncelikli olarak göstermiş ise onu yapar. Onun tercih
alanı mubah olan hususlardadır. O alandaki tercihini de onlarda
gördüğü yararlar açısından yapar. Mubahların dışında kalan
hususlarda, zamana ve mekana, kolaylığa-zora, faydaya-zarara
bakarak amellerinde derecelendirme yapıp o derecelendirmeye göre
tercih yapma hakkına sahip değildir. Buna göre bir Müslüman
şunları diyemez:
a- Her ne kadar İslâm’i hayatı hakim kılmak
için çalışmak gerekirse de Allah Subhânehu Ve Teala'yı razı etmek
için mutlaka o çalışmayı yapmak gerekmez. Ahlaklı olur, ibadetleri
yapar, Kur’an, hadis, tefsir okur-okutur, ilimle meşgul olur ve
yaparsan, okullar, yurtlar, hayır cemiyetleri, vakıflar açarmakla
da Allah'ı razı etmiş olursun. Bugünkü şartlarda efdal olan da
budur diyemez. Böylesi bir tercih hakkı Şer'an yoktur. Böylesi
tercihler yaparak öncelikli farz olan İslâm'ı hayata hakim
kılmanın kaçınılmaz meşru yolu olan Hilâfet devletini kurmak için
çalışmaktan geri durmak kişiyi Allah katında fasık kılar.
b- “Her ne kadar İslâm davetini yüklenmekte
Rasulullah Salllahu Aleyhi Vesellem'in sünnetine ve takip ettiği
metoduna tabi olunması gerekse de bugünkü şartlarda, daha kolay ve
rizikosu az olduğu için demokratik platformda kalarak mücadele
etmek daha efdaldir, daha iyidir” diyemez. Böyle düşünerek hareket
ederse Allah Subhânehu Ve Teala katında fasık konumuna düşer.
c- “Her ne kadar İslâm davasını yüklenmek
farz olsa da, ben çoluk çocuğumun geçimini temin etmek için
çalışmak zorundayım, o da farzdır. Onun için ben İslâm davasını
yüklenmeyip öbür farzı yükleneceğim” diyemez. Böyle düşünerek
hareket ederse fasık olur. Zira Allahu Teala İslâm davasını
yüklenmeyi o yükümlülüğe ilaveten ve öncelikli olarak yüklemiştir.
d- “İslâm davasını yüklenmeme annem ve
babam razı olmuyor. Onlara karşı ihsanda bulunmam yani onları
incitmeden hürmet ve şefkatle muamelede bulunmam da bir farzdır.
Onun için ben İslâm davasını yüklenmiyorum. Nitekim Rasulullah
Salllahu Aleyhi Vesellem'e bazı kişiler cihad yapmak için
geldiklerinde, Rasul Salllahu Aleyhi Vesellem anne ve babasından
izin alıp almadığını sordu. İzin almadım dediklerinde, onlara
gidip izin istemelerini, izin verirlerse savaşmalarını vermezlerse
onların yanında kalıp onlara iyilikle muamele etmelerini
emretmiştir” diyerek İslâm davasını yüklenmezse Allah Subhânehu Ve
Teala katında fasık olur. Zira o delil, vakıaya mutabık değildir.
Çünkü o ve benzeri hadiste bahsi geçen cihad, kifayenin,
yeterliliğin hasıl olduğu farz-ı kifaye olan cihaddır.
Yeterliliğin hasıl olduğu farz-ı kifayeyi yapmak ise sevabı olan
mendup bir iştir. O hadislerde, bahsedilen şahıslar ise, çoluk
çocuğun maişetini temin etmek ve ebeveyne ihsanda bulunmak farz-ı
ayın yükümlülüklerine, katılmaları kendileri için mendup olan
cihadı tercih etmek istemişlerdir. Rasulullah Salllahu Aleyhi
Vesellem de buna izin vermemiştir. İşte böylesi naslardan şu Şer'î
kaide çıkmıştır; "Farz-ı ayın ile yeterliliği hasıl olan farz-ı
kifaye çatışırsa farz-ı kifaye terk edilir, farz-ı ayın ile amel
edilir."
Fakat, cihad için yeterlilik hasıl olmamış yada
hâlife cihada katılmayı kendisinden talep etmiş ise, o durumda bir
Müslüman'ın çoluk çocuğunun maişetini temin etmek farzını yada
anne-babaya ihsanda bulunma farzını o cihad farzına tercih etme
hakkı yoktur. Zira öyle yaparsa fasık konumuna düşer ve Allah
Subhânehu Ve Teala'nın azabına müstahak olur. Nitekim Tebük
seferinde Rasulullah Salllahu Aleyhi Vesellem herkesin cihada
katılmasını talep ettiğinde, maişet gerekçeleriyle cihaddan geri
kalan kişileri cezalandırdı. Buna delalet eden ayeti kerimeler de
şunlardır:
ياأيها الذين آمنوا ما لكم إذا قيل لكم انفروا في
سبيل الله اثاقلتم إلى الأرض أرضيتم بالحياة الدنيا من الآخرة فما
متاع الحياة الدنيا في الآخرة إلا قليل (38)إلا
تنفروا يعذبكم عذابا أليما ويستبدل قوما غيركم ولا تضروه شيئا والله
على كل شيء قدير "Ey iman edenler!
Size ne oldu ki, Allah yolunda savaşa çıkın! denildiği zaman yere
çakılıp kalıyorsunuz? Ahiret hayatına dünya hayatını tercih mi
ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek
azdır. Eğer siz, (size emrolunan bu savaşa) çıkmazsanız,
(Allah) sizi pek acıklı bir azap ile cezalandıracaktır."
(Tevbe 38-39)
Nitekim Allah Rasulünün bu ayetlerle savaşa
çıkmayı talep etmesine rağmen o savaşta, "Güz mevsimidir
işlerimiz aksar, hem de bu sefer çok sıcak bir ayda, çok uzun bir
mesafede ve çok maddi imkansızlıklar içinde olacak, biz daha önce
de nasıl olsa savaşlara katılmıştık" diyerek geri kalanlar
Tevbe suresi 118. ayette işaret edildiği gibi 50 gün kendileri ile
konuşmama ve toplumdan tecrit edilme cezası ile
cezalandırılmışlardır.
İşte bu naslardan da; "İki farz-ı ayın
çatıştığı zaman evla-öncelikli olan tercih edilir" Şer'î
kaidesi çıkartılmıştır. Hem bu Şer'î kaide gereğince, hem de Tevbe
suresi 24. ayet gereğince bir kimse geçim, maişet temini,
anne-babaya ihsanda bulunmak yükümlülüklerini bahane ve mazeret
göstererek İslâm davasını yüklenmekten ve bu yüklenmenin gereği
olarak kendisinden yapılmasının istenildiği işleri yapmaktan geri
durması caiz değildir. Aksi halde Allah Subhânehu Ve Teala katında
fasık konumuna düşer.
İşte malların, evlatların, eşlerin kişiye
düşman ve fitne olmaları da burada başlar. Yani Allahu Teala'nın
belirlemiş olduğu kıymet derecelendirmesine riayetsizlikle, onları
Allah Subhânehu Ve Teala'nın öncelikli kıldığı kıymetlerin önüne
geçirmekle ve onları tercih etmekle. Bu fitneye düşmekten şöyle
sakındırmıştır:
ياأيها الذين آمنوا إن من أزواجكم وأولادكم عدوا
لكم فاحذروهم وإن تعفوا وتصفحوا وتغفروا فإن الله غفور رحيم (14)إنما
أموالكم وأولادكم فتنة والله عنده أجر عظيم
"Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman
olanlar da vardır. Onlardan sakının." (Teğabün 14-15)
لتبلون في أموالكم وأنفسكم ولتسمعن من الذين
أوتوا الكتاب من قبلكم ومن الذين أشركوا أذى كثيرا وإن تصبروا وتتقوا
فإن ذلك من عزم الأمور "Andolsun ki,
mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Eğer
sabreder ve takva gösterirseniz muhakkak ki bu işlerin en
değerlisidir." (Ali İmran 186)
Şu halde, Müslüman işaret edilen fitnelere
düşerek İslâm davasını yüklenmekten geri durmaktan sakınmalıdır.
Zira İslâm davasını yüklenmek Allah katında işlerin en
değerlisidir.
İslâm davasını yüklenirken şu da iyi bilinmeli
ve hatırdan çıkarılmamalıdır ki, bir farzın yerine getirilmesi o
farz ile ilgili tüm detay işleri de kapsar. O farzın yerine
getirilmesi ile ilgili her detay iş o farzın önemi kadar
önemlidir. O işi ihmal etmek kişiyi günahkâr kılar. Bu da; "bir
farzı yerine getirmek için gerekli işler de farzdır" Şer'î
kaidesi kapsamındadır.
Mesela, Allah Subhânehu Ve Teala yolunda cihad
farzını yerine getirmek için cepheye çıkan bir Müslüman için o
savaş esnasında yapılması gereken her işi yapması farz olur. O
işlerden birisini ihmal ederse veya düşmana ateş etmez ise
günahkâr olur. Genel olarak cihada çıkmış olması, cihadla ilgili
detay işleri yapmamaktan doğan günahı ondan kaldırmaz. Çünkü o
detay işler aslında “cihad farzı” kapsamında birer farzdırlar.
Aynı şekilde İslâm davasını genel olarak
yüklenen kimse, bu davanın yüklenilmesi ile ilgili detay işlerin
hepsinin de aynı derecede önemli ve İslâm davasını yüklenmek
farziyetinin kapsamında işler yani farzlar olduğunu bilmelidir.
Mesela İslâm davasının yüklenilmesi ile ilgili şu işler gibi:
1- Sahih İslâm’i bir kitle ile çalışmak,
2- Kitlenin idari disiplinine riayet etmek,
3- Ders halkalarında kültür almak,
4- Muktedir olduktan sonra talep edilince
ders halkalarına denetleyici olmak,
5- Dava ile ilgili fikirleri, çözümleri
insanlara ulaştırmak için fertlerle kasıtlı, planlı temaslar
kurmak,
6- İstenildiğinde davetle ilgili fikirleri,
çözümleri içeren neşriyatı dağıtmak,
7- Davanın hedefinin tahakkuku için
istenilen her meşru işi itina ile yerine getirmek, gibi.
Bu ve benzeri hususlardaki gevşeklik,
ihmalkârlık günahtır. Genel olarak İslâm davasını yüklenmiş olmak
kişiyi bu günahlardan kurtarmaz. Şu da bilinmeli ki, Allahu Teala
bir farzın kapsamındaki her detay işe önem vermiş ve yerine
getirilmesi durumunda katından sevap vadetmiştir. İşte buna
delalet eden bir ayeti kerime:
ياأيها الذين آمنوا اتقوا الله وكونوا مع
الصادقين (119)ما
كان لأهل المدينة ومن حولهم من الأعراب أن يتخلفوا عن رسول الله ولا
يرغبوا بأنفسهم عن نفسه ذلك بأنهم لا يصيبهم ظمأ ولا نصب ولا مخمصة
في سبيل الله ولا يطئون موطئا يغيظ الكفار ولا ينالون من عدو نيلا
إلا كتب لهم به عمل صالح إن الله لا يضيع أجر المحسنين
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun.
Medine halkına ve onların çevresinde bulunan Bedevi Araplar
Allah'ın Rasulünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi
canlarını düşünmeleri yakışmaz. Şöyle ki; Allah yolunda onlara bir
susuzluk, bir yorgunluk ve bir açlığın erişmesi, kafirleri
öfkelendirecek bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı başarı
kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir
amel yazılması içindir. Çünkü Allah, ihsanla iş yapanların
mükafatını zayi etmez. (Tevbe 119-120)
Görüldüğü gibi Allahu Teala cihad ile ilgili
detay işlere değinerek her birisine bir kıymet veriyor ve sevap
vadediyor. Bu diğer farzlarda da öyledir. O halde Müslüman olarak
İslâm davasını yüklenirken onunla ilgili detay işleri önemseyerek
kendimizi o sevaplardan mahrum etmeyelim. Ayrıca bilelim ki,
sadece sevaptan mahrum kalmayız, aynı zamanda bir farzı yerine
getirmemekten dolayı günaha da gireriz. Allah korusun!..
Hülasa; amellerimize Rabbimizin belirlemiş
olduğu kıymetler ve kıymet derecelendirmesine göre bir çeki-düzen
verelim ki, onun rızasına nail olalım. Bu çerçevede aziz İslâm
davasını, Rabbimizin ona yüklediği kıymet derecesini göz önünde
bulundurarak içtenlikle yüklenelim ve onunla ilgili büyük-küçük
her işi ihsan ile yaparak ve bu yolda sabır ve sebat ile yürüyerek
Rabbimizin bize vadettiği af ve mağfiretine, dünya ve ahirette
yardımına müstahak olalım. Rabbimizin şu kavli celiline de kulak
verelim:
ومن أحسن قولا ممن دعا إلى الله وعمل صالحا وقال
إنني من المسلمين "Salih amel işleyerek
(insanları) Allah'a (Allah'a
kulluğa) davet eden ve ben Müslümanlardanım diye kimseden daha
güzel sözlü kim vardır." (Fussilet 33)
وقل اعملوا فسيرى الله عملكم ورسوله والمؤمنون
وستردون إلى عالم الغيب والشهادة فينبئكم بما كنتم تعملون
"Deki; çalışın, amellerinizi Allah da, Rasulü de, Müminler de
görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a
döndürüleceksiniz de, o size yapmakta olduklarınızı haber
verecektir." (Tevbe 105) |