İslam ümmeti tarihinde asla bugünkü bulunmuş
oldukları duruma düşmemişlerdir. İnişli-çıkışlı bazı dönemler
geçirmiş olsalar da, bugün içinde bulundukları elem, sefalet,
açlık izzet ve şereften yoksun bir duruma gelmemişlerdir. Tabi ki,
ümmet durup dururken kendiliğinden bu hale gelmiş değildir.
Konunun vuzuha kavuşması için bu duruma düşüş sebeplerinden biri
olan “sevgi bağı ve dünya hayatına meyletme” meselesi üzerinde
durmak gerekir. Dünya hayatını sevmek mefhumu, mefhumu muhalifi
olan ahiret hayatını unutma hususunu da konumuza dahil edecektir.
İnsan fıkratın da var olan meyillerden bir
tanesi de “sevgidir.” Sevgi mefhumunu ikiye ayırmak mümkündür:
a- Fıtratta bulunan ve ani olaylar
neticesinde zuhur eden sevgi türü,
b- İnsanın iradesi dahilinde olan ve
kişinin taşıdığı fikre göre hayata yansıtılan sevgi türü.
Birincisi, İnsan ve hayvanda mevcuttur.
İkincisi ise, sadece insanda mevcuttur.
a- Doğal olarak sevgi her insanda bulunur.
Hiç tanımadığınız, dilini dahi anlamadığınız bir insana en zor
anlarında herhangi bir şey ikram etmeniz veya yardımda bulunmanız
halinde size bu tavrınızdan dolayı sevgisini bildirmek için bazı
hareketlere girişecektir. İnsan çok tehlikeli bir ortamda korkunun
mefhumu muhalifi olan sevgiyi ani olarak kullanmaya başlar. Bunun
örnekleri çoktur: Ateşler arasında kalan insanın ateşten korkusu,
o an tek kurtarıcı olan Allah’a karşı yalvarışı, Ondan yardım
dilemeyi ve O’nu sevmeyi ortaya çıkartır. Veya bir annenin
yavrusunu suda boğulmaktan kurtaran herhangi bir şahsa gösterdiği
sevgi dolu davranışları gibi.
Bu gibi durumlar geçicidir. İnsan bunu
yönlendirmekte acziyet içerisindedir. Engel olması mümkün
değildir, ne kadar zorlarsa zorlasın fıtratından söküp atamaz.
Hatta peygamberler dahi bu konuda imtihana tabi tutulmuşlardır.
Nuh Aleyhisselam’ın gemisi hareket ettiğinde geride kalan
evladına karşı fıtrî olan sevginin tezahürü olarak acıma hissini
ortaya koyması gibi. Kur’an da bu husus hakkında şunlar
zikredilir:
ونادى نوح ربه فقال رب إن ابني من أهلي وإن وعدك
الحق وأنت أحكم الحاكمين
(45)قال
يانوح إنه ليس من أهلك إنه عمل غير صالح فلا تسألني ما ليس لك به علم
إني أعظك أن تكون من الجاهلين “Nuh Rabbine
dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin
vaadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin." Allah buyurdu
ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı
kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden
isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.”
(Hud 45-46)
Bu noktada meydana gelen durum, histen doğan
sevgiden kaynaklanmaktadır. Histen doğan sevgide düşünme
gerçekleşmez. Evladı ölen bir ananın sevgiden doğan acıma hissinin
önüne geçemeyerek çırpınması gibi. Hatta bu ortamda öyle sözler
sarf edilir ki, isyan ve şirk kokan kelamlar dahi farkında olmadan
söylenebilir. İnsan bu gibi hallerden kurtulduktan sonra olaylara
bakış açısı değişecektir.
Hisle alakalı fıtri sevgi hayvanlarda da
mevcuttur. Bunun canlı örneklerini çevremizde görmek mümkündür.
Bir köpeğe veya başka bir hayvana su ve yiyecek tipi bir şeyler
verdiğiniz de o hayvan bunun karşılığını sevgi izlerini gösteren
herhangi bir hareketiyle size yansıtacaktır. Bu örnekten de
anlaşılacağı üzere, ani tezahür sonucu ortaya çıkan sevgi türü
insan ve hayvanın yaratılışında mevcuttur.
b- İnsanın iradesi dahilinde olan sevgiye
gelince; bu hal normal bir konumda nefsiyetteki iticilerin
zihniyetin sahip olduğu fikirlerle yönlendirilmesi sonucu ortaya
çıkan sevgi türüdür. Bu ise, sadece insanda mevcuttur. İnsanla
hayvan arasını ayıran en büyük özelliklerden biriside budur. İnsan
sahip olduğu fikirler doğrultusunda sevgi mefhumunu kullanır. Bu
olay iradesi dahilinde zuhur eder. Eğer bu sevgi akıldan yoksun
bir şekilde yalnız bırakılacak olursa vicdani bir sevgiye dönüşür
ve yanılgıya düşer. Hayatta değeri olmayan ve insanı tehlikeli
konumlara götüren şeyleri sevmeye yönlendirir. Bu hususta aşırı
hareketlerinin sonucu sevgi, zulmü beraberinde getirir. Burada
şunu da zikretmek gerekir ki, korku da sevgi ile bağlantılıdır.
Aşırı derecelere ulaşan sevgi, sevilen bir şeyi kaybetmek veya ona
karşı kusur işlemekten kaçınmayı gerekli kılar. Çünkü yapılacak
hata sevgide zedelenmelere ve sevilenin gazabını üzerine çekmeye
neden olabilir. Hayata olan aşırı meyil hayattaki bütün şeylerden
tatmin olmamaya götürür. Bununla beraber tatmin olmak için ne
gerekiyorsa sınır tanımaz bir şekilde elde etmenin yoluna gidilir.
İrade dahilinde gerçekleşen sevgi fıtri sevginin önüne geçebilir
ve onu köreltir. Yani irade dahilinde ki sevgi, taşınılan fikirler
neticesi meyilleri zorlar ve ön plana çıkartır. Rahat yaşamak, çok
mala sahip olmak, rahatı bozacak her şeyi acımasızca ezip geçmek
gibi hasletler ister istemez kişide hakim olacaktır.
İşte, İslam bu hali değiştirmek, sınırlamak
için bir hayat nizamı olarak, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi
Vesellem yolu ile tüm insanlığa gönderilmiştir. İslam’ın ilk
hayata indiği dönemler insanlar cahiliye hayatı dediğimiz çirkef
bir yaşantı içerisinde idiler. Onlarda dünya sevgisi doruk
noktasına ulaşmıştı. Bu sevgi yaşantılarını öyle bir noktaya
getirmişti ki, evlatlarını dahi diri diri sıcak çöl kumlarına
gömmelerine sebep olmuştu. Adeta onlarda bu hal örfleşmişti. Hz.
Ömer Radiyallahu Anha dahi Müslüman olmadan önce kendisini bu
halden kurtaramamış kız evladını canlı canlı toprağa gömmüştür.
İradesi dahilinde gerçekleşen bu örfleşmiş olay, evladının
çığlıklarına kulak tıkatmasına, fıtrattan gelen sevgiyi
öldürmesine kadar götürmüştür.
O
gün hayatta sevdikleri şeylerin önüne geçen
engelleri kaldırmak için gaddarlaşan Ömer, İslam’ın getirdiği
değişimle adalet timsali (temsilcisi) Ömer Radiyallahu Anha olarak
adını tarih sayfalarına yazdırmış değerli bir şahsiyet olarak
karşımıza çıkmaktadır.
İslam cahiliyet dediğimiz ortamı değiştirmiş, o
insanları bulundukları çirkef dolu hayattan kopartıp temiz bir
yaşantıya kavuşturmuştur. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem
sevgi mefhumunu onların anladığı ve bağlandığı anlayıştan
çıkartarak asıl sevginin Allahu Teala’ya yapılmasının gerekli
olduğunu ortaya koymuştur.
İnsanın iradesi dahilinde olan sevgi mefhumunu
İslam, yüzeysel bakıştan doğan sevgi yerine aydın bir bakışla elde
edilen sevgiye dönüştürmüştür. Bu köklü yönlendiriş, insanı bozuk
fikir ve düşünceler sonucu doğan dünya sevgisi yerine Allah
sevgisini hakim kılmıştır. Allahu Teala’ya olan sevgi O’nun
getirdiklerine tâbi olmayı da beraberinde getirmiştir. Böylece
İslam sevgi mefhumuna yeni bir anlam yüklemiştir. O da, Allah’a
olan sonsuz muhabbet ve sadakattir. Çünkü, seven sevgisini
ispatlaması gerekir. Bu ise ancak sevilenin isteği ve hoş gördüğü
doğrultuda olur. Allah’a olan sevgi dünyaya olan aşırı meyli
ortadan kaldırır ve Allah’ın istekleri doğrultusunda hareket
etmeye yöneltir. Böylesi bir zihniyete sahip olunduğunda dünya
hayatı insanın gözünde küçülecektir ahirette kavuşacağı nimetler
onun gözünde büyüyecektir. Allah Subhânehu Ve Teala ahiret hayatı
hakkında şöyle buyuruyor:
فآتاهم الله ثواب الدنيا وحسن ثواب الآخرة والله
يحب المحسنين
“Allah da onlara dünya nimetini
ve ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah, iyi davrananları
sever.” (Al-i İmran 148)
وما الحياة الدنيا إلا لعب ولهو وللدار الآخرة
خير للذين يتقون أفلا تعقلون
“Dünya hayatı
bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar
için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl
erdiremiyor musunuz?” (En’am 32)
Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem cahiliye
adetleriyle dolu olan bir toplumdan temiz bir toplumu çıkarmıştır.
Allahu Teala’ya olan muhabbetleri o toplumu, Allah’ın emirlerine
daha çok bağlanmaya itmiştir. Yine bu sevgiden doğan korku, Allahu
Teala’nın emirlerinden uzaklaşmanın neticesi uğrayacakları azabı
daimi şekilde hatırlatmıştır. Allah’ı razı ettikleri takdirde elde
edilecek Cennet gibi bir mükafatın dünya nimetlerinden kat kat
fazla olduğu fikri onlara yerleşti. Allahu Teala şöyle buyurdu:
ويرزقه من حيث لا يحتسب ومن يتوكل على الله فهو
حسبه إن الله بالغ أمره قد جعل الله لكل شيء قدرا
“Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O,
ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey
için bir ölçü koymuştur.” (Talak 3)
Sevgiden doğan “Allah’a güvenle” sahabelerin
birçok aşılması zor işleri başarmaya muvafık oldukları aşikârdır.
Allahu Teala o toplumu yaptıkları iş karşılığı Cennetle
mükâfatlandıracağını vaat ettiği gibi bu dünyada da ödüllendirmiş,
bütün yeryüzünün zenginlikleri ayaklarının altına serilmiştir.
Hatta öyle bir gün geldi ki zekât verecek insan bulmakta zorlanır
oldular. Bu hal Allahu Teala’ya karşı olan sevginin bir ürünüdür.
Müslümanlar bu hali devam ettirdikleri müddetçe hiç bir zaman
rezil olmamışlardır. Ne zaman ki, bu hususta gevşeklik zuhur etti,
işte o an Müslümanlar bulundukları konumdan hızla uzaklaşmaya
başladılar.
Bazı etkenler (yeterince Allah’ın
getirdiklerine değer vermemek, dünya metaından daha çok pay kapma)
neticesi Allah’a olan sevginin yerini başka sevgiler almaya yüz
tuttu. Bu gevşeklik dünyaya bağlılığı doğurdu, ölümden korkulur
hale gelindi ve dünyaya olan rağbet arttı. Bunun neticesi cihad
terk edildi ve dünya işleriyle meşguliyet hat safhaya ulaştı. Oysa
üç sahabe cihada gitmediği için, kendilerinde Allahu Teala’nın
sevgisinden bir şeyin eksildiğini görmüşler ve gazabına uğrama
korkusundan günlerce gözyaşı dökmüşlerdi. Ta ki haklarında ayet
nazil olasıya kadar. Sevinçte ve tasada sahabenin sergilediği
tavır gerçekten bizim için örneklerle doludur. Onlar sevgilerinin
temelinde Allahu Teala’ya olan bağlılığı esas alıyorlardı.
Enes Radiyallahu Anha’dan rivayetle Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdu ki: “Kimde üç şey bulunursa
îmânı tatmış olur. Allah ve Resulü kendisine mallarından daha
sevgili olmak; bir kimseyi sevmek, fakat yalnız Allah için sevmek;
(Allah, onu küfürden kurtardıktan sonra) yine küfre
dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmamak.”
O gün sevginin önüne geçen engeller çok berrak
bir şekilde ortaya çıkıyordu. Fakat daha sonraki dönemler bu
berraklık kayboldu. Sevgide günümüzde olduğu gibi kargaşa
yaşanmaya başlandı. Allah’ı sevdiklerini söyledikleri halde bugün
Allah’ın düzeninin dışındaki düzenleri de sever oldular. İslam’ın
getirdiklerine karşı bir itaatsizlik baş gösterdi. Demokrasiye,
cumhuriyete bağlılıkları arttı. Laiklik gibi birçok mefhumları
savunur oldular. Bu düşüklük ümmeti karanlık dehlizlere doğru
çekti. Yaptıkları haramlarla iştigalin Allah’a olan sevgilerini
zedelemediği vehmine kapıldılar ve ne yazık ki günümüzdeki elim
duruma duçar oldular.
Bugün Müslümanlar, dünyaya bağlandıklarından ve
aşırı derecede dünyayı sevdiklerinden dolayı ahiretle ilgili bütün
hususları unuttular. Allahu Teala kitabında bu duruma düşenleri
şöyle uyarmaktadır:
ويرزقه من حيث لا يحتسب ومن يتوكل على الله فهو
حسبه إن الله بالغ أمره قد جعل الله لكل شيء قدرا
“Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya
hayatıyla şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici
bir faydadan başka bir şey değildir.”
(Ra’d 26)
Allah sevgisi onlarda yüzeysel veya göstermelik
bir hale dönüştü. Hesap gününü düşünmez oldular. Dünya sevgisi
öylesine ağır bastı ki, İslam hayatlarında ölçü olmaktan çıktı,
dinlerine olan bağlılıkları adeta kayboldu, yaşadıkları ortamı
benimsemeye başladılar. Dinlerine olan haince fikri, siyasi
saldırıları normal bir olaymış gibi algılar hale geldiler. Kâfir
sömürgecilerden arta kalan ellerindeki mallara öylesine
bağlandılar ki, kaybetme korkusu benliklerini sardı. Bu hal
onlardaki İslam’a bağlanma cesaretini kırdı ve ölümden korkar
oldular.
Amr bin Avf Resulullah Sallallahu Aleyhi
Vesellem’den şöyle rivayet etmiştir: “Vallahi size fakirlik
halinin geleceğinden hiç korkmam. Fakat sizin için korktuğum bir
şey varsa o da, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya
nimetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılarak onların
birbirlerini çekemeyip dünyalığı ele geçirmek için yarıştıkları
gibi sizlerin de aynı şekilde birbirinize düşmeniz ve nihayet
dünyalığın onları helâk ettiği gibi sizleri de helak etmesidir.”
buyurdu.
Dünyayı çok sevmek ve dünyadaki nimetler
üzerinde ısrarcı olmak cennet gibi bir nimeti unutturur. Oysaki bu
dünyanın bütün nimetleri fanidir. Ahirette kavuşulacak Cennet gibi
bir nimet ise ebedidir. Allah u Teala bu konuda şöyle buyuruyor:
يطاف عليهم بصحاف من ذهب وأكواب وفيها ما تشتهيه
الأنفس وتلذ الأعين وأنتم فيها خالدون
(71)وتلك
الجنة التي أورثتموها بما كنتم تعملون(72)لكم
فيها فاكهة كثيرة منها تأكلون “Onlara altın
tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının istediği,
gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Ve kendilerine: Siz, orada
ebedi kalacaksınız, işte yaptıklarınıza karşılık size miras
verilen cennet budur. Orada sizin için bol bol meyveler vardır,
onlardan yersiniz, denilir.” (Zuhruf
71,72,73)
Müslümanlar dünyaya olan meyillerinde aşırı
gitmelerine rağmen huzuru bulup mesut bir yaşantıya kavuşmuşta
değillerdir. Her yanda Müslümanların ezilip dışlanmaları bunun
açık örneğidir. Malları kâfirlerin sömürüsüne teslim edilmiş, çok
sevdikleri evlatları, küfrün inkarcı fikirleriyle dolması için,
eğitilmek üzere eğitim mekanizmalarına teslim edilmiştir.
Bu halden kurtuluşun yolu Müslümanların Allahu
Teala’ya olan bağlılıklarını, O’na olan sevgilerini yeniden ön
plana çıkarmalarına bağlıdır. İradeleri dahilindeki bu sevgi
mefhumlarını yeniden gözden geçirip, şu an meylettikleri sevginin
kendilerini aldatmakta olduğunu görmenin zamanı çoktan
gelip-geçmiştir. Zihniyetlerine saplanan küfrün pis tortularını
atıp Allahu Teala’ya bağlanarak yeniden o şerefli yaşantıya artık
koşmalıdırlar. Aksi halde ise Allah Subhânehu Ve Teala’nın şu
buyurduğu muhakkak yerini bulacaktır:
وإن تتولوا يستبدل قوما غيركم ثم لا يكونوا
أمثالكم
“Eğer O'ndan yüz çevirirseniz,
yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi
de olmazlar.” (Muhammed 38)
Sevmek ve sevilmekten uzak kalmak dünya ve
ahretimizi köreltmek demektir. Sevginin olmadığı yerde lanet
vardır. Böylesi bir konuma düşmekten Allahu Teala’ya sığınmaktan
başka çare yoktur.
قل إن كنتم تحبون الله فاتبعوني يحببكم الله
ويغفر لكم ذنوبكم والله غفور رحيم
“(Resûlüm!)
De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi
sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı
ve esirgeyicidir.” (Al-i İmran 31)
Ne mutlu Allahu Teala’yı sevip mağfiretine
sığınanlara...