Son asırlarda özellikle de günümüzde
Müslümanlar arasında siyasetten tiksindirici ve uzaklaştırıcı
çeşitli telkinler yaygınlaştırılıyor. Şöyle ki;
-Din ayrı siyaset ayrı olmalı. Çünkü dinin
sabit değişmeyen kuralları ile her zaman değişken olan siyasi
olaylar tanzim edilemez. Onun için din siyasete esas teşkil
etmemeli. Aksi halde dünyanın gidişatından geri kalır.
-Siyasetin değişkenliği ve kaypaklığından
dolayı, siyasetle meşgul olmak kişiyi de kaypak, ikiyüzlü,
sahtekar kılar. Onun için iyi bir Müslüman siyasetten uzak
durmalı.
-Aziz dinimizi siyasetin pisliklerine
bulaştırmamalıyız.
-Siyaset dinde ayrıntılardandır ve dindeki yeri
%5'ler civarındadır. O da önemli değildir. İslâm dini siyasi değil
sadece ruhani, ferdi bir dindir.
-Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınmalıyız.
-Önemli olan Allah'a kulluk yapmaktır.
Siyasetle iştigal kişiyi Allah'a kulluktan alı koyar.
-İslâm’i bir kitlenin kâfirlerin siyasi
işlerini, manevralarını takip etmesi abesle iştigal olur. Elin
kâfirinden bize ne nasıl olsa hak gelince batıl zail olur. Bizim
dahili ve harici siyaseti takip etmemiz, tahliller yapmamız,
konuşmamız abesle iştigal olur.
-İslâm'ı yaşarsak devlet nasıl olsa gelir. Önce
kendimizi kurtaralım. Devleti yüreğimizde kuralım. Siyasetle
meşgul olmaya gerek yok.
İşte bu ve benzeri sözleri içinde yaşadığımız
toplumda sık sık duyarız. Böyle düşünen insanlarla karşılaşırız.
Şu iyi bilinmeli ki, böylesi telkinler ve fikirler güdümlü
fikirlerdir. Kasıtlı olarak Müslümanlar arasında
yaygınlaştırılmaktadır ki Müslümanlar kendi yaşamlarındaki,
ülkelerindeki ve çevrelerindeki siyasi manevraları göremesinler,
kâfirlerin güdümünde kalmaya mahkûm olsunlar.
Siyasetin tanımı:
Arapça olan bir kelime olan siyaset;
ıstılahta belirli bir fikirle insanların ülke içi ve dışı ile
ilgili işlerini gütmeye yönetmeye denir. Bu iş, devlet ve
ümmet tarafından yapılır. Devlet ve yöneticiler bu işi yönetici
olarak, ümmet de takipçi, muhasebeci, nasihat edici olarak
yürütür.
Bu tanım genel tanımdır. Siyasetin vakıasını
ortaya koyar. Bu tanım "siyaset" kelimesinin lügat manasına
da uygun düşmektedir. Nitekim Lisanul Arab'da siyaset kelimesi;
insanların işlerinin yönetimini üstlenmek anlamında geçmektedir.
Kamus El-Muhitde de; "tebaayı siyase ettim" yani; "tebaaya
emrettim ve nehyettim" denmektedir. Siyaset kelimesinin lügat ve
ıstılahtaki bu manası Şer'î naslarda da aynı şekilde geçmiştir.
Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi
Vesellem bir hadisi şerifte şöyle demiştir: "İsrail oğullarını
peygamberler siyasa ediyorlardı (yönetiyorlardı). Bir nebi
öldüğünde onu bir başka nebi takip ediyordu. Benden sonra nebi
yoktur. Birçok hâlifeler olacaktır." (Buhari Enbiya 50, Müslim
İmarat 1842) Yani, Rasulullah Sallallahu Aleyhi
Vesellem'den sonra Müslümanları hâlifeler yönetecektir.
Siyasetin tanımının ve vakıasının bu olduğunu
gördükten sonra bu vakıaya İslâm'ın bakışını ortaya koymaya
çalışalım. Bu hususta ayet ve hadislere bakıldığında İslâm'da
siyasetin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. İslâm'ın ona nasıl
teşvik ettiğini ve bir yükümlülük olarak Müslümanlara yüklediğini
görürüz. Zira Müslümanların maslahatlarına önem vermekle,
yöneticilerin işleri ile ve yöneticileri muhasebe etmekle kısaca
siyasetle ilgili birçok nas vardır. Bu nasların bir kısmını
siyasetin yürütülüş şeklini ortaya koyarak göstermeye çalışacağız.
Siyaset:
1- Yöneticiler tarafından insanların işlerinin
tanzimi yani, yönetim ile,
2- Tebaa tarafından yönetimi denetleme ve
muhasebe ile
a- Dahili siyaset,
b- Harici siyaset olarak yürütülür.
a- Dahili Siyaset:
Dahili siyasetle Müslümanlardan talep edilen,
Allah'ın indirdikleri ile yönetmek ve yönetilmektir. Allah'ın
indirdiklerine göre de muhasebe etmektir. İşte Allahu Teala'nın bu
talebini ifade eden naslardan birkaçı şunlardır:
1- Yönetim ile ilgili nasslar:
فاحكم بينهم بما أنزل الله ولا تتبع أهواءهم عما
جاءك من الحق "Onların aralarında Allah'ın
indirdiği ile hükmet (yönet). Haktan
sana gelenden sapıp da onların arzularına uyma." (Maide 48)
ألم تر إلى الذين يزعمون أنهم آمنوا بما أنزل
إليك وما أنزل من قبلك يريدون أن يتحاكموا إلى الطاغوت وقد أمروا أن
يكفروا به ويريد الشيطان أن يضلهم ضلالا بعيدا
"Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini
iddia edenleri görmedin mi? Zira onlar inkâr etmekle
emrolundukları halde tağutla yönetilmek istemektedirler. Şeytan
ise onları uzak bir sapıklığa saptırmak istiyor." (Nisa 60)
Bu ayete göre Allah'ın indirmediği sistem ve
hükümlerle yönetime talip olmak şeytanın güdüm alanına girerek
sapıtmak ve iman iddiasını boşa çıkarmak oluyor. İşte asıl
kendisinden Allah'a sığınılacak husus budur. Demokrasi,
cumhuriyet, kapitalizm, sosyalizm gibi çağdaş tağuti sistemlerin
siyasetinin yürütücüsü olmaktan Allah'a sığınmak gerekir. Allahu
Teala şöyle buyurdu:
أفحكم الجاهلية يبغون ومن أحسن من الله حكما لقوم
يوقنون "Yoksa onlar cahiliye
(İslâm dışı) yönetim mi istiyorlar? İyi anlayan
bir topluma göre hükümranlığı (yönetim sistemi) Allah'tan
daha güzel kim vardır." (Maide 50)
Siyasetin yönetim bölümünde Allah Müslümanlara,
Allah'ın indirdiği ile yönetmeyi bu ve benzeri birçok nas ile
emretmişken bu emirleri yerine getirmeden Allah'a kulluk nasıl
olur?
2- Muhasebe hususuna gelince:
Hem fert hem de bir parti ile muhasebeyi Allah
Müslümanlardan talep etmiştir.
Allahu Teala’nın Resulü Sallallahu Aleyhi
Vesellem şöyle buyurmuştur: "İleride birtakım emirler
(yöneticiler) olacaktır. Tanıyacaksınız ve inkâr edeceksiniz.
Kim tanırsa beri olur. Kim inkâr ederse kurtulmuş olur. Fakat kim
razı olursa ve tabi olursa... Dediler ki; onlarla savaşalım mı?
Dedi ki; Namaz kıldıkları (İslâm'ı uyguladıkları) müddetçe
hayır." (Müslim 1854)
Allah'ın Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem
burada yöneticilere karşı kör ve sağır olmayı değil onları takip
edip tanımayı ve yaptıkları münkerlere karşı çıkmayı kurtuluşun
yolu olarak göstermiştir. Yöneticileri takip etmeyenler onları
tanıyamaz ve onlardan hasıl olan şerlerden de ne beri olur ne de
kurtulur. Körü körüne onlara tabi olur da dünya ve ahirette
hüsrana düşer.
Ayrıca Allahu Teala marufu yani Allah'ın
rızasına uygun olmayan şeyleri nehyetmeyi müminlerin bir sıfatı
olmasını talep etmektedir. Marufu emretmek ve münkerden nehyetmek
siyasi bir iştir. Çünkü marufun da münkerin de başı yönetimdir.
Yönetim bozuk olursa toplum fesat yani bozuk ve kirli olur. Çünkü
yönetim toplumun yapısını teşkil eder. Sosyal ilişkileri tanzim
eder. Bu tanzimdeki çarpılık toplumda çarpık, bozuk, kötü,
dengesiz ilişkileri beraberinde de zulüm, dolandırıcılık ve
yolsuzlukları getirir. Bu da yönetime ve yöneticilere yönelik
marufu emretmenin ve münkerden nehyetmenin önemini ortaya
koymaktadır.
İşte, Allahu Teala bu önemli siyasi işi
Müslümanların vasfı olarak zikrederek onlardan kesin bir şekilde
talep etmiştir:
والمؤمنون والمؤمنات بعضهم أولياء بعض يأمرون
بالمعروف وينهون عن المنكر "Mümin erkek ve
kadınlar birbirlerinin velisidirler
(dost, yardımcı ve koruyucusudurlar) marufu emrederler ve
münkerden nehyederler." (Tevbe 71)
Bu ayet de Müslümanlardan davet ve ümmet
olarak marufu emretmeyi ve münkerden nehyetmeyi talep etmektedir:
Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’de şöyle
buyurdu: "Şüphesiz ki Allah hiçbir zaman bir kısım (özel)
insanların işledikleri kötülükler yüzünden bütün insanlara azap
etmez. Ne zaman ki aralarında kötülüklerin yapıldığını görürler de
güçleri yettiği halde o kötülüklere karşı çıkmazlar ya da ortadan
kaldırmazlarsa işte o zaman Allah'ın azabı hem günahları
işleyenleri hem de bu günahlara karşı çıkmayanları, bütün
insanları kapsar." (Ahamet ibni Hanbel)
Toplumdaki özel kimseler yöneticiler, toplumu
etkileyen liderlerdir. Onları takip etmeyen ve onlardan hasıl olan
münkerlere karşı duyarsız ve tepkisiz olan insanlar onların
işledikleri cürümden dolayı Allahu Teala'nın göndereceği çeşitli
azaplardan kurtulamazlar. Kurtulmaları için yöneticileri ve
liderleri denetleyip icraatlarını takip etmeleri ve yanlışlarına
tepki göstermeleri gerekir. Bu da siyasetle iştigal değildir de
nedir?
Hadiste Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle
buyurdu:"Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin (küçük
düşürmesin). Yanındakiler; Ey Allah'ın Resulü, bizden birisi
kendisini nasıl tahkir eder? Diye sordular. O da şöyle dedi; bir
kimse öyle bir şey görür ki onunla ilgili bir şey söylemesi
Allah'ın onun üzerinde hakkıdır. Fakat o bu hususta konuşmaz
(yani insanlardan çekinip konuşmamakla kendisini tahkir etmiş,
alçaltmış olur). Allahu Teala da kıyamet günü ona, şu şu
meselede niye üzerine düşen sözü söylemedin, söylemene engel olan
neydi? Diye hesaba çeker. Adam; konuşmamı insanlardan korkmam
engelledi, der. Allahu Teala da; Sen (insanlardan değil)
önce benden korkmalıydın, der. (Kütübi sitte C.17 S.538)
Bu hadisi şeriften de anlaşılacağı üzere
gördüklerine karşı duyarsız ya da tepkisiz olmak yasaklanmaktadır.
Özellikle de yönetim ve yöneticilere karşı kör, sağır ve tepkisiz
olmak kesinlikle yasaklanmaktadır. Zira Allah'ın Resulü Sallallahu
Aleyhi Vesellem şöyle buyurmaktadır:
"Cihadın en üstünü zalim sultan (otorite)
karşısında hak sözü söylemektir."
"Şehitlerin efendisi Hamza ve zalim bir imama
karşı hak söz söyleyip nasihat eden ve bu hareketinden dolayı
öldürülen kimsedir."
"Kimin asıl önem verdiği husus Allah’tan
başkası olmuşsa o, Allah'tan değildir (Allah'la alakası
kesiktir). Kim de Müslümanlara (maslahatlarına) önem
vermezse onlardan değildir."
Müslümanlara ihtimam vermek onların
maslahatlarını, haklarını savunmak ve onların takipçisi olmaktır,
yani siyasettir. Allah ve Resulünün, siyasetin muhasebe ile ilgili
bu taleplerini ve şiddetli teşviklerini göz ve kulak ardı ederek
Allah'a kulluk hasıl olmaz
b- Dış siyasete gelince:
Dış siyasetin manası; devletlerarası
ilişkilerdir. Bunu takip etmek ve ondan haberdar olmak da, Allahu
Teala'nın Müslümanlara yüklediği risaleti aleme taşımak, fitne,
fesat ve zulmü ortadan kaldırmak ve Allah'ın dinini bütün dinler
üzerine yani yeryüzünün tamamına hakim kılmak vazifesinin yerine
getirilmesi için çok önemli bir şarttır.
Allahu Teala, İslâm ümmetini risalet ve cihad
ümmeti kılmış, insanlığa risaleti götürmek onları zulüm ve
zulümattan, sapıklıktan, kula kulluktan kurtarmak için çalışmakla
sorumlu kılmıştır. Onun yolu olan cihadı farz kılmıştır. Bu
hususta Allahu Teala şöyle buyurdu:
وكذلك جعلناكم أمة وسطا لتكونوا شهداء على الناس
"Böylece sizi insanlar üzerine şahitler olmanız, Rasul de size
şahit olması için seçkin bir ümmet kıldık."
(Bakara 143)
وقاتلوهم حتى لا تكون فتنة ويكون الدين كله لله
"Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla
(kafirlerle) savaşın." (Enfal 39)
İslâm ümmetinin bu vazifesini yerine
getirebilmesi için dünyada neler olup bittiğinden haberdar olması,
düşmanlarına karşı uyanık olması gerekmez mi? Yani dış siyasete,
devletlerarası siyasete vakıf olması gerekmez mi? Bunlara vakıf
olmayan hem düşmanlarından nasıl korunur? Hem de Allah'ın üzerine
yüklediği fitneyi, fesadı ortadan kaldırma yükümlülüğünü nasıl
yerine getirebilir?
İslâm ümmetinin dış siyasete vakıf olmasının
gerekliliği şu hususlarda açıkça ortaya çıkar:
1-Düşmanlarını tanıması bakımından,
2-Fitne, fesadı ortadan kaldırıp Allah'ın
dinini hakim kılmak için cihad yapmakla yükümlü olması bakımından,
3-Müslümanların sadece kendilerini
kalkındırmak değil tüm insanlığı kalkındırmayı düşünmek ve o
azimle çalışmakla yükümlü olmaları bakımından.
a- Şu anda yeryüzü, Müslümanların
düşmanları olan kâfirlerin devletleri tarafından istila edilip
ifsat olmuştur. Kafirler devletlerinin imkânları ile sürekli
Müslümanlara kin beslemekte, kötülük düşünmekte ve düşmanlık
yapmaktadırlar. Müslümanların mallarını çalmak, ülkelerini
sömürmek, onları İslâm'dan uzaklaştırmak ve İslâm'ı tamamen
ortadan kaldırmak için hileler, tuzaklar kurmakla meşguller.
Planlar ve planlarını uygulamak için çeşitli faaliyetler
yapmaktalar. Bu ortamda, Müslümanlar o düşmanlara karşı nasıl
gafil olur? Düşmanına karşı gafil olmayı telkin eden bir zihniyet
asla İslâm’i zihniyet olamaz. Şu anda yeryüzündeki devletler
mademki hep küfür devletleridir, o halde Müslümanların bu
devletleri özellikle de ABD, İngiltere, Fransa, Rusya gibi
devletlerarası siyasi durumu belirleyen büyük devletlerin
vakıalarını tanımaları, onların plan ve desiselerinden haberdar
olmaları onların aleyhimizde hazırladıkları tuzaklarına düşmemek
için farzdır. Çünkü bir farzı yerine getirmek için gerekli şeyler
de farzdır. Nitekim son dönemlerde Müslümanlar bu farzı eda
etmedikleri için sürekli düşmanları olan kâfirlerin tuzaklarına
düşmektedirler.
b- Yukarıda geçen ayetlerde de görüldüğü
gibi Allahu Teala İslâm ümmetini fitne ve fesadı ortadan kaldırmak
ve hak din olan İslâm'ı yeryüzünün tamamında hakim kılmak için
cihad yapmakla mükellef kılmıştır. Müslümanların bakışını
yeryüzünün tamamına yöneltmiştir. Bununla yükümlü olan bir ümmet
elbette ki fitne ve fesadın faillerini tanımak zorundadır. Onların
güçlerini, planlarını ve faaliyetlerini tanımak zorundadır. Bu da
dış siyaseti takip etmeyi ve siyasi uyanıklığa sahip olmayı
gerekli kılmaktadır.
c- Allahu Teala, yukarıda da belirtildiği
gibi İslâm ümmetini "insanlar için çıkartılmış en hayırlı
ümmet" "insanlığa şahit ümmet" kılmıştır. Bu vasıflara göre
İslâm ümmetinin sorumluluğu evrenseldir. Allah bu ümmete bu ağır
sorumluluğu yüklemekle aynı zamanda onu yeryüzünde "en seçkin,
en üstün ümmet" konumuna getirmiştir. İşte bu ulvî makam ve
sorumluluk gereği Müslümanlar sadece kendilerini düşünmezler ve
sadece kendileri için yaşamazlar. Bundan dolayı bugün her ne kadar
Müslümanlar kendileri kalkınmak zorunda olsalar da onların bakışı
yine de alemin tamamına insanlığın kurtuluşunadır.
Müslümanlar kalkınmak için uğraşacaklar fakat
sadece kendilerini kurtarmak için değil tüm dünyayı fitne ve
fesattan insanlığı da tağuti zulümat ve dalaletten kurtarıp
İslâm'ın nuruna hidayet ve adaletine ulaştırmak için yani tüm
insanlığı kalkındırmak için bunu yapacaklar. Bu bakışı bize hem
yukarıda zikredilen naslar kazandırıyor, hem de Rasul 'in sünneti
kazandırıyor.
Bilindiği üzere Rasul Sallallahu Aleyhi
Vesellem ve sahabeler daha İslâm'ın ilk yıllarında, Mekke
döneminde dış siyasetle ilgileniyorlardı. Müşriklerin liderleri
aralarında Ebu Bekir'in de olduğu bir grup Müslüman'a;
Farslıların Rumlara galip geldiklerini, Rumların Kitap Ehli
olmalarının kendilerine bir üstünlük sağlamadığını, aynı şekilde
Müslümanların da kendilerine Allah'tan kitap geliyor iddiası ile
üstünlük elde edemeyeceklerini söyleyerek Müslümanlara
çattılar. Bunun üzerine Müslümanlar Rasulullah Sallallahu Aleyhi
Vesellem'in yanına geldiklerinde Allahu Teala Rum suresinin 1-4
ayetlerini indirip; Rumların kısa zaman içinde galip
geleceklerini, mü'minlerin de müşriklere karşı zafer elde
edeceklerini bildirdi. Nitekim Rumlar 616 yılındaki
yenilgilerinden 8 yıl sonra, 624 yılında Farsları yendiler.
Müslümanlarda Bedirde Müşrikleri yendiler. Bu olay sahabelerin
devletleri yokken bile devletlerarası ilişkileri akideleri
açısından takip ettiklerini, Allah ve Resulünün de bunu teyit
ettiğini ortaya koymaktadır.
Mekke'de henüz devletleri bile yokken
sahabelerin bu uğraşıları abesle iştigal miydi? Hayır, kesinlikle
hayır. Bilakis dünyayı kurtarma sorumluluğunun bilincindeki
Müslümanların akidelerinin ve sorumluluklarının zorunlu kıldığı
bir uğraşı idi. Zira Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem daha
Mekke'de iken çeşitli maddi sıkıntılar içindeki bir avuç Müslüman;
zamanın iki süper devletinin fethini Allah'ın dininin hakimiyet
için hedef olarak gösteriyordu. Kayser ve Kisra'nın hazinelerini
vaat ediyordu. Bu vaat para vaadinden öte iki büyük ülkenin
fethinin vaat edilmesiydi.
Bir başka örnek ise; Medine de Hendek
gazvesinde İslâm devletinin ablukaya alındığı bir esnada korunmak
maksadı ile çeşitli sıkıntılar içerisinde hendek kazarken
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Müslümanlara Rum, Fars ve
Mısır diyarlarının fethedileceğini müjdelemesiydi. Yani,
Müslümanlara sadece bu ablukadan nasıl kurtuluruz gibi bir
sıkıntıyla meşgul olmamalarını, gösterilen hedeflere nasıl
ulaşılacaklarını düşünmelerini onlara telkin ediyordu. İşte bütün
bunlar Müslümanların bugün dahi dünyayı ve tüm insanlığı Allah'ın
dinini hakim kılarak kurtarmayı düşünmeleri gerektiğini, bunun
yolu olan cihad bilinciyle hareket etmeleri gerektiğini, onun için
de bakışlarını dünyaya yöneltip ne olup bittiğini fark etmeleri,
takip etmeleri gerektiğini, bu takibi de İslâm’i açıdan yaparak
siyasi uyanıklık içinde olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
Siyasi uyanıklık:
İşte, İslâm ümmetinin şahit ümmet vasfını
koruyabilmesi onda ancak siyasi uyanıklığın hasıl olması ile
gerçekleşir. Siyasi uyanıklık ise, siyasi durumlara,
devletlerarası duruma, siyasi olaylara karşı uyanık olmayı
devletlerarası siyaseti ve siyasi işleri takip etmeyi dünyaya
belli bir zaviyeden bakarak yürütmektir. Müslümanlar için siyasi
uyanıklık bahsedilen hususlara İslâm akidesi açısından bakmaktır.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in şu
hadisinde ifadesini bulduğu gibi:"İnsanlar La İlahe İllallah
Muhammedun Rasulullah diyesiye kadar savaşmakla emrolundum. Onu
söylediklerinde şeriatın hak olarak kıldığı dışında kanlarını ve
mallarını benden korumuş olurlar." (Nesei)
Dünyaya belli bir açıdan bakmamak insanın
bakışını sathi kılar, siyasi uyanıklık olmaz. Şu iki husus
gerçekleşmeden siyasi uyanıklık gerçekleşmez:
1- Bakış belli bir bölgeye değil tüm
dünyaya olmalı,
2- Bu bakış belli bir açıdan olmalı. Bu açı
bir ideoloji olabilir. Belirli bir fikir olabilir, belirli bir
maslahat olabilir.
Ümmet içerisinde siyasi bir hizbin olmasının
önemi:
Ümmette siyasi uyanıklığı hasıl edecek olan,
siyasi bir hizbin faaliyetleridir. Nitekim böyle bir hizbin
kurulmasını Allahu Teala emretmiştir:
ولتكن منكم أمة يدعون إلى الخير ويأمرون بالمعروف
وينهون عن المنكر وأولئك هم المفلحون "Sizden
hayra davet eden marufu emreden, münkerden nehyeden bir kitle
(hizb) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa
erenlerdir." (Ali İmran 104)
Siyasi bir hizbte bulunması gereken özellikler
ise şunlardır:
1- Hedefini ve üzerine kurulduğu
fikirlerini iyi kavramış olmalıdır,
2- Metodunu ve onunla ilgili hükümleri
kavramalı,
3- Kitlesine insanları katma yolunu iyi
kavramalı,
4- Mensuplarına üzerine kurulduğu fikirleri
kavratmalı ki onların bağlılıkları hissi değil fikri olsun,
5- Siyasi uyanıklık içinde olmalı, işi de
sadece İslâm'a davet açısında siyaset olmalı.
Hizb bu işleri şöyle yapar:
a- Yöneticileri, icraatlarını yakinen takip
ederek onların Müslümanların maslahatlarını takipteki
ihmalkârlıklarını, yanlışlarını, ihanetlerini deşifre edip
Müslümanların dikkatine sunmak. Böylece yöneticilere karşı
Müslümanlarda siyasi uyanıklık hasıl etmek. Buna siyasi mücadele
denir.
b- Kâfirlerin ve küfür devletlerinin
Müslümanlara karşı entrikalarını, planlarını ve siyasi işlerini
keşfedip Müslümanların dikkatine sunarak Müslümanları dünyadan
haberdar etmek ve dış siyasette siyasi uyanıklık sağlamak.
c- İnsanların işlerinin yürütülmesinde
Şer'î çözümler göstermek. İslâm'a davetin manası da zaten budur.
Bu çözümlerin uygulanmasına davet etmektir.
Böylesi bir hizbin;
1- Olaylara karşı duyarlı olması,
2- Haberleri takip etmesi,
3- Siyasi bakış ve tefekküre sahip olması
gerekir.
Siyasi tefekkür insanların problemlerine çözüm
düşünmek değil, insanların işlerinin yürütülmesini düşünmektir.
Bunun için de olayları ve haberleri, gelişmeleri takip etmektir.
İşte siyasi bir hizb; ümmette bu tefekkür ve
siyasi uyanıklığı yaygınlaştırmak için uğraşır. Sonra da bu siyasi
tefekkür ve uyanıklıkla ümmetin harekete geçip Allah'ın dinini
tekrar hakim kılmak ve aleme taşımak için şeriatın ortaya koyduğu
ve zorunlu kıldığı Hilâfet Devletini kurmak ve korumak, onunla
beraber İslâm risaletini aleme taşıma yoluna girmesini sağlamaya
çalışır.
İslâm’i siyasi hizbin işinin bu olduğunu da
zaten öylesi bir hizbin bulunmasını gerekli kılan ayetlerle Allahu
Teala belirlemiştir.
Allahu Teala siyasi bir kitlenin işini;
1- Hayra yani İslâm'a davet,
2- Marufu emredip münkerden nehyetmek
şeklinde belirlemiştir ki, bu işler fikri ve siyasi işlerdir.
Maddi işler değildir.
Onun için, İslâm’i siyasi bir hizbten ayetin
belirlediği bu işlerin dışında işler beklemek yanlış olur. O
hizbten devletin ya da devlete ait kurumların yapacağı maddi işler
yapmasını beklemek yanlış olur. Zira o zaman ayeti kerime de
ortaya konulan hizb vakıasını anlamamak olur. Dolayısıyla hizbten
okullar açmasını, hastaneler açmasını, silahlı ordular kurmasını,
yargı işlerini yapmasını ve bu işleri yapamıyorsa o hizb hiçbir iş
yapmıyor diye vasfetmek, yaptığı siyasi fikri işi küçümsemek çok
yanlış olur. Ayeti kerime de Allahu Teala'nın sınırladığı işleri
küçümsemek olur. Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem ve ashabının
yapmış olduğu işi küçümsemek olur. Bu konuda böyle düşünmekten
Allahu Teala'ya sığınmak gerekir.
Şu halde bize düşen bu açıklamaların ışığında
siyasetin, siyasi çalışmanın, siyasi hizbin ve işlerinin önemini
iyi kavrayıp gereğince amel etmek olmalıdır. |