İSLAM'DA İKTİSAT NİZAMI

 

İKTİSAT

İktisat kelimesi, eski Yunanca’daki bir kelimeden türemiş ve "ev işlerini düzenleme" anlamına gelmektedir. Yani, ev halkının güçlü kimseleri mal ve hizmet üretiminde bulunurlar ama evin bütün fertleri ise mülk edinmelerinden dolayı bunların faydalarına ortak olurlar. Daha sonra, ev kapsamında kullanılan bu sözcük anlam genişlemesine uğrayarak kendisi ile bir devlet tarafından yönetilen bir toplum ifade edilmeye başlandı.

Burada iktisat kelimesinde sözlük anlamı olan tutumluluk amaçlanmadığı gibi mal ve hizmetler de kastedilmemektedir. Burada kastedilen anlam "mal ve hizmet işlerini düzenlemek şeklindeki ıstılahî anlamdır. Mal ve hizmetlerin çoğaltılmasını ve yeniden üretimini iktisat bilimi inceler. Mal ve hizmetlerin dağıtımı niteliğini ise iktisadi sistem belirler ve bunların bileşiminden iktisat oluşur.

Gerek iktisat bilimi gerek iktisadi sistemleri her biri iktisattan bahsediyor olsalar da ikisi de kavramları açısından birbirinden farklıdırlar. İktisadi sistem, servetin azlığı veya çokluğundan etkilenmeyeceği gibi servetin artırılmasına veya azaltılmasına da herhangi bir şekilde etki etmez. Bunun yanında iktisadı tek bir konuya indirgeme düşüncesi, ya çözümü istenen iktisadi problemlerin anlaşılması sürecinde insanı yanlış yönlendirir veya ülkenin servetlerini çoğaltacak faktörlerin yanlı belirlenmesine sevk eder. Çünkü, mal ve hizmetlerin çoğaltılması ve yenilenmesi noktasında toplumun işlerinin düzenlenmesi başka bir şey, üretilen mal ve hizmetleri dağıtımı noktasında toplumun işlerini düzenlemek başka bir şeydir. Bu nedenle mal ve hizmet üretimini, mal ve hizmetin dağıtımı konusundan ayrı ayrı ve bağımsız olarak incelemek gerekir. Zira birincisi üretim araçları ile ilgili iken ikincisi fikirlerle ilgilidir. Bunun için iktisadi sistemin, dünya görüşü ile ilişkili ve ondan etkilenen bir fikir yapısı olması açısında incelenmesi gerekir. İktisat bilimini, dünya görüşleri ile bir ilişkisinin olmamasından dolayı bilimsellik açısından incelemek gerekir. Bunların içinde ise incelemesi öncelikli olan iktisadi sistemdir. Çünkü iktisadi problem insan ihtiyaçları ve bunları doyuma ulaştıracak araçlardın faydalanma ilişkisi etrafında döner. Bilindiği gibi bu araçlar evrende mevcuttur ve bunları üretmek insan için sorun değildir. Tam tersine insandaki ihtiyaçları tatmin isteği insanı bu araçları üretmeye yönlendirir. İnsanlar arasındaki veya toplumsal ilişkilerdeki problem, insanları bu araçlardan yararlandırılıp yararlandırılmamasından doğmaktır. Yani problem, bu araçlara insanların sahip olması konusundan doğmaktadır. Dolayısıyla iktisadi problemin çözümü bu temel esaslarda yatmaktadır. Buna göre, iktisadi problem, faydadan pay alma konusundan kaynaklanır, yoksa bu faydayı sağlayacak mal ve hizmetlerin üretiminden kaynaklanmamaktadır.

 İktisadi Sistemin Esası

Fayda; insanın ihtiyacını gidermeye elverişli olan şeydir. Bunun iki boyutu vardır. Birincisi, belirli bir şeyin elde edilmesine yönelik insandaki istek boyutu. İkincisi de aynı şeyin taşıdığı özellikler ile bu özelliklerin belli bir şeyin değil de genel anlamda insanın ihtiyaçlarını gidermeye elverişli olması boyutudur. Bu fayda ya insanın emeğinden (hizmet) ya maldan veya her ikisinden oluşur.

İnsanın emeği iki konuyu kapsar:

1- Fikri gayret

2- Malı veya malın sağlayacağı faydayı elde etmek için insanın harcadığı bedensel güç.

"Mal" kelimesi satın almak, kiralamak veya ödünç almak yolu ile kendisinden faydalanmak için sahip olunan her şeyi kapsar. Bu faydalanma, bir şeyin kedisini tüketmekle -örneğin bir elmayı yemek şeklinde- veya tüketmeden -örneğin arabayı kullanmak şeklinde- olabildiği gibi bir şeyin kendisi aynen kaldığı halde ödünç alma yoluyla -örneğin bir un eleğini kullanılması şeklinde- da olabilir. Bunların dışında başkasının mülkiyetinde olan bir evde kira yoluyla oturmakla da olur. Mal, altın ve gümüş gibi parayı, elbise ve gıda maddeleri gibi eşyaları, fabrikalar gibi taşınmaz malları ve diğer mülk edinilen her şeyi kapsar. Mal, insanın ihtiyaçlarını karşılayan şeylerdir. Buna göre insanın gayreti ancak malın bizzat kendisini veya faydasını elde etmek için kullanılan bir araçtır. Bu nedenle mal faydanın temelini teşkil eder. İnsanın gayreti ise malı elde etmenin imkanını sağlayan araçlardan biridir. İnsan yaratılışı itibarı ile mala sahip olmak için gayretini sarf eder. Bu nedenle insanın ihtiyaçlarını tatmin eden iki araç “gayret” ve “mal”dır. Yani bu gayret ve mal bileşimi insanın sahip olmak istediği serveti meydana getirir.

Bireyler servete, başkalarından hibe yoluyla veya doğada işlenmemiş olarak bulunan bir mala sahip olmak şeklinde doğrudan doğruya sahip olabilir. Örnekleyecek olursak, bir elmayı veya bir evi mülk edinip sahip olmak gibi bir şeyin bizzat kendisini tüketmek ya da yararlanmak şeklinde sahip olmak veya bir evin kiralanması sonucunda onun faydasına sahip olmak ya da bir mühendisin projesi gibi bir insanın gayretinden doğan faydaya sahip olmak şeklinde olabilir.

Bütün bu mülk edinmeleri iki şekle indirgemek uygun olur. Ya bir bedel karşılığı satın almakla -malı veya bir işçiyi kiralamak gibi- ya da bir bedel olmaksızın bağış, miras ve ödünç vermekle olabilir.

Buna göre iktisadi problem, servetin oluşumundan değil servete sahip olma konusundan kaynaklanmaktadır. İktisadi problem, mala sahip olma yani mülkiyete bakış açısından, bu mülkiyeti kötüye kullanmaktan ve servetini insanlar arasında dengesiz dağıtımından kaynaklanır. Bu konular dışında hiç bir etken probleme kaynaklık teşkil etmez. Bundan dolayı bu konuları çözüme ulaştırmak iktisadi sistemin temelini oluşturur.

Dolayısıyla iktisadi sistem üç temel üzerine kurulur. Bunlar; mülkiyet, mülkiyetin kullanımı ve servetin insanlar arasındaki dağıtımdır.

İslâm'ın İktisada Bakışı

 İslâm'ın servete bakış açısı ile servetten yaralanma konusuna bakış açısı faklıdır. Diğer bir ifade ile fayda sağlayan araçlara bakış açısı ile o faydaya sahip olmak konusundaki bakış açısı birbirinden farklıdır. Bunların ikisi birlikte faydayı sağlayan araçlardır. Yani bu ikisinin yaşam içindeki varlıkları ve üretimleri açısından İslâmi konumları, onlardan yararlanmak ve bu faydaya sahip olma niteliğinde farklıdır. Zira İslâm doğrudan ve açıkça servetten yaralanmaya müdahale etmiştir. Örnek olarak, içki ve ölü hayvan etinden yararlanmayı haram kıldığı gibi dans ve fahişelik gibi bazı insan emeği olan şeylerden fayda sağlamayı da haram kılmıştır. Yine yenilmesini haram kıldığı şeyin alışverişini de haram kılmıştır. Yapılmasını yasakladığı eylemler konusunda mal ve insan emeğinden kiralama yoluyla yaralanmayı da haram kılmıştır. İslâm, serveti elde edebilme ile ilgili olarak avlanma, ölü arazinin üretime kazandırılması, kira, miras, bağış ve vasiyet gibi konularda hükümler beyan etmiştir.

Serveti meydana getiren nesneler konusuna gelince; İslâm, genel olarak çalışarak kazanmaya ve servetin artırılmasına teşvik etmiştir. Fakat üretimin artırılmasının niteliğine ve inceliğine müdahale etmemiştir. Bilakis onu istedikleri şekilde gerçekleştirmeleri konusunda insanları özgür bırakmıştır. Serveti oluşturan mal ise doğada mevcuttur. Allah, onu insanların hizmetine uygun bir şekilde yaratmıştır. Allah şöyle buyuruyor:

"O'nun fazlında talep etmeniz için ve O'nun emriyle içinde gemilerin yüzmeleri için size denizi boyun eğdiren Allah'tır.”(Casiye 12)

"Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan odur.”(Bakara 29)

“Göklerde ve yerde bulunan şeyleri size boyun eğdirdi, hepsi Allah'tandır.”(Casiye 13)

"İnsan, yiyeceğine bir baksın. Suyu (yağmuru) şarıl şarıl Biz akıttık. Sonra yeri bir yarışla yardık. O yerde ekinler, üzüm bağları, bitkiler, zeytinler, hurmalar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. Bunlar sizin ve hayvanlarınızın istifadesi içindir.”(Abese 24-31)

"Biz ona (Süleyman'a) savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için zırh yapma sanatını örettik.”(Enbiya 80)

"Biz kendisinde şiddetli bir güç ve insanlara bir çok yararı olan demiri de indirdik.”(Hadid 25)

Bu ve benzeri ayetlerde mal ve insan emeğinin Allah tarafından yaratıldığı ifade edilmiş ama mal konusunda bunda başka hiçbir özellik belirtilmemiştir. Bu da gösteriyor ki, mal kapsamına giren maddelere ve insan emeğine bir müdahale söz konusu değildir. Ancak malın insanların kendisinden yaralanmaları için yaratıldığı açıklanmıştır. Zira İslâm’da servetin üretimine müdahale edildiğine dair herhangi bir şer’i nassın bulunmayışı buna açıklamaya yeter. Bunun yanında malın üretiminin ve insan emeğinin verimli bir şekilde değerlendirilmesi ile ilgili konunun insanlara bırakıldığına işaret eden şer’i nasslar bulmak mümkündür. Rivayet edildiğine göre Rasul (sas) hurma ağaçlarının aşılanması ile ilgili olarak şöyle demiştir:

"Dünya işlerini sizler daha iyi bilirsiniz.”(Müslim, Kitabu’l-Fedai, 4358)

Yine rivayet edildiğine göre; "Rasul (sas), Müslümanlardan iki kişiyi silah yapma sanatını öğretmeleri için Yemen'in Cüreş şehrine göndermiştir."

Bunlar da gösteriyor ki şeriat, malın üretilmesi işini insanların bilgi ve tecrübelerine bırakmıştır.

Dolayısıyla İslâm, İktisat bilimine değil iktisadi sisteme yönelerek, servetin elde edilişi ve ondan faydalanmanın niteliğini konu edinir. Servetin üretim şeklini ve fayda sağlayan araçları kesinlikle konu edinmez.

 İslâm'da İktisadi Politika

 İktisadi politika, insanın faaliyetlerini düzenleyen ve çözümleyen hükümleri gerçekleştirmeye çalıştığı hedeftir. İslâm'ın iktisadi politikası ise, bir bütün olarak her bireyin temel ihtiyaçlarının karşılanması ve toplumun yaşam standartlarına bağlı olarak lüks sayılan ihtiyaçları karşılama imkanının da bireye sunulmasıdır. İslâm, ülkede yaşayan insanların tümüne birden yani, genelleme yaparak değil de tek tek bireylerin kendisine ilgi gösterir. Yani İslâm, bireyin öncelikle bütün temel ihtiyaçlarının mutlaka toptan doyurulması gerektiğine inanarak insanı ele alır. Sonra da onu, gücü ölçüsünde lüks denilen ikinci derecedeki ihtiyaçlarının karşılanmasına imkan hazırlanması gereken özel kişiliği açısından ele alır. Ayın zamanda bunlarla ilişkili olan bireyin özelliklerine bağlı olarak gelişen belirli ilişkiler açısından da ele alır. Dolayısıyla İslâm'daki iktisadi politika, her bireyin hayattan yararlanmasını garanti altına almada sadece ülkenin genel anlamda yaşam seviyesinin yükseltilmesini amaçlamadığı gibi halkın geçim seviyesini sınıf gözetmeden yükseltmek için onları mevcut refahtan güçleri oranında yararlanmalarını da amaçlamaz. İslâm'daki iktisadi politikanın amacı ancak, belirli ilişkiler içerisinde yaşayan insanın temel ihtiyaçlarını çözüme kavuşturmak ve yaşam standartlarını yükseltme imkanı sağlayarak onu özel yaşamı içerisinde refaha ulaştırmaktır. İşte bu yönü ile İslâm'ın iktisadi politikası diğer iktisadi politikalardan ayrılır.

İnsan için iktisadi hükümler koyan İslâm, bunları birey için koymakta aynı zamanda bunlarla bireyin yaşama hakkını garanti altına almaktadır. Yaşama hakkını garanti altın almak ve refahı mümkün kılmak için çalışırken bunu belirli yaşam biçimleri olan toplumlar için öngörmüştür. İslâm, birey için yaşam garantisi ve refahın mümkün olanını gerçekleştirmeye çalışırken toplumun üzerinde bulunması gereken konumu kriter olarak ele almaktadır. Bunun için İslâm devletinin kanunlarında, kendi bireylerinin yiyecek, giyecek ve mesken gibi tüm temel ihtiyaçlarını toptan karşılaması gerektiğini ifade eden şer’i hükümler vardır. Bunları da aşağıda anlatacağımız şekilde gerçekleştirir:

Çalışacak gücü olan kimseye, kendisine ve bakmakla zorunlu olduğu kimsenin temel ihtiyaçlarını karşılaması için çalışmayı zorunlu kılar. Eğer kişi çalışmaya muktedir değilse, onun temel ihtiyaçlarının karşılanmasını çocuğuna ve varisine bırakır. Bununla İslâm, insan olarak giderilmesi zorunlu olan giyinme, barınma, yeme gibi ihtiyaçların karşılanmasını her birey için garanti etmiştir. Daha sonra bireyi gücü oranında dünya hayatının temiz ve güzel olan şeylerinden yararlanmaya teşvik etmiştir. İslâm, devletin bütün Müslümanlar üzerin farz olabilecek bir şekilde vergi adı altında bireyin malını elinde almasını yasaklar. Ancak günün şartlarına uygun olarak yaşadığı hayatın temel ve lüks ihtiyaçlarından fazlasını, artan vergi olarak alabilir. Bununla her bireye yaşama hakkını garanti etmiş ve ona hayatta refah imkanı da vermiştir. Bunlarla birey, temel ve lüks ihtiyaçlarını karşılamak için mal kazanma imkanını verirken, belli sınırlar koymayı da ihmal etmemiş ve bireyin ilişkilerine özel bir biçim vermiştir. Zira her müslümana, şarabın onun için ekonomik değerinin olup olmamasına bakmadan üretimini ve tüketimini yasaklamıştır. İslâm Devleti’nin tabiiyetini taşıyan herkese her türlü faizli işlem haram kılınmıştır. Müslüman veya gayri müslim ayrımı gözetmeden tebaanın tümü için faiz ekonomik bir değer olarak kabul edilmemiştir. Böylece ekonomik değeri olan bir maldan yaralanmada toplumun üzerinde bulunması gerekli konum temel kriter olarak ele alınmıştır.

Bunlardan da anlaşıldığı gibi İslâm bireyi insan oluşundan, bunu da kişiliğinde (bireysel özelliklerden) ayrı tutmamıştır. Aynı zamanda toplumun üzerinde bulunması gerekli konumunu da her bireyin temel ihtiyaçlarını bir bütün olarak doyurulmasından ve lüks ihtiyaçlarını tatminine imkan sağlanmasından ayrı tutmamıştır. Bilakis ihtiyaçların tatmini konusunu toplumun üzerinde bulunması gerekli konumla ilişkilendirip, birinin diğerinden ayrılmaz iki konu olduğunu vurgulamıştır. Yani toplumun üzeride bulunması gereken konum, ihtiyaçların doyuma ulaştırılması biçiminin temel kriteri ve belirleyicisidir. Lüks ihtiyaçların karşılanabilmesi ise insanların elerindeki ekonomik değerleri artırabilmeleri ile mümkündür. Bu da çalışmadan gerçekleştirilmez. Bunu için İslâm, kazanç ve rızk aramayı ve bu yolda çalışmayı farz kılmıştır. Allah şöyle buyuruyor:

"Yerin sırtlarında yürüyün (dolaşın) ve Allah'ın rızkında yiyin.”(Mülk 15)

Fakat bu, İslâm’ın servetin üretim tarzına müdahale ettiği veya üretimin artırılmasını nitelik ve nicelik açısından belirlediği (sınırladığı) anlamına gelmemektedir. Çünkü İslâm’ın bunlarla bir ilgisi yoktur. İslâm'ın bunlarla ilgisi sadece çalışarak mal elde etmeye teşvik şeklindedir.

Nitekim mal kazanmaya teşvik eden bir çok hadis rivayet edilmiştir. Bir hadiste şöyle denilmektedir:

"Bir gün Rasul (sas) Sa'ad b. Muaz (ra) ile musafaha yaparken iki elinin kabardığını görür, sebebini sorunca, Sa'd "Ailemi geçindirmek için balyoz ve kürekle çalışıyorum" deyince, Rasulullah (sas) Sa'd'ın elini öptü ve şöyle dedi: "İşte Allah'ın sevdiği iki el için."

Başka bir hadiste Rasul (sas) şöyle dedi:

"Hiç biriniz elinin emeğinden daha hayırlı bir şey yememiştir.”(Buhari, Kitabu’l-Buyu’, 1930)

Rivayet edildiğine göre "Ömer (ra), bir gün kendisini ibadete verenlerden bir topluluğa rastlar. Bakar ki bunların hepsi başlarını önlerine eğmişler oturuyorlar. Ömer (ra) "Bunlar kimlerdir" diye sorunca, "Onlar mütevekkilun (yani Allah'a tevekkül eden kimselerdir" dediler. Ömer (ra) ise, "Asla. Bunlar anca müte-ekkilun (yani yiyici takımdır), halkın malını yemeğe alışmış kimselerdir, Gerçek tevekkül sahibi olanlar kimlerdir, size bildireyim mi?” dedi. Oradakiler "bildir" dediler. Deki ki: "Gerçek mütevekkil olan kimse toprağa tohumu atan sonra da Rabbisi Azze ve Celle'ye tevekkül eden kimsedir."

Görüldüğü gibi ayet ve hadisler, rızk aramak için çalışmaya ve malı elde etmek için gayret göstermeye teşvik etmektedir. Maldan faydalanmaya ve temiz yiyeceklerden yemeye de teşvik etmiştir. Allahu Teâla şöyle dedi:

"De ki, Allah'ın kulları için çıkarttığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kıldı?”(A'raf 32)  

"Allah'ın kendi fazlandan olarak kendilerine vermiş olduğu nimete cimrilik edenler, bu hareketin kendileri için hayırlı bir şey olduğunu sanmasınlar. Bilakis onlar için o, bir şerdir. Kıyamet Günü cimrilik yaptıkları şey boyunlarına dolanacaktır.”(Ali İmran 180)

"Size rızık olarak verdiğimiz temiz yiyeceklerden yiyiniz.”(Taha 81)

"Ey iman edenler! Kazandığınız malın temizinden ve sizin için yerden çıkardığımız maldan infak ediniz (hayra harcayınız.) “(Bakara 267)

"Ey iman edenler! Allah'ın sizin için helal kıldığı şeyleri haram kılmayın.”(Maide 87)

“Allah'ın size helal ve temiz olarak verdiği maldan yiyiniz.”(Maide 88)

İşte bu ve benzeri ayetler, iktisatla ilgili şer’i hükümlerin mal kazanmayı, temiz ve helal olan maldan gereği gibi faydalanılmayı ifade ede açık delillerdir. İslâm, bireylere kazanç elde etmeyi farz kıldığı gibi kazandıkları servetten gereği gibi yararlanmayı da emretmiştir. Bunlar ülkede ekonomik gelişmeyi gerçekleştirmek, her bireyin temel ihtiyaçlarını gidermek ve lüks olan ihtiyaçların karşılanmasına imkan sağlamak içindir. Görüldüğü gibi İslâm, müslümanların mal elde etmeleri konusunda, servetin elde ediliş niteliğini belirleyen hükümler koyarken insanın mala sahip olma niteliğini sınırlandırmaz. Zaten İslâm, mülk edinme sebeplerini ve mülkiyetin el değiştirmesinin oluşumunu kendi kuralları ile basite indirgeyerek belirlemiştir. Servetin üretim biçimine müdahale etmediği gibi kazanç sağlayan araç ve yöntemleri geliştirmede de insana büyük bir özgürlük vermiştir.

İslâm, mülk edinme sebeplerini, mülkiyetin el değiştirilmesine dair sözleşme türlerini, bünyesinde birtakım şer'i kuralları ve şer’i hükümleri, barındıracak şekilde ilgili bir çok konuyu kendisine kıyas edilerek çözülebilecek nitelikte genel hatları ile vermiştir. İnsana çalışmayı ve hükümlerini açıklamış, çalışacağı sahanın ve mesleğin seçiminde insanı serbest bırakmıştır. İster marangoz, ister ayakkabıcı, ister ziraatçı, ister sanayici vb. herhangi bir mesleği seçebilir. Mülk edinme şekillerinden hediyeyi genel ilkelerle açıklayarak, bağış konusunun kıyası yapılarak çözülebilmesini sağlamıştır. Yine vekilin ücret almayı hak etmesinde olduğu gibi vekaleti icareye kıyaslamıştır. Görüldüğü gibi şar'i mülk edinme sebeplerini ve ilkelerini genel anlamlar içerecek şekilde beyan etmiştir. İşte böylece mülk edinme sebeplerini gerçekleşebilecek yeni olgulara çözüm getirebilecek yetkinlikte ve kapsamda belirlemiştir. Fakat mülk edinme sebepleri, muamelatların yenilenmesi ile yenilenmezler. Çünkü insanların şeriatta geçen muamelatla sınırlı olmaları farzdır. Fakat bu prensipler, kapsamı ve türü ne olursa olsun ortaya çıkabilecek her konu için bir hüküm koyabilecek niteliktedir. Bundan dolayı Müslüman, temiz ve helal olmak şartı ile mal edinme konusunda hiçbir engelle karşılaşmadan süratle amacına ulaşmaya çalışabilir. Böylelikle her bireyin karşılanması gerekli ihtiyaçlarını karşılayacak ortam ve şartlar sağlanmıştır. İslâm, bireyi çalışmaya teşvik etmekle yetinmediği gibi ihtiyaçlarının karşılanmasını sadece bireylerin kendi kazancına da bağlı kılmamıştır. Bilakis gerektiği zaman beytülmalda bireylere harcanma yapılmasını da gerekli kılmıştır. Çalışma gücünden yoksun aciz kimselerin geçimini devlete yüklediği gibi ümmetin ihtiyaçlarını karşılamayı da devletin görevlerinden biri olarak kabul etmiştir. Çünkü vatandaşların bu devlet üzerinde hakları vardır.

Buhari, İbni Ömer'den Rasul (sas)'in şöyle dediğini rivayet etti:

"İnsanlar üzerinde imam olan kimse çobandır ve güttüklerinde mesuldür.”(Buhari, Kitabu’l-Ahkâm, 6605)

İslâm, kanunlar çerçevesinde yüklendiği görevleri yerine getirebilmesi için devlete cizye, haraç ve zekat müesseseleri ile beytülmala düzenli bir şekilde mal toplama yetkisini vermiştir. İslâm, yolların, hastanelerin yapımı, açların doyurulması gibi Müslümanların hepsine farz olan konuların yerine getirilmesi için vergi toplama hakkını devlete vermiştir. Bireylerin kamu mülkiyetini yönetmelerini, devletin onu, mülk edindirmesini ve idaresini bireylere verilmesini yasakladığı gibi, kamu mülkiyetini devlet idaresi ve yönetimi altına vermiştir. Çünkü genel yönetim yetkisi devletin olup, devletin bir kimseyi bir işin yapılmasından yetkili kılmadıkça onun o işi yapması yasal değildir. Kamu mülkiyeti, ümmetin ekonomik açıdan ilerlemesini sağlayabilmek için devlet tarafından işletilip gelir getirmesi kaçınılmaz olan; petrol, demir, bakır vb. kaynaklardır. Çünkü bu mallar ümmetin olup, devlet bunları işletmek ve idare etmek için elinde bulundurur. Bu malların çoğaltılması i.in harekete geçen devlet, ümmetin işlerinin güdülmesi, gözetilmesi yükümlülüğünü yerine getirmiş olur. Aynı şekilde bireyin de mal kazanma yönünde çalışıp, uğraşması sonucunda, bir bütün olarak temel ihtiyaçların tümünün doyumu ve lüks ihtiyaçları ise doyumuna imkan sağlayacak bir durum ve servet çoğalması sağlanmış olur. Bireylerin mal kazanmaya teşvik edilmesi ve bu arada bazı malların devlet eliyle kamu yararına işletilip çoğaltılması ile hedeflenen ekonomik ilerleme ancak, malın ihtiyaçları karşılama aracı olarak düşünülme-sindendir. Yoksa malın kendisi için veya onunla böbürlenmek, günah olan işlere harcamak veya diğer insanlar içerisinde hakimiyet kurmak için değildir. Bunu için Rasulullah (sas) şöyle dedi:

“Kim haram ve çirkin işlerden kaçınıp helal olarak dünyayı (malı) isterse, Allah'a yüzü ayın on dördü gibi parlayarak kavuşacaktır. Çoğaltmak ve cimrilik, kibirlilik yapmak için mal isteyen kimse, Kıyamet Günü Allah'ın gazabına uğramış olarak huzura çıkar.

“Ey ademoğlu senin gerçek malın; ancak yiyip bitirdiğin, giyip eksilttiğin, sadaka olarak verip geriye bıraktığın değil midir?”(Müslim, Kitabu’z-Zühd ve’r-Rakaika, 5258; Ahmed b. Hanbel, El-Medniyyun, 15736)

Allahu Teâla şöyle dedi: "İsraf etmeyiniz. Muhakkak ki Allah, israf edenleri sevmez.”(En'am 141)

İslâm; malı kazanmada, büyüklük taslamayarak temel ihtiyaçları gidermek için bir araç kıldığı gibi, iktisadi işlerin tümünün Allah'ın emir ve nehiylerine göre yürütülmesini gerekli kılmıştır. Müslümana, ahiret hayatını istemesi dünyadaki nasibini de unutmaması emredilmiştir. Allahu Teâla şöyle dedi:

"Allah'ın sana verdiği (nimet) ile Ahiret yurdunu gözet. Dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilikte bulun. Yeryüzünde fesad yapmayı hiç kast etme.”(Kasas 77)

Onun için İslâm’ın iktisadi felsefesi, Allah ile olan bağlantısının bilincinde olarak iktisadi işleri Allah'ın emir ve yasaklarına göre oluşan yapısı ile belirlenmiştir. Yani müslümanların yaşamındaki toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinin temel fikri, iktisadi ilişkilerin şer’i hükümlerini gerektirdiği yapıda olmasıdır. İslâm Devleti’nin tebaası olanların iktisadi ilişkileri şer’i kanunlarla düzenlemiştir. Böylece onları İslâm'ın mübah kıldığını mübah yasakladığı işleri de yasaklayarak kayıt altına alır. Allahu Teâla şöyle dedi:

"Rasul size neyi getirdi ise onu alın, neden nehyetmiş ise ondan kaçının”(Haşr 7)

"Ey insanlar! Size Rabbınızdan bir öğüt ve gönüllerde olan (hastalıklara) bir şifa geldi.”(Yunus 57)

"O'nun emrine karşı gelenler kendilerine bir fitne veya elem verici bir azabın isabet etmesinden çekinsinler.”(Nur 63)

"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet.”(Maide 49)

İslâm, müslüman ve müslüman olmayanların hepsini bu hükümlere bağlı kabul eder ve bunu yasal düzenlemelerle garanti altına alır. Özellikle Müslümanları bu durumun ve siyasetin uygulamasına yönelten, Allah korkusunun itici gücüdür. Bir de bu siyaseti devletin halkın üzerine uygulamasını sağlayan yasama yetkisidir. Allahu Teâla şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Gerçekten iman etmiş iseniz faizden geri kalanı terk ediniz.”(Bakara 278)

"Ey iman edenler! Beli bir zamana kadar borçlanmış iseniz onu yazınız.” Ve devamla şöyle buyurdu: "Ancak aranızda çevirdiğiniz bir ticaret olursa, bu durum farlıdır. İşte o zaman yapmakta olduğunuz alışverişinizi yazıp şahit göstermeniz de bir mahzur yoktur.”(Bakara 282)

İşte bu hükümler, uygulamaların niteliğini ve insanların bu hükümlerle kayıt altına alınmalarının niteliğini açıklamaktadırlar.

Görüldüğü gibi İslâm'ın iktisadi siyaseti iki temel üzere kuruludur:

1- Belli bir toplumda yaşayan her bireyin insan olarak ihtiyaçlarını karşılamak ve bu amaçla bireyleri ihtiyaçlarını karşılayabilmek üzere servet elde etmeye teşvik.

2- Bu siyaset bir tek fikri temel üzerine yani işlerin şer’i hükümlerle yürütülmesi üzerine kuruludur. Şer’i hükümler ise bireyler tarafından Allah korkusunun etkisiyle, otorite gücü ile de devlet tarafından uygulanır. Yani yönlendirme ve yasama gücü uygulamanın temelidir.

 Genel İktisadi İlkeler 

İktisatla ilgili şer’i hükümler incelendiği zaman, İslâm’ın insanların servetten yararlanma imkanını sağlama konusuna çözüm getirdiği görülür. İslâm'a göre toplumda var olan ekonomik problem de budur. İslâm, iktisadı incelerken ancak servetin elde edilişini, servetin birikimini ve servetin insanlar arasındaki dağıtımını ele alır. Buna göre iktisatla ilgili hükümler üç teme ilkeyi içerir.

a- Mülkiyet

b- Mülkiyetin kullanımı

c- Servetin insanlar arasında dağılımı.

Mülkiyet:

Mülkiyet hakkı tümüyle Mâlikül Mülk (Mülkün Sahibi) olması ve malı kendisine ait kılmış olması itibariyle Allah'a aittir. Allahu Teâla şöyle dedi:

"Size vermiş olduğu Allah'ın malından onlara veriniz.”(Nur 33)

O halde mal, yalnız Allah'a aittir. Ancak Allah (cc) insanoğlunu mal üzerinde temsil yetisine sahip kılarak onunla insanları güçlendirmiştir. Böylece malın mülkiyet hakkını insanoğluna vermiştir. Allahu Teâla şöyle buyurdu:

"Size harcama yetkisi verdiği şeylerde infak ediniz.”(Hadid 7)

"Mallar ve çocuklar vererek sizi güçlendirsin.”(Nuh 12)

Görülüyor ki Allah, mala ait mülkiyetin aslını belirtirken malı kendi zatına izafe ediyor, "Allah'ın malı" diyor. Mal mülkiyetinin insanların ellerine geçmesi hususunu belirtirken de malı insanlara izafe ediyor ve şöyle buyuruyor: "Hemen mallarını veriniz (ödeyiniz).” "Onların mallarından al." "Malınızın aslı size aittir.” "Kazanmış olduğunuz mallar...” "Onun malı kendisine hiç fayda vermeyecek.”

Ancak temsil yetkisi ile gelen bu mülkiyet hakkı insanoğlunun bütün bireylerine genel olarak gelmiştir. Böylece insanlar bununla fiilen değil temsilen mülkiyet hakkına sahip oluyorlar. Zaten insanlar ancak mülk edinebilme hakkında temsilen bir yetkiye sahiptirler.

İslâm, belirli bir bireyin fiili mülkiyete sahip olabilmesi için Allah'tan bireye bir iznin olmasını şart koşmuştur. Yani İslâm’a göre bir insan ancak şari'nin izni olduğu zaman fiili mülkiyet edinebilme hakkını kazanır. Bu izin, bireyin malın mülkiyetine sahip olduğuna dair özel bir delalettir. Zaten insanların mülkiyette topluca temsil yetkisine sahip kılınmış olmaları genel temsil yetkisi ile gelmiştir ve mülkiyet hakkının varlığını temsil eder. Belirli bir bireyin fiili mülkiyete temsilen sahip kılınması, bireyin ona sahip olduğuna dair şari’den özel bir iznin gelmesi ile mümkündür.

Şeriat özel mülkiyetin varlığını kabul ettiğinden dolayı her bireyin, mülk edinme nedenlerinden biri ile mal elde etmesi normal bir durumdur. Ebu Davud. Semure'den Rasul (sas)'in şöyle dediğini rivayet etti:

“Kim bir yere bir duvar çekerse orası onundur.”

Şeriat, bütün ümmeti ilgilendiren kamu mülkiyetinin de varlığını kabul eder. Ahmed b. Hanbel, muhacirlerden bir adamdan Rasul (sas)’in şöyle dediğini rivayet etti:

“Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, mera, ateş.”

Şeriat, devlete ait mülkiyetin var olduğunu da belirtmiştir. Zira Müslümanlardan herhangi bir varisi olmadığı halde ölen bir kimsenin malı devlet hazinesine (beytülmal) kalır. Zekatın dışında cizye, haraç v.b. gelirler devlet mülkiyetindedir. Bu türden mallara tasarruf yetkisine devlet sahip olduğundan şeriat hükümlerine göre malı istediği yere harcayabilir. Şeriat, bireyin, ümmetin ve devletin ayrı ayrı mülk edinme nedenlerini ve yollarını belirlediğinden dolayı bu neden ve durumların dışında mülk edinmek yasaktır.

Mülkiyetin kullanımına gelince:

Eğer mülkiyet, kamu mülkiyeti ise ümmetin vekili olmasından dolayı devlet bu türlü mülkiyetin kullanım hakkına sahiptir. Ancak şari’, devletin, kamu mülkiyetini mübadele yolu ile kullanmasını yasaklamıştır. Bu iki özel durum dışında şeriatın açıkladığı hükümler çerçevesinde istediği tasarrufu yapma yetkisini devlete vermiştir. Devlet mülkiyetinin ve özel mülkiyetin kullanılması konusu, gerek beytülmal (devlet hazinesi) gerekse alış-veriş, rehin ve benzeri ekonomik ilişkileri düzenleyen hükümlerde açıklığa kavuşturulmuştur. Şari’, devlet ve özel mülkiyette, şeriatın sınırları dahilinde mübadele ve bağış gibi taraflara istedikleri kullanımı yapabilme yetkisini vermiştir.

Servetin insanlar arasındaki dağılımı ise:

Şüphesiz bu konu, mülk edinme nedenleri ve bir dünya görüşünün ilkleri çerçevesinde şekillenir. Ancak insanların güç ve ihtiyaçları birbirlerinden farklı olduklarından servetin dağılımı da insanlar arasında çeşitli farklılıklara uğrar. Servet dağılımının yanlış ve hatalı uygulanması, malın belli bir sınıfın elinde birikmesi ve diğer bir sınıfın ondan yoksun kalması sonucunu doğurur. Örnek olarak sabit mübadele aracı olan altın ve gümüşün belli ellerde toplanması gibi. Bundan dolayı şeriat servetin yalnızca zenginler arasında dolaşan bir güç olmasını yasaklamış, bütün insanlar arasında dolaşan bir ekonomik güç olmasını emretmiştir. Hatta zekatı verilmiş olsa dahi altın ve gümüşün tedavülden kaldırılması yolu ile stoklanmasına engel olunabileceğini göstermiştir.

___________________________

[1] Casiye: 12
[2] Bakara: 29
[3] Casiye: 13
[4] Abase: 24-32
[5] Enbiya: 80
[6] Hadid: 25
[7] Müslim, Kitabu’l-Fedai, 4358
[8] Mülk: 15
[9] Buhari, Kitabu’l-Buyu’, 1930
[10] A’raf: 32
[11] Ali İmran: 180
[12] Taha: 81
[13] Bakara: 267
[14] Maide: 87
[15] Maide: 88
[16] Buhari, Kitabu’l-Ahkâm, 6605
[17] Müslim, Kitabu’z-Zühd ve’r-Rakaika, 5258; Ahmed b. Hanbel, El-Medniyyun, 15736
[18] En’am: 141
[19] Kasas: 77
[20] Haşr: 7
[21] Yunus: 57
[22] Nur: 63[23] Maide: 49
[24] Bakara: 278
[25] Bakara: 282
[26] Bakara: 282
[27] Nur: 33
[28] Hadid: 7
[29] Nuh: 12
[30] Nisa; 6
[31] Tevbe: 103
[32] Bakara: 279
[33] Tevbe: 24
[34] Ley: 11
[35] Ebu Davud, Kitabu’l-Harâc ve’l-İmâra ve’l-Fey’, 2673; Ahmed b. Hanbel, Musnedi’l-Basariyyin, 19271, 19368 
[36] Ahmed b. Hanbel, Bâkî Müsnedi El-Ensâr, 22004

 

Takiyyuddin En-Nebhani