ŞİRKETLERLE İLGİLİ
HÜKÜMLER
İSLÂM'DA ŞİRKET
Lügatta
şirket; Biri diğerinden ayırt edilemeyecek şekilde iki veya daha
fazla hissenin birbirine karışmış olmasıdır.
Şeriata göre şirket:
İki veya daha fazla kişinin, kazanç sağlamak amacı ile mâli bir
iş yapmak üzere aralarında yaptıkları bir akittir (sözleşmedir).
Diğer sözleşmeler
gibi şirket sözleşmesi de “icab” ve “kabul”ün bir arada
bulunmasını gerektirir. “İcab” ortak olacaklardan birisinin
diğerine; “Şu hususta seninle ortak oldum” demesidir. “Kabul”
ise, diğerinin “Kabul ettim” demesidir.
Ancak bu lafızların
aynen söylenmesi gerekmez. Önemli olan manadır. Yani ortaklardan
birisinin icab ve kabul anlamını ifade edecek şekilde sözlü veya
yazılı bir davranış içerisinde olmalarıdır. Bu nedenle sadece
ortaklık yapmak üzere anlaşmaya varmak akit sayılmaz. Aynı
şekilde ortaklık için malın ödenmesi de akit sayılmaz. Sözleşme,
bir nesne üzerinde ortaklık anlamını içermelidir. Şirket sözleşmesinin
sahih olmasının iki şartı vardır.
a-
Üzerinde sözleşilen husus “tasarruf” olmalıdır.
b-
Bu tasarruf, vekil edinmeye elverişli olmalıdır. Böylece aralarında
tasarruftan ortaklaşa istifade etme imkanı bulunsun.
Şirket şeran caizdir.
Çünkü peygamber olarak gönderildiğinde insanların ortaklaşa iş
yapmalarına şahit olan Allah'ın Rasülü (sas) onların bu
davranışlarına ses çıkarmadı. Dolayısıyla Allah'ın Rasülünün
herhangi gibi bir şey hakkındaki ikrarı, yapılan işin şer'i açıdan
caiz olduğunun delilidir.
Buhari, Ebu el-Minhâl'in
şöyle dediğini rivayet eder: “Ben ve benim ortağım peşin ve
veresiye bir şey aldık. Bize Berâe b. Azib geldi. Ona bunu sorduk.
Bunun üzerine şöyle dedi: Ben ve ortağım Zeyd b. Erkam da aynı
şekilde ticaret yapıyorduk Bu faaliyetimiz hakkında Nebi (sas)'e
sorduğumuzda bize şöyle dedi:
“Peşin olanı alın,
veresiye olanı geri verin.”
Ebu Hureyre Nebî (sas)'in
şöyle dediğini rivayet eder:
“Yüce Allah şöyle
buyuruyor: Bir diğerine ihanet etmediği sürece, ben iki ortağın
üçüncüsüyüm. Birisi ihanet edince ben aralarından çıkarım.”
Müslümanın Müslümanla,
zımminin zimmiyle, Müslümanların zimmilerle şirketleşmeleri
caizdir. Bir Müslümanın Hıristiyan, Mecusi veya diğer dinlerden
olan zimmilerle ortaklaşa iş yapmaları caizdir. Abdullah b.
Ömer'den: “Rasulullah (sas)
Hayber halkı ile -ki onlar Yahudi idiler- Hayber'in meyva ve
ekinlerinin yarısına karşılık anlaşma yaptı.”
Aişe (r.anha)'dan: “Rasulullah
(sas) bir Yahudiden yiyecek
satın aldı ve ona zırhını rehin olarak verdi.”
İbn Abbas (ra)'tan: “Nebî
(sas) zırhını ailesi için
almış olduğu yirmi ölçek yiyecek karşılığı rehin vermiş
olduğu halde vefat etti.”
Aişe (r.anha)'dan: “Rasulullah
(sas) bir Yahudiye, bedelini
vaktinde ödemek üzere iki takım elbise ısmarladı.”
Bu hadislere göre;
Yahudi, Hıristiyan ve diğer zımmilerle ortaklık yapmak caizdir.
Çünkü yukarıdaki delillerde de görüldüğü gibi zımmilerle
muamelede bulunmak caizdir. Ancak Müslümanlarla ortaklık
halindeyken zımmilerin şarap ve domuz gibi haram kılınmış
şeylerin alım-satımını yapmaları caiz değildir. Fakat Müslümanlarla
ortak olmadan önce şarap ve domuz satmışsa, karşılığında
almış olduğu bedeli şirkete koyması caizdir. Ancak caiz
tasarrufta bulunması halinde şirket sahih olur. Çünkü şirket,
malda tasarrufa dayalı olarak yapılan bir sözleşmedir. Malda
tasarrufta bulunması kendisine caiz olmayan kişi ile şirket
kurulması sahih olmaz. Bu nedenle hacr altına alınan (tasarruftan
men edilen) kimseler ve tasarrufta bulunmaları caiz olmayan
kimselerle şirket kurulması caiz değildir.
Şirket, ya emlak
şirketi olur ya da akit şirketi olur. Emlâk şirketi aynı zamanda
mal şirketidir. İki adamın miras düşen veya satın aldıkları
veya birisi tarafından bunlara hediye edilmesi gibi bir “ayn”da
ortak olmaları şeklindeki ortaklıklar.
Mülkün geliştirilmesi
ile ilgili konularda ise akit şirketi söz konusu olur. İslâm'daki
akit şirketleri, bunlarla ilgili şer'i hükümler ve şer'i deliller
derinlemesine incelendiğinde akit şirketlerinin beş gruba
ayrıldığı görülür.
1-
İnân Şirketi,
2-
Ebdân Şirketi,
3-
Mudarebe Şirketi,
4-
Vücuh Şirketi,
5-
Mufavaze Şirketi.
İnan Şirketi
İnan
şirketi, iki bedenin mallarıyla ortaklaşmalarıdır. Yani iki
kişinin bedenleriyle çalışmak ve kazancı aralarında paylaşmak
üzere ortaya koydukları malda ortaklaşmalarıdır. Bu türlü
şirkete “İnan” denmesinin sebebi, her iki ortağın tasarrufta
birbirlerine eşit olmalarıdır. Esasında “İnan” lafzı; yular
ve yuların ipi demektir. İki at sürücüsü atları eşit olur ve
seyirde aynı hizada bulunurlarsa, ikisinin de yuları eşit olur.
Buna kinaye olarak “İnan Şirketi”, her iki ortağın mal ve güçlerini
aynı ölçüde kullanması demektir. Bu şirket sünnet ve sahabenin
icmaı ile caizdir. İnsanlar Nebî (sas) ve sahabe döneminden beri
bu ortaklığı devam ettirmektedirler.
Şirketlerin bu çeşidinde,
sermaye nakit para olarak ortaya konulur. Çünkü nakit para, malların
değeri ve satın alınacak eşyanın fiyatıdır. Değeri tespit
edilmeyen mal ve eşyanın, akit yapılırken şirkete konması caiz
değildir. Şayet akit sırasında değeri tespit edilir, sermayeye
çevrilirse o zaman caiz olur. Aynı zamanda sermayenin malda
tasarrufu mümkün kılacak şekilde belli olması da şarttır.
Miktarı ve keyfiyeti meçhul bir sermaye üzerinde şirket caiz
değildir. Yine ortada bulunmayan bir mal veya borç üzerinde de
şirket caiz olmaz. Çünkü şirketin dağılması esnasında
sermayeye başvurmak gerekir ve borçtan tasarruf ise hemen mümkün
olmaz. Halbuki tasarruf, şirketin maksadıdır. Miktar bakımından
mali şeylerin, eşit olması şart olmadığı gibi, iki malın aynı
cinsten olması da şart değildir. Ancak konan mallar akit
yapılırken tek bir değer olarak tespit edilmeli ki konan malın
toplamı tek bir mal olabilsin. Konan malların kıymeti tespit
edildikten sonra eldeki nakit, Mısır ve Suriye parası olabilir. Böylece
bu değişik nakitlerle ortaklık gerçekleşebilir. Yeter ki her
ikisi bir değerde tespit edilebilsinler. O takdirde nakit
ayrılığı yerine müşterek tek bir değer ortaya konmuş olur.
Çünkü ortaya konan şirketin sermayesi herkesçe bilinen tek bir
sermaye haline gelmesi şarttır. Malın ortakların tasarrufunda
olması da şarttır.
İnan şirketi, vekâlet
ve emanete (güvene) dayanır. Çünkü ortaklardan her biri malın
arkadaşına verdiğinde ona güvenmiş oluyor ve arkadaşına o malda
tasarruf izni verdiğinde de vekâlet vermiş olur.
Şirketin kuruluşu
tamamlanınca, şirket tek bir şey haline gelir. Dolayısıyla
ortakların her birinin bizzat kendi bedeniyle çalışmaya
başlaması gerekir. Çünkü şirket onların bedenleri üzerine
kurulmuştur. Şirkette tasarruf yetkisini kullanmak için ortaklardan
biri, bedeniyle çalışmak üzere herhangi bir kimseyi yerine vekil
tayin etmesi caiz değildir. Bilâkis tüzel bir şahsiyet kazanmış
bulunan şirket uygun görürse çalışmasını istediği herhangi
bir kişiyi ücretli olarak yanında çalıştırabilir.
Ortaklardan her
birisinin, şirketin çıkarına uygun bir şekilde şirket namına
alım-satımda bulunmaları caizdir. Şirket adına satılan şeyin
bedelini veya alınan şeyi teslim alabilir. Şirketin borcu hakkında
tartışır, borcu talep eder, havale alır, havale eder, kusurlu
malı geri verebilir. Şirketin sermayesinden ücretli işçi
tutabilir ve ücret verebilir. Çünkü menfaatlar mallar gibidir.
Böylece alış-veriş gibi olur. Ortak, şirket namına araba ve
benzeri eşya satın alabilir. İsterse alış-verişe ait bir mal
gibi arabayı kiralayabilir. Arabanın sağlayacağı menfaat aynen
mal gibi şirkete ait olmuş olur.
Ortakların koydukları
malda eşit olmaları şart değildir. Fakat tasarrufta eşit
olmaları şarttır. Koydukları mal birbirine göre fazla olabileceği
gibi eşit de olabilir. Kazanç ise anlaşmalarına bağlıdır. Kazançta
da hem eşit olabilirler hem de biri diğerinden fazla olabilir. Bu
durum, akit sırasında ortaya koydukları şartlara bağlıdır. Bu
hususta Ali (ra) şöyle demiştir: “Kâr, akit yapanların
üzerinde anlaştıkları şartlara göredir.”
İnan şirketinde
zarar; ortaya koydukları mal miktarına bağlıdır. Eğer
koydukları mal miktar bakımından eşit ise zarar da yarı
yarıyadır. Eğer konan mal üçte bir ise zarar da üçte bir olarak
tahakkuk eder. Eğer bunun dışında bir şart yapmışlarsa onların
şartının bir değeri yoktur. Şartlarına bakılmaksızın zarar hükmü
infaz edilir. Zarar hükmü ise “Zarar mal nisbetinde taksim edilir”
şeklindedir. Çünkü beden para olarak herhangi bir şeyi kaybetmez.
Bedenin zararı sadece sarfettiği emeğidir. Böylece zarar yalnız
malda kalır. Bu zarar da ortakların hisselerine göre paylaşılır.
Şöyle ki: Ortaklaşma vekâlettir. Vekâlet hükmüne göre vekil
tazmin ettirilmez. Zarar ise müvekkilin malına düşer. Abdurrezzak,
“el-Câmi‘“ kitabında Ali (ra)'dan şöyle dediğini rivayet
etti: “Kâr üzerinde anlaştıkları şartlara göredir. Zarar
ise malların miktarına göredir.”
Ebdân Şirketi
Bu şirket,
ortaya mal koymaksızın iki veya daha fazla kişinin sadece
bedenleriyle yani elleriyle yani emekleriyle kazanmak hususunda belli
bir işi yapmak üzere ortaklık kurmalarıdır. Yapılacak olan
işin, fikrî ya da bedenî olması fark etmez. Meselâ; sanat sahibi
kimselerin sanatları ile ilgili bir işi yapmak üzere ortak kurmaları
gibi. Elde ettikleri kazanç kendi aralarında taksim edilir. Mühendis,
doktor, avcı, hammal, marangoz ve benzerlerinin bir araya gelerek
yapacakları ortaklık da bu kapsamda değerlendirilir. Hepsinin aynı
sanatı yapmakta ortak olmaları şart değildir. Hepsinin sanatkâr
olması da gerekmez. Eğer çeşitli sanat dallarından anlayanların
bir araya gelerek ortak olmaları caizdir. Çünkü onlar serbest ve
mübah bir kazanç üzerinde ortak oldukları için ortaklıkları
sahihtir. Bütün sanatkârların aralarında yaptıkları ittifak
gibi. Eğer üç kişi bir araya gelip biri şirketi idare, ikincisi
mal alma, üçüncüsü de eliyle çalışmak üzere muayyen bir iş
üzerinde bir şirket kurarlarsa bu ortaklık caizdir. Kurdukları
şirket sahihtir. Buna binaen bir fabrika kurmak üzere bir takım işçinin
bir araya gelip şirketleşmeleri caizdir. Bunların tümünün ya da
bir kısmının sanatkar olmaları fark etmez. Sanatkârı, işçisi,
kâtibi ve bekçisi bir araya gelerek şirket kurdukları takdirde
bunların hepsi fabrikanı ortağı sayılırlar. Ancak kazanç elde
etmek için üzerinde ittifak ettikleri işin mübah olması
şarttır. Yapılacak iş haram ise ortaklık da caiz olmaz.
Ebdân şirketinde kârın
dağıtımı, ortakların üzerinde anlaştıkları şartlara göre eşit
veya fazla olabilir. Çünkü çalışma kazanmayı gerektirir.
Ortakların iş hususunda birbirinden üstün olmaları caiz olduğu
gibi elde edilen kazançta da birbirinden üstün olmaları caizdir.
Ortaklardan her birinin kendilerini çalıştıran kimseden ücretin
tamamını veya imal ettikleri malın değerini malı satın alan
kimseden isteme hakkı vardır. Onları ücretle çalıştıran veya
onlardan yaptıkları malı alan kimse, ücreti ve malın değerini
onlardan birine veya hepsine verebilir. Eğer ortaklardan biri çalışır
diğerleri çalışmazsa, elde edilen kâr aralarında taksim edilir.
Çünkü onlar iş üzerinde birbirlerine kefil durumdadırlar.
Dolayısıyla onlardan birisi bir işi yaptığı zaman diğerlerinin
de elde edilen gelirden pay alma hakları doğar.
Ortaklardan biri, bir
başkasını kendisine vekaleten beden ortağı yapamayacağı gibi,
kendisi yerine ortak gibi çalışmak üzere birisini ücretle çalıştırma
hakkı da yoktur. Çünkü sözleşme, zatı üzerinde yapılmıştır.
Bu nedenle doğrudan doğruya ortakların bizzat kendilerinin çalışması
gerekir. Çünkü ortak olan onun bedenidir. Şirkette belirlenen onun
bedenidir. Fakat ortaklardan birisi isterse ücretle işçi çalıştırabilir.
Bu ise şirket adına yapılmış bir iş olur. Her ortağın
girişeceği tasarruf şirkete aittir. Bir ortağın yapacağı işi
diğer ortakları da kabul etmelidir.
Bu şirket, Ebu Davud
ve Esreme'nin, Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Mes'ud'a isnad ettikleri
hadise göre caizdir. Abdullah b. Mes'ud dedi ki: “Bedir günü
elde edeceğimiz ganimet üzerinde ben, Ammar b. Yasir ve Sa‘d b.
Ebu Vakkas bir şirket kurduk. Sa‘d iki esir getirdi. Fakat ben ve
Ammar bir şey getiremedik. Rasulullah (sas) bu tatbikatı gördü
ve bir şey demedi.” Ahmed b. Hanbel şöyle der : “Nebî (sas)
onları ortak yaptı.” Bu hadis, sahabeden bir grubun bedenleri
ile yapacakları bir iş -ki o da düşmanla savaştı- üzerinde bir
araya getirerek ortaklık kurmaları ve savaşı kazandıkları
takdirde elde edecekleri ganimetleri aralarında paylaşabilecekleri
hususunda açık ve net bir ifadedir.
Ganimetlerle ilgili hüküm
bu şirket yapısına uymaz şeklindeki sözlere gelince, hadiste
böyle bir ifade yer almamaktadır. Çünkü ganimetlerle ilgili
hüküm Bedir savaşından sonra inmiştir. Sahabenin bu şirketi
kurduğu dönemde ise ganimetlerle ilgili hüküm henüz mevcut değildi.
Daha sonra inen ganimetlerle ilgili hüküm ise oluşturulan şirketi
yani ortaklığı fesh etmedi. Sadece savaşa katılanların elde
edecekleri, ganimetlerin taksimini belirtti. Böylece ebdân
şirketine ait hüküm bu hadisle sabit kalmaktadır.
Mudarebe
Şirketi
“Kırad”
şeklinde de isimlendirilen bu şirket, beden ve malın ortaklığı
anlamına gelmektedir. Yani bir kişinin bir başka kişiye ticaret
yapması, elde edilen kazancın da aralarındaki anlaşmaya göre
paylaşılması için mal vermesidir. Ancak mudarebe şirketinde zarar
ortakların anlaşmalarına göre değil, şeriatın belirttiği
hususa göredir. Bu türlü şirkette zarar, özel olarak malın
üzerinde olur. Mal sahibi ile çalışan kendi aralarında kâr ve
zarar üzerinde ittifak etmiş olsalar da zarar çalışana değil
mala yüklenir. Kâr aralarında taksim edilir, fakat zarar maldan
karşılanır. Çünkü şirket, vekâlettir. Vekil hakkındaki hükme
göre zarar tazmin ettirilmez. Zarar sadece vekil kılan üzerine düşer.
Abdurrâzık, el-Câmi‘ kitabında Ali (ra)'dan şöyle dediğini
rivayet etti: “Kâr koştukları şartlara göredir, zarar ise
malların miktarına göredir.” Mal olarak beden zarar etmez.
Sadece harcadığı emekten zarar eder. Böylece zarar mal üzerinde
kalır.
Bedeni ile çalışacak
olan ortağa mal teslim edilmediği ve mal ile başbaşa
bırakılmadığı müddetçe mudarebe şirketi sahih olmaz. Çünkü
mudarebe, malın çalışana teslim edilmesini gerektirir. Mudarebe
şirketinde, çalışanın payının belirlenmesi ve üzerinde
mudarebenin cereyan ettiği malın da bilinen bir miktar olması
gerekir. Birlikte çalışmayı şart koşmuş olsalar dahi mal
sahibinin, çalışanla beraber çalışması sahih değildir.
Çünkü mal ortağı, şirkete ait malda tasarruf yetkisine sahip
değildir. Aynı şekilde mal sahibi, şirkete ait birtakım işlerde
de kesinlikle tasarruf hakkına sahip değildir. Mal üzerinde
tasarrufta bulunma ve yetki, bedenen çalışan ortağa yani mudaribe
aittir. Çünkü, şirket akti çalışanın bedeniyle mal sahibinin
malı üzerinde yapılmıştır. Mal sahibinin bedeni üzerinde yapılmamıştır.
Böylece mal sahibi, şirket karşısında bir yabancı gibidir.
Şirkette tasarruf yetkisine sahip değildir. Ancak, bedeniyle çalışan
ortak tasarruf hususunda mal sahibinin izin verdiği hususla mukayyed
olup ona muhalefet etmesi caiz değildir. Çünkü mal sahibi izin
hususunda tasarrufa sahiptir. Eğer mal sahibi olan ortak çalışan
ortağına yalnızca yün ticareti yapmasına izin vermiş ise, yahut
deniz yolu ile naklini yasaklamış ise o takdirde mal sahibinin görüşü
geçerlidir. Bu demek değildir ki, mal sahibi şirkette tasarruf
edebilir. Bunun anlamı, mudarib (çalışan) ortak, mal sahibi
ortağın kendisine izin verdiği konu ve sahanın dışına çıkamaması
demektir. Bununla beraber şirkette tasarruf yalnız çalışan
ortağa aittir. Mal sahibinin şirket tasarrufunda herhangi bir
yetkisi yoktur.
Mudarebe şirketinin
bir başka türü daha vardır. Ortakların her ikisi de sermaye
koyar. Buna ilave olarak birisi emeğini de ortaya koyar. Meselâ; iki
kişinin elinde 3000 lira olsa, bu paradan 2000 lirası birine, 1000
lirası diğerine ait olsa, 2000 liranın sahibi olan kimse, 1000
liranın sahibi olan kimseye kazancın yarı yarıya olması üzerinde
anlaşarak yani 3000 lira üzerinde tasarrufta bulunmasına izin
verse, bu şirket sahih olur. Böylece 1000 liranın sahibi, 2000
liranın sahibi yanında mudarib (çalışan ortak) ve ayrıca mal
ortağı sayılır.
Mudarebenin bir başka
çeşidi de; iki kişiden sermaye, bir üçüncü kişiden emeğin
birleşmesiyle meydana gelen ortaklıktır. Bunların hepsi mudarebe
şirketi statüsüne girer.
Mudarebe şer'an
caizdir. Nitekim Abbas b. Abdulmuttalib'in, bir takım şartlar
koşarak malını bir kimseye mudarebe malı olarak vermiştir. Bu
durum, Nebî (sas)'e ulaşınca, o bunu hoş karşılamıştır.
Mudarebe şirketinin cevazı hakkında sahabelerin icmaı da gerçekleşmiştir.
Nitekim İbn Ebu Şeybe, Abdullah b. Hamid'den, o da babasından, o da
dedesinden şunu rivayet etmiştir: “Ömer b. el-Hattab (ra),
kendisine çalıştırmak üzere bir yetimin malını verdi.”
İbn el-Kudâme, el-Muğnî kitabında Malik b. Ala' b.
Abdurrahman'dan, o da babasından, o da dedesinden şunu rivayet etti:
“Osman (ra), kendisiyle mudarebe ortaklığı yapmak
üzere mal vermiştir.” Yine İbni Kudame, İbn Mes'ud ve Hakim
b. Hazm da şunu rivayet ettiler: “O
ikisi (Osman ve Malik b. Ala' b. Abdurrahman) mudarebe şirketinde
çalışan ortak idiler.”
Bütün bunlar
sahabenin gözü önünde cereyan etmiştir. Hiç birisinin bu
uygulamaya karşı çıkmadığı ve inkâr ettiği görülmemiştir.
Böylece mudarebe şirketinin cevazı hakkında sahabelerden icma
hasıl olmuştur.
Vücuh
Şirketi
Bu şirket, iki
bedenin kendileri dışında bir başka birisine ait mal ile
ortaklaşmasıdır. Yani bir kişinin malını iki ya da fazla kişiye
mudarib (çalışan ortakları) olarak vermesidir. Böylece iki
mudarib (çalışan ortak) başkasının malı ile elde edilecek olan
kârda ortak olurlar. Onlar kazancın taksimi hakkında üçte bir
(1/3) üzerinde anlaşabilirler. Yani çalışan iki ortağın her
birine ve mal sahibine üçte bir verilir. Böylece ortaklardan her
birine 1/3 (üçte bir) düşer. Kârın dağıtımı hakkında dörtte
bir (1/4) üzerinde de ittifak edebilirler. Mal sahibine 1/4 (dörtte
bir), bir ortağa 1/4 (dörtte bir), diğer ortağa ise 2/4 (dörtte
iki) düşmek üzere de anlaşma yapabilirler. Kârın paylaşımı
konusunda daha farklı şartlarda da anlaşabilirler. Aralarındaki
anlaşma çerçevesinde, malı çalıştıranlardan biri diğerinden
fazla kâr alabilir. Dolayısıyla mudarib ortaklardan birinin veya
her ikisinin yapacakları işteki becerileri açısından ya da
şirket yöneteticilikleri açısından de sahip oldukları itibara, göre
kârın paylaşımında farklı oranlara sahip olabilirler. Ne var ki
o ikisinin sahip oldukları şer’i tasarruf, kendileri dışındaki
bir başka kişinin malındaki tasarrufta bulunmalarıdır. Bundan
dolayı bu şirket, her ne kadar mudarebe şirketi görünümünde
olsa da mudarabe şirketinden farklıdır.
Vücuh şirketinin
başka bir şekli de; iki veya daha fazla kişinin ortaya sermaye
koymadan tüccarların kendilerine olan güvenlerine dayalı
saygınlıkları ile satın aldıkları malda ortak olmalarıdır. Bu
iki ortak satın aldıkları maldaki mülkiyetin yarısı, üçte
biri, dörtte biri veya daha farklı bir oranı üzerinde anlaşabilirler.
Malı sattıkları zaman elde edilen kazanç, yarı yarıya, üçte
bir, dörtte bir gibi aralarındaki anlaşmaya göre taksim edilir. Bu
taksim, mal ve eşyadaki mülkiyetlerine göre yapılmaz. Zarar ise
satın aldıkları mallardaki mülkiyet miktarlarına göre olur.
Çünkü güven üzerine satın alınan mallar, onların malları
gibidir. Zarar etmeleri durumunda kimin zararın ne kadarını yükleneceği
veya kâr oranı ile ilgili olarak yaptıkları anlaşmaya göre zarar
paylaştırılmaz. Kârın, satın aldıkları mal miktarına göre
veya daha farklı oranlarda olması durumu değiştirmez.
Vücuh şirketi her iki
kısmıyla caizdir. Çünkü bir başkasının malı ile iki kişi
ortaklık yaparlarsa, sünnet ve sahabenin icmaı ile sabit olan
mudarebe şirketi türünden bir şirketleşmeye gidilmiş olur. Tüccarların
güvenini kazanmış iki kişi bu güven ve saygınlıklarıyla satın
aldıkları malda ortak olmaları, sünnetle sabit olan ebdân (beden)
şirketi kabilindendir. Böylece vücuh şirketi sünnet ve icma ile
sabit olmaktadır.
Ancak şu bilinmelidir
ki; burada söz konusu olan güvenden kastedilen mali güvendir. O da
doğrulukla elde edilen güvendir. Makam, nüfuz ve saygınlık
değildir. Çünkü şirket ve ticaret konusunda güvenden maksad doğrulukla
elde edilen güvendir ki bu da mali güven ve itimattır. Buna binaen
bazı kimseler vardır ki toplumun hürmet ve saygısını
kazanmıştır. Fakat doğrulukla elde edilmiş güvenilir kişi
olmayabilirler. Kendilerine mali açıdan güvenilmeyebilir. İşte böylesi
birisindeki güven ticaret ve şirket konularında bir güven sayılmaz.
Nitekim o kişi; bakan, zengin ve büyük bir tüccar olmasına
rağmen doğruluktan kaynaklanan güven bulunmayabilir. Bu nedenle de
bu tür kişiler toplumda bilinen kişiler olmalarına göre mali açıdan
toplumun güvenine sahip kimseler sayılmazlar. Çarşı ve pazarda
para vermeden hiç bir şey satın alamaz. Fakat öte yandan fakir bir
kişi dürüstlüğünden ve doğruluğundan dolayı tüccarlar mal
açısından ona güvenirler. Böylece o kişi malın bedelini
ödemeden malı satın alabilir. Bu nedenle vücuh şirketinde
doğruluktan kaynaklanan güven esastır. Sadece saygınlık ve nüfuz
yeterli değildir. Ancak bazı şirketlerin, işlerini daha kolay yürütmelerini
temin için bir bakanı ve benzeri kimseleri, emek harcamaya
katılmaksızın veya mal ödemeksizin kazançtan ona belli bir pay
vererek şirkete ortak etmeleri bu vücuh şirketi kapsamına girmez.
İslâm'daki şirket tarifine uygun düşmez. Bu türlü bir ortaklık
caiz değildir. Böyle bir adam ortak olamayacağı gibi şirketten
bir şey alması da helâl değildir.
Suudi Arabistan ve
Kuveyt gibi bazı ülkelerde uygulanan bir kanuna göre, Kuveytli ve
Suudi Arabistanlı olmayanlar, oralarda çalışma veya ticarethane açma
ruhsatı alamazlar. Bu sebeple bir Suudlu veya Kuveytli hiç bir para
ödemeden bir yabancının verdiği mali imkanla ticarî izan almakta,
ortağının adına iş yeri açabilmektedir. Suudlu veya Kuveytlinin
ortaklığı, temin edeceği ruhsat karşılığıdır. Onların
namına verilen ruhsata binaen kurulan şirket onlara kârdan bir
hisse vermektedir. Bu uygulama ise vücuh şirketinden sayılmaz.
Şer'an böyle bir ortaklık caiz olmadığı gibi, Suudlu veya
Kuveytli de ortak sayılmazlar. Bunların, kuruluşu bu şekilde olan
şirketten bir şey almaları helâl olmaz. Çünkü şeriata göre
ortak olmaları için, şeriatın ortakta bulunmasını farz
kıldığı şartlar, Suudlu ya da Kuveytli ortakta yoktur. Şeriatın
ortaklarda aradığı şartlar şunlardır :
a-
Mal ortaklığı
b-
Beden ortaklığı (emek)
c-
Doğrulukla hasıl olan ticarî güvenle aldığı malı işletmeye
bizzat katılması.
Mufavada
Şirketi
Mufavada
şirketi, yukarıda adı geçen inan, ebdan, mudarabe, ve vucuh
şirketlerinin tümünü bir araya getiren şirkete denir. Buna göre;
bir kişinin çalışmalarını ve mallarını katacak olan iki mühendise,
konutlar yapıp satmaları için mudarebe ortaklığı ile mal verir.
Mühendisler ise aralarında, ellerindeki sermayenin üstünde bir
gayretle çalışmak üzere ittifak ederler ve tüccarların
kendilerine olan güvenine binaen bedelini ödemeden mal almaya başlarlar.
Bu şekilde faaliyet gösteren bir şirket mufavada şirketi olur.
Zira iki mühendisin bedenleriyle beraber ortaklaşmaları ebdan
şirketidir. Hem çalışmaları, hem de mal koymaları bakımından
inan şirketidir. Ortak olarak başkalarından mal almaları
bakımından ise mudarebe şirketidir. Tüccarların kendilerine olan
güvenine binaen satın almış oldukları malda ortaklaşmaları
bakımından da vücuh şirketi olmaktadır. İşte böyle bir
şirket, İslam’daki şirket türlerinin tümünü bir arada
bulundurmaktadır. Bu tür bir ortaklık, İslâm nazarında sahih bir
ortaklıktır. Çünkü bu şirketlerin her biri yalnız başlarına
sahih oldukları için, bir araya gelip Mufavada şeklini almaları da
caizdir ve sahihtir. Mufavada şirketinde kâr, ortakların
aralarında anlaştıkları şekle göre dağıtılacağı için kârın
her iki ortağın sermaye miktarları ölçüsünde olması caiz
olduğu gibi sermaye miktarlarının birbirine eşit ya da farklı
olmasına rağmen eşit seviyede olması da caizdir.
Mufavada şirketinin bu
çeşidi hakkında nassın varid olmasından dolayı caizdir. Bazı
fakihler, Mufavada şirketinin bir başka türünden daha bahsederler
ki bu, kesinlikle caiz değildir. Buna göre iki kişi, sermayede,
tasarrufta ve borçta eşit olacak şekilde iki kişi bir araya
gelerek şirketleşirler. Bu şirkette ortaklardan her biri,
diğerinin malına, borcuna sahip çıkar ki bu caiz değildir.
Çünkü buna delil olabilecek şer'i bir nass yoktur. Bu konuda
fakihlerin delil olarak kullandıkları şu hadislere gelince:
“Mufavda
yaptığınız o mufavadayı güzel yapınız.”
Bir diğer hadis ise:
“Mufavvada
yapınız. Zira onda çok büyük bereket vardır.”
Bu iki hadiste sahih bir şey yoktur. Delaletlerinin sıhhatli olduğu
kabul edilse bile manalarında sahih bir şey yoktur. Çünkü bu
şirket, meçhul bir sermaye ve meçhul bir iş üzerine kurulmuş
şirkettir. Bu husus, yalnız başına şirketin sahih olmadığına
yeterlidir. Ayrıca öldükten sonra murisin bıraktığı malın
ortağına intikali meselesine bakalım. Ortaklardan birinin zımmi
olması durumunda Müslüman ortağın bırakacağı miras zimmiye
nasıl intikal eder? Ayrıca şirket, vekâlet anlamını da içermektedir.
Halbuki vekâlet edilecek cins, meçhul olursa caiz olmaz. Bu
sebeplerin hepsi Mufavada şirketinin bu çeşidinin sahih
olmadığına delâlet eder.
Şirketin Feshi
(Dağılması)
Şirket
(ortaklık) şer'an caiz olan akitlerdendir. Ortaklardan birinin
ölümü veya aklî dengesini kaybetmesiyle, ya da sefihliğinden
dolayı hacr edilmesiyle veya feshi ile şirket bozulur. Şirket, iki
kişiden oluşuyorsa -ki bu, caiz olan bir akittir- vekâlet gibi
şirket de bozulur. Eğer ortaklardan biri ölürse ve reşit bir
varisi varsa isterse şirketi devam ettirir. Ortağı ona şirkette
tasarruf yetkisini verir. Dilerse hakkını alır. Ortaklardan biri
şirket feshini talip ederse, diğer ortağın onun talebine icabet
etmesi vacibtir. Bir çok ortağın bulunduğu bir şirkette
ortaklardan biri şirketin feshedilmesini isterse, diğer ortaklar da
şirketin devam etmesini isterlerse şirket fesh edilir. Şirketin
devamını isteyenler kendi aralarında şirketi yenileyebilirler.
Ancak bu fesh hususunda
Müdarebe şirketi ile diğer şirketler arasında fark vardır.
Mudarabe şirketinde çalışan ortak, şirketin satılmasını,
sermaye sahibi ortak da taksimini isterse; çalışan ortağın
isteğine uyulur. Çünkü çalışan ortağın kârda hakkı vardır.
Kârın tespiti ise ancak şirketin satılması ile meydana çıkar.
Geri kalan şirketlerde ise ortaklardan biri taksimi, diğeri
şirketin mal varlığının hepsinin satılmasını isterse, taksim
isteyenin isteğine uyulur.
[1] Buhari, Kitabu’ş-Şerikeh,
2317 [2] Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu’, 2936;
Darekutni
[3] Müslim
[4] Buhari
[5] Tirmizi
[6] Tirmizi
[7] Abdurrezzak, “El-Câmi’” kitabında
rivayet etmiştir [8] Ebu Davud, Esreme
[9] Ahmed b. Hanbel
|