FAİZ VE PARANIN
PARAYLA DEĞİŞTİRİLMESİ
Faiz,
aynı Cinsten olan bir mal karşılığında aynı cinsten bir malı
fazla olarak almaktır. Sarf (parayı değiştirmek) ise; altın ve gümüşten
birbirine benzer bir cinsten iki malın veya birbirine benzer farklı
cinsten iki malın veya birbirinden daha üstün olan iki malın
birinin diğeriyle satın alınmasıdır. Parayı para ile
değiştirmek, ancak alış-verişte olur. Faiz ise, alış-verişte,
borç işlemlerinde veya selem (bedel peşin mal vadeli alış-veriş)
muamelelerinde söz konusu edilebilir.
Alış-veriş,
temlik ve temellük (mülk edinme ve mülk sahibi kılma) yolu ile
malın mal ile değiştirilmesidir. Bu caizdir. Çünkü Allahu
Teâlâ şöyle dedi:
“Allah,
alış-verişi helâl kıldı.”
Ayrıca Rasul (sas) şöyle dedi:
“Alış-veriş
yapın iki kişi (satış yerinden) ayrılmadıkça muhayyerdirler.”
Selem
ise; belli bir zamanda teslim edilmek üzere zimmette vasfı
belirlenmiş bir mal karşılığında peşin ve hazır bir mal
vermektir. Böyle bir muameleye "selem" dendiği gibi
"selef" de denir. Bu, bir alış-veriş çeşididir.
Alış-veriş akdinin gerçekleştiği hususlarla ve "selem"
lafzıyla bu da gerçekleşir. Bu caizdir. Çünkü Allahu Teâlâ şöyle
dedi:
“Ey
iman edenler! Belli bir zamana kadar birbirinize borçlandığınızda
onu yazın.”
İbn
Abbas; "Belirli bir zamana kadar tekeffül edilmiş selef
muamelesini Allah (cc) kendi kitabında helâl kılmış ve buna izin
vermiştir" dedikten sonra yukarıdaki ayeti okumuştur. Yine
Buhari ve Müslim'in, İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre; "Nebî
(sas) Medine'ye hicret ettiğinde, oradaki halk hurmayla ilgili olarak
iki ve üç senelik selef muamelesini yapıyorlardı. Rasul (sas) şöyle
dedi:“Bir şey
hususunda selef muamelesi yapan kimse ölçeği belli, ağırlığı
belli ve zamanı belli olan bir selef muamelesi yapsın.”
Borç
(kredi) da selefin bir çeşididir. Kendisinden geri almak üzere başka
bir adama bir mal vermektir. Bu da caizdir. Nitekim Müslim Ebu
Rafi'den şunu rivayet etmektedir: "Rasulullah
(sas) bir adamdan genç bir deveyi ödünç almıştı. Rasulullah'a
zekât develerinden develer gelince Ebu Rafi'e o adamın devesini
vermesini emretti. Ebu Rafi gelen develer arasında onun gibisini
bulamadı ve Rasulullah'a gelerek, "Ya Rasulullah, orada dört yaşında
güzel ve değerli develerden başka bir şey görmedim” dedi. Bunun
üzerine Rasul (sas) şöyle dedi:
“Onu
ver. Zira insanların en hayırlısı, borcunu iyi olarak verendir.”
İbn
Hibbân, İbn Mes'ud'dan Nebî (sas)'in şöyle dediğini rivayet etti
:
“Bir
Müslümana iki kere borç veren Müslüman, bir kere sadaka vermiş
gibi olur.” Nitekim Rasulullah (sas) de borçlanıyordu.
Riba
(Faiz)
Riba
(faiz), satış ve selem muamelesinden sadece şu altı şeyde vaki
olur: Hurma, buğday, arpa, tuz, altın ve gümüş. Borç (kredi)
ise; her şeyde olabilir. Daha fazlasına veya daha azına almak yahut
başka bir nevi almak için borç vermek asla helâl olmaz. Ancak
borç olarak verdiği şeyin nevi ve miktarı kadar alabilir.
Alış-veriş ve selem ile borç verme muameleleri arasındaki fark
şudur: Alış-veriş ve selem, bir çeşit mal ile bir başka çeşit
mal veya bir çeşit mal ile aynı çeşit malın mübadelesidir.
Borç verme ise ancak aynı çeşit mal ile yapılabilir.
Sadece
altı çeşit malda faiz işlemi olabileceğinde sahabelerin icmaı
vardır. Ayrıca Rasulullah (sas) şöyle demiştir:
“Altını
altınla, gümüşü gümüşle, hurmayı hurmayla, buğdayı
buğdayla, tuzu tuzla, arpayı arpa ile peşin ve eşit olarak
değiştirilsin. Bu sınıflar farklı olunca, istediğiniz gibi
peşin olarak alış-veriş yapın.”
Gerek
hadis gerekse sahabe icmaı, faizin muayyen şeylerde söz konusu
olacağını göstermektedir. Bunların dışındaki eşyalarda faiz
olmaz. Faizin söz konusu olduğu eşyaya şu kaideyi tatbik etmek mümkündür:
"Haram olduğuna dair bir delil varid olmadığı müddetçe eşyada
asıl olan mübahlıktır." O halde bu altı çeşitten
başka şeylerin haramlılığına dair bir delil varid olmadığı için
riba, o altı çeşitten başka şeylerde cari olmaz.
Ancak
aynı cinsten olanlar da bu kapsama girer. Bunların dışındaki
eşyalar için ise faiz söz konusu değildir. Fakat bu altı madde
ile ilgili olarak şer'i nassta herhangi bir illet yer almamaktadır.
Dolayısıyla hiçbir şekilde illetlendirilemezler. Çünkü illet,
ancak şeriatın illet olarak gösterdikleridir. Nass yolu ile anlaşılmadığı
müddetçe de aklî illete itibar edilmez. Burada kıyas yolu ile bir
illet de bulunmamaktadır. Çünkü illetin kıyasında şart olan,
üzerine kıyasın yapılabilmesi için illet olarak kabul edilen
şeyin anlaşılır bir vasıf olmasıdır. İllet olan şey
anlaşılır bir vasıf olmayıp camid bir isim olursa, yahut
anlaşılmayan bir vasıf olursa, o şey ne illet olur ne de başka
bir şey ona kıyas yapılır. Ebu Bekre'den (ra) gelen bir rivayete göre
Rasul (sas) şöyle buyurmaktadır:
“Kadı,
öfkeli iken hüküm vermesin.”
Rasul
(sas) böyle derken öfkeyi hüküm vermeye engel bir illet kabul etmiştir.
Zira öfke, yargının engellenmesi için anlaşılır bir vasıf
olduğundan illet olarak belirlenmiştir. Öfkenin illet oluşu,
yasaklamanın öfkeden kaynaklandığını gösteren bir anlamın
nassta yer almasından istinbat edilmiştir. Buradan hareket ederek
engellemenin öfkeden kaynaklandığı anlaşılır. Bu mana ise öfke
anında aklın şaşkınlığıdır. O halde içerisinde öfkeyi illet
kılan şeyin -ki o aklın şaşkınlığıdır- var olduğu her şey
öfkeye kıyas yapılır. Meselâ; şiddetli açlık gibi.
Buradan
hareket ederek öfke olmayan herhangi bir hususun öfkeye kıyaslanması
mümkündür. Zira "öfke" lafzı, doğru hüküm vermeye
engel açıklayıcı bir sıfattır. Bu, Allahu Teâlâ'nın şu sözünden
farklıdır: "Size ölü (eti) haram kılındı."
Çünkü, "el-meyte" lafzı haram kılınması için anlaşılır
bir vasıf değildir. Dolayısıyla "ölü" etine kıyas
yapılamaz ve haram hükmü yalnızca ölü eti ile sınırlı kalır.
Aynı şekilde nass buğdayda faizin haram kılınışı ile ilgili
olarak gelmişse, bir başka şeyle kıyaslanmaz. Çünkü buğday, açıklayıcı
bir vasıf değil cansızlar için kullanılan bir isimdir. Bu
nedenle, "buğdayda faiz haram kılındı. Çünkü buğday
yenilen bir maddedir" gibi bir kıyasa gidilemez. Çünkü buğday
açıklayıcı bir vasıf değildir. Onun için buğday, haramlılık
için illet sayılmaz. İllet kabul edilmediği için de buğdaydan
bir başka şey kıyas yapılmaz. Rasul (sas)'den rivayet edilen şu
hadislere gelince:
“Yiyecek,
yiyecekle misli misliyle (alınır, verilir)”
Ahmed
b. Hanbel'in rivayet ettiğine göre: "Rasulullah
(sas) bir kısmına az bir kısmına da çok olmak üzere yemeği
onların arasında taksim etti. Dedi ki: Biz onları aramızda
fazlasıyla satıyorduk. Bunun üzerine Rasulullah bizi bu satıştan
men etti. Biz de onu artırmadan ölçek ölçek sattık."
Nese'i,
Câbir kanalı ile Rasulullah (sas)'in şöyle dediğini rivayet etti:
“Bir
küme yiyecek, başka bir küme yiyecekle, yine bir küme yiyecek,
ölçeği belli olan bir yiyecek ile satılmaz ve alınmaz.”
Bu
hadislerin hepsi de tahrim illetinin yiyecek olduğuna delâlet
etmiyor. Ancak ribanın yiyecekte hasıl olduğuna delâlet ediyor ki,
bu da bütün yiyecek cinsine şamil olur. Zira bu, umumidir. Bunun
üzerine yiyecek nevilerini tayin edip ribayı sadece onlara tahsis
eden hadis geldi. Bunun öyle olduğunun delili, kendilerinde faizin
haram kılınmadığı nice bir çok yiyeceğin olmasıdır. Halbuki
onlar da yiyecek nevilerindendir. Meselâ; patlıcan, kabak, havuç,
biber, sarmısak ve kiraz gibi şeyler yiyeceklerden olduğu halde
sahabenin icmaı ile faiz bunlara girmez. Halbuki bunlar için de
yiyecek lafzı kullanılmaktadır. Çünkü bunlar da yenilen
şeylerdendir. Rasulullah (sas)'in şu sözü de bunu teyid
etmektedir:
“Yemek
hazır iken namaz kılınmaz.” Yani yemek için hazırlanan
ne olursa olsun yemek hazır iken namaz kılınmaz.
Eğer
faiz yenilen her şeyi kapsamına alsaydı, yukarıda adı geçen
yiyecekler de bu kapsama girerdi. Buna binaen yiyeceklerle ilgili
hadis umumidir. Ancak, faizin söz konusu olduğu yiyecek çeşitlerinin
zikredildiği şu hadisle Rasulullah o yiyecekleri tahsis etmiştir:
“Hurma
ile hurma, buğday ile buğday, arpa ile arpa ve tuz ile tuz.”
Kur'an
hadisle tahsis edildiği gibi, hadis de başka bir hadisle tahsis
edilir. Buna binaen satışta ve selemde faiz ancak bu altı şeyde
vuku bulur.
Şöyle
denilemez: "Altın ve gümüşte ribanın haram kılınması,
onların tartılarak alındığı içindir. Dolayısıyla altın ve gümüşte
faizin haram kılınmasının illeti, onun tartılan bir cins
oluşudur. Aynı şekilde buğday, arpa, hurma ve tuz'daki ribanın
haram kılınması onların kile ile ölçülmesidir. Dolayısıyla
bunların haram kılınmasının illeti kile ile ölçen bir cins oluşudur
da denilemez. Çünkü, hadiste ağırlık ve kile bunlara ait birer
nitelik olarak yer almaktadır. Ubade b. el-Samit'ten. Rasulullah (sas)'in
şöyle dedi:
“Külçe
veya işlenmiş halinde altın altınla, yine külçe veya dirhem
olarak gümüş gümüşle ağırlıkları birbirine eşit olarak
değiştirilir. Tuz tuz'la, hurma hurmayla, buğday buğdayla ve arpa
arpayla aynı tartıda değişilir. Bunlar birbirinden daha fazla
verilirse veya alınırsa faiz verilmiş ve alınmış olur.”
Bu
hadis, haramın kılındığı durumu beyan etmiştir. Bu ise altın
veya gümüşün cinslerinin ağırlıklarının birbirlerinden
farklı olmalarıdır. Buğday, arpa, tuz ve hurma cinslerini tartmada
kefelerin birbirinden ağır olmasıdır. Bu hususlar illet değil,
bunlar alış-verişin cereyan ettiği hususun beyanıdır. Buna
binaen ağırlığa sahip olan veya tartılacak her şeyde faiz
cereyan etmez. Faiz ancak sadece bu altı grup maddede söz konusudur.
Bunların dışındaki maddelerde faiz yoktur. Altın ve gümüşte
ağırlıkla, diğerlerinde ise kile ile yani ölçü ile cereyan
eder.
Hem
bu altı cinste hem de bunların dışında mülk edinilmesi caiz olan
her şeyde borç alış-verişi caizdir. Borç alış-verişlerinde
ise faiz ancak, borç olarak alınan ya da verilen miktardan daha
fazla alıp-vermenin şart koşulduğu durumlarda söz konusu olur.
Paranın
Parayla Değişimi
Dünya
piyasalarında uygulanmakta olan mali işlemler dikkatlice
incelendiği zaman alış-veriş işlemlerinin tümünün altı türde
yapıldığı görülür. Bunlar:
1-
Parayı aynı parayla satın almak. Meselâ; Yeni Irak dinarını
eskileriyle değiştirmek.
2-
Mısır cüneyhinin (lirasının) dolarla değiştirilmesi işlemi
gibi bir parayı bir başka parayla değiştirmek.
3-
Bir parayla malı satmak ve bu parayla başka parayı satın almak.
Meselâ; uçakları dolarla satmak ve aynı anda satış
anlaşmasında Irak dinarıyla dolarları değiştirmek.
4-
Bir malı bir parayla satın almak ve bu parayı başka parayla
değiştirmek. Meselâ; İngiliz Sterlini ile malı satın almak ve
İngiliz lirasını dolarla değiştirmek.
5-
Senetleri belli bir para ile satmak.
6-
Belli bir şirketin hisselerini belli bir parayla satmak.
Dünyadaki
mali işlemlerin tümü bu altı tür işlem şeklinde
uygulanmaktadır. Bonoların ve hisse senetlerinin alınması ve
satılması şeriata göre kesinlikle caiz değildir. Çünkü bonolar
için belirlenmiş belli miktarlarda faiz vardır. Bu nedenle
bonolarda faiz vardır. Daha doğrusu bu bonolar, faiz muamelesinin ta
kendisidir. Hisse senetleri ise şeriata göre caiz olmayan batıl
olan şirketlerin hisseleridir. Bunun için bunları satın almak ve
satmak batıldır. Bundan dolayı sermaye (Anonim) şirketlerine ait
hisse senetleriyle muameleyi İslâm caiz görmez. Bu şirketler;
ister ticaret veya sanayi sektörü gibi şeran helal olan sektörlerde
faaliyet göstersinler isterse bankacılık sektörü gibi şeran
haram olan alanlarda faaliyet göstersinler, her halükarda durum aynıdır.
Bir
malı parayla satmak ve bu parayı bir başka parayla değiştirmek,
daha sonra bir başka para ile satmak ardından bir başka para ile
değiştirmek gibi işlemlerin tamamı temelde iki işlem türüdür.
a-
Alış-veriş ameliyesi,
b-
Sarf (parayı parayla değiştirme) işlemi.
Her
iki işlem üzerine alış-veriş ve sarf hükümleri uygulanır. Yine
her iki işlemde alış-verişin bittiğine işaret eden anlaşmayı
sona erdirip ayrılma hükmü cereyan eder.
Sarf;
bir parayı aynı parayla veya bir parayı başka bir parayla
satışını yapmak işlemidir ki bu caizdir. Çünkü sarf, altın ve
gümüş gibi aynı cinsten olanların misli misliyle ayrı cinsten
olanların da birbirinden farklı miktarlarda değiştirilmesidir.
Sarf,
altın ve gümüşte cereyan ettiği gibi paralar için de
geçerlidir. Çünkü nakit, bir para olması itibariyle altın ve gümüşün
taşıdığı özelliklere sahiptir. Bu hüküm, paranın, altın ve gümüşe
kıyaslanmasından kaynaklanmamaktadır. Bunun nedeni, paranın değer
hususunda altın ve gümüşe dayanan cinslerden bir cins oluşundan
dolayıdır. Eğer bir adam, altını gümüş karşılığı satın
alsa ve: "Bu altın dinarı şu gümüş dirhem ile
sattım" dese, o anda mevcut olan her iki para cinsine
işaret etse veya sıfatı belirtilmiş fakat o anda mevcut olmayan
bir gümüş parayla altın satın alarak anlaşmayı bu şekilde
imzalasa ve şöyle derse: "Ben Hicaz"ın on dirhemi
karşılığında sana Mısır'ın bir dirhemini sattım"
dese, yapılan bu işlem caizdir. Çünkü paralar, akit arasındaki
tayin ile belirlendiği için onlara sahip olma hakkı doğmuş olur.
İster dirhem veya dinarlar şeklinde olsun isterse bilezik gibi süs
eşyası şeklinde olsun ya da altın ve gümüş sikkeler şeklinde
olsun altının gümüşle satılması caizdir. Aynı şekilde,
işlenmiş veya işlenmemiş gümüşü altınla ve işlenmiş
altını işlenmemiş altınla satmak caizdir. Ancak bu şekildeki bir
muamelede, muamelenin peşin olması ve malın kendisinin bulunması
lazımdır. Değiştirme işleminin iki değişik para arasında fazla
veya eksik miktarlarda olması caizdir. Fakat aynı cins birimler
arasında fazlalık caiz değildir. Altının altınla satılması
caizdir. İşleme konu olan altının; dinar, bilezik veya külçe
halinde olması fark etmez. Ancak bu tür değişimlerin mutlak
surette birbirine denk ve peşin olması lazımdır. Bu kural gümüş
için de geçerlidir. Yine peşin olmak şartıyla aynı
ağırlıktaki paranın parayla, gümüşün gümüşle, ziynet
eşyalarını birbiriyle satışı caizdir. Böyle bir muamelede hiç
bir zaman fazlalık caiz olmaz. Aynı cins bir parada peşin ve bizzat
aynı olması şartıyla sarf caizdir. İki ayrı nakit arasında sarf
caizdir. Böyle bir muamelede fazlalık şartı yoktur.
Sarfın
cevazına dair delil, Rasul (sas)'in şu sözüdür:
“Peşin
olmak (elden ele teslim edilmek) şartıyla istediğiniz şekilde gümüş
karşılığında altın satın.”
Yine
Ubade b. Es-Sâmit'den şu hadis rivayet edilmiştir: "Rasulullah
(sas), peşin ve aynısı olmadıkça; altının altınla, gümüşün
gümüşle, buğdayın buğdayla, arpanın arpayla, hurmanın hurmayla
satışını yasakladığını ve kim bunda fazlalık yaparsa faiz
almış olur dediğini duydum."
Ebu
Bekre'den: "Rasulullah (sas)
bize, altını gümüşle, gümüşü altınla peşin olmak şartıyla
istediğimiz şekilde satmamızı emretti (izin verdi)."
Malik
b. Evs el-Hidsan'dan rivayetle diyor ki: "Ben
bir defa Dirhemleri kim değiştirir? dedim. O sırada Ömer'in yanında
bulunan Talha b. Ubeydullah şöyle dedi: Bize altınını göster
görelim, gerekirse alalım. Dirhemlerini sonra hizmetçimiz geldiğinde
sana veririz. Bu konuşmamız üzerine Ömer dedi ki: Hayır, vallahi
olmaz. Sen ya onun dirhemlerini verirsin veya altınını geri
verirsin. Zira Rasulullah (sas) şöyle dedi:
“Altın
ile gümüş şöyle şöyle olmadıkça faizdir (yani peşin olmadıkça)
Buğday ile buğday peşin olmadıkça faizdir. Arpa ile arpa peşin
olmadıkça, hurma ile hurma peşin olmadıkça faizdir.”
Böylece
altının gümüş ile satışı ancak peşin olursa caiz olur.
Satıcı ve alıcı mal alıp vermeden önce ayrılırlarsa yapılan
işlem fasittir. Rasul (sas) şöyle dedi:
“Altını
gümüş ile değiştirmek ve satışını yapmak peşin olmadıkça
ribadır.”
Karşılıklı
para alışverişi yapan iki kişi aynı mecliste peşin olarak malı
almaları şarttır. Mal teslimi yapılmadan ayrılırlarsa
alış-veriş yapılmamış olur. Çünkü sarf muamelesi bazı
değerlerin başka değerlerle alış-verişidir. Bunun sahih olması
için aynı mecliste kabzı (teslimi) şarttır. Nitekim Buhari, Mâlik
b. Evs'ten Rasulullah (sas)'in şöyle dediğini rivayet etti:
“Peşin
olmadıkça altın ile gümüşün değiştirilmesi faizdir.”
Yine
Rasul (sas) şöyle dedi:
“Peşin
olarak altın ve gümüş alış-verişinizi istediğiniz gibi yapın.”
Bu
hadislerde Nebî (sas) veresiye olarak altın ve gümüş sarfının
caiz olmadığını belirtmektedir. Onun için alış-verişin
yapıldığı mecliste teslim etmek ve teslim almak lazımdır. Eğer
teslim etmek ve teslim almak olmadan ayrılırlarsa şartın
yokluğundan dolayı batıl olur. Eğer üzerinde akit yapılan
paranın bir kısmı alınırsa ve sonra kalan kısım alınmadan
meclisten ayrılırlarsa geri kalan kısımla ilgili akit batıl olur.
Alınan kısımla ilgili akit sahihtir. Çünkü satış
anlaşmasının bölünmesi caizdir. Eğer bir adam başka bir kimse
ile bir dinar ile on dirhem satış üzerinde anlaşma yaparlarsa, on
dirhem vermesi gereken tarafın yalnız beş dirhemi bulunuyorsa, on
dirhem o anda mevcut olmazsa geri kalan beş dirhem ile ilgili akit
batıl olur. Alınan beş dirhem karşılığı miktarla ilgili akit
sahih olur. Çünkü satış anlaşmasının bölünmesi caizdir.
Kendisine dinarı dirhemle bozduracak kişiden kredi (beş dirhemi
kredi olarak) alırsa caiz olur. Ancak böyle şey satış
anlaşmasında şart olarak gösterilseydi caiz olmazdı.
Değiştirme
İşlemleri
Sarf
işlemleri ne kadar çeşit ve miktarda olursa olsun şu iki temel
dışında olmaz:
1-
Aynı cinsten olan paranın parayla satış ve alışı,
2-
Ayrı iki cinsten olan paranın parayla alış-verişi.
Bunlar
da ya hazır bir paranın hazır parayla satışı, ya da bir taahhüddün
diğer bir taahhüt ile satışıdır.
Hazır
bir paranın taahhüt edilen bir parayla satışı kesinlikle caiz
değildir.
Sarf
işlemi bittikten sonra alış-veriş yapanlardan biri işlemden dönmek
isterse sahih olmaz. Çünkü akid ve kabz muamelesi bitmiştir. Ancak
bu alış-verişte aşırı bir aldanma meydana çıkarsa veya parada
bir kusur belli olursa, dönmek caiz olur. Alış-veriş aktini
yapanlardan biri satın aldığı malda bir kusur görüp aldandığını
görse; meselâ; gümüş olarak aldığı parada kurşun karışımı
görse, yahut altın diye aldığı parada bakır karışımı görse,
bu durumda alan kimse muhayyerdir. Dilerse aldığı malı geri verir.
İsterse günün piyasasına göre alır, yani aldığı malda
herhangi bir tasarruf yapıp onu değerden düşürmemişse geri iade
edebilir. Alan adam kabul ederse satış caiz olmuş olur. Onu
reddederse bozulmuş olur. Meselâ; 24 ayar altın karşılığında
24 ayar altın alan bir kimse sonra 24 ayar diyerek aldığı
altının ayarı 18 ayar olduğu görülürse bu bir aldatma olduğu için
alan adam muhayyerdir. Dilerse aldığı 18 ayar altını geri verir,
isterse günün piyasa fiyatından kabul eder. Altın mübadalesinde
bulunan kimselerden aldanan 18 ayar olarak aldığı altının
kusurundan dolayı uğradığı zarar karşılığında fazla olarak
bir miktar altını satıcıdan almak istemesi caiz değildir.
Çünkü aynı cins olan bir maddede aranan benzerlik ve miktar
şartı ortadan kalktığı için caiz olmaz.
Bir
adam başka bir adama borçlu olsa, borçlu adam alacaklısına "Borcunun
bir kısmını benden düşersen ben geri kalanı erken öderim"
derse, böyle bir muamele caiz olmaz. Çünkü hemen ödenmesi gereken
miktar ile belli bir vadede ödenmesi gereken miktar birbirine denk değildir.
Bu durumda alacaklı, alacağını adeta peşin fiyatından daha az
bir bedelle satmış gibi olmaktadır. Borç ile alınacak miktar
aynı olmadığı ve aralarında bir fark bulunduğu için bu fark
faiz sayılır. Yine "Borç olarak sana verdiğim yüz dirhemi
daha erken versen, sana on dirhem veririm" derse caiz olmaz.
Çünkü para, aslından daha fazla verilmektedir. Bu ise faizdir.
Zira Ebu Said el-Hudri'den, Rasulullah (sas)'in şöyle dediği
rivayet edilmiştir:
“Peşin
ve aynı misli olmak üzere altını altın ile, gümüşü gümüş
ile, buğdayı buğday ile, arpayı arpa ile, hurmayı hurma ile, tuzu
tuz ile satışı yapılır. Fazla olursa ribadır.”
Bir
adamın üzerinde bir altını olsa, onun da birinci kişinin
üzerinde gümüş alacağı olsa karşılıklı hesaplaşmaya
gitseler caizdir. Çünkü her ikisinin uhdesindeki hazır zimmet
aynen mal gibidir. Bu sarf caizdir. Yine bir adamın altın
karşılığı bir malı satın alması da caizdir. Çünkü bu iki
paradan biri diğerinin yerine geçebilir. Böyle bir sarf muamelesi
caizdir. Bunun nedeni şudur:
İbni
Ömer şöyle dedi: "Ben Baki denilen yerde deve satıyordum,
dinarla satıp dirhem alıyordum. Dirhemi satıp dinar alırdım.
Şunu verir bunu alırdım, bunu verir şunu alırdım. Rasulullah (sas)
Hafsa'nın evinde iken yanına gittim ve: Ya Rasulullah, müsaade
ederseniz bir şey sorayım dedim. Ben Baki bölgesinde deve satıyorum,
dinarla satıyorum dirhem alıyorum, dirhemle satıyorum dinar
alıyorum. Şunu satıp şunu alıyorum, şunu alıp şunu veriyorum
dedim. Bunun üzerine Rasulullah (sas) şöyle dedi:
“Aranızda
(ödenmeyen) bir şey kalmadan ayrıldığınız müddetçe günlük
fiyatına göre alış-veriş yapmanızda bir sakınca yoktur.”
Bir
adamın sağlam bir dinar ile tam saf olmayan iki dinarı satın
alması caiz olmaz. Fakat bir kaç dirhem vererek bir dinarı, sonra
da bir kaç dirhem vererek tam saf olmayan iki dinarı satın alması
caizdir. İster bu dinarların her iki tanesini dirhem sattığı
adamdan alsın ister başkasından alsın fark etmez. Ebu Saîd'den: "Bilâl,
Nebî (sas)'e kaliteli bir hurma getirmişti. Rasulullah (sas) Bilâl'e
bu hurmaları nereden getirdiğini sordu. Bilâl: "Sana ikram
etmek için kalitesi düşük olan iki ölçek hurma verdim, karşılığında
bu hurmalardan bir ölçek hurma aldım" dedi. Bu durumda
Rasulullah (sas) şöyle dedi:
“Bu,
faizin ta kendisidir. Böyle yapma. Ancak böylesi bir hurmayı almak
istediğin zaman elindeki hurmayı sat, sonra istediğin hurmayı al.”
Yine
Ebu Saîd ve Ebu Hureyre'den: "Rasulullah (sas)
bir adamı görevli olarak Hayber'e gönderdi. Sonra o adam Rasulullah
(sas)'e kalitesi iyi bir hurma getirmişti. Rasulullah, Hayber'in bütün
hurmaları böyle midir? dedi. Adam: Hayır dedi. Bu kalitesi güzel
olan hurmaların bir ölçeğini iki ölçek, iki ölçeğini üç
ölçek hurma ile satın alıyoruz dedi. Bunun üzerine Rasul (sas) şöyle
dedi:
“Öyle
yapma. İyi olmayan hurmayı dirhemle sat, ondan elde ettiğin
dirhemlerle kalitesi iyi olan hurmayı al.”
Bu
arada Rasulullah (sas) satılacak hurmayı kendisinden hurma satın
alacağı kimseden başkasına satmayı emretmemiştir. Kalitesi düşük
hurmayı kalitesi iyi olan hurma sahibine satması haram olmuş
olsaydı onu belirtirdi. Aynı adama satabilir. Satacağı hurma
karşılığında para alacağı dolayısıyla bir başka cins araya
girdiği için işlem caizdir. Başkasına satıp elde edeceği
parayla kaliteli hurmayı alabileceği gibi iyi kalite hurmayı
sahibine satarak ondan alacağı para karşılığında ondan tekrar
iyi kalite hurma da alabilir. Burada hurmanın değiştirilmesi
üzerinde bir anlaşma yoktur. Altının gümüş ile satılması
sonra da tekrar gümüş alması da böyle bir işlemdir. Fakat gümüş
ile altının birbiriyle değiştirilmesi üzerinde anlaşma caiz
olmaz. Çünkü her türlüsü ile borç işleminde hile caiz
değildir. Bu türden bir işlem mübah görüntüsü altında haram
bir işlemi yapmayı istemektir. Aldatma yoluna giderek Allah'ın
haram kıldığı bir fiili işlemeye veya yapılması farz olanı
yada bir hakkın ödenmesini ortadan kaldırmaya v.b. tevessül etmek
demektir. Halbuki harama vesile olan şey de haramdır. Rasul (sas) şöyle
dedi:
“Ümmetimden
bir kesim hamra (içkiye) başka isimler vererek onu helâl kılmaya
kalkışacaklardır.”
Ebu
Mâlik el-Eşcâ‘i'den: "Nebî
(sas) şöyle dedi:
“Ümmetimden
bir takım insanlar şarabı başka bir isimle isimlendirerek içecekler.”
Özetle,
parayı değiştirme işlemi İslâm'ın cevaz verdiği işlemlerden
biridir. Kendisine has ahkâmı mevcuttur. Bu ahkâmı şeriat
belirlemiştir. Sarf, dahili piyasalardaki muamelelerde cereyan
edebileceği gibi harici piyasalarda da varlığını gösterebilir.
Ülkenin parasının, altın ve gümüşle, değiştirilmesi caiz
olduğu gibi içerde ve dışarıda yabancı paralarla
değiştirilmesi de caizdir. Malî işlemler, ister paranın parayla
değiştirildiği malî muameleler olsun isterse içinde paranın
parayla değişiminin söz konusu olduğu ticarî muameleler olsun
fark etmez. Dış işlemlerde farklı paraların değişiminin net
olarak ortaya konulabilmesi için paraların incelenmesi gereklidir.
_______________________
[1] Bakara: 275
[2] Buhari, Hakim b. Hişâm
yoluyla rivayet etti, Kitabu’l-Buyu’, 1937, 1940, 1967; Müslim,
Kitabu’l-Buyu’, 2825; Tirmizi, Kitabu’l-Buyu’, 1166; Nesei,
Kitabu’l-Buyu’, 4404; Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu’, 2998; İbni
Mace, Kitabu’t-Ticârât,
2173; Ahmed b. Hanbel
[3] Bakara: 282
[4] Buhari, Kitabu’s-Selim, 2086
[5] Müslim, Kitabu’l-Musakâh, 3002
[6] İbnı
Mace, Kitabu’l-Ahkâm, 2421
[7] Müslim, Ubade b. el-Sâmit’den rivayet etti,
Kitabu’l-Musâkâh, 2970; Ahmed b. Hanbel, Bâkî Müsned el-Ensâr,
21668
[8] İbni
Mace, Kitabu’l-Ahkâm, 2307
[9] Müslim, Ma’mer b. Abdullah kanalı
ile rivayet etti, Kitabu’l-Musâkâh,
2982; Ahmed b. Hanbel, Müsned el-Kabâil, 25990
[10] Ahmed b. Hanbel
[11] Nesei, Kitabu’l-Buyu’, 4472
[12] Müslim, Aişe’den
rivayet etti, Kitabu’l-Mesâcid ve Mevâdı’
es-Salâh, 869
[13] Müslim, Ubade b. el-Sâmit’den rivayet
etti, Kitabu’l-Musâkâh, 2970; Ahmed b. Hanbel, Bâkî Müsned el-Ensâr,
21668
[14] Nesei, Kitabu’l-Buyu’, 4488
[15] Tirmizi, Ubade b. Es-Sâmit’ten rivayet etmiştir,
Kitabu’l-Buyu’, 1161
[16] Müslim
[17] Müslim
[18] Müslim, Kitabu’l-Musâkâh, 2978; Tirmizi,
Kitabu’l-Buyu’, 1164
[19] Nesei, Kitabu’l-Buyu’, 4482; Ebu Davud,
Kitabu’l-Buyu’, 2906; İbni
Mace, Kitabu’t-Ticârât, 2250; Ahmed b. Hanbel, Müsned Aşaratu’l-Mubeşşirîn
bi’l-Cenneh, 297;
Malik, Kitabu’l-Buyu’, 1152; Ömer’den rivayet ettiler
[20] Buhari
[21] Tirmizi, Ubade b. Es-Sâmit’ten rivayet etmiştir,
Kitabu’l-Buyu’, 1161
[22] Müslim, Kitabu’l-Musâkâh, 2971; Ahmed b.
Hanbel, Bâkî Müsned el-Mükessirîn, 11040, 11492
[23] Nesei, Kitabu’l-Buyu’, 4506; Ebu Davud,
Kitabu’l-Buyu’, 2911; Ahmed b. Hanbel, Müsned Mükessirîn min
es-Sahâbeh, 5959
[24] Müslim, Kitabu’l-Musâkâh, 2985
[25] Buhari, Kitabu’l-Buyu’, 2050, Kitabu’l-Vekâleh,
2138, Kitabu’l-Megâzî, 3916; Müslim, Kitabu’l-Mesâkâh, 2984;
Nesei, Kitabu’l-Buyu’, 4477; Malik, Kitabu’l-Buyu’, 1138
[26] Ahmed. b. Hanbel; Ubade b. Es-Sâmit’ten
rivayet ettiAhmed. b. Hanbel, Bâkî Müsned el-Ensâr, 21651, Ubade
b. Es-Sâmit’ten rivayet etti
[27] Ebu Davud, Kitabu’l-Eşrebuh,
3203, 3204; İbni Mace, Kitabu’l-Fitne,
4010; Ahmed b. Hanbel, Bâkî Müsned el-Ensâr, 21827
|