KAPİTALİST SİSTEMİN
DEVAMLILIĞI
Bütün kusur ve ayıplarının ortaya çıkmasından
sonra ekonomide izlediği yol Kapitalist sistemin devam ettiğini gösteriyor.
Kapitalizme Sosyalizm aşısı yapılması veya Sosyal Adaletin
yamanmasıyla Milli Gelirin artırılması temeli üzerine kurulan
ekonomik düzen, bu konunun açık delillerindendir. Hatta Amerikan
sermayesinin boyunduruğu altına almada başarıya ulaştığı
bazı ülkelerde örneğin Mısır'da -ki Mısır, açıktan açığa
Sosyalizme çağrıda bulunuyor- ekonomik düzenlemede milli gelirin
artırılması temel alındı. Yani sistem Kapitalizme göre
kuruldu. Bu ise, aynen sömürgeciliğin gelişmesinde olduğu gibi
Kapitalist sistemi gizlemek suretiyle yeni bir metod kullanarak
Kapitalizmin uygulanmasını ve de Kapitalizmin uygulanma
tarzındaki gelişmeyi göstermektedir. Rusya'nın karşı
propagandasının da etkisiyle Batının hegemonyası altında
bulunan bütün bölgelerde Kapitalist sistemin bozukluğu
hissedildi ve ayıpları ortaya çıktı. Hatta tutucu Kapitalistler
dahi; "Ekonomik ve sosyal sakıncalarından ötürü artık
kokusu çıkmaya başlayan Kapitalizmi tam olarak almak imkânsızlaşmıştır."
demeye başladılar. İşte bundan dolayı Kapitalist sistemin bekâsını
sağlamak, onun uygulanmasını insanlardan gizlemek için yeni bir
yöntemin uygulanması gerekti. Bu yeni yöntem, Kapitalizmi geliştirme
yöntemi idi. Bu gelişmeyi sağlayabilmek için de Sosyalizm ve
Sosyal Adalet ve aynı zamanda ekonomik planlama ve ekonomik
kalkınma kavramları hakkında kamuoyu oluşturmak için çaba sarf
etmeye başladılar. İşte bu yeni yöntem aracılığıyla
Kapitalist sistemin hükümran olarak ve uygulanır bir şekilde
devamlılığı garantilenmiş oldu.
Ancak varlığı itibari ile bu yöntem
sömürgeciliğin yeni yönteminde olduğu gibi yeni değildir.
Aslında bu, 19. yüzyılda Kapitalist sistemin ayıplarının görülmesinin
ardından Kapitalizm yıkıma doğru sürüklenirken Batının
kullandığı bir yöntemdir. Avrupa, böylece tehlikeyi uzaklaştırmayı
başardı ve bugüne kadar da bunu korudu. Bu nedenle Avrupa'nın
hegemonyası altında bulunan ülkelerde Kapitalist sistemin yok
olmaya yüz tutmasından sonra Kapitalizmin kalıcılığını
sağlayabilmek için şu anda bu yöntem yeniden kullanılmaya çalışılıyor.
Dolayısıyla bu yöntem, varlığı açısından değil
uygulandığı ülkeler açısından yenidir. Gerçekte ise eski bir
yöntemdir. 19. yüzyılın başlarında kapitalist sistemin
bozukluğu tamamen keşfedildi ve onu çökertmekle tehdit eden yeni
düşünceler ortaya çıktı. Bu düşünceler, Avrupa'da ve
Rusya'da yaşayan toplumların bu sistemden çektikleri zorlukların,
sıkıntıların ve zulümün bir ürünüdür.
Kapitalizmin bünyesinde barındırdığı birçok hatalar sebebiyle
Sosyalist düşünceler ortaya çıktı ve kamuoyunda etkin hale
geldi. Her ne kadar 19 yüzyılın ilk yarısında fikri
araştırmalar, tezler, telif eserler ve teorik düşünceler
şeklinde görülen bu düşünceleri
anlatan partiler vardıysa da bunlar, toplumları etkileyebilecek,
toplumsal hayatı değiştirebilecek ve yönetim sistemini tehdit
edebilecek aktif bir role sahip değildi. On dokuzuncu yüzyılın
ikinci yarısına gelindiğinde bu hareketler, düşüncelerini
uygulamaya ve yönetimi ele geçirmeye çalışan siyasi hareketlere
dönüştüler. Rusya'da ve Avrupa devletlerinde kurulan bu tür
partiler gazeteler çıkarıyorlar, konferanslar veriyorlar,
eylemler yapıyorlar ve halkı Sosyalizme çağırıyorlardı. Hatta
Sosyalizm düşüncesi bütün Avrupa'yı kasıp kavurmakta,
Kapitalist sistem, özellikle Marksist Sosyalizmden kaynaklanan yıkıcı
bir saldırıya uğramaktaydı.
Bunun üzerine kapitalistler, Kapitalist sistemin
korunmasını ve devamını garantileyecek, insanların Marksist
Sosyalizme yönelmelerini engelleyecek "Devlet Sosyalizmi"
adı altında yeni bir yöntem ortaya koydular. Ancak "Marksist
Sosyalizm" zafere ulaştı ve bu esasa göre Sovyetler Birliği
Devleti kuruldu. Böylece Kapitalist sistem üzerindeki tehlike daha
da artmış oldu. Her ne kadar birçok Avrupa ülkesinde
"Devlet Sosyalizmi" fikrine dayalı siyasi partiler
kurulduysa da başarıya ulaşamayarak bunlar iflas ettiler. Bunun
yanında ise Kapitalist sisteme birtakım faydaları dokunan
"Sosyal Adalet" düşüncesi oluşturuldu. İşte Avrupa
bu iki düşünce; "Sosyal Adalet" ve "Devlet
Sosyalizmi" düşünceleri ile Rusya'da kurulan
Marksist-Sosyalist sistemin önünde durdu ve Kapitalist sistemi
koruyabildi. Yine Avrupa 19. asrın sonları ile 20. asrın
başlarında yani Birinci Dünya Savaşının sonunda Marksizm'in
partiden devlete dönüşmesinden, İkinci Dünya Savaşının
sonuna kadar geçen süre içerisinde de Marksizm karşısında
ayakta durabildi.
Kapitalizmin egemenliği altında sürünen
toplumlar tarafından Kapitalizmin zulümünün hissedilmesi büyük
devletleri, Kapitalist sistemi korumak ve yıkımını engellemek için
"Sosyal Adalet" ve "Devlet Sosyalizmi" düşüncesine
ilave olarak "Ekonomik Planlama" ve "Ekonomik Kalkınma/Gelişme"
düşüncelerini gündeme getirmeye
mecbur etti. Bunun için, "ekonomik planlama" ve
"ekonomik kalkınma" düşüncelerine ilave olarak
Sosyalizme yani Devlet Sosyalizmi düşüncesine -ki Arap
devletlerinin idarecileri bunu Arap Sosyalizmi diye
isimlendiriyorlar- yapılan çağrıların hepsi şüpheli çağrılardır.
Çünkü bu çağrılarla, Kapitalizmin müslümanların birbirleri
ile olan ilişkilerinde egemen olması ve Kapitalizmin iyice
yerleştirilmesi amaçlanıyordu.
İşte Sosyal Adalet ve Sosyalizm denilen fikirlere ve bunların
yanında ekonomik gelişme/kalkınma ve İktisadi Planlama düşüncelerine
yapılan çağrıların üzerine oturtulduğu temel budur. Bu temel,
müslümanların topraklarında Kapitalist sistemin
devamlılığını sağlamak ve batı sömürgeciliğinin ömrünü
uzatmak için yapılan çabalardan başka bir şey değildir.
Kapitalist sistemin temelini oluşturan Milli Gelirin artırılması
düşüncesinin, Sosyal Adalet ve devlet Sosyalizmi düşüncelerinin
bozukluğunu bilmek için, -batılı devletler tarafından üretilen
fikirler olmasının yanısıra- bunların iç yapılarını bilmek
ve ekonomik düşünceler olmaları nedeniyle bunların hatalarını
teker teker açıklamak gereklidir.
KAPİTALİST SİSTEMİN BOZUKLUĞU
Kapitalist sistemin bozukluğunu anlayabilmek için
ekonomik sistemin temelini oluşturan "Milli Gelirin
artırılması" düşüncesinden işe başlamak gereklidir. Bu düşünce
Kapitalist sistemin temelidir ve sistem bu esas üzere kuruludur.
Kapitalist sisteme göre; ihtiyaçlara oranla, mal ve hizmetlerin kıt
olması temel problemdir. İnsanların yeni ve sayısız ihtiyaçları
karşısında mal ve hizmetlerdeki yetersizlik toplum için ekonomik
bir problemdir. Çünkü insanın doyurulması gereken ihtiyaçları
vardır. Dolayısıyla bu doyumu sağlayacak bir takım vasıtaların
bulunması gereklidir. Bu vasıtalar ise, mal ve hizmetlerdir. Mallar,
Kapitalistlere göre "maddi ihtiyaçlar" olarak
isimlendirilirler ve bunlar elle tutulabilen, hissedilen ihtiyaçlardır.
Bu tür ihtiyaçlar ekmek yemek, elbise giymek ve evde oturmak gibi
hissedilebilir ve elle tutulabilir şeylerdir. Hizmetler de ihtiyaç
giderme ve tatmin vasıtalarındandır ve yine Kapitalistlere
göre manevi ihtiyaçlar olarak isimlendirilir. Bunlar doktorluk,
öğretmenlik ve mühendislik gibi hissedilen, elle tutulmayan ancak
ihtiyaç gideren şeylerdir. Bu nedenle iktisatçının görevi, insanın
ihtiyaçlarını doyurması için gerekli olan doyum araçlarını yani
mal ve hizmetleri çoğaltmaktır. Dolayısıyla iktisatçı, insanın
ihtiyaçlarının doyurulması için gerekli olan mal ve hizmetlerin
üretimini artırmaya çalışır.
Sınırlı miktardaki "mal ve hizmetler"
insanın ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemektedir. Zira insanın
ihtiyaçları sınırsızdır. Öte yandan insan olmasının özelliği
gereği sürekli artan ve çoğalan, doyurulması mutlaka gerekli olan
yemek, giyinmek, oturacak bir eve sahip olmak gibi birtakım temel
ihtiyaçları vardır. Bunların yanında toplumun yaşam seviyesinin yükselmesiyle
değişen ve artan ihtiyaçları vardır. Mal ve hizmetler ne kadar
artarsa artsın bu ihtiyaçların tamamen doyurulması imkânsızdır.
Bu nedenle ekonomik problemin temelinde, ihtiyaçların çokluğuna
karşılık doyum vasıtalarının kıt olması vardır. İnsanın bütün
ihtiyaçlarını tam olarak doyuracak miktarda mal ve hizmetlerin
yetersizliği, toplumu bu türden ekonomik problemlerle yani "mal
ve hizmetlerin" ihtiyaçlara göre oransal olarak azlığı
problemiyle karşı karşıya getirmektedir. Mal ve hizmetlerdeki bu
kıtlık, ihtiyaçların bir kısmının doyurulmasını bir
kısmının ise doyurulmaması sonucunu kaçınılmaz kılmaktadır. Bu
durum ise, sınırlı miktardaki mal ve hizmetlerin sınırsız ihtiyaçlara
dağılımı ile ilgili kuralların tesbit edilmesini gerektirmektedir.
Dolayısıyla Kapitalistlere göre asıl problem insan değil, insanın
ihtiyaçlarıdır. Yani her bireyin ihtiyacını doyurma değil, ihtiyaçları
doyurmak için mal ve hizmetlerin artırılması temel problemi
oluşturmaktadır. Temel sorun bu şekilde tesbit edilince de gelirleri
artırarak yüksek seviyede bir üretime ulaşmayı garantileyecek
şekilde bir takım kaidelerin konulması kaçınılmaz hale
gelmektedir. Yani toplumdaki her birey için değil insanlar
topluluğuna yetecek seviyeye ulaşıncaya kadar mal ve hizmetlerin
artırılması gerekir. Bu tür bir düşüncede mal ve hizmetlerin dağıtımı
problemi, üretim problemiyle tamamen birbirine bağlanmakta ve bütün
insanların mal ve hizmetlerden tükettiklerini artırmak için çalışmaları,
ekonomik araştırmaların, çabaların birinci hedefi haline
getirilmektedir. Onların incelemelerinde Milli hasıla/ üretim
kapasitesine etki eden faktörleri araştırmak ekonomik konuların tümü
arasında en önemli yeri işgal etmektedir. Kapitalistlere göre
ihtiyaçlara oranla mal ve hizmetlerin oransal olarak kıt olmasından
kaynaklanan ekonomik problemi çözmek için ele alınması gereken en
önemli konu Milli üretimin/ hasılanın artırılması konusudur.
Ekonomik problemin temeli her ferdin yaşamasını sağlamak değil
üretimi artırmaktır. Bu nedenle de servetin kimin elinde
bulunduğuna bakılmaksızın gelişmişlik/kalkınma, genel olarak
milli gelir miktarıyla ölçülmektedir. Buna göre toplumun onda biri
bu servetin sahibi olsa ve onda dokuzu ise yiyecek, giyecek ve sığınabilecek
bir ev bulamasa dahi toplam servet toplam nüfus sayısına bölünerek
kişi başına düşen gelir şu kadardır denilir. Çünkü onlar,
ancak üretimin artırılması ve ülkede elde edilen üretimden ülke
için ürettikleri miktarda yani üretimden güçleri oranında pay
alabilmeleri için insanlara özgürlük verilmesi ile ülkedeki
fakirlik ve yoksulluk probleminin çözüleceğine inanmaktadırlar. Bu
çözüme göre fakirler ve yoksullar da üretimin artırılmasına
katkıda bulunacaktır. Böylece onların da fakirlik ve yoksulluk
problemleri çözülmüş olacaktır. Dolayısıyla Kapitalistlere göre
ekonomik problemin çözümü, üretimin artırılmasında n
geçmektedir. Kapitalistlerin
ekonominin gelişmesi, üretimin artırılması ve üretim artışının
sağlanması amacıyla bütün gayretlerini ekonomik planlama noktasında
odaklaştırmalarındaki amaç da böylece netleşmektedir. Yani bütün
çabalar Kapitalist sistemin kurulduğu temelde yoğunlaşmaktadır.
Kapitalist sistemin temeli işte budur. Kapitalist
sistem hem üretimi hem de dağıtımı konu edinir. Ancak bunu tek tek
bütün fertlerin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak değil,
ülkedeki mevcut ihtiyaçları dikkate alarak gelirlerin
dağıtımını araştırır. Kapitalist sistem dağıtımı,
dağıtımın gerektirdiği kurallara göre değil, gelirin
artırılması düşüncesine göre yani mal ve hizmetlerin ve milli
gelirin artırılması yoluyla araştırır. Diğer bir ifade ile
gelirin ihtiyaçlara dağıtımını üretim konusunun içerisinde ele
almıştır. Dolayısıyla konunun temeli tamamen üretimin yani milli
gelirin artırılması noktasında odaklaşmaktadır. Ayrıca
Kapitalist sistem araştırmalarında insana önem vermeyerek insanı
bir kenara itmiştir. Kapitalizm, servetin insanlara dağıtımını
araştırmaz ve gelir elde etmeleri için onlara her hangi bir
garantiyi de vermez. Araştırmasını üretim meselesi üzerinde yoğunlaştırarak,
güçleri oranında üretimde pay alabilmeleri için insanları serbest
bırakır. Buna göre Kapitalist ekonomik sistemin temel hedefi, Milli
Geliri artırmak ve üretimin mümkün olan en yüksek seviyeye ulaşması
için çalışmaktır. Toplumdaki refahın en yüksek seviyeye ulaşmasını,
ülkedeki üretim seviyesinin yüksekliğine, Milli Gelirin artmasına
bağlamaktadırlar. Mülk sahibi olabilmeleri ve üretmeleri için
toplumun bireylerine çalışma hürriyeti sağlandığında insanlar
üretimden güçleri oranında pay alabilme imkânına sahip olurlar.
İktisadın hedefi, fertlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve
toplumdaki fertlerin her birinin ihtiyaçlarını sağlama ortamını
oluşturmak değildir. İktisat, ülkedeki "Milli Gelir"in
artırılması ve üretim seviyesinin yükseltilmesi yolu ile toplumun
ihtiyaçlarını gidererek doyum vasıtalarının çoğaltılması için
vardır. Milli gelirin artırılması ile sağlanan servet artışı,
çalışma ve mülk edinme hürriyeti aracılığı ile toplum fertleri
arasında dağıtılır. Toplumdaki bütün fertler ihtiyaçlarını
doyursun veya doyurmasın, herkes sahip olduğu üretim faktörleri
miktarında gücü yettiği kadar bu servetten pay alabilmesi için
insanlara hürriyet verilmiştir.
Oysa bu düşünce, tamamen yanlış ve aynı
zamanda da zulümdür. Zira doyurulması istenen ihtiyaçlar, insani
ihtiyaçlar olması ile beraber ferdin ihtiyaçlardır. O, insanlar
topluluğunun, ümmetin veya halkın bütününün ihtiyacı değil
toplumun birer ferdi olan Salih'in, Hasan'ın, Muhammed'in
ihtiyacıdır. Çünkü ihtiyacını doyurmaya kalkan kişi ferttir. Bu
ihtiyaç ister yemek gibi doğrudan doğruya açlığın giderilmesi
şeklinde olsun ister ümmetin savunması gibi toplumsal bir ihtiyacın
doyurulması şeklinde olsun, aralarında herhangi bir fark
olmaksızın bunların tamamı bireyin ihtiyaçlarıdır. Dolayısıyla
asıl ekonomik problem, doyum vasıtalarının fertlere
dağıtımıdır. Yani mal ve hizmetlerin ümmetin, ve halkın her
bireyine dağıtılmasıdır. Yoksa Milli Gelirin dağıtımında bir bütün
olarak toplum ya da ümmet ele alınmaz. Diğer bir ifade ile problem,
ülkenin tümünün uğradığı yoksulluk değil bir ferdin
uğradığı yoksulluk noktasında düğümlenmektedir. Dolayısıyla
iktisadın temel konusunu ekonomik maddelerin üretimi değil, her
ferdin temel ihtiyaçlarının doyurulması oluşturmalıdır. Çünkü
problem ülkede elde edilen üretimle değil ülkede yaşayan fertlerle
alakalıdır. Yani fert fert bütün insanların temel ihtiyaçlarının
tamamını tam bir şekilde doyurma problemidir. Yoksa iktisadın temel
konusu üretimin artırılması olmamalıdır. Asıl mesele,
insanların temel ihtiyaçlarının tamamını garantilemek için
servetin insanlar arasında dağıtılması olmalıdır. Çözülmesi
istenen fakirlik ve yoksulluk problemi, insan olması hasebiyle
doyurulması gereken temel ihtiyaçlarının doyurulmaması ve lüks
ihtiyaçlarını doyurma imkânının da sağlanmamasından
kaynaklanmaktadır. Yoksa çözülmesi istenen problem, ülkenin maddi
ilerlemeyi sağlayamaması nedeniyle bir takım ihtiyaçların
doyurulamaması veya ülkenin bu kaynaklardan yoksun olmasından
dolayı ülkenin yoksulluğu veya fakirliği değildir. Bu anlamdaki
fakirlik ve yoksulluk -herkesin temel ihtiyaçlarının
karşılanmaması, lüks ihtiyaçlarını da doyurabilme imkânının
sağlanmaması- problemi üretim artışı ile çözülemez. Bu
problem, her ferdin temel ihtiyaçlarının tamamını eksiksiz bir
şekilde doyurmaya yönelik dağıtım keyfiyeti ile çözülür. Aynı
zamanda lüks ihtiyaçlarını doyurmasına da yardım edilir. Asıl
problem, servetin dağıtılması olduğu halde Kapitalistler, servetin
artırılmasını esas olarak aldıkları ve servetin dağıtımını
tamamen terk ettikleri için temel ekonomik problemi tamamen ters bir
şekilde tasavvur etmişlerdir. İktisadi düzenleme için milli
gelirin artırılmasını esas almakla hata ve sapma başlamıştır.
Dağıtımın temel olarak alınması gerekirken dağıtıma önem
vermeyip üretimi esas aldılar ve servetin toplumdaki fertler
arasındaki dağılımını fiyat mekanizmasının düzenleyeceğini söylediler.
Yani emeğin ve hizmetin karşılığı bir fiyata sahip olan kişi
servetten pay alabilir, aksi halde alamaz. Çünkü Kapitalist sistem
ürettikleri kadar gelirden pay alabilmeleri için fertleri serbest bırakmıştır.
İnsanlar ancak ürettiklerinin karşılığını alabilirler.
Dolayısıyla da ülkedeki gelirden fiyat mekanizması yoluyla sahip
oldukları fiyat kadar pay almaktadırlar. Böylece Kapitalist sistem
mal ve hizmetlerin üretiminde payı olanların dışındakilere hayat
hakkı tanımaz. Sadece üretime katkısı olanlara hayat hakkını
tanır. Sakat olanlar -ki zaten onlar zayıf olarak
yaratılmışlardır- ya da sonradan zafiyete uğrayanların yaşama
hakkı yoktur. Çünkü onlar milli hasıladan ihtiyacını
karşılayabilecek miktarda bir gelir elde edememişlerdir. Böylece
mali gücü yerinde olan herkes başkaları üzerinde hâkimiyet kurma,
liderlik yapma hakkını elde eder. Çünkü o aklı veya bedeni ile güçlü
olarak yaratılmıştır. Hangi yolla olursa olsun başkalarına oranla
iyi yaşamaya daha çok layıktır. Başkasına nazaran maddeye meyli
kuvvetli olan servetten daha fazla pay alır. Buna karşılık manevi
sıfatlara bağlılığı kuvvetli olan ve ruhi yöne meyleden kimse
ise servetten daha az pay alır. Çünkü düşüncelerinde bağlı
kaldığı ruhi ve manevi bağlar, maddeye daha fazla yönelme
konusunda onu baskı altında tutar. Böylece Kapitalizm, ruhi ve
ahlaki unsurları hayattan uzaklaştırarak hayatı yalnızca maddi
ihtiyaçları doyum vasıtalarını kazanmak için maddi bir yaşantı
ve maddi mücadele alanı olarak görür. Kapitalizmin uygulanmaya başlamasından
sonra halkı müslüman olan ülkelerin ve batılı ülkelerin durumu
budur.
Milli Geliri artırmayı ekonominin temel unsuru
haline getirmek, üretmeleri ve mülk sahibi olmaları için insanlara
çalışma ve mülk edinme hürriyeti vermek ancak, Milli Gelirin
toplumun bireylerine dağıtılmasına hiç önem vermemek insanları
diledikleri yoldan mülk sahibi olmaya yöneltmiştir. Buna göre
insanlar, yalan, kumar, stokçuluk, faiz, içki, her türlü uyuşturucu
ticareti, dansözlük, sihirbazlık gibi herhangi bir yolla mülk
sahibi olabilirler. Yeter ki bunları ve daha nicelerini yapabilmeleri
için insanların mutlak olarak hürriyetleri garantilensin. Bu ise
insanlar arasındaki yüce değerlerin tamamının yok olması,
insanın hayvanlar seviyesine indirilmesi ve insanlar arasındaki
ilişkilerde seviye düşüklüğü demektir.
İşte Kapitalist sistem ve işte onun ürünleri.
Kapitalist sistem, probleme toplumsal bir problem, yani insanlar arası
ilişkilerle ve servetin insanlar arasında dağıtılması ile ilgili
bir problem olarak bakması gerekirken, servetin artırılması ve elde
edilmesi için insanlara çalışma ve mülk edinme hürriyeti vererek
problemi üretim problemi haline getirmekle ekonomik meseleyi tamamen
ters bir şekilde tasavvur etmiştir. Böylece problemi çözmemiş
aksine problemi zulüm ve üstün değerlerin yok edilmesi üzerine
yerleştirmiştir. Serveti, maddi değerlerin dışında hiçbir değere
kıymet vermeyenlerin ve güçlülerin elinde bırakmıştır. Manevi,
ahlaki ve ruhi değerlere önem verenlere karşı cimrileşmiş ve
zayıfları bu servetten mahrum bırakmıştır. Ekonomik hayatı
insanlar arası ilişkilerin ve hayatın temeli haline getirmiş ahlaki
kuralları kabul ettiği bu ekonomik temel üzerine kurmuştur. Hayatı
yalnızca mal ve hizmet olarak yani yalnızca madde olarak tasavvur
ederek fertlerin fakirlik ve yoksulluk problemini çözeceği yerde
topluma yoksulluğu iyice yerleştirmiştir. Çünkü toplumun
güçsüz insanlardan arınması hayaldir. Milli gelirin artırılması
ekonomik sistemin temeli olarak alındığı sürece manevi değerlere
sımsıkı sarılanlar fakir olarak kalacaklardır. Gücü yeten kimse
servetten pay alacak, güçlü olan kimse gücü sayesinde servete kavuşacaktır.
Zayıf olanlar ise servetten mahrum kalacaklardır. Bu ise şüphesiz
ki fakirliğin iyice yerleştirilmesi demektir. Üstelik Kapitalist
sistem zenginlere nüfuz sağlar, Otoriteyi onların eline bırakarak
insanlara hükmetmelerine imkân tanır. Bu nedenle Kapitalizme inanan
Batı ülkelerinde, üretenlerin tüketenler üzerindeki hâkimiyeti
açıkça görülmektedir. Petrol, otomobil, ağır sanayi vb. işlerle
uğraşan büyük şirketlere sahip bir grup insan bütün
tüketicileri egemenlikleri altına aldılar. Ürettikleri mallara
istedikleri fiyatı koydular. Bu uygulamalar bir yandan Sosyalizme
davetiye çıkartılmasına neden olurken öte yandan da Sosyalist saldırılar
karşısında kendisini korumak isteyen Kapitalist sistemin yüceltilmesi
için Sosyal Adalet kavramının gündeme gelmesine neden oldu.
Ekonomik sistemin temelini Milli Gelirin artırılmasına
bağlamanın ve buna çağrıda bulunma düşüncesinin gerçeği işte
budur. İktisadi planlamaya ve ekonomik gelişmeye çağrıda
bulunmanın altında yatan gerçek neden de budur. Çünkü bu çağrılar
ekonomik sistemimizin Kapitalist sisteme göre şekillendirilmesine yönelik
çağrılardır. Ekonomik hayatı, insanlar arası ilişkilerin ve
hayatın temeli haline getirmeye çağrıdır. İnsanlarda var olan
manevi değerleri yok etmek, toplumda fukaralığı ve yoksulluğu
yerleştirmek, insanların çoğunluğu -ki onlar mali açıdan zayıf
kimselerdir- ezerek onlara zulmetmek ve onları güçsüz kimseler
haline getirmek bu çağrının sonuçlarıdır. B u
çağrının topluma ve ümmete
yönelik tehlikeli boyutlarının ortaya çıkmasından daha da
önemlisi, yıkıma doğru sürüklenen Kapitalist sistemi yeniden ihya
etmeye yönelik şüpheli çağrılardır bunlar. Aynı zamanda bu çağrılar,
Kapitalizmin uygulandığı ülkelerin Kapitalizmin pençesinden
kurtulma aşamasında olduğu, Kapitalistlerin egemenliklerinin ve nüfuzlarının
yıkılmaya ve yok olmaya yüz tuttuğu bir dönemde müslümanların
topraklarında kâfir devletlerin ayaklarını sabitleştirmek için
yapılan çağrılardır.
|