GERÇEK SOSYALİZM
DÜŞÜNCESİNİN BOZUKLUĞU
Gerçek Sosyalizme gelince; Gerçek Sosyalizm,
"Sermaye Sosyalizmi" ve "Tarım Sosyalizmi"
olarak bilinmektedir. Bu Sosyalizm, sınırlı (ideolojik) bir düşünceden
fışkırdığı için insanların ve cemaatların inanma ve savunma
imkânına sahip oldukları Sosyalizmidir. Fakat bunun tatbiki ancak
"ateşle ve demirle" mümkündür. Çünkü fıtrata
terstir ve insanın üretkenliğini sınırlandırmaktadır.
"Tarım Sosyalizmi" düşüncesine müslüman ülkelerde
rastlanılmadığından bu düşüncenin çürütülmesine çalışmaya
gerek yoktur. İnsanın yaratılışına ters düşen mülk sahibi
olma isteğini engellemesi ve tarımsal üretimde gerilemeye neden
olması bu düşüncenin bozukluğunu ortaya koymak için
yeterlidir. Mülk sahibi olmak beka içgüdüsünün
göstergelerindendir. Bu nedenle insan ürettiğine sahip
olmadığı zaman tarımsal üretim yapmak için harekete geçmez.
Yalnızca bu durum, Tarım Sosyalizminin bozukluğunu göstermek
için yeterli bir açıklamadır.
Sermaye Sosyalizmi ise, madenler, fabrikalar ve
toprak gibi üretim kaynaklarının
özel mülkiyete verilmemesi gerektiğini savunmaktadır. Diğer bir
ifade ile üretime konu olan her malın mülkiyetini yasaklamaktadır.
Birey, oturmak amacıyla bir evi mülk edinebilir, fakat kiraya
vermek için bir evi mülk edinemez. Ürettiğini satabileceği bir
araziyi mülk edinemezken, ürettiğini tüketeceği kadar bir
araziyi mülk edinebilir. Üretmek ve satmak için fabrika sahibi
olamaz. Sermaye sosyalistleri, tüketime konu olan kaynakların
ferdi mülkiyetini kabullenirken, gelir sağlayan her türlü malın
mülk edinilmesini ise yasaklamaktadırlar. Böylesi bir durum,
özel mülkiyeti kısmi olarak kaldırmaktadır. Sermaye Sosyalizmi
özetle budur. Bu kesinlikle yanlış bir düşüncedir. Tabiatı
gereği ne ortaklığı ne de ortaklığa benzer bir durumu kabul
etmeyen bir malda özel mülkiyeti yasaklamak, malların mülkiyetini
sınırlandırmak demektir. Bu düşünce malların bir kısmının
özel mülk edinilmesine izin verip diğer bir kısmına ise izin
vermemektedir. Böyle bir durum insanın üretkenliğini engeller,
fertlerin gayretlerinden toplumun faydalanmasını yoksun bırakır.
Kesinlikle üretimde gerilemeye neden olur. Bugünkü Rusya'nın
(1960'lı) tarım üretiminde görülen azalma bunun en bariz örneğidir.
Karl Marks Sosyalizmi ise maddecilik kuramı
üzerine kuruludur. Buna göre, insan, hayat ve kâinat tabiat
kanunlarına göre kendiliğinden gelişen bir maddedir. Yaratıcı
ve yaratılan yoktur. Ancak maddenin evrimi vardır. Eski zaman
filozoflarından Herakleitos'in maddi kavram ile ilgili olarak söylediği;
"Evren tektir, her hangi
bir ilah veya insan tarafından yaratılmamıştır. Evren var idi
ve sonsuza kadar da bir ateş topu (enerji) olarak kalacaktır. O
belirli kanunlara göre yanıp söner."
sözleri hakkında Lenin: "Maddi diyalektiğin esasları için
ne kadar harika bir açıklama" ifadesini
kullanır. Engels ise; "Evren hakkında maddi anlayış, ona
yabancı hiçbir şey katmadan onu olduğu gibi bütün basitliği
ile anlamaktır." der. Marks'ta; "Ortaya
çıkan bütün değişikliklerin aslı maddedir" demektedir.
Marks, toplumda yeni sistemin kurulmasının,
Devletin müdahalesi olmaksızın toplumda var olan gelişme
kanununun gerektirdiği şartlar çerçevesinde ve ekonomik kanunların
etkisi ile tamamlanacağını savunur. Marks, herhangi bir asırdaki
toplum sisteminin, ekonomik durumun sonucu tarafından belirlendiği
görüşündedir. Marks'a göre sisteme isabet eden değişikliklerin
tamamı yalnızca, maddi durumlarını İyileştirmek için yapılan
sınıflar mücadelesinden kaynaklanmaktadır. Tarih bize bu mücadelelerin
yalnızca tek bir şekilde sonuçlandığını göstermektedir. Bu
tek durum, sayıları çok ancak durumları kötü olan sınıfın,
sayıları az fakat durumları iyi olan zengin burjuva sınıf
karşısındaki zaferi ile sonuçlanması şeklinde özetlenebilir.
Marks'ın "Sosyal Gelişme Kuramı" diye isimlendirdiği
şey işte budur. Bu kanun, geçmişte yaşandığı gibi gelecekte
de yaşanacaktır. Geçmişte bu mücadele, kölelerle hürler arasında,
ardından derebeylerle halk arasında, sonra yine derebeylerle
çiftçiler arasında vardı. Mücadele, her zaman sayıca çok ve
haksızlığa uğrayan sınıfın, sayıca az ama haksızlık yapan
sınıfa karşı üstünlüğü ile sona ermiştir. Ancak elde
edilen bu zaferden sonra zafer elde eden mazlum sınıf, tutucu ve
zalim sınıfa dönüşüyordu. Fransız devriminden bu yana mücadele,
burjuva sınıfı ile işçi sınıfı arasında devam etti. Burjuva
sınıfı, tutucu sınıfta olduğu gibi ekonomik projelerin lideri
ve sermayenin sahibi oldu. Onun karşısında ise ikinci sınıf
durmaktaydı. İkinci sınıf, sayıca çok olmasına rağmen
sermayeden hiçbir şeye sahip değildir. Dolayısıyla bu iki
sınıfın çıkarları arasında çelişkiler vardır. İşte bu
çelişkiler nedeniyle kapitalist sistemin yıkılıp yerine
Sosyalist sistemin kurulmasına yönelik sınıflararası mücadele
başladı.
Marksist Sosyalizmin özeti işte budur. Bu düşünce
şüphesiz ki yanlış bir düşüncedir. Bu düşüncenin yanlışlığı
şu sebeplere dayanmaktadır.
Maddi kuram açısından suyun buharlaşmasını
ele alalım. Marksistlerin söylemi ile "gelişme" düşüncesi
açısından olaya baktığımızda madde de ki bu dönüşüm, yani
suyun buhar haline gelmesi, ne suyun kendisindendir ne de yalnızca
maddedendir. Su, belli bir sıcaklık derecesine ulaşmadıkça
buharlaşmaz. Suyun buhar haline dönüşmesindeki etkili faktör
belli orandaki sıcaklıktır. Bu sıcaklık oranında bir değişme
olduğunda su buharlaşmaz. O zaman suya ve sıcaklığa bu belli
oranı koyanın kim olduğu sorusu gündeme gelmektedir. Oranı
tesbit eden su mu, sıcaklık mı yoksa bu ikisinin de dışında
başka bir şey midir? Şüphesiz ki suyun ve sıcaklığın
dışında bir şeydir. Suya bu oranı kabul ettiren veya onların
ifadesi ile suyun buhar haline dönüşmesi ile ilgili kanunları
koyanın şüphesiz ki ezeli bir varlık olması gerekir ki bu da
Allahu Teâla'dır. Hissedilebilen ve kavranabilen eşyaların
varlığı kesindir. Varlıkları itibarı ile onların başka şeye
muhtaç olmaları da kesindir. Öyleyse o mahluktur, çünkü başkasına
muhtaçtır. Yaratılmış olmaları ise bir yaratıcının
varlığına delalet eder. Yalnızca bu delil Marks'ın
maddeciliğini çürütmeye yeter. Ancak Marks'ın; "Herhangi
bir asırdaki sosyal sistemi, ekonomik durumun sonucu belirler. Bu
sisteme isabet eden çeşitli dönüşümlerin tek sebebi, ekonomik
durumlarını iyileştirmek için sosyal sınıflar arasında
yapılan mücadelelerdir." sözüne gelince: Bu ifade tamamen
teorik varsayımlara dayanan ve gerçeğe ters düşen hatalı bir düşüncedir.
Bu düşüncenin yanlışlığı ve gerçek hayatla çelişmesi, hem
tarihi olarak hem de vakıa itibarıyla açıkça ortadadır. Sovyet
Rusya ne maddi gelişmenin sonucu olarak ne de sistemi sistemle
değiştirecek sınıflararası mücadele sonucunda Sosyalizme
dönüşmemiştir. Bir grup kanlı bir devrim yoluyla yönetimi ele
geçirdi ve sistemi değiştirdi. Ardından da sosyalist düşünceleri
halka uygulamaya başladı. Çin'deki halk devrimi de böyle oldu.
Doğu Almanya'da ve Doğu Avrupa'da Sosyalizmin uygulanması,
sınıflararası mücadele sonucunda değil, Sosyalist bir devletin
bu ülkeleri işgal etmesi ve oralarda Sosyalizmi uygulamalarıyla
olmuştur. Öte yandan sınıflararası mücadelelerin daha çok
görüldüğü Almanya, Fransa, İngiltere ve ABD gibi ülkelerde
herhangi bir şekilde sistem değişikliği olmamıştır.
Kapitalist ülkelerde sermayedar ve işçi kesiminin çok yoğun
olmasına karşılık Komünist Çin'de ve Rusya'da tarım sektöründe
çalışanların sayısı sanayi sektöründe çalışanlardan daha
fazladır. Aynı zamanda bu iki ülkedeki sermayedar ve işçi
kesiminin sayısı da batı ülkelerine oranla çok daha azdır. ABD
ve batı Avrupa ülkelerinde işçi sınıfı ve Kapitalist
sınıfın varlığına ve sınıflararası mücadele kanununa göre
sistemde değişiklik olması gerekirken bu ülkelerde Sosyalizme
geçilmemiştir. İşçi ve kapitalist sınıfın varlığı
Kapitalist sisteme herhangi bir şekilde etki etmeden bu ülkelerin
hepsinde Kapitalizm uygulanmaktadır. Yalnızca bu bile maddi
kuramın temelden çürütülmesi için kâfidir. Onbeş yıldan
daha uzun bir süreden beri Rusya'nın hükmü altında Sosyalizme göre
yaşayan Doğu Almanya'yı Rusya şu anda (1960) bıraksa Doğu
Almanya Sosyalizmi hemen bırakıp Kapitalizme döner. Sistemin
ekonomik durum sonucunda ortaya çıkmadığını, değişimlerin
sınıflar arası mücadele sonucunda olmadığını bu bile
desteklemektedir. Bu kuramın bozukluğuna delil olarak yalnızca
Doğu Almanya olayları yeter. Çünkü Doğu Almanya Sosyalizmi,
ekonomik durumun sonucu değil Rusya'nın orayı işgal etmesinin
sonucudur. Bu sistemden on beş yıl içerisinde iki milyondan fazla
kişi kaçmıştır. Alman'lar kendi hallerine bırakılsalar hemen
Kapitalizme dönerler. Bu gerçek, yaşanmakta olan bir delil olarak
Sosyalizmin temelden bozukluğunu göstermeye yeter.
Buna ilave olarak Sosyalizmin kaynaklandığı
maddecilik ve maddi gelişme düşüncesi hatalı bir düşüncedir.
Çünkü fıtrata muhaliftir. Maddede kendiliğinden bir gelişme
olmaz. Gelişme madde hakkında konan kanunların maddeyi etkilemesi
ile olur. Bu kanunlara göre maddenin bir halden diğer bir hale dönüşmesi
için belirli bir oranın bulunması gerekir ki bu oranın kaynağı
madde değildir. Öyle olsaydı kanunlar olmadan madde istediği
gibi değişiklikler yapardı. Bu nedenle bu kanunların kesinlikle
madde dışından gelmesi gerekmektedir. Diğer bir ifade ile ancak
belirli şartlarda ve belirli durumlarda ve belirli oranlarda
maddenin bir halden diğer bir hale dönüşümünü sağlayan,
maddenin dışında ve maddenin mecburen bağlı kaldığı bir
kanun vardır. Maddenin bir halden bir başka hale dönüşmesini
sağlayan şey maddenin bağlı kalmak zorunda olduğu kanunlardır.
Burada ise kendi kendine gelişme değil, maddenin dışındaki bir
etkileyici ile bir halden bir başka hale dönüşüm vardır.
Maddeciliğin ve ondan kaynaklanan sistemin bozukluğuna bu bir
delidir. Bu açıdan bakıldığında da Marksist Sosyalizmin bozuk
olduğu anlaşılır.
'SOSYAL ADALET'
DÜŞÜNCESİNİN YANLIŞLIĞI
İster Karl Marks Sosyalizmi (Gerçek Sosyalizm)
olsun, isterse ismen Sosyalizm olan ve Arap ülkelerindeki bazı
idarecilerin çağırdıkları ve müslümanların topraklarında
yaygın olarak bulunan devlet Sosyalizmi
olsun, Sosyalizmin bütün çeşitleri
bozuktur. Dolayısıyla geriye üzerinde düşünülmesi gereken
Sosyal Adalet kavramı kalmaktadır. Sosyal adalet düşüncesi,
Sosyalizm gibi bir sistem değildir. Sosyal adalet, Kapitalizmin
uygulandığı ülkelerde Kapitalizmden kaynaklanan şiddetli zulümün
hafifletilmesini sağlayan belirli hükümleri içeren bir düşüncedir.
Sosyal Adalet düşüncesinde yamalama işleminin açıkça
görüldüğü hükümler vardır. Kapitalist sisteme bir yama olan
Sosyal Adalet gerçek bir zulümdür. Kapitalizmin ömrünü uzatmak
ve sabitleştirmek için vardır. Memurlara emeklilik maaşı, işçilere
ikramiye vermek Sosyal Adalet kavramının gereğidir. Fakir
çocukları bedava okutmak, fakirlere bedava sağlık hizmeti sunmak
gibi şeyler de Sosyal Adaletten kaynaklanmaktadır. Oysa buna
benzer işler Sosyal Adalet değil bir zulümdür. Niçin memur sınıfı
yaşlandığı zaman devletten emekli maaşı alabiliyor da aynı
ülkenin evlatları olan ve muhtaç durumda bulunan şoför,
çiftçi, ayakkabı boyacısı ve diğerleri alamıyorlar? Niçin işçi
ikramiye alıyor da, araba üzerinde seyyar satıcılık yapan
satıcı, gazete satıcısı ve benzerleri alamıyorlar? Sağlık
hizmetleri neden yalnızca fakirler için bedava da bütün insanlar
için bedava değil? İşte bunlar Sosyal Adalet denilen şeyin zulüm
olduğunu göstermektedir. Zira devlet fert fert ümmetin tümüne
güvenlik, savunma, sağlık ve eğitim gibi hizmetleri sağlamak
mecburiyetindedir. Bu tür hizmetler açısından devlette zengin ve
yoksul ayrımı yapılmaz. Devlet fert fert herkesin temel ihtiyaçlarını
tam olarak garantilemek ve lüks ihtiyaçları için de gerekli
şartları hazırlamakla sorumludur. İhtiyaçlarını
karşılamaktan aciz olan herkes için bu geçerlidir. İster
belirli miktarda emekli maaşı olan bir memur olsun isterse
ikramiye alan bir işçi olsun, aslolan yalnızca belli bir miktar
emekli maaşı veya ikramiye alması değil temel ihtiyaçlarının
tamamını karşılamaya yetecek miktarda hakkı olanı almasıdır.
Bu nedenle Sosyal Adalet zulümdür. Üstelik bu, Kapitalist
sistemin tatbiğini devam ettirmek, ömrünü uzatmak ve kötülüğünün
hissedilmemesi, insanların uyuşturulması için hazırlanmış bir
uyuşturucudur. Bu nedenle ona çağırmak ve onu uygulamaya çalışmak
haramdır.
|