İDEAL EKONOMİ POLİTİKASI


FABRİKALAR NE ZAMAN KAMU MÜLKİYETİNDEN SAYILIR

 

Ancak endüstri, imal ettiği maddenin hükmünü alır. Çünkü Rasulullah (sav) endüstriden sayılmasına rağmen içki imali için üzüm sıkılmasını haram kıldı. Enes'den gelen rivayette Rasulullah (sav) söyle buyurmaktadır:

"Rasulullah (sav) içki ile ilgili olarak on şeye lanet etti: İçki için üzümü sıkana ve sıktırana..." İbni Ömer'den gelen bir rivayette ise Rasulullah (sav) şöyle demektedir:

"Allahu Teâla içki ile ilgili olarak on şeye lanet etti. Şaraba, içene, içirene, satana, satın alana, (içki yapmak üzere üzümü) sıkana ve sıktırana ..."

İster üzüm olsun, ister portakal olsun ister elma olsun isterse başka meyveler olsun meyvelerin sıkılması mübahtır. Çünkü sanayi, imalat mübahtır. Meyve suyu sıkma imalatı da imalatın mübahlığındaki genellik kapsamına girer. Fakat Rasül, içki için üzüm sıkma imalatını haram kıldı. Onun haram olması, sıkma sonucu elde edilen ürünün içki olmasından kaynaklanmaktadır. Sıkma hükmü, sıkılan şeyden dolayı verildi. Yani sanayi, imal ettiği, ürettiği ürünün hükmünü almaktadır. Bu durum yalnızca içkiye ait bir özellik değil haram olan her şeyi kapsayan bir özelliktir. Haşhaş, eroin, afyon vb maddelerin imalatı da haramdır. Çünkü bizzat bu maddelerin kendisi haramdır. Haç imalatı da haramdır. Çünkü haç takmak haramdır. Put imalatı haramdır. Çünkü putlar haramdır vb. Bu nedenle içkiyi sıkana ve sıktırana lanet eden iki hadisten şu fıkhi kaide istinbat edilmiştir: "Sanayi/Fabrika ürettiği mamulün hükmünü alır." Bu istidlalde (delil göstermede) istinbat yönü tamamıyla açık ve nettir. İçki için üzüm sıkmanın haram olması, meyve sıkmanın haram olduğu anlamına gelmez. Buradaki nehy, ancak içki için üzüm sıkma hakkında geçerlidir. Herhangi bir meyvenin suyunu çıkarmak haram değildir, ancak içki için üzüm sıkmak haramdır. İmalatın haram olması, imal edilen ürünün haram olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum, sanayinin ürettiği ürünün hükmünü aldığının delilidir. Bu kaideye göre yani "Sanayi/Fabrika ürettiği mamulün hükmünü alır" kaidesine göre haç imalatı gibi yasak olan eşyaların imalatı haramdır. Yine petrol çıkarmak gibi, kamu mülkiyetinden sayılan maddelerle ilgili sanayi de aynı kapsama girer. Yani fertler, putlar gibi imalatı haram olan şeyleri mülk edinemezler. Ve yine demir çıkarmak gibi, kamu mülkiyeti özelliği kaldırılarak ferdi mülkiyet haline getirmek amacıyla kamu mülkiyeti kapsamında olan şeylerin imalatı yapılamaz ve ferdi mülk olamaz.

Sanayi, üretilmek, imal edilmek istenen bir şeyin alet yardımıyla yapılmasıdır. Bu alet ister içki sıkmada kullanılan bir kap olsun, ister heykelleri yontmada kullanılan bir kalem olsun, isterse haç yapımında kullanılan bir testere olsun, bu aletlerin tamamı imalatında kullanılan şeyin hükmünü alır. Fabrika nasıl imal ettiği şeyin hükmünü alıyorsa, üretimde kullanılan alet de ürettiği ürünün hükmünü alır. Eğer bir kap yalnızca içki sıkmakta kullanılıyorsa bu kabın kullanımı tamamen yasaklanır. Eğer içki ile beraber başka şeylerin sıkılmasında da kullanılıyorsa, içki sıkmak için kullanılması yasaklanır. Yani kap özel olarak içki imalatında kullanılıyorsa kabın kullanılması yasaklanır. Böylece fabrika ürettiği şeyin hükmünü alır. Buna göre eğer bir fabrika, kamu mülkiyetine giren bir şeyin üretimine has ise o fabrika kamu mülkiyetinden sayılır. Eğer fabrika hem kamuya mülkiyetine giren maddelerin imalatında hem de diğer maddelerin imalatında kullanılıyorsa, kamu mülkiyetine giren şeylerin üretimi için kullanılması engellenir. Ne zaman bu tür bir üretimden alıkonulursa onu elde etmekten de alıkonulur. Fabrikanın elde bulundurulma sebebi özellikle kamu mülkiyetine haiz maddelerden kamu mülkiyeti özelliğinin kaldırılmasını hedefliyorsa bu halde mülkiyet ferdi olamaz. Buradan da anlaşılmaktadır ki fabrikada üretilen ürün, fabrikayı ürettiği bu ürünün hükmü ile bağlı kılar. Yani fabrika, haram olan şeyleri üretmekten men edilir. Yine fabrika, ferdi mülkiyete ait ise ve fabrikada kamu mülkiyetine ait şeyler üretiliyorsa, fabrikada kamu mülkiyetine ait şeylerin üretilmesi yasaklanır. Çünkü, kamu mülkiyetine ait şeyler fabrikada üretildiği zaman bunlar kamuya ait bir mülkiyet olmaktan çıkarak ferdi mülkiyet haline gelir. Dolayısıyla bu iki şeyi (kendisi haram olan maddeleri ve kamu mülkiyetine giren maddeleri) üretmekten alıkoymak, haram olan şeylerin imalatının da haram olmasından ve kamu mülkiyetine giren maddeleri, kamu mülkiyeti özelliğinden çıkarmasından dolayıdır. Böylece fabrika ürettiği maddenin hükmünü alır, tıpkı sanayinin ürettiği ürünün hükmünü alması gibi.

Bu açıklamalara binaen fabrikalara bakılır: Eğer fabrikada üretilen maddeler, kamu mülkiyeti kapsamına giren maddelerden değilse aslında olduğu gibi ferdi mülkiyet olarak kalır. Tatlı ve şekerleme, dokuma, otomobil vb fabrikalar gibi. Ancak fabrikalar kamu mülkiyetine giren maddelerin imali için ise, demir, petrol ve altın madenleri gibi madenlerin çıkartılması ile uğraşan fabrikalardan ise kamu mülkiyetinden sayılır, ferdi mülkiyet olamaz. Fertler de bu tür fabrikaları mülk edinemezler. Yani "fabrika imal ettiği maddenin hükmünü alır." Tükenmeyecek kadar büyük miktardaki madenler kamu mülkiyetinden sayılır dolayısıyla bunlarla ilgili fabrikalar da kamu mülkiyetine ait fabrikalardan sayılır.

Ferdi mülkiyete ait fabrikalarla ilgili hüküm işte budur. Ancak fabrika, kamu mülkiyetine ait maddelerin imali için kullanıldığında ferdi mülkiyetten kamu mülkiyetine dönüşür. Bu hükmün kabul edilmesi gerekir. Çünkü bu hüküm, şer'i delilden çıkartılmış bir hükümdür. Delili ise illetli değildir ve illetlendirilemez. Yani delil olduğu gibi kabul edilir. Vakıasındaki niteliğinden dolayı verilen bir hükümdür ve vakıaya çözüm getiren en hayırlı bir ilaçtır. Vakıaya göre, makine, tabiatı gereği ferdi mülkiyetten olması gerekir. Alet icat edildiği andan itibaren ferdi mülkiyettir. Bu makine ister el ile kullanılan bir alet olsun, ister buhar ile çalışan bir fabrika olsun, ferdi mülkiyet olmasından dolayı herhangi bir şikâyet, herhangi bir zulüm veya fesat da olmamıştır. Ancak, sanayi devrimi gerçekleşince ve fabrikalar meselesi, Kapitalist sistemin ortaya koyduğu çözümlere göre yapılandığında ortalığı fesat ve zulüm kapladı. Problem, fabrikanın ferdi ya da kamu mülkiyetine ait olup olmamasından değil, fabrikalara kapitalist sistemin getirdiği kuralların tatbik edilmesinden, üretimin artırılmasının sistemin temeli haline getirilmesinden, insanlara çalışma ve mülk edinme hürriyetinin verilmesinden çıkmıştır.

Fabrikanın ferdi mülkiyet olması gayet doğaldır ve vakıası da bunu gerektirmektedir. Aletler açısından durum budur. Elde edilen üretim açısından ise hüküm, üretilen mallara göre farklılık gösterir. Ürün, bazen ferdi mülkiyet olur ve bu durumda da fabrika olduğu gibi kalır. Ürün bazen kamu mülkiyetine ait olur dolayısıyla da fabrika kamu mülkiyetine dönüşür.

Burada şöyle bir şey söylenebilir. Madem ki fabrika imal ettiği imalatın hükmünü alıyor, öyleyse fabrikada üretilen şeyin kamuya ait bir mülkiyetten mi yoksa ferdi mülkiyetten mi olduğunun bilinmesi gerekmektedir ki bu da devletin bulunmasını zorunlu kılar. Dolayısıyla devlet, fabrikada işlenen maddenin kamu mülkiyetine ait bir madde olduğunu görürse fabrikayı kamu mülkiyeti haline getirir ki bu da kamulaştırmak, devletleştirmek demektir.

Böyle bir soruya şu cevap verilir: Evet, fabrikanın kamu mülkiyetinden mi yoksa ferdi mülkiyetten mi olup olmadığının bilinmesi, işlenen maddenin niteliğinin bilinmesine bağlıdır ifadesi doğru bir ifadedir. Ancak fabrikada işlenen maddenin tanımlanabilmesi devletin bulunmasını gerektirir ifadesi yanlıştır. Çünkü şeriat, kamu mallarını tarif etmiştir. Açık ve net bir şekilde sınırlarını koymuştur, şer'i nasslarda bu konuda kapalılık yoktur. Şari, kamu mülkiyetine ait malların sınırını tesbit etmiştir. Aşağıdaki üç sınıfın ferdi mülkiyetten sayılması doğru değildir.

Birincisi: Tükenmeyecek kadar çok miktardaki madenler

İkincisi: Tabiatları gereği fertlere ait olması mümkün olmayan şeyler

Üçüncüsü: Toplumun kullanımına ait alanlar. Bir beldenin veya kabilenin veya cemaatın toplu halde ve devamlı olarak yaşamaları için gerekli olan ve ortaklaşa kullanılamadığında ise aralarında kargaşanın zuhur edeceği yerler.

Tükenmeyecek kadar bol miktarda bulunan madenlere gelince: Delil onların kamu mülkiyetine ait olduğunu belirtmektedir. Bunların ferdi mülkiyet haline getirilmesi caiz değildir. Ebyad b. Hammal'dan rivayete göre; "Ebyad b. Hammal Rasulullah (sav)'den Me'rab'deki tuzlayı kendisine vermesini istedi ve Rasulullah (sav)'de ona verdi. Oradan ayrılınca: Ya Rasulullah ona neyi ikta ettiğini biliyor musun? Ona kaynağı kesilmeyen bir su ikta ettiniz denilince: Öyleyse ondan geri alındı" dedi. Amr b. Kays El Me'rabi'nin rivayetinde de şu vardır: "Rasulullah (sav)'den me'rabdeki tuz madenini ikta etmesini istedim Rasulullah (sav) de onu bana ikta etti. Bunun üzerine: Ya Rasulullah orası tükenmeyecek kadar çok su gibidir denilince Rasulullah (sav): Öyleyse hayır" dedi. Kesilmeyecek kadar bol su ifadesinde, çok bol miktarda olduğundan tuz, suya benzetilmiştir. Bu hadis, Rasulullah (sav)'in Ebyad b. Hammal'e bir tuz dağını ikta ettiğine ve iktanın da caiz olduğuna delalet etmektedir. Ancak oranın tükenmeyecek kadar bol miktarda bir tuz madeni olduğunu öğrenince iktadan geri dönerek onu eski haline döndürdü ve oranın Ebyad'a ait ferdi bir mülk olmasını yasakladı. Çünkü tükenmeyecek kadar bol miktardaki tuz madeni, toplumsal bir mülkiyettendir yani kamu mülkiyetindendir. Burada kasıt yalnızca tuz değil, tükenmeyecek kadar bol miktardaki her madendir. Olay, maden çeşitlerinden birisi üzerinde yani bir maden olması nedeniyle tuz üzerinde cereyan eden bir olaydır. Ancak burada şart, madenin tükenmeyecek kadar bol miktarda olmasıdır. Bu olay, madenlerin kamu mülkiyetine ait maddelerden olduğuna ve ferdi mülkiyet haline getirilmesinin caiz olmadığına delildir. Bu hüküm, ister insanların kolayca ulaşabildikleri ve faydalanabildikleri tuz, sürme, yakut gibi görünen madenler olsun isterse kolayca ulaşılamayan altın, gümüş, demir, bakır, kurşun gibi görünmeyen yer altındaki madenler olsun ve isterse cam gibi donuk, petrol ve cıva gibi akıcı olsun bütün madenleri kapsamaktadır. Hüküm, bütün madenleri kapsar ve tamamı bu hadisin içeriğine dahildir.

Yaratılışlarındaki tabiat gereği ferdin sahip olmasının yasaklandığı eşyalara gelince: İnsanların genele ait bir yolda ortak oldukları konusunda Rasulullah (sav)'in ikrârı bunların, kamu mülkiyetine dahil olan şeylerden olmasının delilidir. Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: “Mina, önce gelip oturan kimsenindir" [1] Mina, Hicazda bilinen bir yer olup, Arafatta insanların vakfeyi tamamladıktan sonra konakladıkları, yerin ismidir. Yani Mina bütün insanlara ait bir mülktür. Kim önce gelir ve Mina'da nereye konaklarsa orası onun olur. Bu hadis, Mina'nın insanlar arasında ortak kullanıma ait bir yer olduğunun delilidir. Yolların durumunu ve Mina'nın durumunu inceleyen kimse bunların tabiatları gereği insanlar tarafından özel olarak kullanmalarının yasak olması gerektiğini görecektir. Bütün insanların kullanımına ait olan genel bir yol, sadece bir kişinin ya da birkaç kişinin kullanımına ait olamaz. Mina, birtakım Hacc vazifelerini yerine getirebilmek için hacıların yerleştikleri bir yerdir. Tabiatı gereği bütün herkesin hac vazifelerini yerine getirmeleri için kullanılır. Dolayısıyla oranın, bir ferde veya belirli kişilere mahsus olması engellenir. Bu durumda yukarıda geçen iki delil, nitelikleri bu delillere uyan her durum için geçerli olur. Bu uygunluk kıyasen bir uygunluk değil tek bir cinsin fertleri olması bakımından bir uygunluktur. Buna göre, tabiatı gereği fertlere mahsus olması yasak olan her şey kamu mülkiyetinden sayılır. Denizler, nehirler, göller, genele ait kanallar, körfezler, boğazlar, Süveyş kanalı vb. yerlerin tamamı kamu mülkiyetine ait yerlerdir. Bu nedenle bunlar ve bunlara benzer yerlerin tamamı, mescitler, devlet okulları ve hastaneleri, devlete ait oyun yerleri (parklar) kamu mülkiyetindendir.

Toplumun ortaklaşa faydalandıkları şeylerin neler olduğuna ve bunun kamu mülkiyetinden olmasının deliline gelince: Ebu Harraş Nebi (sav)'in ashabının bir kısmından şunu rivayet eder: Rasulullah (sav) şöyle dedi: "Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş" [2] Enes b. Malik aynı hadisi İbni Abbas'dan şu ilave ile rivayet eder: Ve onun parası da haramdır." Ebu Hüreyre de Rasulullah (sav)'den şu hadisi rivayet eder: "Su, ateş ve mera men edilemez" [3] bu hadis bu şeylerin kamuya ait bir mülk olduğunu açıklamaktadır. Ancak, bu konu ile alakalı şer'i karineler, bunlarda muayyen sıfatların bulunmasından dolayı bunların kamu mülkiyetine ait olmasını gerektirmektedir. Hadiste üç şeyin isminin geçmesi onların sayısını tahdid etmemektedir. Rasulullah (sav)'in Taif'de ve Hayber'de insanlara suyu mülk edinmeyi mübah kılması bunun delilidir. Kendilerine ait olmak, ekinlerini ve bahçelerini sulamak üzere insanlar suyu ferdi olarak mülk edindiler. Bu durum, sudaki ortaklığın yalnızca su olmasından dolayı değil niteliğinden kaynaklandığına delalet etmektedir. Yani toplumun faydalanmasına ait olmasından kaynaklanmaktadır. "Müslümanlar üç şeyde ortaktır" hadisi ile insanların suyu mülk edinmelerini ikrâr eden Rasul’ün takriri sünneti bir araya getirildiğinde suda ortaklığın olması için bir illetin bulunması gerektiği ve bu illetin de, suda "toplumun vazgeçemeyeceği mallardan olması" niteliğin bulunmasıdır. Eğer toplumun vazgeçemeyeceği mallardan olmazsa kamu mülkiyetinden sayılmaz. Çünkü Rasulullah (sav) onun ferdi mülkiyet şeklinde mülk edinilmesini yasakladı. Ve: "İnsanlar üç şeyde ortaktırlar" dedi. Aynı zamanda onun ferdi mülkiyet olarak mülk edinilmesini de mübah kıldı. Bu durumda yasaklamanın bir illete dayandığı ortaya çıkmaktadır. Yani ortak olmak bir illete dayanmaktadır. Bu durumda, su, mera ve yakıt olarak kullanılan ateş, toplumun vazgeçemeyecekleri bir konumda bulunmaları illetine binaen kamu mülkiyetinden sayılmışlardır. Bunlardan bu illet kalktığı zaman ferdi mülkiyet olurlar. Ferdi mülkiyet halinde bulunan bir başka şeyde bu illet bulunduğu zaman ise bu sefer de ferdi mülkiyet kamu mülkiyeti haline gelir. Toplumun vazgeçemeyeceği her şey kamuya ait bir mülktür. Toplumun vazgeçemeyeceği şeylerden oluşunun dayanağı ise, toplumun ihtiyacı olan o madde bulunmadığı zaman maddenin talebinden dolayı toplumun dağılıp parçalanmasıdır. Tıpkı önceleri kabilelerin yaptıkları gibi. Bir kabile konakladıkları yerde buğday bulamadıkları zaman kabile mensupları buğday bulmak için giderlerdi. Kabile onu temin etmek için dağılmazdı. Ancak, su, mera ve yakıt bulunmadığı zaman dağılırlardı. Ancak şehirde ulaşım vasıtaları bulunmazsa dağılmazlar. Bu durumda su, toplumun faydalandığı vazgeçilmezlerden sayılmaktadır. Ulaşım ise toplumun vazgeçemeyeceği şeylerden değildir.

Böylece şeriatın, kamu mülkiyetine ait olan malları açıkça belirttiği ve sınırlarını belirlediği görülmektedir. Buna göre fabrikanın kamuya mı yoksa ferde mi ait olduğu bilinir. Bu nedenle şeriat devlete ferdi mülkiyet üzerinde tasarruf hakkı vermemiştir. Kamunun çıkarı olduğu gerekçesi ile devlet insanlardan birinin mülkünü istila etmede hür değildir. Yine devletin şu ferdi mülkiyettir, şu kamu mülkiyetidir deme yetkisi de yoktur. Bilakis devlet, şeriatın söyledikleri ile kayıtlıdır. Şeriat, insanların malına el uzatmayı devlete haram kılmıştır. Rasulullah (sav) şöyle demektedir. "Bir müslümanın malı, kendi rızası ile vermesi dışında başkalarına helal değildir" ve yine: "Şüphesiz ki mallarınız ve kanlarınız size haramdır" Bu nasslar devleti ve diğerlerini kuşatmada geneldir. Bu nedenle devletin, şehri güzelleştirmek, caddeler ve yollar açmak, okullar, mescitler, hastaneler vb şeyler yapmak bahanesi ile fertlere ait malları istimlak etmesi caiz değildir. Muhakkak ki bu haramdır. Çünkü fertlere ait mallara el koymanın haram oluşu devleti de devletin dışındakileri de kapsamaktadır. Zira Rasulullah (sav): "Müslüman bir kişinin malı helal değildir" buyurmakla genel olarak helalliği nefyetmektedir. Yani herhangi bir kimseye, herhangi bir müslümanın malı helal değildir. Dolayısıyla kamunun çıkarı bahane edilerek devletin bu genel nasstan istisna edilmesi doğru olmaz. Çünkü genel bir nasstan istisna, Kitaptan ve Sünnetten bir başka şer'i nass tarafından olur. Ne Halife ne de onun dışındaki bir beşer tarafından istisna yapılamaz. Kentin meydanları, ormanlar ve hayvanların otlak yerlerinin kamu mülkiyetinden olduğunu belirten nass vardır. Bu tür yerler maslahata binaen değil, şer'i nasslara binaen kamu mülkiyetinden sayılmışlardır. Hastaneler ve okullar kamunun faydalanmak mecburiyetinde olduğu yerlerden olduğu için kamu mülkiyetinden sayılmaktadır. Dolayısıyla hastane ve okul için ferdi mülkiyetin istimlak edilmesi caizdir denilemez. Çünkü bunlar toplumun vazgeçemediklerinden değildir. Toplumun vazgeçemeyeceği şeyler, su gibi bulunmadığı zaman toplumun dağılacağı şeylerdir. Oysa eğitim ve sağlık, bulunmadığı zaman talebinde toplumun dağılacağı şeyler değildir. Bilakis insanlar eğitim ve tedavi için bir başka yere gidebilir. Bunlar buğday, elbise ve ilaç gibi şeylerdir. Bunların talebinden dolayı topluluk dağılmaz. Yani bir bölge halkı bu nedenle topyekün oldukları yerleri terketmezler. Bunların kamunun vazgeçemeyeceği şeylerden olduğu dolayısıyla toplum için devletin bunları çoğaltması gerekir düşüncesi doğrudur. Ancak yine de bizzat bunların kendisi, cemaatın vazgeçemeyeceklerinden değildir. Kamunun çıkarları için kamunun vazgeçemeyeceği şeyleri temin etmek devletin üzerine vaciptir. Ancak devlet bunları şer'i nasslara göre temin eder. Bunların temini için haram, mübah, mübah da haram olamaz. Devlet insanların mallarını gönül rızaları ile bedelini ödeyerek satın alabilir. İstimlak ederek insanların mallarına el koyamaz. Bu nedenle günümüzdeki yönetimlerin yaptıkları istimlakın hükmü şeriata göre haramdır. Devletin istimlak yapması kesinlikle helal değildir. Kanuna göre alacak olursa bu beşer tarafından kanun koymak sayılır, şer'i bir hüküm sayılmaz. Bir başka yönden ise haramı mübah kılmaktır. Her ikisi de caiz değildir. Eğer zorla ve nüfuz kullanarak alırsa gaspetmiş olur ki bu da, haramdır. Bu nedenle hangi halde olursa olsun istimlak haramdır. Dolayısıyla devletleştirme diye isimlendirilen işlem haramdır. Devletin ne fabrikaları ne de fabrikaların dışındaki şeyleri devletleştirmesi caiz değildir. Bilakis devletleştirme tamamıyla haramdır. Çünkü devletleştirmek, devletin, gördüğü bir maslahata göre hükmederek ferdi mülkiyeti kamu mülkiyetine dönüştürmesi demektir. Bu ise caiz değildir. Zira mesele, devletin görüşü ile alakalı bir iş değildir. Bilakis mesele, bizzat şeriatın mal hakkında getirdiği hükümler ile ilgilidir. Eğer şeriat, petrol çıkarma platformları gibi bir mal hakkında, o mal kamu mülkiyetine ait bir maldır demişse, devlet onu kamu mülkiyetine çevirmede muhayyer değildir. Bilakis orayı istila etmek mecburiyetindedir. Çünkü o mal şer'i nassa göre kamu mülkiyetindendir. Onun herhangi bir ferdin ferdi mülkiyetine terkedilmesi, imtiyazına bırakılması helal olmaz. Bir otomobil fabrikası gibi bir fabrika için şeriat şu mal ferdi mülkiyete ait bir maldır demişse devletin onu kamu mülkiyetine dönüştürmesi caiz değildir. Çünkü o şeran ferdi bir mülkiyettir. Devletin insanların malına elini uzatması haramdır. Çünkü hadiste: "Şüphesiz ki mallarınız ve kanlarınız size haramdır" buyrulmaktadır. Bu hususta herhangi bir fert ile devlet arasında fark yoktur. Bu açıklamalara göre şeriat, kamu mülkiyetine giren fabrikaları belirtmiştir. Onların ferdi mülkiyete dönüştürülmesi helal olmaz. Şeriat ferdi mülkiyete giren fabrikaları da belirlemiştir. Dolayısıyla onların da kamu mülkiyetine dönüştürülmesi helal olmaz. Fabrika, durumuna, konumuna uyan şer'i nassa göre ferdi ya da kamu mülkiyetinden sayılır. Devletin görüşüne göre belirlenmez. Bu esasları bugünün dünyasında, günümüzdeki fabrikalara ve makinelere uyguladığımız zaman ortaya aşağıdaki durum çıkmaktadır.

1. Madenler açısından: Şer'i nassta olduğu gibi madenleri çıkaran fabrikaların ocakların tamamı kamu mülkiyetindendirler. Buna göre petrol çıkarma platformları ve rafineriler kamu mülkiyetidir. Aynı şekilde altın, gümüş, demir, bakır, kurşun ve diğer madenleri çıkaran fabrikalar ocaklar da kamu mülkiyetindendirler. Bu madenlerin çıkartılması işlemi tamamlandıktan sonra bunları kullanıma elverişli hale dönüştüren eritme atölyeleri fabrikaları gibi fabrikalar ve ham halden kullanıma elverişli hale dönüştüren fabrikalar da kamu mülkiyetinden sayılırlar. Herhangi bir kimsenin bunları ferdi mülkiyet olarak mülk edinmesi helal değildir. Herhangi bir kimsenin onu mülk edinmesi engellenir. Çünkü o, aslında genel mülkiyettendir. Bu durumda olan kişi yalnızca fabrikayı/atölyeyi inşa esnasındaki inşaatları veya bunları sökmek için bedellerini alabilir. Çünkü böyle bir kişi İslâm'a göre gaspçı sayılmaktadır. Gaspçı ise ancak yaptığı inşaatları veya onun bedelini alabilir. Diğerinin arazisine hurma ağacı diken, birbiri ile davalı olan iki adamın Rasulullah (sav)'e geldiği rivayet edilir. Rasulullah (sav), arazi sahibine arazisinin verilmesine ve hurmayı dikenin de hurma ağacını sökmesine hükmetti. Rafi b. Hadic'den: Nebi (sav) şöyle dedi: "İznini almadan kim bir kavmin arazisini ekerse ekinden kendisine bir şey yoktur. Kendisine yalnızca masrafı verilir." [4] Ahmed b. Hanbel de şu hadisi rivayet etmektedir: "Nebi (sav), Zahir'e ait bir arazide ekin gördü ve hoşuna gitti. Ve: Zahir'in ekini ne güzel dedi. Bunun üzerine: Bu ekin Zahir'in değil falan kişinindir dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav): Ekininizi alınız ve ona masrafını iade ediniz" dedi." [5] Bu hadislere göre bir kimse kamu mülkiyetine ait bir şeyi imal etmek, işlemek üzere bir fabrika kurarsa, iznini almadan başkasının arazisini haksız yere eken kimse gibi olur. Tıpkı hurma ekimi konusunda Rasulullah (sav)'e gelen davalı iki adam arasında geçen olayda ve Rafi'in hadisinde geçtiği gibi veya Ahmed b. Hanbel'in rivayetinden anlaşılacağı üzere, Zahir'e ait bir arazi üzerinde kira karşılığında ekim yapılması gibidir. Dolayısıyla bu durumda olan kimse gaspçı sayılır ve ona gasp hükmü uygulanır. Eğer kamu mülkiyetine ait bir şeyi çıkarırsa yalnızca emeğinin karşılığını alır, çıkardığı şeyin bedelini alamaz. Fakat kamu mülkiyetine ait şeyleri işlemek, üretmek amacıyla fabrika kurar, makineler yerleştirirse, gaspedilen bir arazi üzerinde bina yapmış gibi olur ve yaptığı binayı yıkmaya zorlanır ya da sökülmesine karşılık yaptırdığı binanın bedelini alır. Onu sökmeye zorlanması ise Rasulullah (sav) 'in şu sözüne dayanmaktadır. "Kim bir araziyi ihya ederse arazi onun olur. Zalim bir kökün ise hakkı yoktur" [6] Rabia: "Zalim kök açık ve gizli olur. Gizli olanı; adamın kuyular kazması ve oradan madenler çıkarmasıdır, açık olanı ise ekmesi ya da bina yapmasıdır" demektedir. Yani kuyu kazarak elde ettiklerinde, üzerine bina yapmasında kendisi için hak yoktur. Bu nedenle onu sökmeye zorlanır. Nebi (sav)'e davalı olarak gelen iki adam hakkında Rasulullah (sav) in, hurma ağacı sahibine ağaçlarını sökmesini emretmesi ile ilgili hadis de buna delalet etmektedir. Fakat yapmış olduğu inşaatların bedelini alması ise yukarıda geçen Rafi'in rivayet ettiği hadiste geçen "onun yaptığı masrafları alma hakkı vardır" ifadesi ve Zahir'in arazisi ile ilgili olarak yukarıda geçen hadisteki "Yaptığı masrafları ona ödeyiniz" ifadeleri delalet etmektedir. Ama demir kesme ve sanayide demiri kullanan fabrikalar, altın dökme atölyeleri, otomobil ve uçak fabrikaları ve makine fabrikalarının tamamı ferdi mülkiyetlendir. Bunların kamu mülkiyeti olması doğru olmaz. Çünkü bunlar, çıkartılması veya ham halden kullanıma elverişli hale döndürülmesi amacıyla kullanılan fabrikalardan değildir. Dolayısıyla kamu mülkiyeti ile ilgili şer'i hüküm bunlara uygulanamaz. Bunlar çıkarmak için değil, kullanıma hazır hale getirilmiş madenlerdir. Bu nedenle ferdi mülkiyetten sayılırlar.

2. Hakkında kanun koyucunun nassı bulunan ve toplumun vazgeçemeyeceği şeylere gelince: İnsanlar bunlarda ortaktırlar. Bunlar su, mera ve ateştir. İnsanların vazgeçemeyecekleri şeyler olması niteliklerinden dolayı insanların ortak olmalarını gerektiren illetin uyduğu her şey bu gruba girer. Toplumun vazgeçemeyeceği işlerde kullanılan her alet bu hükmü alır ve toplumun vazgeçemeyeceklerinden sayılırlar. Bu durum çeşitli fabrikalara uygulanır.

A. Su çıkarmakta kullanılan aletler: Bu tür aletlerin hükmü suların çeşidine göre değişir. Eğer sular, insanların mülk edinebildikleri özel kuyular gibi özel kişilere ait sular türünden ise ferdi mülkiyetten sayılırlar. Bu tür sulara sahip olan herkes, sahip olduğu kuyunun başına makine kurabilir; su çıkarabilir ve çıkardığı suyu da insanlara satabilir. Çünkü su özel mülkiyete ait bir sudur ve su çıkarmada kullanılan alet de aynı hükmü alır. Ancak bu kimseler ana yollara suyu ulaştırmak için borular döşeyemezler. Çünkü yollar kamu mülkiyetindendir. Dolayısıyla yolun bir bölümünün bir kimsenin özel kullanımına başkalarını engelleyici bir şekilde sürekli olarak tahsis edilmesi doğru olmaz. Çünkü bu tür bir uygulama "HİMA" (koruma altına alma) türünden bir uygulamadır ki "Hima" haramdır.

Ancak sular, kuyular, pınarlar, nehirler ve göller gibi kamuya ait sulardan ise, insanlar için suyu çıkarmada kullanılan aletler/makineler de kamu mülkiyetinden sayılırlar. Çünkü su, bütün insanlara ait genel mülkiyettendir. Dolayısıyla suyu çıkarmakta kullanılan aletler de kamu mülkiyetinden sayılır. İster bu su, yerinde çıkarılsın ve çıkarıldığı yerde insanların kullanmalarına izin verilsin, isterse çıkarılan su borular vasıtasıyla insanların evlerine kadar dağıtılan bir su olsun durum değişmez. Çünkü su kamu mülkiyetindendir. Dolayısıyla suyu çıkarmada kullanılan aletler de kamu mülkiyetinden sayılır. Ancak bundan Nil gibi büyük nehirler istisna kılınır. Herkesin kenarına bir makine kurarak kendisi için Nil nehri gibi büyük nehirlerden su alması caizdir. Çıkardığı suyu insanlara ücretle satma hakkı da vardır. Çünkü oradan su alması, başka insanların da o nehirden su almasına mani değildir. Dolayısıyla bir kimsenin bu türden bir nehrin üzerine su almak için alet kurması engellenmez. Zira böyle bir hareket nehrin genel mülkiyet özelliğini ortadan kaldırmaz. Çünkü kamuya ait sulardan çıkardıkları suları ücret mukabilinde insanlara taşıyan su taşıyıcılarının bu davranışları kabul edildi. Bu ikrâr, kamuya ait sulardan su çekip insanlara satmanın caiz olduğu sonucu çıkarılmaktadır. Onların suyu taşımaları herhangi birisinin de bu sudan istediği kadar almasına mani değildir. Bu, tamamen büyük nehirlerden su almak için su çekme aletlerinin kurulması gibidir. Fakat, küçük nehir, göl havuz ve benzerlerinin üzerine su çıkarmak için kurulacak şebeke, insanlardan birisinin dahi suya ulaşmasına mani oluyorsa veya su çıkarmak için üzerine makine yerleştirmelerine engel oluyorsa bu durumda aletler kamu mülkiyetinden sayılırlar ve ferdi mülkiyet olmaları doğru olmaz. Çünkü aletlerin, bir kişi dahi olsa o sudan faydalanmasına engel olması durumunda o suyun kamu mülkiyetinden olma özelliğini ortadan kaldırır. Bu nedenle insanların, bu tür su kaynaklarının üzerine kişilere ait özel aletler kurmaları engellenir ve diğer genel sular gibi olur. Aletler çıkardıkları suyun hükmünü alırlar ve suların çıkarılması işinden yalnızca devlet sorumlu olur. Çünkü su kamu mülkiyetindendir.

B. Elektrik üreten aletler de toplumun vazgeçemeyeceği mal ve hizmetlere ait hükmün kapsamına girerler: Elektriği üretme gayesine göre hükümler değişir. Eğer aydınlanmak için elektrik üretiliyorsa bu durumda aletler ferdi mülkiyetten sayılırlar. Çünkü ışık kamu mülkiyetinden değildir. Işık; "İnsanlar üç şeyde ortaktırlar. Şu, mera ve ateş" hadisinin kapsamına girmemektedir. Hatta ışık olmasa bile insanlar onu talep ettiklerinden dolayı dağılmazlar. Işık su gibi değildir. Çünkü su bizzat şarinin (kanun koyucunun söylediği); "İnsanlar üç şeyde ortaktırlar. Şu, mera ve ateş" nassıyla belirtilmiştir. Çünkü kabile, belde veya şehir halkı kendilerine su temin edilemediği zaman onun talebi nedeniyle dağılırlar ve göçerler. Fakat ışık böyle değildir. Bu nedenle aydınlanma amacıyla elektrik üretiminde kullanılan aletler kamu mülkiyetinden değil ferdi mülkiyetten sayılırlar. Kamu mülkiyetinden olması doğru olmaz. Hem kendisinin aydınlanması ve hem de insanlara satması amacıyla elektrik üretmek için herkes bir jeneratöre sahip olabilir. Çünkü ışık ferdi mülkiyettendir. Aynı şekilde aydınlanmak amacıyla kullanılan elektrik üretim cihazları da ışığın hükmünü alır yani ferdi mülkiyetten sayılır. Ancak elektrik üretim cihazına sahip olan kimsenin, yollara direkler dikmesi ve elektriği evlere uzatmak için yollara elektrik hattı döşeme hakkı yoktur. Çünkü yol kamu mülkiyetindendir. Başkalarını engelleyecek şekilde yolun bir kısmının daimi olarak birisine tahsisi edilmesi doğru olmaz. Zira böyle bir işlem, bir nevi koruma altına alma (hima) sayılır ki hima, haramdır.

Ancak elektrik, pişirmede, makineleri çalıştırmada, madenleri eritmede ve ısınmada kullanmak gibi ateş amacıyla üretiliyorsa bu durumda elektrik kamu mülkiyetinden sayılır. Çünkü bu durumda "su, mera ve ateş" hadisinin kapsamına girmektedir. Nassta geçen ateş ifadesinden kasıt yakıt ve bununla alakalı şeylerdir. Bu nedenle yakacak odun alanları/ormanlar kamu mülkiyetinden sayılmaktadır. Dolayısıyla ısınma amacıyla elektrik üreten aletler kamu mülkiyetinden sayılır. Böylece diğer kamu mülkiyetine giren fabrikalar gibi ısınma amacıyla elektrik üreten aletleri kullanma ve organize işini yalnızca devlet üzerine alır. Ancak, ısınma, motorları çalıştırma, yemek pişirme ve diğer amaçla özel maksatları için ateş yerine kullanmak üzere her ferdin elektrik üreten aletleri (jeneratörleri) mülk edinmesi mübahtır. Çünkü bu aletleri ferdin mülk edinmesi, başkalarının da mülk edinmesini engellemez. Onun kamu mülkiyetinden olmasını da kesinlikle etkilemez. Fakat bu amaçla ürettiği elektriği insanlara satması engellenir. Çünkü ateş ve ateşle ilgili olan her şey bütün insanlara ait bir mülktür. Ateş yerine kullanılan elektrik de aynı durumdadır.

Ancak burada şöyle bir soru gündeme gelebilir: Elektrik, aynı anda hem aydınlanma hem de ısı için kullanılabilir. Aynı cereyanı yemek pişirmede, aydınlanmada, makineleri çalıştırmada ve ısınmada kullanabiliriz. Dolayısıyla elektriğin kullanma amacını birbirinden ayırt etmemiz mümkün değildir. Bu nedenle elektriğin hükmünün tek olması gerekir ki o hüküm de onun kamu mülkiyetinden olduğudur. Böylesi bir itiraza şöyle cevap verilir:

Her ne kadar elektrik üreten aletler tek olsa da elektriğin kullanış amacındaki vakıalar farklıdır. Elektrik aydınlanmak için de kullanılır ısınmak için de. Daha önce de belirtildiği üzere sanayi ile ilgili şer'i kaide şöyledir: "Sanayi ürettiği şeyin hükmünü alır." Bu nedenle kullanılış amacının farklılığına göre elektrik ile ilgili hükmün de farklı olması kaçınılmazdır. Şeriat, ateşi kamu mülkiyetinden ışığı ise ferdi mülkiyetten saymıştır. Tıpkı tuzu kamu mülkiyeti, buğdayı da ferdi mülkiyetten saydığı gibi. Tuz çıkarmada kullanılan aletler kamu mülkiyetinden sayılırken buğday ekmede, biçmede veya samanından ayırmada kullanılan aletler ferdi mülkiyetten sayılırlar. Aynı şekilde ısınmak amacıyla elektrik üreten aletler, kamu mülkiyetinden, aydınlanmak için elektrik üreten aletler de ferdi mülkiyetten sayılırlar.

Bazen; hem enerji/ısınma hem de ışık için aynı anda kullanılan elektriği üreten alet tek olduğu halde neden kullanım farkı ortaya çıkıyor ve hükmü nedir? şeklinde bir soru sorulabilir. Buna cevaben; Eğer elektrik çoğunlukla aydınlanma amacıyla kullanılıyorsa, elektrik üreten aletler/jeneratörler evlerde aydınlanma, yemek pişirme, ve ısınma için kullanılan elektrik gibi ferdi mülkiyetten olur. Ancak günümüzde elektrik genellikle aydınlanma amacıyla kullanılmaktadır. Elektrik evlere aydınlatma amacıyla dağıtılmaktadır. Yemek pişirmek ve ısınmak için kullanılan elektrik aydınlanmaya tabidir. Asıl olan elektriğin aydınlanma amacıyla kullanılmasıdır. Dolayısıyla aslın hükmünü alması gerekir. Tabi olan, hüküm açısından asıldan ayrılmaz. Eğer elektrik ağırlıklı olarak ısınma amacıyla kullanılacaksa bu durumda ise aletler kamu mülkiyetinden sayılırlar. Madenleri eritmek ve aynı zamanda da aydınlanmak için fabrikalarda kullanılan elektrik gibi. Ancak bu elektrik en fazla enerji amacıyla kullanılmaktadır ve fabrikada kullanılan elektriğin varlık nedeni enerjidir. Aydınlanmada kullanılan elektrik ise enerji amacıyla kullanılan elektriğe tabidir. Dolayısıyla tabi olan tabi olduğu şeyin hükmünü alır.

Ağaçlık bir arazinin durumu da böyledir. Eğer arazide bulunan ağaçlar arazinin çoğunu işgal ediyorsa (topraktan daha çok ise) hüküm ağaçlara göre verilir ve toprak, hükümde ağaca tabi olur. Dolayısıyla oranın kiralanması doğru olur ki buna da "müsakat" denir. Eğer arazi ağaçlardan daha fazla ise hüküm araziye göre verilir. Ağaçlar ise hükümde toprağın hükmüne tabi olur. Dolayısıyla kiraya verilmesi de caiz olmaz. Hüküm tabi olana göre değil asla göre verilir. Üretilmesi, jeneratör vasıtasıyla ya da ferdi mülk aracılığıyla olduğu zaman bu hüküm elektrik için de geçerlidir. Fakat elektrik, kamuya ait sulardan üretiliyorsa şüphesiz kamu mülkiyetinden olur. Üretilen bu elektrik, ister aydınlanma amacıyla kullanılsın ister ateş yerine kullanılsın durum değişmez. Çünkü sular kamu mülkiyetindendir. Ondan bir parçanın daimi olarak bir kimsenin kullanımına tahsis edilmesi başkalarını engelleyeceği için yasaklanır. Çünkü bu durum bir nevi "koruma altına almak" demektir. Bu nedenle elektrik bu hallerde mutlak suretle kamu mülkiyetinden sayılır.

C. Kibrit fabrikaları da toplumun vazgeçemeyecekleri şeyler ile ilgili hükme uyar. Kibrit fabrikaları kamu mülkiyetindendir. Çünkü "İnsanlar üç şeyde ortaktırlar. Su, mera ve ateş" hadisinin nassı içerisine girmektedir. Kibrit ateştir. "Sanayi ürettiği ürünün hükmünü alır" kaidesine göre kibrit fabrikası da kibritin hükmünü alır. Kamu mülkiyetine giren bir şeyi üretmek için hazırlanan fabrika da kamu mülkiyetindendir. Bundan dolayı kibrit fabrikaları kamu mülkiyetindendir. Hükmü de aynen su çıkaran aletlerin hükmü gibidir.

D. Taşkömürü ocakları da toplumun vazgeçemeyeceği şeyler ile ilgili hükme uyarlar. Taşkömürü ocakları kamu mülkiyetindendir. Çünkü taş kömürü ocakları "Su, mera ve ateş" hadisinin nassına dahildir. Zira hadiste geçen ateşten kasıt, yakıt ve yakıtla alakalı şeylerdir. Taşkömürü de yakıt grubundandır. Dolayısıyla kamu mülkiyetindendir. Taşkömürünü çıkarmada kullanılan aletler de kamu mülkiyetinden sayılır.

Fakat odun kömürü de yakıt sınıfına giren maddelerden ise de, odunu kömüre dönüştüren fabrikalar, bütün insanların muhtaç oldukları odunu ve keresteyi ormanlardan -ki bunlar kamu mülkiyetindendir- temin edebilme imkânına sahip oldukları ve onlardan her biri odundan odun kömürü imal edebilme imkânına sahip oldukları sürece kamu mülkiyetinden sayılmazlar. Ancak ormanlardan odun temin etmenin mübahlığı, insanlardan bir kısmının oduna ve keresteye sahip olmasına yol açıyor diğer bir kısmını da mahrum bırakıyorsa, bu durumda fertlerin odundan odun kömürü yapmaları engellenir ve bu durumda odun kömürü imalatı herhangi bir kimsenin mahrum olmaması için kamu mülkiyetinden olur.

E. Toplumun vazgeçemeyeceği şeylerle ilgili hüküm kapsamına petrolden üretilen maddeleri işleyen petro-kimya sanayii ile ilgili fabrikalar ve doğal gaz fabrikaları da girmektedir. Bunlar kamu mülkiyetindendir. Zira petrol kamu mülkiyetindendir. Petro-kimya ürünleri doğal olarak petrolden üretilmektedir. Petrolden bir parçadır ve petrolle ilgili hükme tabidir. Böylece petrol ürünlerine petrolle ilgili hüküm uygulanır. Petrol hükmünün kapsamına girer ve petro-kimya fabrikaları da petrolün hükmünü alarak kamu mülkiyetinden sayılırlar. Bu arada doğal gazla ilgili olarak şu noktaya dikkat etmek gerekir. Doğal gazın petrole tabi olmasından dolayı doğal gazla ilgili olarak kullanılan makineler da kamu mülkiyetinden sayılmaktadır. Doğal gazın kamu mülkiyetinden sayılması bir başka faktöre dayanmamaktadır. Doğal gazın su gibi borular aracılığı ile evlere dağıtıldığı ve elektrikte olduğu gibi yakıt ve aydınlanma için de kullanıldığı dolayısıyla da elektrik hükmünün uygulanması gerekir denilebilir. Ancak doğal gazın vakıası, petrole tabi muayyen bir madde olmasından dolayı doğal gaza petrolle ilgili hükmün uygulanması gerekmektedir.

Dokuma, çırçır ve şekerli maddeleri imal eden fabrikalar kamu mülkiyetinden değildir. Bunlar ferdi mülkiyettendir. Aynı şekilde değirmenler, gübre fabrikaları, şeker fabrikaları, cam fabrikaları vb fabrikalar da ferdi mülkiyettendir. Çünkü bu fabrikaların ürettikleri ürünler toplumun vazgeçemeyeceği şeylerden değildir. Çünkü bunlar ne şeri nassın kapsamına girmekte ne de toplumun vazgeçemeyeceği şeyler kapsamına girmektedirler.

3. Eşyanın yaratılışının tabiatı gereği ferdin özel olarak sahip olmasının yasaklandığı şeylere gelince. Trenler, Tramvaylar ve Metrolar kamu mülkiyetindendirler. Çünkü bunlar yolda sürekli olarak demiryolunun bulunmasını gerektirmektedirler. Yollar da kamu mülkiyetindendir. Başkalarını engelleyecek şekilde herhangi bir kimse yolun bir parçasını daimi olarak kendine tahsis edemez. Çünkü bu tür özelleştirme, koruma ve engelleme türünden sayılmaktadır. Rasulullah (sav) "Allah ve Rasülünden başkası için koruma yoktur" buyurmaktadır. Yani devletin dışında kalanların koruma (hima) hakları yoktur. Bu durumda hadisin anlamı; insanların geneline ait olan bir şeyi bir kimsenin koruması altına alma hakkı yoktur şeklinde olur. Buna göre tren, tramvay, metro ve troleybüs diğer taşıma vasıtaları arasında kamu mülkiyetinden sayılır. Bunları kamu mülkiyeti haline getiren sebep, bunların kamuya ait yolların bir kısmını sürekli olarak işgal etmesi ve yolun belli bir bölümünün bunlar için tahsis edilmesidir. Bu durum ise bir nevi koruma (hima) dır ki bu ancak devlet için caizdir.

Eğer kamuya ait yolun bir kısmı bu iş için tahsis edilmemiş olsaydı diğer ulaşım vasıtaları gibi ferdi mülkiyetten sayılırdı. Buna göre bir kişi kendisine ait bir toprak üzerinde demiryolu döşer ve üzerinde de tren çalıştırırsa bu faaliyetinden men edilmez. Aynı şekilde bir kişinin üzerinde demiryolu döşemesi yani özel bir yol yapması için arazi sahipleri arazilerinin bir kısmının satılması hususunda ittifak ederlerse bundan alıkonulmazlar ve bu durumda de yeni hat döşeyen kimsenin bu treni mülk edinmesi caiz olur. Zira bu durum kamu mülkiyetine ait bir yerin koruma altına alınması durumu gibi değildir. Tren, Tramvay ve benzeri demiryolu üzerinde çalışan ulaşım vasıtalarının kamu mülkiyetinden sayılmasının illeti, yolun bir kısmının veya elektrik hattının bu iş için tahsis edilmesidir. Dolayısıyla illet ortadan kalkınca hüküm de ortadan kalkar. Ancak diğer ulaşım araçları otomobiller, uçaklar ferdi mülkiyetten sayılırlar. Çünkü bunlar madenler veya toplumun vazgeçemeyeceği veya tabiatı gereği ferdin mülk edinemeyeceği şeyler kapsamına girmemektedir. Bunlar, sürekli olarak yolun bir bölümünü işgal etmezler. Bu nedenle de kamu mülkiyetinden değil ferdi mülkiyetten sayılırlar.

Deniz ulaşım araçlarına gelince: Denizlerdeki ulaşım vasıtalarının ferdi mülkiyetten olduğu açıktır. Her ne kadar denizler kamu mülkiyetinden ise de denizlerin geniş olmasından dolayı başkalarının da denizde kullanabileceği bir araca engel teşkil etmemektedir.

Nehirlere gelince; eğer nehir, Nil ve Fırat gibi büyük ise, bu tür nehirler denizler gibi hüküm alır ve genişliğinden dolayı üzerindeki ulaşım araçları ferdi mülkiyetten sayılır. Çünkü bu nehirler hem sulama ve hem de nehir taşımacılığı için kullanılabilir.

Fakat sulama için kullanılıp su taşımacılığı için kullanılmayan ve üzerinde ulaşım vasıtalarının bulunmadığı küçük nehirlere gelince; Her ne kadar bu nehirlerin suları ulaşım vasıtalarını taşıyabilecek kapasitede olsa da bunlar kamuya ait yollar gibidirler. Nehrin kamu mülkiyetine ait olma özelliğini kaldırmaması şartı ile küçük gemiler gibi gemileri fertlerin mülk edinmelerine izin verilir. Bu kıyas bütün ulaşım vasıtalarına da aynen uygulanır.

Ancak bunların dışında su boruları, kanalizasyonlar ve yol işaretleri gibi sürekli olarak yolun bir kısmını işgal eden araçlar da kamu mülkiyetinden sayılır. Bunların ferdi mülkiyetten olması caiz değildir.

Şeriat, sınai aletlerin ne zaman kamu mülkiyetinden sayıldığını ne zaman da ferdi mülkiyetten sayıldığını açık ve net bir şekilde ana hatları ile belirterek sanayi ve aletlerle ilgili meseleyi tamamen çözüme kavuşturmuştur. Yani nerede ve ne zaman olursa olsun, olaylar ne kadar değişirse değişsin her olaya uygulanabilme imkânına sahip bir şekilde genel anlamlarla açıklamıştır. Ancak bütün bunlarla beraber, fabrikanın veya aletlerin ferdi mülkiyetten sayılması ve kamu mülkiyeti haline getirilmesinin helal olmaması, devletin aletleri ve fabrikayı mülk edinemeyeceği anlamına gelmediğinin de bilinmesi gerekir. Bundan kasıt, ferdi mülkiyetin kamu mülkiyeti haline getirilmesinin ve devletin de onu kamulaştırmasının helal olmaması hatta ve hatta devletin böyle bir işleme girişmesinin haram olduğudur. Ancak devletin, sahibinin rızası ile ferdi mülkiyete ait bir şeyi satın alması ve ferdi mülkiyet kapsamına giren şeylerden ferdi mülkiyet kurması caizdir. Örneğin devlet, sahiplerinden rızaları ile otomobil fabrikasını satın alabilir ve otomobil fabrikası kurabilir. İnsanların aydınlanmak için elektrikten daha fazla faydalanmalarını sağlamak amacıyla elektrik aletlerini satın alabilir. Bu amaçla bir bölgede elektrik santralı inşa edebilir. Ferdi mülkiyet kapsamına giren her şeyi devlet tıpkı bir fert gibi mülk edinebilir. Hatta içerisinde bulunduğumuz modern çağda çok büyük sermayelerin varlığını gerektiren ve devletin dışındaki fertlerin maddi güçleri ile yerine getirmeleri mümkün olmayan, otomobil fabrikaları ve makineler üreten ağır sanayi fabrikaları gibi fabrikaları ancak devletin kurması mümkündür. Çünkü böylesi devasa fabrikaları kuracak maddi güç genellikle bireylerde bulunmamaktadır. Bu tür fabrikaların inşası çok büyük sermayeyi gerektirdiğinden dolayı ferdin bunu yapması mümkün olmamaktadır. Bu nedenle Batı, kuruluş yapısı çok büyük sermayelerin toplanmasına imkân tanıyan anonim şirketlerin kurulması üzerinde yoğunlaştı ve böylece bu türden sanayi tesislerinin ferdi mülkiyet olarak mülk edinilmesini gerekleştirebildi. Fakat İslâm, anonim şirketleri haram kılmaktadır. Tröstler ve karteller gibi birçok anonim şirketin tek çatı altında bir araya getirilmesini de haram kılmıştır. Çünkü İslâm'a göre şirketler, vakıf ve vasiyet gibi münferit irade türünden bir işlem değil, alışveriş ve icare gibi akitler grubundandır. Bunun için şirkette şirket ortaklarının doğrudan doğruya bizzat şirketin işleyişinde yer almaları veya doğrudan doğruya bedenen şirkete ortak olan kimse ile mallarını ortak kılmaları gerekir. Bu tür bir ortaklık ise tabiatı icabı büyük miktarda sermaye birikimine imkân tanımaz. Bu nedenle İslâm'daki şirket hükümlerine göre kurulan bir şirket büyük fabrikalar kurabilecek devasa sermaye birikimine imkân tanımadığı için bu güç ancak devlette bulunacaktır. Dolayısıyla bu tür fabrikalar her ne kadar ferdi mülkiyetten olsa da çok büyük sermaye birikimini gerektireceği için gelecekte ancak devlet tarafından kurulacaktır, devlete ait olacaktır. Bu nedenle kapitalist sistemde olduğu gibi ferdi mülkiyetten sayılan makine ve otomobil fabrikaları gibi fabrikalarda, üretimde ve fabrikalara sahip olmada stokçuluk bulunmaz. Bilakis şer'i hükümlerin tatbikatı, ferdi mülkiyetten olmasına rağmen bu tür fabrikaları devlet mülkiyeti haline getirmektedir.

Aynı şekilde kamu mülkiyetine ait olan mal ve hizmetler üzerinde tasarruf hakkı yalnızca devlete verilmiştir. Ferdi mülkiyetten sayılan her şeyi de mülk edinme hakkına sahiptir. Ancak, ferdi mülkiyetten sayılan bir şeyi devletin mülk edinmesi ile o şey kamu mülkiyetinden sayılmaz. Çünkü kamu mülkiyetinden sayılan mallar tabiatı ve sıfatı gereği şeriat tarafından sınırlandırılmıştır. Devlet mülkiyetinden sayılmazlar. Vergiler cizye ve haraç gibi devletin mülk edinebildiği mallar devlete ait bir mülktürler. Devlet mülkiyetinden sayılan şeyleri devletin, satma, bağışlama, fertlerin imtiyazına bırakma hakkı vardır. Fabrikalar ve diğer kamu mülkiyetinden sayılan şeylerde durum, devlet mülkiyetine ait olanlardan tamamen farklıdır. Kamu mülkiyetinden sayılanlar, müslümanların geneline ait bir mülk olması nedeniyle devletin bunları, satması, bağışlaması ve herhangi birisinin imtiyazına bırakması helal değildir. Ferdi mülkiyet kapsamına giren ve ağır sanayiden sayılan makine ve otomobil fabrikalarını, insanlara elektrik sağlayan elektrik santrallarını ve çimento fabrikalarını veya ferdi mülkiyet kapsamına giren toplu taşım araçları, gemiler, uçaklar vb ulaşım vasıtalarını devlet mülk edinirse, bunların gelirleri devlete ait olup bu gelirler Beytü'l Mal'da devlete ait mallar/gelirler bölümüne konur. Yani haraç, cizye, vergiler gibi Halife’nin görüşü ve ictihadı doğrultusunda harcanan diğer devlet malları/gelirleri ile birlikte aynı yerde muhafaza edilir. Bunlar tamamen Halifenin görüşüne ve ictihadına göre kullanılır.

Fakat devlet, maden çıkarma fabrikaları (maden ocakları) elektrik santralları, jeneratörler veya trenler, troleybüsler, tramvaylar ve metro gibi kamu mülkiyetinden sayılan mal ve hizmetleri devlet mülkiyetine aldığı zaman bunların gelirleri/kârları devlete ait olmaz, bütün müslümanlara ait olur. Bu tür gelirler Beytü'l Mal'a konur. Ancak Beytü'l Mal'da devlete ait gelirlerle ilgili bölüme konmaz. Bunlar Beytü'l Mal'da özel bir bölümde muhafaza edilir. Çünkü Bey'tü'l Mal bu tür gelirler için sadece bir koruma yeridir. O malda Beytü'l Mal'ın hakkı yoktur. Çünkü bu gelirler Beytü'l Mal'a değil, bütün müslümanlara aittir. Beytü'l Mal onu korumaktan başka hiçbir tasarrufa sahip değildir. Bu gelirler zengin ve fakir, baliğ ve çocuk, erkek-kadın, iyi-kötü, ayırımı yapılmaksızın bütün müslümanlara dağıtılır. Çünkü bütün müslümanlara ait bir mülktür. Öyleyse bütün müslümanlara dağıtılması gerekir.

Kamu mülkiyetine giren mal ve hizmetlerden elde edilen kârın tebaaya dağıtılması şekli kesin olarak belirlenmemiştir. Kamu mülkiyetinden olan şeylerin bedelinin dağıtılması belirtilmediği gibi "aynen" dağıtılması da belirtilmemiştir. Bu nedenle bazen "ayni" olarak bazen da "değer" olarak dağıtılır. Bu husus devlet başkanın görüşüne ve ictihadına bırakılmıştır. Devlet, kamu mülkiyetinden sayılan elektriği ve suyu vatandaşlar arasında ayırım gözetmeksizin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bir miktarı bedava dağıtma hakkına sahip olduğu gibi petrol ve demirde olduğu gibi bunları piyasa fiyatından satarak vatandaşlar arasında istisna yapmadan bedelini dağıtma hakkına da sahiptir. Devlet insanların çıkarına uygun gördüğü şekillerden birini yapar. Çünkü kamu mülkiyetine giren şeyler şer'i nassların çizdiği sınırlar çerçevesinde Halife'nin gözetimine bırakılmıştır. Şeriat birtakım şeylerin kamu mülkiyetinden olmasını gerekli görmüşse herhangi bir ayırım yapılmadan kamu mülkiyetinden sayılır. Devlet işlerinde bunların harcanması kesinlikle doğru değildir. İmamın da ondan bir şey harcama yetkisi yoktur. Ancak kamu mülkiyeti kapsamına giren bu şeylerin takibi ve gözetilmesi Halifenin görüş ve ictihadına göre yapılır. Halife, bunları vatandaşa karşılıksız olarak ve aynen dağıtabileceği gibi piyasa fiyatından satarak elde ettiği geliri vatandaşlar arasında bölüştürme hakkına da sahiptir. Müslümanların maslahatına hangisi uygun ise onu yapar. İşlerin görülüp gözetilmesi, şer'i nass çerçevesinde Halifenin görüş ve ictihadına bırakılmıştır.

Sanayi ile ilgili şer'i hükümler işte bunlardır. Bu hükümlerle şer'i nasslara göre fabrikalardan ve makinelerden kamu mülkiyetine dahil olanlar ve ferdi mülkiyetine dahil olanlar tesbit edilmiştir. Bununla yalnızca fabrika açısından sanayi meselesine çözüm getirilmiştir. İşçiler ve üretimin belirlenmesi, sarfı vb meselelerle ilgili çözümler ise bu çözümlerin dışındadır. Çünkü sanayide asıl olan fabrikadır. Fabrika ile ilgili hükümleri belirlemek aynı zamanda sanayi ile ilgili hükümleri de belirlemek demektir. İşçiler meselesi ise apayrı bir konudur. Bununla ilgili hükümler, çözümler, iktisadi kaynaklar içerisinde insan emeği ile ilgili konu kapsamında açıklanmıştır. Aynı şekilde elde edilen üretimin sarfı meselesi de başlı başına bir konudur. Bununla ilgili çözümlerle iktisadi kaynaklar içerisinde ticaret konusu kapsamında açıklanmıştır. Dolayısıyla sanayi konusu yalnızca fabrikalar ile ilgili meseleleri içermektedir.


[1] Tirmizi, Hac, 807; İbni Mace, Menâsık, 2997; Ahmed b. Hanbel, Ensâr, 24536  

[2] Ebu Davud, Buyu’, 3016; İbni Mace, Ahkâm, 2463 

[3] İbni Mace, Ahkâm, 2463

[4] Tirmizi, Ahkâm, 1287; Ebu Davud, Buyu’, 2954; İbni Mace, Ahkâm, 2457

[5] Ebu Davud, Buyu’, 2950

[6] Ebu Davud, Buyu’, 2950