İSLÀM
DEVLETİ'NİN DIŞ
SİYASETİ
Dış siyaset, devletin
başka devlet, halk ve ümmetlerle olan ilişkisidir. Bu ilişki,
ümmetin dışa ait olan işlerini yürütmesinden ibarettir. İslâm
Devleti'nin dış siyaseti değişmeyen sabit bir fikre dayanır. Bu
sabit fikir ise, bütün ümmet ve halklar arasında ve bütün
dünyada İslâm'ın yayılmasıdır. İşte İslâm Devleti'nin dış
siyasetinin dayandığı esas budur. Bu esas, devlet yönetimine kim
gelirse gelsin hiç bir zaman değişmez. Bu esas, Resul (sas)'in İslâm
Devleti'ni kurmasından başlayarak İslâm Devleti'nin sonu vasfıyla
Osmanlı Devleti çökünceye kadar varlığını ve geçerliliğini
devam ettirdi ve kesinlikle hiç değişmedi
Resul (sas) Medine'ye gelip
yerleştikten sonra, İslâm Devleti'nin başka devletlerle olan
ilişkilerini bu esasa göre devam ettirmiştir. Nitekim Hicaz'da İslâm
Davetinin yayılmasına imkan bulabilmesi için Yahudilerle bir takım
anlaşmalar yaptığı gibi, bütün Arap Yarımadası'nda, bu davetin
yayılması hususunu temin için Kureyş ile Hudeybiye anlaşmasını
akdetmiştir. Daha sonra Arap Yarımadası'nın dışındaki mevcut
devletlere İslâm'ı kabul etmeleri davetiyle onlarla İslâm'ın
yayılması esasına dayalı ilişkiler kurmak için mektuplar
göndermiştir. Ondan sonra gelen halifeler de bu devletlerin hepsiyle
İslâm'ı yaymak esasına dayalı ilişkilerini devam ettirmişler
ver İslâmi daveti, bütün dünyaya götürmeye başlamışlardı.
Yönetimi ellerinde bulunduran
yöneticiler, İslâm'ın yayılması konusunda farklılık
arzetmişlerdir. Zira Emevîler, gerek ülkeleri fetih gerekse dışarıda
İslâm'ı yaymada Abbasîlerden daha fazla gayret gösterdiler.
Osmanlılar da, gerek ülkeler fethinde gerekse İslâm'ın
yayılmasında Memlükilerden daha fazla gayret sarfettiler. Fakat bu
farklılık devletin dış siyasetine verdiği ehemmiyetine göre
olurdu. Ancak İslâm'ın yayılması, İslâm Devleti'nin başka
devlet ve toplumlar ile olan ilişkisinin dayandığı esas olmaya
devam etmiştir. Bu esas, hiç bir halife döneminde değişmemiştir.
Zaten İslâm Devleti'nin varlığı, içeride İslâm'ı tatbik ile
dışarıda bütün dünyaya İslâmî daveti götürmek ve yaymak
esasına dayanır. Onun için İslâm Devleti'nin dışarıdaki en mühim
işi İslâm davetini taşımaktır. İslâm'ın yayılmasını dış
siyaset için esas kılan şey, Muhammed (sas)'in tüm insanlar için
gönderilmesidir. Zira Allahu Teâlâ buyurdu ki:
"Biz seni ancak bütün
insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik." (Sebe
1)
"Ey insanlar!
Rabbinizden size bir öğüt geldi." (Yunus
57)
"Ey insanlar, ben
hepinize gönderilmiş bulunan Allah'ın elçisiyim." (A'raf:
158)
"Sizi ve ulaşacak olan
kimseleri uyarmam için bana bu Kur'an vahyedildi." (En'am:
19)
"Ey Resul, Rabbinden
sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun risaletini
tebliğ etmemiş olursun." (Maide
67)
Resul (sas), ilâhi risaleti
insanlara tebliğ etti. Ruhunu teslim edip Allah'a ulaşınca,
risaletini insanlara tebliğini müslümanlar devam ettirdiler. Resul
(sas)'in bir ameli olduğu için İslâmi davetin, bütün dünyaya
ulaştırılması devam etti. Müslümanlar bu yolda yürüyerek İslâmi
daveti yüklenmeye devam ettiler. Nitekim Veda Hutbesi'nde Allah
Resulü şöyle dedi:
"Dikkat edin. Burada
bulunanlar, burada bulunmayanlara ulaştırsın. Nice kendisine
ulaştırılan kimse vardır ki burada bulunup işitenden daha idrak
sahibi olabilir." (Buhari, K. Hac, 1625) Başka
bir hadiste de şöyle dedi:
"Benim sözümü işitip
onu hakkıyla anladıktan sonra, işittiği gibi onu başkasına
ulaştıran kimsenin yüzünü, Allah ak etsin."
(Ahmed b. Hanbel, Müs. Medineyyin, 16138)
İşte Resul (sas) zamanında ve
ondan sonra halifeler zamanında İslâm Devleti'nin başka devlet,
halk ve ümmetlerle ilişkisinde İslâmî davetin taşınması bu
şekilde esas oldu. Bu, aynı zamanda Kitap, Sünnet ve Sahabe İcmaı
ile sabit olan şerî hükümdür. Bunun için İslâm Devleti'nin
harici siyaseti, bütün dünyaya İslâm davetini taşımak esasına
dayanır. Devlet yönetimi kimin eline geçerse geçsin bu dış
siyaset değişmeyen sabit bir yolla tatbik edilir ki o yol cihaddır.
Bu yol, Resul (sas)'in devleti kurmasından başlayarak son İslâm
Devleti yıkılıncaya kadar değişmeden mutlak olarak bütün çağlarda
devam etmiştir.
Nitekim Resul (sas) Medine'ye
yerleşip devleti kurduktan sonra, önünde engel olarak duran maddî
engelleri ortadan kaldırmak için yapacağı cihad için ordu hazırlamıştır.
Zira o gün Kureyş, İslâmî davet yolunda maddî bir engel olarak
duruyordu. Resul (sas), bunu ortadan kaldırmaya kararlıydı. Sonra
Allah'ın yardımıyla bu davete karşı koyan Kureyş engelini
ortadan kaldırdığı gibi, yolunda duran diğer engelleri de ortadan
kaldırdı ta ki İslâm, bütün Arap Yarımadası'nı kaplayıncaya
kadar buna devam etti. Sonra İslâm Devleti, başka toplumların
kapılarını da çalıp, onlar arasında da İslâmîyetin yayılması
işine girişti. Fakat bu halkların üzerinde kaim olan yönetimleri
davetin önünde duran birer engel olarak buldu. Davetin karşısında
duran bu varlıkların ortadan kesinlikle kaldırılması, İslâm'la
yöneterek onları İslâm'a davet etmesi için halklara bizzat ulaşması
mutlaka gerekiyordu. Ta ki bu vesile ile o halk, İslâm'ın
getirdiği adaleti, huzuru ve mutluluğu onun gölgesi altında görsün
ve yaşayabilsin, cebr ve zor kullanmadan en güzel bir şekilde
onları İslâm'a davet etsinler.
Böylece İslâm'ın neşri için
cihad yolu devam etti. Cihadla bir çok ülke ve bölgeler feth
olundu. Cihad ile bir çok krallık ve devlet ortadan kaldırılarak,
oralardaki halk ve ümmetlere İslâm hükmetti, İslâm yayıldı.
İslâm'la yönetilmesinden sonra yüz milyonlarca insan onu kabul
etti. Böylece devletin dış siyasetini uygulamada takip ettiği yol
cihad idi. Bu hiç bir zaman bozulmayacak ve herhangi bir değişikliğe
uğramayacak sabit yoldur.
Cihad;
İslâm'a davet ve dirakt olarak veya mal, fikir ile ve sayıyı çoğaltmakla
destekleyerek Allah yolunda savaşmaktan ibarettir. Bu husus, Kur'an
ve Hadis'in nassıyla sabit bir farzdır. Müslümanlar İslâm'ı
veya cizyeyi teklif etmedikçe düşmanla savaşa başlamazlardı.
Cihad hakkında şerî hüküm
şudur: "Kâfir düşmanları ablukaya aldığımız zaman
onları İslâm'ı kabul etmeye davet ederiz. Eğer müslüman
olurlarsa İslâm ümmetinin bir parçası olacakları için onlarla
savaşmak haram olur. Eğer İslâm'ı kabul etmezlerse, onlardan
cizye taleb edilir. Eğer cizye vermeyi kabul ederlerse kanlarını ve
mallarını bu cizye ile korumuş olurlar. Üzerlerinde yaşadıkları
topraklar İslâm'ın hükmettiği Dâr-ül İslâm olur.
Müslümanların sahip oldukları adalet ve iyi muamele, himaye,
işlerinin güdülmesi, kendilerinin savunulması gibi haklardan onlar
da istifade ederler ve devletin ve nizamın korunması sorumluluğuna
da ortak olurlar. Eğer düşman İslâm'ı ve cizyeyi kabul etmezse o
takdirde savaş helâl olur. Bunun için bir ülke halkına İslâm
daveti yapılmadan onlarla savaşmak helâl olmaz." Nitekim
İslâm fakihleri, İslâmi davetin kendilerine ulaşmadığı
kimselerle savaşmak bize helâl olmaz, demişlerdir.
Binaenaleyh, savaştan önce
İslâm hakkında kamuoyunu uyandırmak ve onlara İslâm hakkında
sahih bir fikir vermek, İslâm'ın hükümlerini insanlara ulaştırmaya
çaba göstermek lazımdır. Ta ki onlarda icmali de olsa kendilerini
kurtaracak bir fikir oluşsun. İnsanlara açık ve seçik olarak İslâmî
bilgileri vermeye, İslâmî fikirleri yaymaya yönelik bir takım
siyasî girişimlerde bulunması devlete ait bir görevdir. Devlet,
İslâm daveti ve İslâmî propagandayı yaymak mecburiyetindedir.
Ayrıca İslâm Devleti, yeri geldikçe gücünü, müslümanların
cesaret ve sağlamlığını ortaya koyması lazımdır. Nitekim Resul
(sas) bu konuda çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Şirkin hakim
olduğu ülkelere, İslâm propagandası için davet adamları göndermiştir.
Necd ahalisine İslâm'ı tebliğ etmeleri için kırk kişi göndermesi
gibi. Yeri geldikçe Tebük Savaşı'nda olduğu gibi Medine'de
savaşa çıkmadan önce İslâm ordusunun gücünü ortaya koymuştu.
Bunun için Resulullah (sas) şöyle diyordu:
"Bir aylık yoldan
korku ile zafere ulaştırıldım."
(Ahmed b. Hanbel, Müs. Mükessirin, 13745)
Çeşitli asırlarda İslâm
Devleti'nin ordusu, etrafında korku salmıştı. Bunun için Avrupa,
İslâm ordusunun hiç bir zaman mağlup olmayacağı fikrini bir kaç
yüzyıl taşıdı. Bunun için İslâmî fikirlerin yayılmasıyla ve
devletin gücünü göstermesiyle alâkalı işlerin yapılması
mutlaka gereklidir. Ondan sonra direkt olarak savaş yapılır. İslâm'ın
yayılması için cihad her ne kadar değişmeyen sabit bir metod olsa
da savaştan önce bir takım siyasî manevraları icra etmek gerekir.
Bu, İslâm Devleti'yle diğer devlet, halk ve ümmetler arasındaki
ilişkilerin odak noktasını temin eden bir esastır. İyi komşuluk,
iktisadî ilişkiler ve İslâm'ın yayılma durumunu kolaylaştıran
diğer işler, İslâm Devleti'nin tatbikatını gözönünde
bulunduracağı hususlardır.
Buna binaen İslâm Devleti'nin;
başka devlet, halk ve ümmetlerle olan ilişkisinin dayandığı
siyasî düşünce, onların arasına İslâm'ı yaymak, daveti onlara
ulaştırmaktan ibarettir. Bunun da yolu cihaddır. Ancak burada
devletin ortaya koyup tatbik edeceği bir takım proje, uslüp ve
vesileler vardır. Meselâ; başka bir düşman ile savaşmak için diğer
düşman devletlerle iyi komşuluk ve münasebet anlaşmaları
yapması gibi. Nitekim Resul (sas) Medine'ye ilk indiğinde bunu
yapmıştır. Başka bir uslüp ise, bütün düşmana karşı hapr ilân
etmektir. Meselâ; Ebu Bekir, aynı anda hem Irak'a hem de Şam'a
karşı harp ilân etmiştir. Veya davet için kamuoyu oluşturmak
maksadıyla geçici bir zaman için anlaşmaların yapılması. Meselâ;
Resul (sas)'in Hudeybiye anlaşmasını yapması gibi. Bazen düşmanı
korkutma aracı olarak mahalli çarpışmalar icra edilebilir. Resul (sas)'in,
Bedir Savaşı'ndan önce bir takım seriyyeler gördermesi gibi.
Emevî döneminde Rumların sınırlarında meydana gelen yaz ve kış
çatışmaları da bu nevidendir. İslâm Devleti, bazı devletlerle
ticarî anlaşmalar yaptığı halde, başka devletlerle yapmayabilir.
Bu davetin maslahatı esasına göredir. Yine davet için belirlenmiş
plan gereği bazı devletlerle ilişkilerini geliştirirken, başka
devletlerle böyle ilişkiler içerisine girmeyebilir. Bazı
devletlere karşı soğuk harp ve planları keşfetme üsluplarını
tatbik ederken, başka devletlerle davet ve davetçi siyasetinin
gerektiği üslupları kullanabilir.
Hülâsa Devlet, davetin
maslahatının gerektirdiği ve yapılacak işin nevinin belirlediği
hususa göre bir takım uslüp ve planlar tatbik eder. Bu planlar ve
üsluplar, cihad işini kolaylaştırdığı gibi, İslâm'ın
yayılmasını da kolaylaştırır biçimde olmalıdır. Bunun için dış
siyasette planlı ve projeli hareket zarurîdir. İslâm ve İslâm
Devleti hakkında alemde bir kamuoyu oluşturma zarurîdir. Fakat
bütün bunlar, İslâm'ın yayılmasının metodu olan Allah yolunda
cihad ile İslâm'ın yayılması için başvurulan hususlardır.
|