İSLÀM DEVLETİ'NİN
KURULMASI ÖNÜNDEKİ
ZORLUKLAR
İslâm Devleti'nin
kurulması kolayca elde edilebilir bir şey değildir. Çünkü, İslâm
hayatını yeniden başlatmak öyle kolay bir husus değildir. İslâm
Devleti'nin yeniden kuruluşu karşısında ortadan kaldırılması
gereken çeşitli ve büyük engeller vardır. Aynı zamanda İslâm
hayatını yeniden başlatma yolunda aşılması gereken birçok
büyük zorluklar mevcuttur. Çünkü sorun herhangi bir devlet kurmak
ya da ismi İslâm olan bir devlet kurmak değildir. Bilâkis sorun;
İslâm'ı İslâm akidesinden fışkıran bir nizam olarak Allah'ın
hükmü itibariyle şerî hükümler olarak uygulayacak olan İslâm
Devleti'nin kurulması sorunudur. Bu devlet, içerde İslâmî hayatı
tam şekilde başlatacak, dışarda ise bütün insanlara İslâm
Davetini taşıyacaktır. Bu devlet; İslâm akidesinden ve İslâm
hüküm ve fikirlerinden oluşan İslâmî nefsiyet üzerine ve İslâm
fikriyle yüklü olup İslâm'ın düşünce ve metoduyla İslâm'da
fikrî bir oluşum olarak oluşan İslâm zihniyeti üzerine kurulu
olması lazımdır. Ta ki İslâm şahsiyeti başta ve herşeyden
önce oluşsun. Bundan sonra devlet İslâm akidesinden fışkıran
kanun ve nizamlar üzerine kurulur. Ancak bu şekilde bu hayat için
nefsin içinden bir dürtü, arzu doğar. Yönetici ve yönetilenler
tarafından şevk ve istekle, sıkıntı bulunmaksızın gönüllü
olarak o nizam ve kanunların uygulanmasını garanti edecek İslâmî
nefsiyet ve zihniyet doğar. Bu devleti kuracak ümmetin İslâmî
olması gerekli olduğu gibi, ümmetin işlerini idare edecek ulul-emrin/
yöneticilerin de müslüman olması gereklidir. Hayatın bütün
yönleri ve alanlarında da İslâmî olması gerekir. Bu devlet, İslâm'ı
dünyaya bir mesaj olarak yüklenme imkanı veren İslâmî hayatın
başlamasını gerçekleştirmeli. Bu yüklenme, gayri müslimlere
Allah'ın dinine gurub gurub girebilmek için İslâm nurunu
devletinde görme imkanı vermelidir. Bunun için İslâm hayatını
yeniden başlatma yolunda duran veya İslâm Devleti'nin kuruluşu
karşısında duran engel ve zorlukların çok olmasına rağmen
bilinmesi gerekir ve bunları izale etmek, onlara galip gelebilmek için
de çalışmak gerekir. Bu engel ve zorlukların en önemlileri
şunlardır:
1- Gayri İslâmî fikirlerin
var olması ve İslâm dünyasına hakim olması.
Şöyle ki; İslâm dünyası, düşüş dönemini geçirirken
tefekkürü zayıftı. Zihniyeti bu düşüş sebebiyle
zayıflamıştı ve bilgisizdi. Bu haldeyken ona gayri İslâmî
fikirlerle saldırıldı. Bu fikirler İslâm'la çelişiyordu.
Saptırıcı bir esas üzerine kaim olduğu gibi hayat hakkında ve
onun öncesi ve sonrası hakkında yanlış bir mefhum üzerine
kuruludur. Bu fikirler mukavemetsiz, boş verimli bir toprak buldu.
Onun için imkanını bulup ona tahakküm edebildi. Bu sebeble
müslümanların zihniyetleri, özellikle tahsillilerinin zihniyetleri
bu fikirlerle doldu. Böylece icad edicilikten uzak taklide alışkın,
İslâm düşüncesini siyasî olarak kabul etmeye hazır olmayan
siyasî zihniyetler oluştu. Aynı anda bu zihniyetler İslâm düşüncesinin
hakikatına özellikle siyasî tarafına müdrik olamadı.
Bundan dolayı İslâmî Davetin
İslâm'a davet ve İslâmî hayatı yeniden başlatmaya davet halinde
olması lazımdır. Gayri müslimler, kendilerine İslâmî fikirler
izah edilerek İslâm'a davet edilirler. Müslümanlar, kendilerine
İslâm'ı kavratarak İslâm hayatını yeniden başlatmak için çalışmaya
davet edilirler. Bu şunu gerektirir; gayri İslâmî olan diğer
fikirlerin ne kadar sahte, neticelerinin ne kadar tehlikeli olduğunu
göstermek lazım. Bir de davetin siyasî yolu çizilmeli. Ümmete
öyle bir İslâmî kültür verilmelidir ki üzerinde siyasî yön
bariz olmalıdır. Bu zorluk ancak böyle aşılabilir.
2- Eğitim ve öğretim
programlarının sömürgecilerin koyduğu esas üzerinde var olması,
okul ve üniversitelerde bu programların uygulama metodunun var
olmasıdır. Bu okul ve üniversiteler,
sömürgeci kâfirin çizdiği plana göre özel bir zihniyetle
yürümek üzere yönetim, idare, yargı, eğitim ve öğretim, tıp
ve hayatın diğer işlerini yürütecek kişileri mezun ediyor. Ta ki
yönetim ve idare yerlerine sömürgeci memurlar yerine
müslümanlardan yetiştirdikleri memurlar geçsinler. Bu memurların
işi, sömürgeci kâfirin kanunları, müeyyideleri, kültürleri,
siyasetleri, nizamları, hadaretleri ve başka hususlarını korumak,
bekçilik yapmak, sömürgecinin savunduğu kadar veya daha
şiddetlice bunları savunmaktır.
Bu zorluğa galip gelmenin yolu;
bu hususları o yöneticilere, o memurlara ve bütün insanlara keşfedip
göstermektir. Ta ki bu işlerde mevcud olan sömürgecilik tarafının
korkunçluk ve çirkinliği görünsün. Bunu savunanlar savundukları
şeyden vazgeçsinler, İslâm Daveti o müslümanlara kendi yolunu
göstersin.
3- Sömürgeci kâfirin koyduğu
esas üzerine eğitim ve öğretim programının uygulanmasının
devamı. Eğitimi istedikleri metoda göre
sürdürmeleri, mezun olan genç ve okuyan gençlerin çoğunun İslâm'a
çelişen bir yöne gitmelerine sebeb oldu. Burada bahsettiğimiz
eğitim ve öğretim programları bilim ve sanayi ile ilgili
programlar değildir. Çünkü bilim ve sanayi evrensel bir şeydir.
Hiç bir ümmete has değildir. Bütün insanlar için genel bir
şeydir. Kasdettiğimiz programlar kültür programlarıdır. Bunlar
hayat hakkında bakış açısını etkiler. Zaten bu eğitim ve öğretim
programları, İslâmi hayatı yeniden başlatma karşısında bir
engel oluşturmaya sebeb oldu. Bunlar; kültür, tarih, edebiyat,
felsefe ve kanunla ilgili bilgi derslerini kapsar. Çünkü tarih,
hayatın vakıalarını açıklayan bilgidir. Edebiyat ise, hayatın
duygusunu tasvir eden konudur. Felsefe, hayat hakkında bakış açısını
teşkil edecek temel fikirdir. Kanun ise, hayatın müşkillerini
pratik şekilde tedavi edip fert ve topluluklar arasındaki ilişkiyi
düzenleyecek, idare edecek çözümlerdir. Bunların tümüyle
sömürgeci kâfir, müslüman çocuklarının zihniyetlerini özel
bir şekilde oluşturdu. Bu çocukların bazılarını kendi
hayatlarında ve ümmetin hayatında İslâm'ın varlığının
zaruriyetini hissetmez hale getirdi. Bu çocukların bir kısmını
da; İslâm'ın, hayat sorunlarını çözmek için elverişliliğini
inkâr ederek ona düşmanlık göstermelerine sevketti.
Bunun için bu zihniyetleri değiştirmek
kaçınılmaz oldu. Bu şöyle olur: Gençler, okul ve üniversiteler
dışında yoğun ve yerleşik kültürle kültürleştirilmelidir ki,
bu zorluk da aşılabilsin.
4- Bazı kültürel konulara
evrensel bilim olarak itibar etmek ve genel olarak insanlar nezdinde
bunlara hürmet gösterip onları yüceltmektir.
Bu kültürel konular; sosyoloji, psikoloji, eğitim bilimidir.
İnsanlar, bu kültür konularını birer ilim olarak saydıkları
gibi, bunların gösterdiği gerçeklerin de tecrübe ve deneylerden
meydana geldiğini zannediyorlar. Bu sebeble bunları yüceltiyor,
gösterdiklerini hayat işlerinde hakim kılıp tartışılmaz
hususlar olarak telakki ediyorlar. Bunun için bunlar okul ve
üniversitelerde birer ilim olarak öğretilir, hayat sahnesinde
uygulanmaya çalışılır ve işleri idare etmede bunlara yardım için
başvurulur oldu. Bu sebeble psikiyatristler,sosyologlar ve
eğitimcilerin sözleri Kur'an ve Hadis'ten daha fazla delil olarak
gösterilir oldu. Bundan dolayı bu konuları öğrenmekten ve bunlara
saygı göstermekten, hayat işlerinde bunların hakim
kılınmasından bizde yanlış fikir ve bakış açısı doğdu. Böylece
bunlara muhalif olan sözü müslümanlara kabul ettirmek zor oldu.
Nitekim bu bilgilerin toplamı, dini hayattan ayırmaya ve İslâm
Devleti'nin kuruluşuyla savaşmaya götürmektedir.
Gerçek ise; bu bilgi konuları
ilim değil kültürdür. Çünkü bunlar gözlem ve istinbat yoluyla
meydana gelir. Tecrübe ve deneylerle meydana gelmez. Bunları
insanlar üzerine uygulamak tecrübe sayılmaz. Ancak bunlar değişik
vaziyet ve şartlarda değişik kişiler üzerine tekrarlanmış birer
gözlemlerdir. Onun için bunlar birer gözlem ve istinbattırlar (görüş
çıkartmadılar). Bunlar labaratuvarda bir şey üzerine yapılmış
deneyler gibi deneyler değildir. Bunun için ilim konusuna girmez,
kültür sahasına girer. Üstelik bunlar içlerinde hata ve doğru
bulunabilen birer zannî görüştürler.
Nitekim bunlar yanlış bir esas
üzerine kuruludur. Çünkü ferde ve topluma belli bir bakışa göre
yürütülürler. Bu nedenle ferdiyetçilik üzerine kaimdirler. Bunun
bakışı toplumun fertlerden oluştuğu itibarına göre fertten
aileye, aileden cemaata, cemaattan topluma intikal eder. Bundan dolayı
bu bakış, toplumları birbirinden farklı görüp ayrı cinsten
oluştuğunu kabul eder. Bir topluma uygun olan hususun başka topluma
uygun olmayacağını düşünürler.
Gerçekte ise toplum; insanlar,
fikirler, nizamlar ve duygulardan oluşur. Bir yerde insan için
elverişli fikir ve tedaviler başka yerdeki insan için de elverişli
olur. Çeşitli toplumları ıslah edecek fikir, duygu ve düzenler
toplumları bir tek toplum haline getirir.
Onların topluma yanlış
bakışı, eğitim bilimindeki ve sosyolojideki teorilerin
yanlışlığına sebeb oldu. Çünkü bu sözde ilimler, bu yanlış
bakış üzerine kuruludur.
Aynı şekilde pisikolojiye de
mebnidir. Halbuki bu sözde ilim, iki yönden hatalıdır.
Birincisi;
beyni değişik bölgelere bölüyor ve her bölge için ayrı ve
özel bir kabiliyetin varlığını iddia edip,bazı beyinlerde bir
takım kabiliyetlerin bulunduğunu, bazılarında bulunmadığını söylüyor.
Halbuki gerçekte beyin tekdir. Fikirlerin değişikliği, öncül
bilgilerin azlığı-çokluğu ve farklı olmasından ileri gelir.
Kabileyetin bir beyinde varlığı diğerinde yokluğu diye bir şey
yoktur. Tersine bütün beyinler hissedilen vakıa, duyu organları ve
öncül bilgi bulunduktan sonra her konuyu düşünebilme kabiliyetine
sahiptir. Ancak beyinler bağlama gücü ve hissetme gücü bakımından
birbirinden farklı olabilirler, görme gücünün kuvvetli-zayıf
olması bakımından gözlerin farklı oluşu gibi. Onun için, beyine
her yerde herhangi bir malumat verilebilir. Ve onda onu hazmetme
kabiliyeti vardır. Onun için psikolojideki beyinlerde kabiliyetle
ilgili hususun esası yoktur.
İkincisi;
psikoloji, içgüdülerin kısmı keşfedilmiş bir kısmı da
keşfedilmemiş olarak bir çok olduğunu itibar eder. Alimleri bu
mefhum üzerine, içgüdüler hakkında yanlış teoriler korlar. Gerçekte
ise, hissedilen ve müşahade edilen husus, insanlarda canlı takat
vardır. Bunu insanın gösterdiği tepki ve isteklerden anlarız. Bu
takatın iki çeşidi var. Birincisi, doyumu zorunlu şekilde gerekli
olan doyumlanmaması halinde insanın ölebileceği husus. İkincisi,
doyumun gerekli olup doyumlanmaması halinde insanın yaşayabileceği
fakat sıkıntıya düşebileceği husus. Birinci şekil; acıkma,
susama, haceti giderme gibi uzvî ihtiyaçlardır. İkinci şekil ise;
içgüdülerdir ki bunlar; dindarlık, nevi ve beka içgüdüleridir.
Bu içgüdülerin birincisi, insanın aciziyeti hissetmesiyle;
ikincisi, insan nevinin bekasını hissetmesiyle; üçüncüsü ise,
insanın zatının bekasını hissetmesiyle ilgilidir. Bunun
dışında başka içgüdü bulunmaz. Bu içgüdülerin tezahürleri
vardır. Meselâ; korkmak, egemen olmak, mülk edinmek gibi
tezahürler beka içgüdüsünün birer tezahürleridir. Takdis etmek,
ibadet yapmak, dindarlık içgüdüsünün tezahürleridir. Baba
olmak, kardeş edinme, anne olmak arzuları nevi içgüdüsünün bire
tezahürleridirler. Bunun için psikolojinin, beyin hakkındaki düşüncesinin
yanlış oluşu gibi içgüdüler hakkındaki düşüncesi de yanlıştır.
Bundan dolayı bu iki esas
üzerine mebni olan teorilerin hatalı çıkmasına sebeb olur. Bir de
sözde eğitim ilminin hataya düşmesine sebeb oldu. Çünkü eğitim
ilmi (!) psikolojiden etkilenmiştir.
Buna binaen sosyoloji, psikoloji
ve eğitim bilimi birer kültür konularıdır. İslâm düşüncesine
aykırı fikirler içerir. Bütünü itibariyle yanlıştır. Ona
saygı göstermek ve onu yüceltmek ve hakim kılmak İslâm Devleti
için çalışma karşısında duracak bir zorluk ve engelin
doğmasına sebeb oldu. Bunun için bu konular ilim değil birer kültür
ve bilgi konuları olduklarını, kesin hakikat olmayıp zannî
olduklarını ve yanlış temellere dayalı olduklarını göstermek
gerekir. Bunun için bunlar hayata hakim edilmez. Hayata ancak İslâm
hakim kılınır.
5- İslâm dünyasındaki
toplumun İslâm'la çelişen gayri İslâmî bir hayatı yaşaması.
Şöyle ki: Devlet teşkilatı, onun ve toplumun üzerine kurulacağı
yönetim nizamı, toplumun bütün unsurlarıyla üzerine kurulu
olacak hayatın kuralları, müslümanları yönlendiren nefsi yön ve
düşünceleri üzerine kurulu olan zihinsel oluşumun tümü, hayat
hakkındaki mefhumların esası üzerine kuruludur ve hepsi İslâm
mefhumlarıyla çelişmektedir. Bu esaslar değişmezse ve bu sapık
mefhumlar düzeltilmezse toplumda insanların hayatını değiştirmek
zor olacağı gibi devletin teşkilatını, toplumun kuralları müslümanlara
tahakküm eden nefsi ve zihni yönleri değiştirmek de çok zor
olacaktır.
6- Müslümanlar ile İslâm
yönetimi arasındaki zaman mesafesinin uzaklaşmasıdır.
Özellikle bu yönetim siyaseti ve maliye siyasetinde tecelli eder. Bu
zaman mesafesinin uzak olması, müslümanların İslâm hayatını
tasavvur etmesini zayıflatır. Bir de gayri müslimlerin İslâm
hayatını sahih olarak tasavvur etmelerini engellediği gibi onlara
gerçeğin tersini gösterir. Özellikle müslümanlar, İslâm
Devleti'nin son döneminde yöneticiler tarafından İslâm'ın kötü
uygulanışını müşahade ettiler. Bir de otuz seneden fazla (bu
tarih 1953'e göredir) her hususta İslâm'la çelişen bir nizamın düşmanları
tarafından kendileri üzerine hakim kılındığını gördüler. Bu
yönetim altında İslâmî olmayan yönetim siyaseti ve maliye
siyasetine göre yönetildiler. Bunun için insanların yaşadıkları
kötü vakıadan yükselip yaşamaları gerekli olan hayatı tasavvur
etmeleri kaçınılmazdır. Çünkü hayatlarını o tasarladıkları
hayata dönüştürmeye ve değiştirmeye doğru bir çalışma
yapmalıdırlar. Aynı zamanda bu düşünme ve değişme İslâm
hayatına doğru olunca parça parça değil tam bir şekilde olması
gerekir. İslâm nizamını uygulamak yama yaparak ve cüzlerle
yetinip, tedricen değil, inkilabi yani bir defada olması gerekir. Ta
ki İslâm'ın yüksek ve izzetli günlerindeki hayat vakıasının
sureti onların zihinlerine yaklaşsın.
7- İslâm beldelerinde
demokrasi esası üzerine kurulu olup halk üzerine kapitalist
sistemin tümünü uygulayan, batı devletlerine siyasî şekilde
bağlanan, ülkecilik ve bölgecilik esası üzerine kaim olan
hükümetlerin var olmasıdır. Bu
durum, İslâm hayatını yeniden başlatmak için çalışmayı
zorlaştırır. Çünkü çalışma ancak kapsamlı şekilde olup ve
her yeri kaplamalıdır. Nitekim İslâm, İslâm beldelerini bölüp
birer devletçiklere dönüştürülmesini mübah kılmaz. Tersine bütün
bu beldelerin tek bir devlet haline gelmesini zorunlu kılar. Bu ise
davetin kapsamlı, çalışmanın kapsamlı ve uygulamanın kapsamlı
olmasını gerektirir ki bu, kaim olan hükümetlerin İslâm Davetine
karşı direnmelerini doğurur. Bu hükümetlerin adamları müslümanlardan
olsa da aynı durum geçerlidir. Bunun için İslâm Davetini her
bölgede yüklenmek gerekir. Velev ki bu, İslâm beldelerinde kurulu
hükümetler tarafından gelecek karşı koymalardan kaynaklanan
zorluk ve meşakketlere katlanmayı gerekirse de yapılmalıdır.
8- Vatancılık, milliyetçilik
ve sosyalizm hakkında kamuoyunun bulunması ve bu esaslar üzerine
siyasî hareketlerin kurulmasıdır. Şöyle
ki; Batılılar İslâm beldelerini işgal edip yönetimin iplerini
ellerine geçirdikten ve kapitalist sistemini uyguladıktan sonra
insanlarda nefsî müdafaa temayüller doğdu. Yaşadıkları
toprakları müdafaa etmek için vatancı/millî duygular meydana çıktı.
Aynı anda nefsî müdafaa, aileyi korumak ve kavmi savunmak ve bu
kavim için yönetim kurmaya doğru bir çalışma yapmak için ırkçı
ve milliyetçi taassup tahrik edildi. Bundan memleketlerden düşmanı
kovmak için “vatancılık” adıyla siyasî hareketler doğduğu
gibi yönetimin bir milliyete ait olması için “milliyetçilik”
adıyla da siyasî hareketler neşet etti. Daha sonra insanlara
kapitalist sisteminin bozukluğu ve salih olmadığı açığa çıkınca
onların arasında sosyalizm için bir propaganda yayıldı. Bundan
dolayı kapitalizmi ortadan kaldırmak için sosyalizm adıyla
kitleler kuruldu. Fakat bu hareketler nezdinde hayat nizamı için ani
ve sathi tasavvurdan başka bir tasavvur bulunmadı. Bu durum onları
ideolojinin gerçek manasından ve İslâm'ın evrensel bir ideoloji
olma vasfından uzaklaştırdı.
|