İSLÀM
DÜNYASINA SİYASİ SALDIRI
Endülüs'e saldırının
hakiki sebebi, haçlı savaşlarının cereyanı ile batılıların
nefislerinde kökleşen intikam duygularıdır. Batılılar; haçlı
savaşlarında başarısız olmalarından, İslâm dünyasından en kötü
şekilde kovulmalarından sonra onların nefislerinde bu hezimetten
dolayı yanan bir intikam ateşi alevlendi. Ve kalpleri müslümanlara
karşı kin, buğz ve nefretle doldu. Doğuya böyle seferleri bir
daha başlatamadı. Bunların güçleri ne kadar kuvvetli olursa
olsun, müslümanların gücü ona karşı koyabiliyor ve
girişimlerini yok edebiliyordu. Batılılar bu durumda kinlerini Endülüs'de
kusabilirlerdi. Çünkü orada müslümanlardan intikam almak
kendilerine kolay idi. Onun için hücum hamlesini oraya yönelttiler.
Vahşî hayvanların yapmadıkları şeyi yaptılar. Engizisyon
mahkemelerinde ve idam sehpalarında insanları yok ettiler,
insanları ateşe verdiler. Bu vahşhi iş, Batı için bir yüz karasıdır.
Müslümanların Endülüs'e yardıma koşmadıklarını görünce
intikamlarında daha fazla ileriye gitiler. Halbuki müslümanlar o
zamanlarda kuvvetli idiler, o beldelere yardım etme imkânları
vardı ve harbî konumları buna musait idi. Fakat tembellik gösterip,
o beldeleri o kâfirlerin ağızlarında kolayca çiğnenecek birer
lokmalar olarak bıraktılar.
Bu nedenle Batılılar intikam için
başka bir adım atmaya tamah ettiler. Müslümanların gücü -ve
özellikle Osmanlı Devleti- olmasaydı İslâm beldelerine Batılıların
saldırıları ardı ardına gelirdi. Fakat müslümanların
kuvvetleri ve Osmanlıların Avrupaya saldırmaları ve orayı
fethetmeleri Batılıları korkuttuğu gibi müslümanlara saldırmalarını
engelleyerek erteledi. Çünkü batılılar, tekrar yeni bir haçlı
savaşında yenilgiye uğramak istemediler. Bunun için 18. yüzyılın
yarılarına kadar İslâm beldelerine batılı saldırıları durdu.
O zaman İslâm dünyasında durgunluk ve hareketsizlik hakim olmaya
başladı. Devlet yoluyla İslâm Daveti yüklenilmekten vazgeçildi.
Böylece nefislerde İslâm harareti düştü. Bunun neticesi
müslümanların heybeti düşmanlarının nefislerinden zail oldu.
İşte o zaman kültürel ve misyonerlik saldırılar, İslâm dünyasında
faaliyete geçti. Bununla beraber, İslâm beldelerini parçalamak ve
birer parça şekliyle yutmak ve onu yok etmek için siyasî saldırılar
başladı. İşte bu, batı için bilfiil gerçekleşti ve Batılılar
müthiş şekilde başarı gösterdiler.
1762-1796 yıllarında Katerina
döneminde Rusya, Osmanlılarla savaşıp onlara galip geldi ve bazı
topraklarını da elde etti. Onlardan Azof şehri ve Kırım
yarımadasını aldı. Karadeniz'in kuzey kıyılarına tamamen hakim
oldu. Kırım yarımadasında kendileri bir üs olarak Sivastopol
şehrini tesis ettiler. Bir de Karadeniz'de Odiysa'yı ticarî bir
liman olarak kurdular. Böylece Rusya Osmanlı Devleti'nin dış
siyasetinde önemli bir yer almaya başladı. Romanya emirliklerinde söz
sahibi oldu. Osmanlı Devleti'nde yaşayan Hristiyanları korumayı
kendisine bir görev bildi. Daha sonra 1884 yıllarında Türkistan'ı
ele geçirdiler, ondan sonra da bütün Kafkasya'yı işgal ettiler.
Bu durum sadece Rusya ile
kalmadı. Diğer batı devletlerini de kapsadı. 1798 yılında Temmuz
ayının başlangıcında Napolyon, Mısır'a saldırıp orayı işgal
etti. 1799 senesinin Şubat ayında Şam memleketlerinin güney kısmına
saldırıya geçip Gazze, Ramle ve Yafa'yı işgal etti. Akka
kalelerinin üzerinde durdu. Fakat orada hücumları başarılı
olmadı. Mısır'a döndü, sonra Fransa'ya gitti. 1801'de Napolyon'un
hamlesi yenilip dağıtıldı. Napolyon'un bu hamlesi muvaffakiyet göstermediyse
de Osmanlı Devleti'nin varlığını olumsuz şekilde etkileyip büyük
bir sarsıntı meydana getirdi. Diğer batı devletlerin İslâm
dünyasına saldırıları arka arkaya gelmeye başladı. İslâm
topraklarını parça parça almaya başladılar.
Nitekim Fransızlar 1830'da
Cezayir'i işgal ettiler. Tunus'u işgal etmek için yöneldiler ve
1881'de işgali gerçekleştirdiler. Ondan sonra 1912'de Fas'ı işgal
ettiler.
İtalyanlar da 1911'de
Trablusgarb'ı işgal ettiler. Böylece Batılılar, Kuzey Afrika'yı
işgal edip İslâm hakimiyeti altından çıkartarak küfür
hakimiyetine boyun eğdirdiler ve kendi sömürmelerini başlattılar.
Batılılar bununla
yetinmediler, istilalarına devam ettiler. Nitekim 1839'da İngilizler
Aden'i işgal ettiler. İdarelerini Lahce ve Güney Yemen sınırlarından
başlayarak Arap Yarımadasının doğusuna kadar dokuz Emirliklere
uzattılar. Ve himayeleri altına aldılar. İngilizler, çok uzun
müddetten önce Hindistan'a hakim olup orayı müslümanların
sultasından alarak sömürmeye başlamışlardı. Güçlerini özel
şekilde orada yerleştirdiler. Halbuki müslümanlar Hindistan'da
söz sahibi idiler. İngilizler gelip orayı ellerinden söküp
sömürdüler. Oradaki müslümanların durumu ve gücünü genel
olarak zaafa uğratmaya başladılar. 1882'de İngilizler Mısır'a
hakim oldular. 1896'de de Sudan'a hakim oldular.
Öte taraftan Hollanda Doğu
Hindistan adalarını işgal ediyordu. Afganistan, İngilizlerin ve
Rusların baskısı altında muhasara edildi. İran da bunların
baskısı altında muhasara edildi.
Böylece Batılılar İslâm
alemi üzerinde istila hareketlerini gittikçe artırdılar. Hatta
İslâm aleminin tümünün Batının yayılan ateşi ve boyunduruğu
altına nihai olarak düşeceği hissedildi. Haçlı seferleri tekrar
başlayıp zafer ardından zaferi elde ederek yayıldığı
hissedildi. İslâm dünyası Batının yayılışını durdurmak veya
onun kabusunun ağırlığını hafifletmek için bazı girişimlerde
bulundu. Bir çok yerde Batılılara karşı koyma hareketi meydana
geldi. Cezayir'de devrim alevlendi. Çin'de müslümanlar ayağa
kalktılar. Sudan'da Mehdi hareketi ortaya çıktı. Libya'da Sanusi
devrimi alevlendi. Bunların hepsi İslâm dünyası durgun ve zayıf
olmasına rağmen içinde mevcut olan potansiyel canlı gücüne bir
delildir. Fakat bütün bu girişimler tamamen suya düştü ve İslâm
dünyasını kurtaramadı.
Batılılar saldırılarında bu
kadarla yetinmediler. Siyasî ve kültür saldırılarını da devam
ettirdiler. İslâm dünyasının parçalarını yutmakla da
yetinmediler. Müslümanları temsil eden İslâm Devleti vasfını
taşıyan Osmanlı Devleti'ni yok etmek için çalışmaya
başladılar. İçinde bir sürü milliyetçi hareketler ortaya çıkarttılar
Zira yabancı devletler, 1804 senesinden beri devrime ve
başkaldırmaya kalkan Balkan halklarını teşvik etmeye
başladılar. Onlara destek ve silah vermeye başladı. Bunların
devrim hareketleri 1878'de bağımsız olarak ayrılmaları ile sonuçlandı.
Bu yabancı devletler
Yunanlıları 1821'den beri devrime teşvik ettiler. Devrimleri
yabancıların müdahalesi ile 1830'da Osmanlı Devleti'nden
bağımsız olarak ayrılması ile sonuçlandı. Sair Balkan
memleketleri de arka arkaya başkaldırıp İslâm Devleti vasfı
taşıyan Osmanlı Devleti'nin gölgesi Balkanlardan, Girid ve Kıbrıs
adalarından ve birçok Akdeniz adalarından yok oluncaya kadar
başkaldırılarını devam ettirdiler. Batılılar, Balkanlarda ve
Akdeniz adalarında bulunan müslümanlara karşı çeşitli vahşî
usluplar kullandılar. Bir çok müslümanı diyarlarından zorla çıkattılar.
Bu nedenle bir çok müslüman kâfirlerin vahşî usluplarından
dinleriyle kaçmaya zorlandılar. Arap memleketlerine sığındılar.
Çünkü o memleketler, İslâm memleketleri vasfı taşıyıp İslâm
Devleti'nden birer parça idiler. Çerkez, Boşnak, Çeçen ve bunlara
benzer müslümanlar, küfür hakimiyetine boyun eğmeyi kabul etmiyen
ve dinleriyle İslâm diyarına ve İslâm yönetimine kaçan
müslüman kahramanların çocuklarıdır.
Mesele bu kadarla bitmedi.
Batılılar gizli vesileleri ile İslâm Devleti'nde Türkler ve
Araplar arasında müslümanlar nezdinde bölücü ve ayrılıkçı
hareketleri teşvik ettiler. Jön Türkler Partisi, İttihat ve
Terakki Partisi, Arap İstiklal Partisi, Ahit Partisi ve buna benzer Türk
ve Arap siyasî partilerin kuruluşlarına yardım ettiler. Bu sebeble
içerde devletin varlığında ızdırap ve sarsıntılar meydana
geldi. Böylece devletin varlığı bu iç olaylarla beraber dış
saldırılar altında sallanmaya başladı.
Birinci Cihan Savaşı başlar
başlamaz, küfrü temsil eden Batılılar; diğer İslâm beldelerine
hakim olup, İslâm Devleti'ni yok ederek onu ortadan tamamen kaldırmak
için İslâm dünyasına saldırıyı başlatmak maksadıyla
fırsatı uygun gördü. Osmanlı Devleti kendi hezimetiyle müttefiklerin
zaferiyle sonuçlanan Birinci Cihan Savaşına girdi. Batılılar,
İslâm dünyasına ait bütün beldeleri aralarında birer ganimetler
olarak paylaştılar. "Türkiye" adını alan Türk
beldeleri dışında başka bir belde onların elleri dışında
kalmadı. Fakat orası da cihan savaşından sonra 1918 senesinden
1921'e kadar onların tahakkümü altında kaldı. "Türkiye"
1921'de küfür devletlerine İslâm Devleti'ni yok etmek için
teminat verdikten sonra istiklalini alabildi.
|