İSLÀM DEVLETİNİ
YOK ETMEK
Birinci Dünya Savaşı, müttefik
devletlerin kesin zafer elde etmelerinden sonra savaşa katılan
ülkeler arasında ateşkes ilân edilerek sona erdi. Osmanlı
Devleti, bir çok küçük parçalara bölünüp tahrip edildi.
Müttefik devletler bütün Arap beldelerini işgal ettiler. Mısır,
Suriye, Filistin, Doğu Ürdün, Irak'ı işgal edip bunları
devletten ayırdılar. Osmanlıların ellerinde Türkiye adındaki
beldelerinden başka bir yer kalmadı. Müttefikler oraya da girdiler.
İngiliz savaş gemileri Boğazlara hakim oldu. İngiliz askerleri
başkentin bir kısmını, Çanakkale'nin bütün kalelerini ve
Türkiye'nin bütün stratejik ve önemli mevkilerini işgal etti.
Fransız askerleri ise,
İstanbul'un bir kısmını işgal edip Senegalli askerlerle doldurdu.
İtalyan orduları Pera ve demiryollarını işgal ettiler. Müttefiklerin
subayları polis ve jandarmalarının işlerini denetlemeye başladı.
Limanı da kontrolleri altına aldılar. Kaleleri silahlardan
arındırdılar. Türk ordusunun bir kısmını terhis etmeye
başladılar. İttihat ve Terakki Cemiyeti çözülüp dağıldı.
Cemal Paşa ve Enver Paşa memleketin dışına kaçtılar. Bu
cemiyetin diğer azaları gizlendiler. İşgalci düşmanların
emirlerin yerine getirmek için Tevfik Paşa'nın başkanlığında
zayıf bir hükümet kuruldu.
Bu esnada halife Vahdeddin idi.
O, bir emri vâkiı karşısında kaldığını ve durumun hikmetli
uslupla kurtarmanın gerekli olduğunu görüyordu. Onun için
parlamentoyu feshedip, hükümet başkanlığını en samimi
arkadaşı olan Ferid'e verdi. Ferid Paşa, halifenin müttefiklere
karşı mülayim tutumunu ve mukavemette sebeb olmayacak bakışını
destekledi. Çünkü mukavemetin memleketin helâkine sebeb olacağını
görüyordu. Çünkü savaş sona erdi. Vahdeddin, bu planı
uyguladı.
Hal durgun şekilde Türkiye'de
1919 senesinin ortasına kadar devam etti. O günlerde durumlarda değişiklik
oldu. Müttefiklerin tutumları zayıfladı. Çünkü İtalya'da,
Fransa'da ve İngiltere'de dahili cephelerini parçalayacak ciddî
dahili sorunlar, halk arasında da sıkıntılar, rahatsızlıklar
başladı. Müttefikler arasında ihtilaf ortaya çıktı. Hatta bu,
İstanbul'da müttefiklerin temsilcileri arasında açık şekilde görüldü.
Zira onların arasında ihtilaf çıktı ve ganimetler üzerine
rekabet halindeydiler. Askerî mevkiler ve iktisadî imtiyazlardan her
devlet aslan payı almayı istiyordu. Böylece Türkiye kendi durumunu
kurtarmak için son oku atmayı deneme imkânına sahip oldu. Çünkü
müttefiklerin zaafı ve anlaşmazlıkları şu dereceye ulaştı:
Onlardan her devlet Türklere diğer devlete karşı tahrik edip
yardım ediyordu. O zaman daha sulh konferansı henüz yapılmamıştı.
Sulh şartları da ortaya atılmamıştı. Böylece ufukta ümit
görüntüleri görülmeye başlandı. İngilizler, M. Kemal’i kendi
siyasetlerini uygulamak, Hilâfet Devleti’ni yok etmek üzere
kendilerine ajan yapmışlardı. Halk arasında ciddî mukavemet
harekatı düzenleme imkanına sahip olduklarına inanılmaya
başlandı. Düşmanın kontrolü altında kalan silah depolarını
çalıp memleketin diğer yerlerine gizli örgütlere göndermek amacı
ile İstanbul'da ondan fazla gizli cemiyet oluştu.
Bazı resmî adamları bu işe
yardımcı oluyordu. Nitekim Harp Bakanlığının Vekili İsmet
Paşa, Harp Erkanı başkanı Fevzi Paşa, İçişleri Bakanı Fethi
Paşa, Deniz Bakanı Rauf Bey. Bunların hepsi o cemiyetlere ve o
işlere yardımcı oluyordu. Bunun için düşmana gizlice mukavemet
yapmak amacıyla bir çok cemiyet kuruldu. İttihat ve Terakki
Cemiyeti canlandı. Nizamî orduların bir kısmı bu hareketlere
katıldı. Ondan sonra hepsi Mustafa Kemal'in komutanlığı altında
tek bir hareket altında toplandılar. Müttefiklere mukavemet etmek,
onları memleketten kovmak niyetiyle birlikte, kendilerine karşı çıkarsa
halifenin ordusuna da mukavemet etmek amacıyla harekete geçtiler.
Mustafa Kemal, bu hususta büyük başarı elde etti. Ondan sonra
İstanbul'daki merkezî hükümetin ve padişahın düşmanların
egemenliği altında kaldığını ve Anadolu'da millî bir
hükümetin kurulmasının gerekli olduğunu gördü. İşte M. Kemal
yapacağı devrime vatancılık elbisesi giydirerek, neticesi Hilâfet’in
yok edilmesi olacak olan harekete girişti. Bu aynı zamanda Türkiye’yi
diğer Osmanlı Devleti parçalarından ayırmak içindi. M. Kemal’in
hareketinden açıkça anlaşılan onu bu işe hazırlayanların ve bu
devrim için onu kullananların İngilizler olduğudur.
Bu nedenle Sivas'da millî bir
konferans yaptı. Burada Türkiye'nin istikbalini kurmayı sağlayacak
vesile ve üsluplar tartışıldı. Konferans bir takım kararlar
aldı, yürütücü komisyon seçti ve bu komisyonun başkanlığına
Mustafa Kemal'i getirdi. Bu konferans padişaha hükümet başkanı
Ferid Paşa'yı azletmekle ilgili bir talebte bulunarak uyarı gönderdi.
Bir de hür yeni parlamento seçimi yapmakla ilgili talebini ekledi.
Padişah bu baskı altında mecbur kalıp bu konferansın taleblerine
boyun eğerek hükümet başkanı Ferid Paşa'yı azledip yerine Ali
Rıza'yı tayin etti. Yeni seçimlerin yapılmasını emretti.
Konferansın adamları memleketi kurtarmak isteyen bir kitle
olduklarını göstererek seçime katıldılar. Ve böylece yeni
parlamentoda ezici çoğunluğu kazandılar.
Bu başarının akabinden
konferans ve adamları Ankara'ya geçtiler. Bundan sonra Ankara,çalışmanın
merkezi oldu. Bu konferansın milletvekilleri Ankara'da bir toplantı
yapıp parlamentonun İstanbul'da toplanmasını ve konferansın
azalarının birer resmî milletvekili olduktan sonra konferansın
feshedilmesini önerdiler. Fakat Mustafa Kemal, bu iki düşünceye
karşı çıkıp şöyle dedi: "Bu
konferans, parlamentonun adalete ne kadar bağlı olduğunu ve
siyasetinin ne olduğu anlaşılıncaya kadar devam etmeli. Başkente
geçmek ise delice bir ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Çünkü bunu yaparsanız, yabancı düşmanın tahakkümü altında
kalırsınız. İngilizler beldelere hakimiyetlerini devam
ettiriyorlar. Hükümet sizin işlerinize karışacak. Sizi de
tutuklayabilir. Bu nedenle parlamentonun mustakil ve hür kalabilmesi
için burada Ankara'da toplanması uygun olur."
Mustafa Kemal bu kendi görüşü
üzerinde ısrarla kaldı, fakat milletvekillerini parlamentonun
Ankara'da toplanmasına ikna edemedi. Milletvekilleri başkente gidip,
halifeye bağlılıklarını ve itaatlarını gösterdiler. Ondan
sonra işlerine devam ettiler. Bu hadise 1920 senesinin Ocak ayında
idi.
Sultan iradesini milletvekillere
kabul ettirmeye çalıştı. Fakat milletvekilleri reddettiler ve
memleketin halklarına sımsıkı sarıldıklarını ortaya koydular.
Üzerlerinde baskı artınca Sivas konferansında ortaya çıkarttıkları
millî misaklarını kamuoyuna bildirdiler. Bu misak barışı kabul
edebilmek şartlarını ihtiva eden belgeydi. Bu şartlardan en
önemlisi Türkiye’nin belli sınırlar içerisinde müstakil ve
hür olmasaydı. Müttefikler ve özellikle İngilizler buna
sevindiler. Çünkü bu kararı çıkartmak için çalışıyorlardı.
Bir de bu kararı memleketin ahalisinden çıkmasını sağlamak için
çalışıyorlardı. Dikkati çeken nokta; İslâm Devleti vasfı ile
Osmanlı Devleti'nin hükmü altında bulunan bütün beldeler Birinci
Cihan Savaşından sonra birer millî misak çıkartmalarıdır. Bütün
bu millî misaklar bir bent içeriyordu ki o da şu idi: Müttefiklerin
istedikleri parçanın ayrı müstakil bir ülke olmasıdır. Irak'ta
Irak istiklalini içeren millî misak çıkartıldı. Suriye'de Suriye
istiklalini içeren millî misak çıkarttılar. Filistin'de
Filistin'in istiklalini içeren millî misak çıkarttılar.
Mısır'da Mısır'ın istiklalini içeren millî misak çıkarıldı
v.b. Bunun için müttefiklerin ve özellikle İngilizlerin Türk
millî misakının çıkması ile sevinmeleri tabiî idi. Çünkü bu,
onların istediklerine uygun olarak geldi. Zaten planları Osmanlı
Devleti'nin birer devletçiklere bölmekti ki, Osmanlı Devleti bir
daha bir tek kuvvetli devlete dönüşmesin ve müslümanların
devleti yok olsun.
Müttefikler her yerde böyle
millî misak çıkartmakla başarılı olmasaydılar mesele başka hal
alırdı. Çünkü Osmanlı Devleti bütün vilâyetleri ile tek bir
devlet idi. Bütün vilâyetlerini kendisinden bir cüz sayıyordu. O
bir federal sistem üzerinde değil de birleşik merkezî sistem
üzerinde yürüyordu. Bir Hicaz ile bir Türkiye arasında, bir Kudüs
sancağı ile bir İskenderun sancağı arasında fark yoktu. Zira
hepsi de tek bir devletin birer parçalarıydı.
Türkiye'nin hezimeti, Almanya
hezimetinden farksızdı. Çünkü ikisi savaşta anlaşmış iki
devlet idiler. Sulh şartları birisine uygulanacaksa diğerine de
uygulanacaktı. Alman halkı kendi memleketlerinin bir karışı dahi
kaybetmedi. Aralarındaki bağlar kopmadı. Osmanlı Devleti'nde de böyle
olmalıydı. Halklarının arasında bağların kopması doğru
değildi. Müttefikler bunu biliyorlardı. Ve bunu hesaba katarak
endişe ediyorlardı. Fakat Osmanlılar, devletlerinin parçalanmasını
kendileri istediler. Araplar da Türkler de bunu istediler. O halde
müttefikler bunu yerine getirmek için ne kadar çaba gösterip teşvik
etseler azdı. Özellikle devletin merkezi olan Türkiye'nin talebine
süratle icabet ettiler. Çünkü devlette otoritenin çoğunluğunu
temsil ediyordu.
İşte bundan dolayı müttefikler
Türk millî misakını kendileri için nihai zafer saydılar. Bunun
akabinde Türklere mukavemet hürriyeti verdiler. Her yerden
çekilmeye başladılar. İngiliz ve Fransız kuvvetleri, memleketin içinden
çekildiler. Bu durumda Türklerin azimleri şiddetlendi. Memlekette düşmana
karşı oluşan mukavemet hareketi Padişaha karşı bir devrim
hareketine dönüştü. Ondan sonra Padişah bu harekete karşı bir
ordu hazırlayıp kuvvetli bir hamle başlattı. Netice olarak o
mukavemet hareketini yok etti. Ondan sonra devrim merkezi olan Ankara
dışında halkın hepsi Padişahla beraber oldular. Ankara da düşmek
üzereydi. Ona bağlı köyler arka arkaya Padişahın sancağı
altına girip halifenin ordusuna katılmaya başladı. Mustafa Kemal
ve onunla birlikte olanlar Ankara'da pek sıkıntılı bir duruma
girdiler. Fakat Mustafa Kemal mukavemet üzerinde ısrarlı kaldı.
Vatancılarda heyacanı cesareti yeniden tahrik etti. Bunların
azimleri tekrar şiddetlendi. Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde
İngilizlerin başkenti işgal ettiklerine, vatancıları
tutukladıklarına, parlamentoyu zorla kapattıklarına, Padişah ve hükümetin
onlara yardım ettiklerine dair haberler yayıldı. Bu haberler
akabinde durum değişti. Halk, yüzünü Padişahtan çevirdi.
Kamuoyu Ankara'daki vatancılara yöneldi. Kadınlar, erkekler
Ankara'dan umut bekleyerek var güçleri ile Türkiye'yi savunmaya koştular.
Halifenin ordusundan da bir çoğu da umutlarının bağlandığı
Mustafa Kemal'in ordusuna katıldılar. Böylece M. Kemal'in cephesi
güçlendi. Memleketin bir çok yerinde güç, onun eline geçti. Bir
bildiri yayınlanarak millî meclisi seçmeye davet etti. Bu meclisin
merkezi Ankara olacaktı. Seçim oldu, yeni milletvekilleri seçildi.
Kendilerine "Büyük Millet meclisi" ismini vererek meşru hükümet
ilân ettiler. Sonra M. Kemal'i bu meclisin başkanı seçtiler.
Ankara, millî hükümetin başkenti oldu. Bütün Türkler buna katıldı.
M. Kemal halifenin geri kalan ordusunu dağıttı. Böylece iç savaş
sona erdi. Sanra Yunanlılara karşı harp açtı. Onlarla şiddetli
savaşlar oldu. İlk bakışta zafer onların oldu. Sonra durum
değişti. Ancak daha sonraları1921'in Ağustos ayına gelindiğinde
büyük bir güçle onların üzerine ani bir saldırı yaptı. O
zaman Yunanlılar İzmir'i ve Türkiye'nin bazı kıyılarını işgal
ediyorlardı, savaş onun zaferi ile bitti. Daha sonra 21 Eylül'ün
başlarında 1921'de İsmet İnönü'yü Herington'la geniş bir
anlaşma yapmak için gönderdi. Müttefik ülkeler Yunanlıların
Teris'ten kovulmasına razı oldular ve kendileri de İstanbul ve Türk
topraklarından çıkacaklarına söz verdiler. Mustafa Kemal'in
nutuklarının incelenmesinden açığa çıkıyor ki; müttefiklerin
bu tutumu M. Kemal'in İslâmî yönetimi ortadan kaldırması
karşılığında idi.
Onun için bu durum zaferlerden
sonra Millet Meclisinde Türkiye'nin durumu hakkındaki tartışma
esnasında yaptığı şu konuşmadan anlaşılıyor:
"İslâm devletlerinden oluşan
bir birliğe inanmıyorum. Hatta Osmanlı halklarından oluşan bir
birliğe de inanmıyorum. Bizden olan herkes istediği fikre
inanabilir. Fakat hükümetin bir tek hedef ve belirlenmiş bir takım
gerçeklere dayalı ve çizilmiş değişmeyen bir siyasete
bağlanması gerekir. Onun hedefi, vatanın hayatını ve belli
coğrafî sınırlar içerisinde istiklâlini korumaktır. Duygular ve
evham bizim siyasetimizi etkilememeli. Rüyalar ve hayalî şeyler yok
olsun. Çünkü bunlar geçmişte bize ok pahalıya maloldu."
Böylece Türkiye'nin bir İslâm
ümmeti olarak değil, bir Türk halkı olarak istiklâlini istediğini
ilân etti. Bazı parlementerler ve siyasî adamlar yeni kurulacak
hükümet hakkında görüşlerini sordular. Çünkü, o zamanki gibi
iki hükümetin var olması makul bir şey değildi. O zaman Ankara'da
karargahı olan sulta sahibi geçici bir hükümet ile Padişah ve
bakanların başkentte başında bulundukları sembolde resmî bir
hükümet vardı. Siyasetçiler bu hususla ilgili kendi görüşünü
beyan etmesini ısrarla istediler. Fakat onları cevaplamadı. Bu
konudaki niyetini gizledi. Kamuoyunu, Halife Vahdeddin aleyhine
kışkırtmaya başladı. Onun İngiliz ve Yunanlılara yardım
etmekle suçlayarak halkı onun aleyhine kışkırttı. Bu heyacanlı
ve sultandan nefret etme havası altında halife ve hükümeti hakkındaki
planını açıklamak için millet meclisini topladı. M. Kemal,
Vahdeddin'i azletmek ve saltanatı ilga etmek hususunda
milletvekillerini ikna edebileceğini biliyordu. Fakat halifeye
saldırmaya cüret edemiyordu. Çünkü böyle bir davranış bütün
halkın İslâmî duygularına dokunurdu. Bunun için Hilâfet'i ilga
etmedi ve ona dokunmadı. Ancak Hilâfet ile saltanatı birbirinden
ayırmayı önerdi. Böylece saltanat ilga edilir ve Vahdeddin
azledilirdi. Bu öneriyi duyar duymaz milletvekillerinin hepsinin
yüzleri asık bir vaziyet aldı. Ve kendilerinden kabul etmeleri
istenilen bu önerinin tehlikesini idrak ettiler. Ve bu konu hakkında
görüşme ve tartışma istediler. Fakat M. Kemal bu münakaşadan
çekindi ve bu husus hakkında oylamayı istedi. Özel, şahsî arkadaşlarından
kendisini 80 milletvekili destekledi. Fakat meclis bunu reddetti ve
öneriyi incelemek üzere yasa işleri komisyonuna havale etti. Ertesi
gün komisyon toplanınca, komisyonun toplandığı yere M. Kemal
gelip işlerini kontrol etmeye başladı. Komisyon o öneriyi bir kaç
saat tartıştı.
Nitekim bu komisyonun azaları
hep alim ve avukatlardan oluşuyordu. Öneriyi şerî nasslarla karşılaştırıyorlardı.
Şeriata muhalif olduğunu görüyorlardı. Çünkü İslâm'da biri
dini sulta ve diğeri zaman sultası diye bir şey yoktu. Saltanat
(otorite sahibi olmak) ve Hilâfet aynı şeydir. Birinin adı din
diğerinin adı devlet diye bir şey yoktur. Daha doğrusu burada
sadece İslâm nizamı var ve devlet bu nizamdan bir parçadır,
nizamı uygulayan ise devlettir.
Bunun için yasa koyma komisyonu
bu ayırmayı açıklayan bir nass bulamadı. Daha doğrusu böyle
incelemeyi açıklayan bir nass dahi bulamadı. Çünkü bu hususla
ilgili İslâm nassları gayet açık ve sarihtir. Bunun için
komisyon bu öneriyi reddetme kararı aldı.
Fakat M. Kemal, Hilâfet Devleti’ni
ortadan kaldırmak maksadıyla yerine getirmesi için İngilizlerin
kendisine verdikleri rolün gereği saltanatı (otoriteyi) Hilâfet'ten
ayırmakla dini devletten ayırmak istiyordu. Zira müttefikler, İslâm
Devleti'nin bakıyesini kendi ahalisinin eliyle ortadan kaldırmak
istiyorlardı.
Bunun için M. Kemal o
komisyonun münakaşalarını ve yöneldikleri görüşleri görünce
sinirlerine hakimiyetini kaybedip, birden yerinden atlayıp kürsiye
çıktı. Komisyonun münakaşalarını keserek öfkeyle şöyle bağırmıya
başladı: "Beyler! Osmanlı
Padişahları hakimiyeti halktan zorla gasbettiler. Bu nedenle halk
bunu zorla geri almayı kararlaştırdı. Saltanat Hilâfet'ten ayrılmalı
ve ilga edilmeli. Siz onaylasanız da onaylamasanız da bu olacaktır.
Ancak bu hususta bazılarınızın kellesi düşecek."
M. Kemal, bir diktatör diliyle
konuşuyordu. Komisyonun toplantısı dağıldı. Sonra acele olarak
bu öneriyi tartışmak üzere Millet Meclisi toplantıya çağrıldı.
Meclis bu meseleyi tartışırken M.Kemal gelip görüşün bu
öneriyi reddetmeye yönelik olduğunu anlayınca arkadaşlarını
etrafına toplayıp bu öneri hakkında onaylamanın parmak
kaldırmakla olmasını istedi. Millet vekilleri buna itiraz edip şöyle
dediler: "Oylama gerekiyorsa herkesin ismi ile çağrılarak
gerçekleşsin." Mustafa Kemal bunu reddetip tehdit
üslubuyla şöyle bağırdı: "Meclisin
bu öneriyi oy birliği ile kabul edeceğinden eminim. Oyları parmak
kaldırmak usulü ile almak kafidir."
Öneriyi bu şekilde oylamaya
sundu, ancak az parmaklar yükseldi. Buna rağmen netice Meclisin
öneriyi oy birliği ile kabul ettiği şeklinde ilân edildi. Millet
vekilleri dehşete düştüler, bazıları yerlerinden sıçrayıp; "Bu
doğru değil, biz onaylamadık." diye bağırdılar. Gazinin
taraftarları onları susturmak için bağırmaya başladılar ve küfürler,
söğmelerle birbirlerine karşılık verdiler. Fakat başkan Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin saltanatı ilga etmek hakkında oy birliği
ile karar aldığını bir netice olarak ilân etti. Ondan sonra
oturuma son verdi. M. Kemal, salonu taraftarlarının çemberi içinde
terketti.
Halife Vahdeddin bu kararı öğrenince
memleketten kaçarak ayrıldı. Halifenin kaçtığı ilân edilince
onun yeğeni Abdülmecid herhangi bir sulta sahibi olmadan
müslümanların halifesi olarak ilan edildi. Böylece halife sultasız
oldu. Ve İslâm beldelerinde meşru bir yönetici kalmadı. Zira
saltanat (sulta yani otorite) Hilâfet'ten ayrılınca yöneten kim
olacaktı.
Mustafa Kemal saltanatı Hilâfet'ten
ayırmak için çok ısrarlı idi. Türkiye'de yönetim şeklinin
nasıl olacağını belirtmeden bu husus üzerinde çok ısrar etti,
var gücüyle ona yöneldi. Bunun için saltanat ilga edildikten sonra
yeni hükümetin şekli hakkında tartışmak gerekli olacaktı. M.
Kemal mi bakanlıkları oluşturacaktı? O zaman o, anayasal bir hükümete
başkan olurdu. Halife ise sulta sahibi olarak kalırdı ve
saltanatın ilgası ile ilgili karar etkisiz hale gelirdi. Bu nedenle
M. Kemal hükümeti oluşturmayı kabul etmedi. Ve yapacağı işi
gizledi. Ondan sonra edindiği kuvvet ve sulta yoluyla halka tahakküm
etmeye başladı. Bu esnada bir parti kurdu ve onu Halk Partisi olarak
adlandırdı. Bundan maksadı kamuoyunu kendi tarafına çekmekti.
Çünkü biliyordu ki, meclicte o kararın alınmasına rağmen ezici
çoğunluk saltanatı Hilâfet'ten ayırma kararı bildirildikten
sonra kendisine karşı oldu. Onun için kararlaştırdığı hükümet
şeklinin ilânı meselesini düşünmeye başladı. Ki o mesele Türkiye'nin
Cumhuriyet olduğunu ve kendisini bu cumhuriyetin başkanı olarak ilân
etmekti. Bu nedenle meclisi sıkıntılı bunalımlara sokmaya
başladı. Bunun neticesinde hükümet istifa etti. Hükümet Millet
Meclisi'ne istifasını sundu. Fakat meclis hükümeti oluşturacak
kimse bulamadı. Sıkıntılı bir bunalımdan sonra M. Kemal hükümeti
oluştursun diye bir öneri sunuldu. Meclis geçirdiği bunalım ve
zor şartlardan dolayı bu öneriyi kabul etti ve Kemal'den hükümeti
oluşturup bunalımı çözmesini istedi. O ise, önce isteksizlik
gösterdi, daha sonra meclisin talebini kabul etti. Kürsiye çıkıp
milletvekillerine şöyle seslendi:
"Sıkıntılı bir anda
durumu kurtarmak için beni çağırdınız. Fakat bu sıkıntılı
bunalım sizden çıktı, bu bunalımın çıkış sebebi geçici bir
husus değildir. Bilâkis hükümetimizin düzeninin temelindeki esaslı
bir hatadan kaynaklanıyor. Zira Millet Meclisi aynı vakitte hem
yasama otoritesi görevini hem de yürütme otoritesi görevini
yürütüyor. Sizden her milletvekili, hükümetin alacağı karara
katılmak istiyor. Yine hükümetin idaresinin her hususuna hatta her
bir bakanın her kararına parmağını sokmak istiyor. Beyler! Hiç
bir bakan bu şartlarda bu makamı kabul etmez ve mesuliyeti yüklenmeye
kalkışmaz. Şunu idrak etmelisiniz ki, bu esaslar üzerine kurulu
olacak hükümetin var olması imkansızdır. Var olursa bir hükümet
olmaz, kargaşa olur. Biz bu durumu değerlendirmeliyiz. Bunun için
Türkiye'nin seçim yoluyla başkanı olacak bir cumhuriyet olmasını
istiyorum. Ve öyle karar alıyorum."
M. Kemal sözünü bitirdikten
sonra Türkiye'nin cumhuriyet olmasını kararlaştıran bir tasarı
hazırladı. Ve bu tasarıda M. Kemal'in Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk
başkanı seçilmesini içerdi. Böylece M. Kemal, kendisini
memleketin tek yasal idarecisi olarak ilân edecekti.
Ne var ki, işler M. Kemal'in
istediği gibi yürümedi. Çünkü Türk halkı müslümandır. M.
Kemal'in yaptığı ise İslâm'a aykırıdır. Bunun için memlekette
M. Kemal'in İslâm'ı yok edeceğine dair bir fikir yayıldı. M.
Kemal'in davranışları da bu fikri destekledi. Çünkü, özel hayatında
İslâm'a tamamen aykırı hareket ediyordu. Müslümanların kabul
ettikleri bütün kutsal değerlere aykırı hareket ediyordu. Halkın
çoğu Ankara'nın yeni yöneticilerinin lânetli kâfir olduklarını
emin bir şekilde anladı. Halk, halife Abdülmecid etrafına
sarılmaya başladı. Kendisine sultayı geri vererek o mürtedleri
yok etmesi için onu yönetici yapmak girişiminde bulundular. M.
Kemal bu tehlikeyi müşahhas şekilde farketti. Halkın çoğunun
kendisinden nefret ettiğini, kendisini küfürle, inkârcılıkla ve
zındıklıkla itham ettiklerini gördü. Bu hususu düşündü.
Halifeye ve Hilâfet'e karşı propaganda yapmaya koyuldu. Millet
Meclisi'ni tahrik edip cumhuriyete herhangi bir muhalefetin çıkmasını
yok etmekle ilgili bir kanun çıkarttı. Yine Padişaha herhangi bir
meyl göstermek bir ihanettir ve bunu yapan ölümle cezalandırılır
diye bir kanun çıkarttı. Ondan sonra her oturuşunda ve özellikle
Millet meclisi'nin oturumlarında Hilâfet'in zararlarından sözetmeye
başladı. Hilâfet'i ilga etmek için atmosferi hazırlamaya da
başladı. Bazı milletvekilleri Hilâfet'in Türkiye için diplomatik
açıdan faydalarından söz etmeye başladılar. M. Kemal onlara
karşı koydu ve Millet Meclisi'ne şöyle seslendi: "Türk
köylüleri beşyüz yıl boyunca Hilâfet, İslâm ve din adamları için
savaşıp ölmedi mi? Türkiye'nin kendi maslahatına bakması
Hindistanlıları ve Arapları ihmal etmesi ve müslümanların
liderliğinden kendisini çekmesi zamanı artık geldi..."
Böylece M. Kemal, Hilâfet'e
karşı propagandayı sürdürerek devam etti. Hilâfet'in Türklere
zararlarını, halifenin bizatihi var olmasının zararlarını göstermekle
bu işi yürüttü. Halife ve taraftarlarının hain suretinde,
İngilizlerin ajan ve kuklaları suretinde göstermeye başladı.
Bununla da yetinmeyip Hilâfet'i destekleyenlere karşı bir korkutma
hamlesi başlattı. Bir milletvekili Hilâfet'e bağlılığı ve dini
muhafaza etmenin vücubunu açıklayınca, konuştuğu gece M. Kemal
ona süikast hazırlaması için bir kişiyi sorumlu kıldı. O
milletvekilli Millet Meclisi'nden evine dönerken M. Kemal'in bir
taraftarı tarafından süikasta uğrayıp öldürüldü. Başka bir
milletvekili İslâmî bir konuşma yapınca, M. Kemal onu yanına çağırıp
böyle bir şeyle bir daha ağzını açarsan seni keserim diye tehdid
etti.
Böylece M. Kemal memleketin
bütün taraflarında korku saçtı. Sonra İstanbul valisine
halifenin mertebesini en asgariye indirmek ve onun cuma namazını eda
ederken halifenin lehine yapılan gösterilerin kaldırılmasına dair
emir gönderdi. Halifenin taraftarlarına halifeden vazgeçmeleri
için bir uyarı gönderdi. M. Kemal'in ılımlı bazı taraftarları
bunu görünce İslâm hamiyeti kendilerinde harekete geçti.
Hilâfet'in ilgasından da korktular. M. Kemal'den kendisini müslümanların
halifesi olarak nasb etmesini istediler. Fakat o bunu reddetti. Sonra
iki heyet -birisi Mısır'dan diğeri Hindistan'dan- yanına gelip
kendisini müslümanların halifesi olarak nasb etmesini istediler.
Çok rica ettiler, fakat o bunu kesin şekilde reddetti.
Hilâfet'in ilgasının ilânı
için son ve kesin darbeyi vurmak hazırlığını yaptı. Halk, ordu
ve meclisi yabancılara ve düşmanlara ve iddia ettiği gibi onların
müttefiki olan halifeye karşı tahrik etti, kalplerini bunlara
karşı buğz ve kinle doldurdu. Yabancılara karşı buğz ve kini
tahrik etmek bir hileydi. Maksat, o yolla halifeyi yabancıların müttefiki
olmakla itham edip ona karşı buğzu tahrik etmekti. Bir de halifeye
karşı kışkırtıcı söylentilerle havayı zehirlemekti. Bu hava
memlekette hakim olunca 3 Mart 1924'de Millet Meclisi'ne Hilâfet'i
ilga etmek, halifeyi kovmak ve dini devletten ayırmakla ilgili bir
tasarı sundu. Bu tasarıyı kanunlaştırmak için çalışırken
milletvekillerine şöyle seslendi:
"Tahdit edilen cumhuriyeti
korumak ve onu ilmî sağlam esaslara dayandırmak, ne pahasına
olursa olsun yapılmalıdır. O halde halife ve Osman oğullarının
izleri yok olmalı. Eski dinî mahkemeler ve kanunları çağdaş
mahkemeler ve kanunlarla değiştirilmeli. Din adamlarının okulları
yerine dini olmayan devlet okulları olmalı."
Ondan sonra M. Kemal, dine ve
din adamları olarak nitelendirdiği kişilere saldırdı. Diktatörlük
sultasıyla bu kanun tasarısını millet meclisine onaylattı. Ondan
sonra İstanbul valisine Halife Abdülmecid'in ertesi gün gün doğmadan
önce Türkiye'den ayrılmasına dair bir emir gönderdi. Valiye bu
emir gelince kendisi polis ve askerden müteşekkil bir birlik alarak
gece ortasında halifenin sarayına gidip zorla onu bir arabaya
bindirerek Türkiye hududundan dışarı kovdular. Halifenin içinde
bir kısım elbisesinin bulunduğu tek bir çanta ile bir miktar
paradan başka bir şey götürmesine dahi müsaade etmediler.
İşte M. Kemal, İslâm
Devleti'ni ve İslâm Nizamını yıkıp yerine kapitalist devleti ve
kapitalist nizamını böyle kurdu. Bu şekilde İslâm Devleti'ni yok
etti. Kâfirlerin haçlı seferlerinden beri hayal kurdukları rüyaları
onlar için gerçekleşti. Bu rüya ise İslâm Devleti'ne son
vermekti.
|