HUDEYBİYE
ANTLAŞMASI
Resulullah (sas)'in
Mekke'den hicreti üzerinden altı sene geçtikten, ordusuna ve İslâmî
topluma güveni tam olduktan, müslümanların devleti tüm Arapların
yanında kendisinden korkulan bir konuma geldikten sonra; Resulullah (sas),
Davetin yolunda ve İslâm Devleti'nin kuvvetlenmesi ve düşmanlarının
zayıflatılması yolunda yürümek için başka adımlar atmayı düşündü.
Nitekim ona Hayber ehli ile
Mekke ehli arasında müslümanlarla savaşmak üzere bir görüşme
olduğu haberi ulaştı. Bunun üzerine Resulullah, kendisini Mekke
ehli ile sözleşmeye götürecek bir plan çizdi. Onunla Arabın
arasının boşalması neticesine ulaşacak. Böylece Arab Yarımadası'nda
Davetin yayılması ve Hayber'in Kureyş'ten uzaklaştırılması
kolay olacaktı. O, bu planı şöyle görüyordu: Beyt-ül Haram'ı
ziyaret, sulh planını zorunlu kılar ki, bununla Resulullah
maksadına ulaşmış olur. Aynı zamanda Haram Aylarda Arablarla
savaş yapılmaması onun için bu planı kolay kılar. Resulullah (sas),
Kureyş'in birliğinin çözüldüğünü de biliyordu. Müslümanların
korkusu, Kureyş'i sarmaya başlamıştı. Onlar, onun için bin bir
hesab yapıyorlardı.
Böylece Resulullah (sas) Hac
için Beyt-ül Haram'a gitmek istedi. Eğer Kureyş ona mani olursa,
bu engel oluş onun için Arablar arasında İslâm'a davet ve Kureyş'e
karşı propaganda vesilelerinden bir vesile olurdu. Onun için
Resulullah (sas), Haram Aylardan biri olan Zilkade ayında (Umre için)
Hacca izin verdi. Ve çevredeki müslüman olmayan Arab kabilelerini
emniyet içinde savaş yapmaksızın kendisi ile beraber Beytullah'a
çıkmaları için davette bulundu. Ondan maksadı ise, Arablara Hac için
çıktığını savaş için çıkmadığını bildirmekti. Dininden
olmadıkları halde müslüman olmayan Arabları da kendisi ile
birlikte çıkmaya ortak ediyordu. Çünkü o, savaş istemiyordu.
Bununla, eğer Kureyş onun Hac etmesine mani olursa kamuoyunun kendi
yanında olmasını sağlamayı kasdediyordu. Nitekim sulh planını
kararlaştırdı. Onun için kınlarındaki kılıçları dışında müslümanların
silah taşımalarına izin vermedi. Onlara kendisinin savaş için değil
Hac için yola çıktığını bildirdi.
Resulullah (sas), Medine'yi
beraberinde 1400 kişi olduğu halde terketti. O kulağının ucu
kesilmiş dişi devesinin üzerinde insanların önüne geçti.
Beraberinde yetmiş deve sevk etti. Umre için ihram etti ki, insanlar
onun harbinden emin olsunlar ve bilsinler ki o, savaş için değil
ancak Beytullah el-Haram'ı ziyaret için yola çıkmıştır.
Medine'den altı ya da yedi mil
mesafe kat ettikten sonra Zul Huleyfe'ye vardılar. Orada Umre için
kaldı. Mekke'ye doğru yürüdüler. Kendilerinin savaş için değil
Hac için geldiklerini bildiren haberlerini Kureyş'e ulaştırdı.
Kureyş, bunun bir hile olabileceği, Muhammed'in Mekke ehline
saldırmak için kendilerine hile yaptığını düşünerek
korktular. Bu mesele üzerine bin bir hesab yaptılar. Ve her ne kadar
kendilerine çok pahalıya da mal olsa, Muhammed'in Mekke'ye girişine
engel olmaya karar verdiler. Müslümanlarla karşılaşmak ve onları
Mekke'den alıkoymak için ordu hazırladılar. Halid b. Velid'i ve
İkrime b. Ebu Cehil'i ordunun kumandanı tayin ettiler. Ordu, büyük
bir ordu idi. İçinde sadece atlı süvari sayısı 200 idi. Müşriklerin
ordusu Mekke'den çıktı, mani olmak için Hacca gelenlere doğru yöneldi
ve Zî Tava'ya vardılar. Kışla oradaydı. Muhammed (sas)'e
Kureyş'in yaptığı işin haberi ulaştı. İşitti ki, Kureyş
kendisini Hac'tan alıkoymak için ordu hazırlamıştır.
Resulullah (sas), Usfân'a vardığı
zaman ona Beni Kâb'tan bir adam rastladı. Nebî (sas), ona Kureş'in
haberini sordu. O dedi ki: "Kureyş, senin çıkışını
işittiler. Onlar kaplanlarının derilerini giymiş oldukları halde
çıktılar. Zî Tavâ'ya inmişlerdir. Allah'a ahd ederler ki, asla
onların yanlarına Mekke'ye girmeyesin. İşte Halid b. Velid
onların atlıları içindedir. Onları Kürâ-ı Gamîm'e önden
göndermişlerdir." Resulullah (sas) onu işitince dedi ki:
"Yazık şu Kureyş'in
haline. Harb onları yedi. Şayet benimle sair Arabın arasını
serbest bıraksalar, oradan çekilseler ne olur. Eğer Arablar bana
isabet ederlerse bu Kureyş'in istediği şey olur. Eğer Allah beni
onlara galib kılarsa, İslâm'a akın akın dahil olurlar. Eğer
Arablar bunu yapmazlarsa, Kureyş onlarla kuvvetle savaşır. Acaba
Kureyş ne zannediyor. Vallahi, Allah'ın beni kendisiyle gönderdiği
Din için mücahede etmekte devam ederim. Nihayet ya Allah onu galib kılar
izhar eder veya işte bu boynumun yanı yalnız kalır. (Yani zafere
ulaşıncaya kadar ya da ölesiye
kadar mücadelesinde devam eder.)"
Burada Resulullah durup meseleyi
düşünmeye başladı. Daha önce belirlediği plana tekrar baktı. O
barış planı kararlaştırmış savaşa hazırlanmamıştı. Fakat
Kureyş onunla savaşmak için ona ordu göndermişti. Halbu ki o,
savaş istemiyordu. Bu durumda o, ya geri dönecek ya da barış
planını değiştirecekti. Zira o, biliyordu ki eğer harb kaçınılmaz
olursa, müslümanlar imanlarıyla düşmanlarına karşı koymaya ve
onlarla savaşa girmeye muktedir idiler. Fakat o, harbe
hazırlanmamış ve savaşı kararlaştırmamıştı. O, ancak Hac
yapmak için barışçı olarak gelmişti. Eğer red edilir ve Hacdan
alıkonulursa o, bu alıkonmaya da hazırdı. Zira o, bu engelin de
savaşçı değil barışçı olmasını istiyordu. Savaşa girmek
istemiyordu. Resulullah (sas), belirlediği bu barış planı ile
Arablar ve Kureyş yanında ve Mekke'de İslâmî Davetin yayılması
ve yücelmesi lehine kamuoyu oluşturmayı istiyordu. Çünkü bu
hava; Davetin yayılması, zafere erişmesi için en büyük yardımcı
faktörlerden birisidir. Onun için Resulullah (sas), barış
planını kararlaştırdı da harbi kararlaştırmadı. Eğer o, harb
etse idi bu plana muhalefet etmiş olacaktı. Böylece de onun
Medine'den çıkmasına sebeb olan o imkanı da kaybetmiş olacaktı.
Onun için ne yapacağı hakkında çok düşündü. Bunu herhangi bir
insanın düşüncesinden daha uzak görüşlülük, daha derin
fikirlilik ve daha ince siyasetle yapmaktaydı. Onun için barış
planında devam etmeye karar verdi ki, kendisine ulaşmak için çıktığı
maksadı heder olmasın, planı boşa çıkmasın. Arabların yanında
Kureyş'in aleyhine bir delil olsun. Kureyş hakkındaki kamuoyu onun
lehine dönüşsün. Bunun için Resulullah (sas) insanlara şöyle
nida etti:
"Onların bulunduğu
yolların dışında bir yol üzere bizi çıkaracak olan kim
vardır?"
Bir adam onlarla birlikte çıkıp
onlara yolu gösterdi. İçinde yürümesi güç olan dağlar
arasındaki çukurluklar arasında taşlık bir yolda çok meşakkatle
yürüdüler. Yorucu bir cehdten sonra vadinin kesildiği bir yerde düzlüğe
indiler. Oradan Mekke'nin altında bir yere ulaştılar ki oraya
Hudeybiye denilir. Askerler de oraya yerleşti. Halid ve İkrime'nin
ordusu onları görünce, korkup koşarak Mekke'ye doğru onu savunmak
için geri döndüler. Onların arasına müslüman ordularının
saldırması ve Mekke'nin hudutlarına girmesi korkusu yayıldı. Müşriklerin
ordusu, Mekke'nin içinde onun savunması için hazır vaziyette
beklemeye başladılar. Nebî'nin ordusu ve onunla beraber olanlar de
Hudeybiye'de bekliyorlardı. Kışla (kamp) ikisinin
karşılaşmasını bekliyordu. Mekke'nin içinde Kureyş ve
Hudeybiye'de müslümanlar her biri diğerinin karşısına koyacağı
planı düşünüyorlardı.
Bazı müslümanlar, Kureyş'in
kendilerine Hac imkanı vermesinin mümkün olmadığını düşünüyorlardı.
Zira Kureyş, onlara karşı harb için hazırlanıyordu. Onun için
onunla savaşmak, ona galip gelmek ve ondan sonra Hac yapmaktan başka
yol yoktu. Böylece Kureyş meselesini tamamen halletmiş, ortadan
kaldırmış olurlardı.
Kureyş ise, kendisini
sıkıntıya koyan her hazırlık ile müslümanlarla harbe hazırlanmayı
ve onlarla savaşmayı hatta harb yaptığı zaman kendisinin tamamen
yok olması neticesine dahi götürse bile müslümanlara karşı
koymayı düşünüyordu. Lâkin Kureyş, müslümanların ne
yapacağına bakarak bin bir hesab yapıyordu.
Resulullah ise, belirlediği
planında duruyordu. Ki o, barış planı idi. Ta ki kendisine
ulaşmak için çıktığı gayeye ulaşsın. Hudeybiye'de kampta
Kureyş'in ne yapacağını görmek için bekleyerek durdu. O
biliyordu ki, Kureyş kendisinden şiddetle korkmaktadır. Ve onun Hac
için gelişi meselesi hakkında antlaşmaya varmak için kendisi ile
görüşür, çok geçmeden elçilerini gönderir. Nitekim bilfiil
öyle oldu. Kureyş, Budeyl b. Verkâ'iyi Huzaa'dan bir takım
adamlarla birlikte görüşme heyeti olarak Resul'e ne sebeble
geldiğini sormaları için gönderdi. Kısa bir görüşme sonunda
çok geçmeden onlar müslümanların harp için değil ancak Beyt'i
ziyaret ediciler olarak onun hürmetine ta'zim etmek üzere
geldiklerine kanaat getirdiler. Ve Kureyş'i buna ikna etmek için
geri döndüler. Kureyş'i ikna etmeye çalıştılar. Bunun üzerine
Kureyş onları Muhammed için çalışmakla itham ettiler. Onların sözlerine
güvenmediler. Ve Mekrez b. Hıfs başkanlığında başka bir heyet gönderdiler.
Bu heyet de birinci heyet gibi oldu. Daha sonra Kureyş, Ehabiş'in
lideri olan Huleys'i Muhammed'le görüşmek için gönderdi. Kureyş,
ona ve kavmine Muhemmed'e karşı oluşlarına itimad ediyorlardı.
Kureyş'in maksadı onun müslümanlar üzerine azmetmesini sağlamaktı.
Eğer o görüşmesinde başarıya ulaşmadan geri dönerse kini artar
ve Mekke'nin savunmasında daha da şiddetli gayret gösterirdi.
Fakat Resulullah (sas) onun çıkışını
öğrenince, müslümanların niyetinin harb yapmak değil sadece Hac
yapmak olduğunu hissedilir bir şekilde görmesi için beraberinde
götürdükleri kurbanlıkların onun önüne salıverilmesini
emretti. Huleys Mekke'den çıktı. Müslümanların kampına gelince,
develerin vadide yayılmakta olduğunu müslümanların ve
kurbanların Umre için hazır beklediklerini, savaş için hazırlıklı
olmadıklarını, kamplarında ibadet havasının estiğini görünce,
bu manzaradan etkilendi. Ve bu insanların savaş değil ibadet
istediklerini yakinen öğrendi. Çok geçmeden müslümanların
bakışı ile ikna olup Resulullah (sas) ile görüşmeden önce
Mekke'ye geri döndü. Durumu Kureyş'e bildirdi ve onlardan müslümanların
Hac yapmalarına müsamaha göstermelerini istedi. Ve onlara kızdı
ve hiddeti arttı. Muhammed ile Ka'be arasını serbest bırakmazlarsa
kendilerini terk etmek ve Ehabiş ile birlikte Mekke'den yüz
çevirmek ile onları tehdit etti. Fakat onlar onu razı ettiler ve
ondan kendilerini kendi işleri hakkında düşünmeye bırakmasını
(yani aralarından çekilmesini) ve susmasını istediler.
Daha sonra Kureyş, Urve b.
Mesud es-Sekâfi'yi -onun görüşüne ve kendisine güvenlerini ona
te'kid ettikten sonra- Resulullah (sas)'e gönderdi. Sonra o, oradan
çıkıp Resulullah (sas)'e geldi. Ve Mekke'den geri dönmesi için
onunla görüşmeye başladı. Görüşmede her türlü uslubu kullanıyordu.
Fakat bunda başarılı olamadı. Resul'ün görüşüne kanaat
getirerek geri döndü. Ve Kureyş'e dedi ki: "Ey
Kureyş topluluğu, şüphesiz ki ben Kisra'yı makamında gördüm.
Kayser'i makamında gördüm. Ve Necaşi'yi makamında gördüm. Ben,
vallahi şimdiye kadar kavmi içinde hiç bir meliki görmedim ki,
asla Muhammed'in ashabı içinde olduğu gibi bir yeri olsun. And
olsun ki bir kavim gördüm ki hiç bir şeyden dolayı asla onu
yardımsız bırakmazlar. O halde reyinizi ona göre ayarlayın."
Bu ise Kureyş'in inadını ve düşmanlığını
iyice artırdı. Konuşmalar bir görüşe varmaksızın uzadı.
Resulullah (sas) görüşme için onlara bir heyet göndermeyi düşündü.
Belki Kureyş'in elçileri ondan korkuyorlardır. Belki onun elçisi
onları ikna eder. Ve onlara kendi devesi ile Harraş b. Umeyye el-Huzaiy’yi
gönderdi. Fakat onlar Resulullah'ın devesinin bir ayağını
kestiler. Eğer Ehabis onu himaye etmeseydi onu katl etmek
istiyorlardı.
Kureyş, düşmanlığında
şiddetlendi. Ayak takımlarından bir gurubu, gece müslümanların
kamplarını taşlamaları için gönderdi. Onun için müslümanlar kızdılar
ve onları öldürmeyi düşündüler. Fakat Resulullah, müslümanların
gadabını hafifletti ve onları sakinleştirdi. Anlatılır ki;
Kureyş'ten 50 adam müslümanları vurmak için kampa doğru çıktılar.
Fakat daha sonra yakalandılar ve Resulullah'a getirildiler. O da
onları affetti ve salıverdi. Bu amelin Mekke'de büyük bir etkisi
oldu. Zira bu, Muhammed'in harb için değil sadece Hac için geldiğini
söylemesindeki doğruluğun katî delili idi. Bununla Mekke'de
Resulullah'ın lehine bir kamuoyu oluştu. Hatta Resulullah, o vakit
Mekke'ye girse ve Kureyş ona mani olmaya çalışsaydı, muhakkak ki
bu Kureyş'in aleyhine olurdu. Zira Mekke ehli ve Arablar Kureyş'in
karşısındaydılar. Onun için Kureyş, kıştırtmalarını ve
meydan okuyuşlarını kesti ve meseleleri hakkında düşünmeye başladılar.
Onların havasında barış işaretleri ortaya çıktı.
Bunun üzerine Resulullah (sas)
müslümanlardan birisini onlarla görüşmek için göndermek istedi.
Sonra Ömer b. Hattab'ı onlara göndermek için çağırdı. Ömer (ra)
şöyle dedi: "Ya Resulullah! Ben kendim için Kureyş'ten
korkmuyorum. Mekke'de beni Adiyy b. Kâ'b'dan savunacak hiç bir kimse
yoktur. Kureyş ise benim onlara olan düşmanlığımı ve onlara
karşı olan sertliğimi biliyorlar. Fakat ben sana bir adam göstereyim.
O, onlara karşı benden daha güçlüdür. Osman b. Affan."
Bunun üzerine Nebî (sas) Osman'ı çağırdı ve onu Ebu Sufyan ve
Kureyş'in eşrafına gönderdi. Osman (ra), Kureyş'e gitti ve
Resulullah'ın mesajını onlara bildirdi. Onlar ona dediler ki: "Eğer
Beyt'i tavaf etmeyi istersen tavaf et." O da dedi ki: "Resulullah
onu tavaf etmeden tavaf edecek değilim." Ve onlarla
meselesini görüştü. Fakat Kureyş red etti. Aralarında konuşma
uzadı. Görüşmeler devam etti ve Kureyş tarafından red edilme
noktasından müslümanların isteği ile Kureyş'in isteğini
uzlaştıracak bir planın belirlenmesi noktasına dönüştü. Kureyş
Osman (ra) ile beraber Muhammed ile kendileri arasında alâkaların
oluşturulması hakkında araştırma yaptılar, konuştular. Osman'a
ısındılar ki; o, onları bu sıkıntıdan ve Muhammed'le süren bu
düşmanlıktan kurtaracak bir yol bulur.
Osman (ra)'ın bir netice elde
etmeden Mekke'de kalması uzayınca, müslümanlar arasında
Kureyş'in Osman'a ihanet edip onu öldürdüğü şayiası yayılmaya
başladı. Müslümanlar arasında dalgalanma iyice arttı. Kureyş'in
Osman'ı öldürdüğü, müslümanların çoşup dalgalandığı,
onlardan her birisinin kılıcının kabzasına el koyduğu, harb ve
kıtal için hazırlanmakta olduğu korkusu Nebî (sas)'in içine düştü.
Resul (sas), belirlediği
barış planına tekrar baktı. Gördü ki durum, Kureyş'in haram
ayda Osman'ı (o, bir görüşme elçisi olduğu halde)
öldürmesinden sonra o plana tekrar göz atmayı gerekli kılıyordu.
Onun için dedi ki:
"Bu kavimle savaşmadan
burayı terk etmeyiz."
Ve ashabını kendisine çağırdı.
Bir ağacın altına durup ashabının kendisine biatını istedi.
Onlar Resulullah ile ölesiye kadar savaştan kaçmamak üzere biatlaştılar.
Onların cesaretleri, azimetleri ve imanlarındaki sadakatları daha
da arttı. Biat tamamlanınca Resulullah (sas), Osman için de bir
elini diğer eli üzeine koyarak biatlaştı, sanki o, onlarla beraber
orada hazırmış gibi. Bu biat, Biat-ı Rıdvan'dır. Onun hakkında
Allahu Teâlâ'nın şu sözü indi:
"(Ey Muhammed) Allah,
mü'minlerden sana ağaç altında biat ederlerken razı olmuştur. Gönüllerinde
olanı da bilmiş, onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir
fetihle mükafatlandırmıştır."
Biat tamamlanır tamamlanmaz, müslümanlar
çarpışmaya dalmak ve harbe girmek için hazırlanmaya başladılar.
Ta ki Osman'ın öldürülmediği haberi onlara ulaşıncaya kadar.
Çok geçmeden Osman (ra) geri döndü ve Kureyş'in kendisine söylediğini
Resulullah'a haber verdi. Böylece Resulullah ile Kureyş arasındaki
barış görüşmeleri tekrar yenilendi. Hatta Kureyş, Süheyl b. Amr
Resulullah'a elçi olarak gönderdiler ki o, Resulullah ile genişlemekte
olan Hac ve Umre meselesini görüşsün, onunla bu yıl Mekke'den
geri dönmesi esası üzerine onunla ve Kureyş arasındaki yapılacak
sulh üzerine görüşme yapsın. Resulullah, bu esas üzerine sulh
görüşmelerini kabul etti. Çünkü bu görüşmeler onun Beyt'i
ziyaret konusunda kasdettiği gayesini gerçekleştirecekti. Beyt'i bu
yıl ya da gelecek yıl ziyaret etmesi ona bir zarar vermezdi. Zira o,
Hayber'i Kureyş'ten koparmak istiyordu. İslâm Davetinin yayılması
için Arabla kendisi arasını serbest hale getirmek istiyordu. Onun için
kendisi ile Kureyş arasında çıkmak üzere olan kıtalı ve sürekli
harbi durduracak bir antlaşmanın yapılmasına rağbet ediyordu. Hac
ve Umre meselesine gelince, bugün ya da yarın olması bir şeyi
değiştirmezdi.
Resulullah (sas), Süheyl b. Amr
ile görüşmelere başladı. Aralarında sulh meselesi ve şartları
uzun konuşmalar cereyan etti. Resulullah'ın anlayışı, derin
fikirliliği, tecrübesi ve dakik siyaseti olmasaydı görüşmeler
çoğu zaman kesilmekle yüz yüze geliyordu. Müslümanlar,
Resulullah'ın etrafında bu konuşmaları dinliyorlardı. Onlar, bu
konuşmaları Umre meselesi hakkında konuşmalar olarak itibar
ediyorlardı. Halbuki Resulullah, bu konuşmaları harbin durması için
konuşmalar olarak itibar ediyordu. Onun için müslümanlar, bunları
kabul edemiyorlardı. (Onlara çok ağır geliyordu.) Halbuki
Resulullah (sas); tafsilâtlara, âcil faidelerine bakmaksızın görüşmeyi
istediği gaye doğrultusunda yönlendiriyordu. Ta ki iki taraf arasında
muyyen şartlar üzerine ittifak hasıl oldu.
Fakat bu şartlar mülümanlara
tesir etti ve onların gadablarını harekete geçirdi. Müslümanlar,
Resulullah'ı bu şartları red ettirmeye çalışıyorlardı. Nitekim
Ömer b. Hattab, Ebu Bekir'e gelip dedi ki: "Muhakkak ki biz,
dinimizde zillete düşmeyiz." Ve Resulullah'ı bu şartlar
üzerine ittifak yapmamaya ikna etmek için Ebu Bekir'i alıp
Resulullah'ın yanına götürmeye çalıştı. Fakat o ikna olmadı.
Sonra Ömer Nebî'ye geldi, öfkeli ve hiddetli olarak onunla konuştu.
Onun bu konuşması Resulullah'ın sabrını ve azmini değiştirmedi.
Ve Ömer'e dedi ki:
"Ben Allah'ın kulu ve
O'nun Resulüyüm. Elbette ve asla O'nun emrine muhalefet etmem ve O
beni pişman etmez." Sonra
Resulullah (sas), Ali b. Ebu Talib'i çağırdı ve ona; "Rahman
ve Rahim olan Allah'ın ismiyle, yaz" deyince Süheyl şöyle
dedi: "Bunu kabul etmem. Ben, Rahman ve Rahim'i tanımıyorum.
Fakat şöyle yaz: Bismike Allahümme (Ey Allah'ın senin
isminle)." Resulullah, "Ey Allah'ın Senin
İsminle yaz" dedi. Sonra şöyle dedi: "Yaz;
Bu Muhammed Resulullah'ın Süheyl b. Amr ile yaptığı barış sözleşmesidir."
Süheyl de dedi ki: "Bunu kabul etmiyorum. Şayet senin
Resulullah olduğuna inansaydım, seninle savaşmazdım. Lâkin kendi
ismini ve babanın ismini yaz." Resulullah (sas) de; "Bu;
Muhammed b. Abdullah'ın Süheyl b. Amr ile yaptığı barış sözleşmesidir"
diye buyurdu. (Ahmed bin Hanbel müs. Kifiyyun 18152)
Daha sonra iki taraf arasındaki sözleşme yazıldı. Bu sözleşmenin
maddeleri aşağıdadır:
1-
Bu antlaşma bir barış antlaşması olacak, iki taraf aralarında
sulh yapıp anlaşacaklar ki, harb ve kıtal olmasın.
2-
Kureyş'ten kim müslüman olur ve velisinin izni olmaksızın
Muhammed'e gelirse o onlara geri verilecektir. Müslümanlardan kim
dinden döner de Kureyş'e gelirse onlar onu Muhammed'e geri
vermeyeceklerdir.
3-
Arablardan kim Muhammed'in tarafına geçmek isterse geçer ve kim de
Kureyş'in tarafına geçmek isterse geçer.
4-
Bu sene Muhammed ve ashabı Mekke'den geri dönecek ve onlar gelecek
sene geri gelecekler, Mekke'ye girecekler ve orada üç gün
kalacaklar. Yanlarında sadece kınlarındaki kılıçları silah
olarak bulunacak. Başka silah olmayacak.
5-
Bu antlaşma yürürlüğe girdiği andan itibaren 10 sene geçerli
olacak.
Resulullah (sas) ve Süheyl,
müslümanların ordusunun dalgalanmaları ve öfkeleri arasında bu
antlaşmayı imzaladılar. Süheyl kalktı ve Mekke'ye geri döndü.
Resulullah (sas) de müslümanlardan gördüğü şiddet, öfke, kin
ve kıtala rağbetten kaygılanarak ayağa kalktı. Ve eşi Ummi
Seleme'nin odasına girdi. Ona halkın durumunu bildirdi. O da dedi
ki: "Ya Resulullah, muhakkak ki müslümanlar
sana muhalefet etmiyorlar. Onlar; dinleri, Allah'a ve senin risaletine
imanları için şiddetlendiler. Tıraş ol, ihramdan çık. Müslümanların
sana tabi olduklarını görürsün. Daha sonra onlarla birlikte
Medine'ye geri dönmekte acele et."
Bunun üzerine Resulullah
müslümanların karşısına çıktı. Halka Umre'yi duyurarak
tıraş oldu. İçi huzur ve hoşnutlukla doldu. Müslümanlar,
Resulullah'ı huzurlu görünce ona uyarak Kurban kesmeye ve tıraş
olmaya kalkıştılar. Daha sonra Nebî ve müslümanlar Medine'ye
geri döndüler. Onlar yolda iken Resulullah'a Fetih Süresi indi.
Resulullah müslümanlara onu başından sonuna kadar okudu. Böylece
hepsi de yakînen bildiler ki, bu antlaşma müslümanlar için
büyük bir fetihtir.
Müslümanlar, Medine'ye vardılar.
Ve Resulullah (sas), Hayber'in varlığını ortadan kaldırmak ve
Daveti, Yarımada'nın dışına yaymak, Yarımada'da ise
sabitleştirmek için belirlediği planı uygulamaya koymaya
başladı. Kureyş'le yapılan bu sulh döneminde o (sas), bazı pürüzleri
gidermek ve Yarımada'nın dışına ulaşmak için uğraştı,
meşgul oldu. Bu ise, onun için o Hudeybiye antlaşmasının
sayesinde mümkün oldu. Resulullah (sas) bununla Hacca gitmeyi
azmettiğinde belirlediği planını, uğrunda zorluk ve engellerle
karşılaşmasına rağmen ince bir şekilde uygulamaya muktedir oldu.
Ve istediği siyasî gayeye ulaştı. Böylece Hudeybiye açık bir
fetih oluyordu. Ve onun bazı neticeleri vardır ki şöyledir :
1-
Resulullah (sas)'i genellikle Arabların yanında, özellikle de Mekke
içinde ve Kureyş arasında İslâmî Daveti te'yid edici bir
kamuoyunun oluşmasına ulaştırdı. Bununla müslümanların heybeti
kuvvetlendi, Kureyş'in heybeti ise zayıfladı.
2-
Bu antlaşma, müslümanların Resulullah'a güvenlerini açığa çıkardı.
Müslümanların imanlarının kuvveti, tehlikeli anlarda bile
ayaklarının sabit oluştaki şiddeti ve onların ölümden korkmadıklarına
delâlet etti.
3-
Bu antlaşma, müslümanlara siyasî manevraların İslâmî Davetin
vesilelerinden olduğunu öğretti.
4-
Bu antlaşma, Mekke'de müşrikler arasında kalan müslümanların düşman
kampının içinde bir gedik halinde pürüz çıkarmalarını
sağladı.
5-
Bu antlaşma, siyasette yolun/metodun; fikrin cinsinden, doğru sözlülük
ve ahde vefalık olduğunu açıkladı. Fakat vesileye gelince; onda
mutlaka dehâ olması gerekliliğini, dehânın ise hakiki vesile ve
gayelerin düşmandan gizlenmesi olduğunu gösterdi.
|