MUKADDİME
Bu çağda yaşayan insanlar,
İslâm'ı tam tatbik eden İslâm Devleti'ni idrak etmedi. Bu
insanlar, batılıların saldırılarıyla ortadan kaldırılan İslâm
Devleti'nin (Osmanlı Devleti'nin) son zamanlarında yaşadılar.
Onlar, İslâm Devleti'nin sonlarına doğru İslâmî yönetimin
ancak kalıntılarını gördüler. Onun için İslâmî yönetimin
suretini zihinlerinde, hafızalarında canlandırarak vakıaya hakim
kılan müslümana rastlamak zordur. Zira genellikle İslâm'ın yönetimini
ancak, İslâm topraklarının tamamında hakim olan fasid (çürük)
demokratik nizamlarda gördüğü ölçü içerisinde tasavvur
edebilmektedirler. Zor olan şey, sadece bu değil. Bununla birlikte,
batı kültürünün etkisinde olan bu zihniyetlerin ortadan kaldırılmasında
daha da çok zorluk vardır. Bu batı kültürü, batının İslâm
Devleti’ne karşı kullandığı meşhur silahıdır. O, bu silahı
ile İslâm Devleti'nin hayat damarını mızrakladı. Yine o, bu
silahı ile İslâm Devleti'nin çocuklarının annelerini öldürüp
kanını akıttığı halde gelip onlara kibirlenerek şöyle dedi: "Ben,
size kötü bakımından, kötü terbiyesinden dolayı öldürülmeye
müstehak olmuş olan ihtiyar annenizi öldürdüm. Ben, size bendeki
terbiyeyi (nizamı), sunuyorum ki; onunla hayatın zevkini, daimi
mutluluğunu tadın..." Böylece onlar, katil ile tokalaşmak
için ellerini ona uzattılar. Halbuki onun silahı, daha annelerinin
kanıyla kanlı duruyordu...
Batı, müslümanlara sırtlanların
takdiğini uyguladı. (Hikaye edildiği gibi;) "Sırtlan,
ne zaman ki avını tesbit ederse (korkaklığından dolayı hemen
avının üzerine gitmez de bir taktik uygulayarak) onu unutur gibi
terk eder, ta ki avı onun yanına kendisi gelsin. Daha sonra avını
ani bir darbe ile yakalar. Av, ancak kendi kanını görünce uykudan
uyanır. Fakat geç kalmıştır. Daha sonra sırtlan, avını vadinin
dibine götürür ve onu orada yer."
Batı kültürünün tesirinde
kalan zihniyet sahipleri de bir gün; onların asıl devleti olan İslâm
Devleti'ni ortadan kaldıranın Batının bu zehirli silahı (kültürü)
olduğunu görerek anlarlar ki; onların hayatlarını ve
varlıklarını ortadan kaldıran da aynı şeydir. Yani bırakmamak için
daima sıkı sıkıya tutundukları o batı kültürü ve mefhumları,
fikirleridir. Onların taşıdıkları bu fikirlerden, kavmiyetçilik,
dini devletten ayırmak ve İslâm'ı tekzip eden görüşler ve
benzeri batı kültürünün onlara taşıdığı bir kısım
zehirlerdir.
Bu "İslâm
Devleti" isimli kitabın "misyonerlik saldırısı"
bölümü (ki hepsi de hakikatlardır) bize canî katili
göstermektedir. Bizi, onu bu cinayeti işlemeye götürün sebebe vakıf
kılmaktadır. Yine bize; öldürülenin lehine hükmettirecek
vesileleri göstermektedir. Muhakkak ki sebeb, İslâm'ın yok
olmasını kasd etmektedir. Bunun için en önemli vesile de
misyonerlik saldırısı ile beraber gelen o batı kültürüdür.
Müslümanlar sömürgeci ile
harb etmeye meylettikleri halde, bu kültürün tehlikesine gafil kalmışlardır.
Onların sömürülmelerinin sebebi, o kültür olmasına ve sömürgecinin
onların ülkelerinde sömürüsünü o kültürle sürdürmesine rağmen,
müslümanlar ondan onun kültürünü almaya başladılar. Bundan
sonra da baktılar ki; manzaraları ne kadar bozuk, çelişik, düşük
ve gülünçtür.. Daha sonra onlar bu yabancıyla sırtlarını
çevirip onunla çarpışmayı arzu ettiler. Fakat buna rağmen hâlâ
onun öldürücü zehirini iki eliyle alıp zorla içmek için ona
ellerini arkadan uzatıyorlar. Böylece onun öldürücü, helâk
edici ellerine düşüyorlar. Zira o, müslümanların cihad
yapmalarını ve şehid düşmelerini cahilce yapılan işlerden
sayıyor ve onları küçümsüyor, cahil yerine koyuyor. İşte,
batının böylesi öldürücü ellerinde kaldıkları müddetçe
müslümanlar için ancak gaflet ve dalâletle yere düşmek vardır.
Müslümanlardan bazı batı külütürünün
tesirinde kalmış zihniyete sahip olanlar, ne istiyorlar? Onlar, İslâmî
olmayan esas üzerine kurulmuş bir devlet mi? Yoksa İslâm
beldelerinde çeşitli devletler mi istiyorlar? Nitekim Batı, işler
onun eline düşeli, ipler onun eline geçeliden beri İslâm'ı yönetimden
uzaklaştırmak, müslümanların topraklarını parçalamak ve
müslümanları basit iktidarcıklarıyla uyuşturmak için hazırladığı
planını gerçekleştirmek maksadıyla onlara bir çok devletçikler
verdi. Nitekim çok geçmeden onları daha da saptırmak ve parçalamak
için zaman zaman öylesi devletçiklerin sayısını artırdı.
Onlar, onun ideolojisini ve mefhumlarını taşımaya devam ettikçe
o, onlara daha fazlasını vermeye hazırdır. Çünkü, böylece
onlar ona tabi olmuş durumdadırlar.
Muhakkak ki asıl mesele, çeşitli
devletler kurmak değildir. Fakat asıl mesele, İslâm aleminin tamamında
bir tek devlet kurmaktır. Asıl mesele, herhangi bir devlet ya da
Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen fakat ismi İslâm olan bir
devlet de kurmak değildir. Hatta asıl mesele, İslâm'ı "fikri
liderlik" olarak taşımaksızın sadece İslâmî kanunlarla
hükmeden ve "İslâm" olarak isimlendirilen bir devlet
kurmak da değildir. Evet, muhakkak ki asıl mesele, böylesi bir
devlet kurmak değildir. İslâm akidesinden fışkıran İslâmî
hayatı yeniden başlatacak, İslâm'ı topluma tamamen tatbik edecek
ve İslâm'ı nefislere ve akıllara işledikten sonra İslâm
Davetini aleme taşıyacak olan bir devlet kurmaktır asıl mesele...
İslâm Devleti; hayalden, rüya
görmekten, sayıklamaktan ibaret değildir. Çünkü o, 13 asır
boyunca tarihin her tarafını tamamen kaplamıştır. Bu, bir
hakikattır. İslâm Devleti, geçmişte böyle idi yakın bir zaman içinde
yine öyle olacaktır. Çünkü onun var oluş faktörleri, kötürüm
kimsenin onu inkâr etmesinden ya da onu yıkmak için hazırladığı
kuvvetten daha kuvvetlidir. Zira artık günümüzde aydın akıllar
onunla dolmaktadır. Çünkü o, İslâm'ın izzetine susamış İslâm
ümmetinin arzusu, ideali durumundadır...
İslâm Devleti, heva ve
hevesten kaynaklanan bir arzu değildir. Bilâkis o, müslümanlar
üzerine Allah'ın kıldığı bir farzdır. Allah, müslümanlara onu
kurmalarını emretti. Eğer onlar muktedir oldukları halde, bu
farzın edasını geciktirirlerse, Allah onlara azabının var
olduğunu bildirdi. Müslümanlar, izzetin; Allah, Rasulü ve mü’minlere
ait olmadığı beldelerde yaşamakla Rablerini nasıl razı
edebilirler? Onlar; ordular techiz edecek, İslâm'ın surlarını
koruyacak, Allah'ın koyduğu hadleri uygulayacak, Allah'ın
indirdikleriyle hükmedecek bir devlet kurmadıkları halde, Allah'ın
azabından nasıl kurtulabilirler?!...
Bunun için, müslümanların
İslâm Devleti'ni kurmaları katiyetle zaruridir.. Zira, devlet
olmadıkça İslâm'ın etkin varlığı yok demektir. Çünkü,
müslümanların beldeleri, oralarda İslâm Devleti hakim olmadıkça
"Dâr-ül İslâm" yani "İslâm Ülkesi" olarak
itibar edilmezler..
Bununla beraber; İslâm Devleti’ne
ulaşmanın yolu öyle kolay değildir. Şöyle ki; fert ya da
partilerin başkanlar tayin edilmesi, bakanlıkların oluşturulması
ve devletin başına o bakanların getirilmesi ile öyle kolayca
kuruluverilebilecek bir devlet değildir, İslâm Devleti.. Zira onun
yolu dikenlerle örtülü, tehlikelerle çevrili, engellerle ve
zorluklarla doludur. Kültürün gayri İslâmî oluşunun getirdiği
zorlukları, sathi/yüzeysel düşünmenin, fikrî seviyenin düşüklüğünün
getirdiği engelleri, Batıya boyun büken hükümetlerin oluşturduğu
tehlikeleri anmak yeterlidir...
İslâm Devleti'ni kurmak için
İslâm Daveti yolunda yürüyenler, İslâm beldelerinde yeniden İslâmî
hayatı başlatmanın yolunu açmak ve İslâm Davetini aleme taşımak
için iktidara ulaşmaya çalışıyorlar. Onun için her ne kadar
güzel, cazip rütbe ve makamlar da olsa onların kısmî iktidarı
kabul etmediklerini, İslâm'ı tamamen tatbik etme imkânı vermedikçe,
onların kâmil iktidarı da kabul etmediklerini görürsün...
Bu "İslâm
Devleti" kitabına gelince; bununla, İslâm Devleti'nin
tarihini yazmak kastdilmiyor. Kast edilen; insanlara Resulullah (sas)'in
İslâm Devleti'ni nasıl kurduğunu, sömürgeci kâfirin İslâm
Devleti'ni nasıl yıktığını, zulümatın karanlığında doğru
yolu gösterecek, nuru aleme geri getirmek için müslümanların İslâm
Devleti'ni nasıl kurmaları gerektiğini göstermektir.
|