MUHALEFET SUÇLARI VE CEZALARI |
|
Muhalefet; devlet tarafından çıkartılan
emirlere ve yasaklara itaat etmemek, boyun eğmemek demektir.
Halifenin; helalı haram, haramı helal, mendup veya mubah olan
bir fiili vacip (farz), mekruhu haram ya da haramı mubah veya
vacip, vacibi, mendubu veya mubahı da haram yapamayacağı
bilinen bir gerçektir. Halife; ancak, ümmetin işlerini görüp
gözetmek, insanların maslahatlarını yani kamu tarafından
yapılması gereken işleri, şer’î hükümlere göre
yürütmekle görevlidir. Şari, halifeye, ümmete ait işlerden
birçoğunu görüşüne ve ictihadına göre yürütme
yetkisini vermiştir. Örneğin beytülmal üzerinde tasarrufta
bulunmak, ordunun donatılması ve hazırlanması, valilerin
tayini, kamu tarafından yapılması gereken işlerin
organizasyonu, şehirlerin planlanması ve yolların açılması,
insanların birbirlerine verecekleri zararların
uzaklaştırılması, kamu haklarının korunması gibi işlerin
tamamı halifenin görüşüne ve ictihadına
bırakılmıştır. Bu türden işler hakkında uygun gördüğü
emirleri ve yasakları çıkartma hakkı yani gereken kanunları
çıkartma yetkisi halifeye bırakılmıştır. Halife
tarafından çıkartılan bu emirleri veya kanunları uygulamak
Müslümanlara farzdır, bunlara muhalefet etmek ise suç sayılır.
İnsanların uymak zorunda olduğu hususlara uymayan ve
yasaklandıkları hususların da tersine hareket eden kimseler
suç işlemiş sayılırlar ve gereğince
cezalandırılırlar. Bu suçlar ve suçları işleyenlere
verilecek cezalar, "muhalefet" diye
isimlendirilirler.
Şari tarafından halifeye, birtakım
hususları insanlara emretme veya yasaklama hakkı verildiğine
göre bunlara muhalefet etmek de masiyet yani günah sayılır.
Aynı şekilde bu muhalefetlere karşı insanları
cezalandırmak ve uygun gördüğü cezayı verme hakkına da
sahiptir. Muhalefet kapsamına giren suçlar iki açıdan tazir
cezasına benzemektedir:
a- Şari tarafından belirlenmiş bir
cezasının olmaması.
b- Ceza miktarını tespit hususunun
halifeye ve naibi olması sıfatıyla da hakime bırakılmış
olması.
Fakat, sultandan gelen bir emrin terk
edilmesi veya sultandan gelen bir yasağın çiğnenmesi açısından
ise tazirden ayrılmaktadır. Çünkü tazir, Allah tarafından
emredilen bir fiilin terk edilmesinden ya da Allah tarafından
yasaklanan bir fiilin işlenmesinden dolayı verilen bir
cezadır.
Muhalefet Türleri
Muhalefet için belirlenmiş türler
yoktur. Devlet tarafından çıkartılan kanunlara aykırı her
hareket muhalefet sayılır. Muhalefet türleri için cezalar,
halife tarafından tespit edilir. Örneğin bir bölgedeki
meydanlar ve kamuya ait yollar için belli genişlikler ve
uzunluklar belirlenir. İnsanların belirlenen bu
sınırlara belirli mesafelere kadar bina yapmaları veya bir
şeyler ekmeleri yasaklanır. Tespit edilmiş olan
sınırlara muhalefet edenler para, hapis veya sopa cezası ile
cezalandırılırlar. Yine hacim, ağırlık ve uzunluk
ölçüleri için belirli ölçü cinsleri tespit edilebilir ve
bu emirlere muhalefet edenler cezalandırılır. Çay
bahçeleri, oyun alanları, oteller ve benzerlerine, kamuya ait
yerlerden belli mekanlar ayrılır ve bunlar için özel
sistemler, düzenlemeler getirilir. Getirilen bu düzenlemelere
aykırı hareket edenler ise diğerlerinde olduğu gibi
cezalandırılır.
Tazir cezalarında olduğu gibi muhalefet türleri
için de ana hatları ile belirli olaylar için muayyen cezalar
belirlemek mümkündür. Fakat bugün karşı karşıya
kaldığımız olaylar günden güne değişmektedir.
Bazılarında köklü değişikliklerle karşılaşmaktayız. Bu
nedenledir ki yaşanan olaylar hakkında muayyen cezalar
belirlemek doğru olmayabilir, bazen da doğru olanla çatışabilir.
Bunun için yaşanan olaylar hakkında belli ceza miktarına
karar verildiği zaman olduğu gibi kalmalıdır. Yeni
kanunlarla, emirler ve yasaklarla değiştirildiğinde ise
yenilenen kanunlara göre yeniden ceza takdirinde bulunulması
gerekir.
Af
Bir suç işlendiği, mahkemeye intikal
ettiği fakat hakim tarafından henüz hüküm verilmediği
zaman, olay hakim önünde iken bakılır: Suçlu sayılır
mı sayılmaz mı? Suçludan ceza düşer mi düşmez mi?
Hakimin affetme hakkı var mıdır yok mudur? Bu hususlarda
birtakım detaylar vardır:
Suç işleyen kimsenin suçlu sayılıp
sayılmaması meselesine gelince: Hadler, cinayetler ve
muhalefetten oluşan cezaların tamamı devletin egemenliği
altında bulunan kimselere uygulanır. Devletin egemenliği
altında bulunan; hava sahası, deniz sahası, kara sahası ve
nehirler üzerinde suç veya suç unsurlarından veya sonuçlarından
birisi gerçekleştiği zaman; işlenen suçtan dolayı içlerinde
halife, yöneticiler ve Ümmet Meclisi üyeleri de bulunmak
üzere İslam tabiiyetini taşıyan herkese gerekli hüküm
uygulanır. Zira İslam tabiiyetini taşıyanlardan hiç kimse
için, ister ülke içerisinde bulunsunlar isterse dışarıda
bulunsunlar dokunulmazlık yoktur. Devletin egemenlik alanları
dışında suç işleyen yabancı kimse için ise ceza yoktur.
Dolayısıyla ceza, suç işlemesi durumunda İslam
Devletinin tabiiyetini taşıyan kimselere uygulanır.
Bunların, suçu, devletin egemenlik alanları içerisinde veya
dışarısında işlemiş olmaları fark etmez. Sözleşmeli
olan veya eman verilmiş olan kimse devletin egemenlik
alanları içerisinde suçu işlediği zaman cezalandırılır.
Bundan yalnızca, dokunulmazlığa sahip olan büyükelçiler ve
diğer elçiler gibi diplomatik heyetler, temsilciler istisna
edilir.
Ancak bu cezalar suç işleyen kişi mükellef
olduğu zaman yani; akıllı olduğu, buluğa erdiği ve
isteyerek suç işlediği zaman uygulanır. Çocuk veya deli ise
cezalandırılmaz. Çünkü Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Kalem üç kişiden
kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğa
erinceye kadar çocuktan, aklı başına gelinceye kadar
da deliden."
*
Bu hadis, çocuğun ve delinin
sorgulanamayacağı hususunda sarihtir. Henüz buluğa ermemiş
olan çocukların, çocuklar için hazırlanmış olan
ve Çocuk Islah Evleri diye isimlendirilen hapishaneye
konulması doğru değildir. Zira buna işaret eden bir delil
yoktur ve böyle davranmak nassa muhalif hareket etmek demektir.
Hadiste, “kalem kaldırılmıştır"
ifadesi kullanılmaktadır ki bu, sorumlu değildir anlamına
gelmektedir. Fakat suç işlediği zaman çocuktan
sorumlu olan veli sorgulanır. Eğer işlediği suç velisinin
ihmalinden kaynaklanıyorsa velisi cezalandırılır, aksi
takdirde cezalandırılmaz. Çocuk ise hiçbir şekilde
cezalandırılmaz. Deli olan kimse için de aynı durum geçerlidir.
Zira hadisin nassına göre her ikisi de aynı konumdadır.
Kendi iradesi dışında sarhoş olan kimse de böyledir.
Çünkü o, tıpkı mecnun gibidir.
Zorlanan kimseye gelince duruma bakılır:
Bir fiili yapmadığı takdirde gerçekten ölüm tehdidi ile
tehdit edilerek ikrahı mülci ile suç işlemeye zorlanmış
ise; Rasulullah (sav)'in: "Ümmetimden; hata, unutma
ve zorlandıkları şeylerden dolayı (kalem)
kaldırılmıştır"
* hadisine göre cezalandırılmaz,
sorgulanmaz. Geçerli olan zorlama yalnızca "ikrahı mülci"
şeklinde gerçekleşendir. Görevden kovulma, hapis veya başka
şekildeki tehditler suçlanmayı engelleyici zorlama
sayılmaz. Çünkü suçlanmayı engelleyici ikrah yalnızca
ikrahı mülci ile gerçekleşir.
Dinin, canın, malın veya namusun korunması
hallerinde ise ceza düşer. Çünkü savunma, öldürme
şeklinde olsa bile suçun işlenmesi için şer'î bir
bahanedir. Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Kim dininden dolayı öldürülürse
o şehittir. Kim malından dolayı öldürülürse o şehittir.
Kim de ailesi (namusu) nedeniyle öldürülürse o
şehittir."
*
Bu hadis; dinini, canını, malını veya
namusunu savunma durumunda olan kimsenin
cezalandırılamayacağını göstermektedir. Bunlardan birisini
yaparken öldürüldüğünde ise şehit sayılmaktadır.
Öldürdüğünde ise herhangi bir şekilde cezalandırılması
gerekmez. Hadisin sonunda yer alan şu ifade de bunu göstermektedir:
“Eğer öldürülürsen
cennettesin, seni öldürürse cehennemdedir."
*
Şu hadis de bunu teyit etmektedir:
"Ey Allah Rasülü! Bir adam gelip malımı
almak isterse ne yapayım? Malını ona verme.
Malımı almak için beni öldürmek isterse ne yapayım?
Sen de onu öldürmeye çalış"
*
Bu hadiste Rasul (sav), malını savunmak için
ona savaşmasını emretmektedir. Bu nedenledir ki savunma suç
işlemek için bahane olarak kabul edilmekte; dinini, canını,
malını veya namusunu savunurken suç işlediği sabit
olduğunda ise cezanın düşeceğini göstermektedir.
Affetme ise fiillere göre farklılık arz
etmektedir. İşlenen suç, hadler kapsamına giren suçlardan
ise hiçbir şekilde affın caiz olmadığı hususunda herhangi
bir şüphe yoktur. Çünkü bu hususta birçok hadis vardır.
İbni Mace Ebu hüreyre'den o da Nebi (sav)'den
şu hadisi rivayet etmektedir:
"Yeryüzünde işlenen bir suçtan dolayı
haddin uygulanması kırk sabah yağmur yağmasından daha
hayırlıdır."
*
Ebu Davut, İbni Ömer'den o da Nebi (sav)'den şunu rivayet etmektedir:
"Allah’ın hadlerinden birisinin
uygulanmaması için kim şefaatçılık yaparsa,
kalkıştığı işte Allah'a karşı gelmiş olur."
*
Müslim Safvan b. Ümeyye'den şunu
rivayet etmektedir:
"Üzerimde bir hırka olduğu halde ben
mescitte uyurken üzerimdeki hırka çalındı. Daha sonra biz
hırsızı yakaladık ve Rasulullah (sav)'e götürdük de
Rasulullah (sav) onun elinin kesilmesini emretti. Bunun üzerine
ben: Ey Allah Rasülü! Hırkanın değeri otuz dirhem değil
mi? Ben onu ona bağışladım dedim: Allah Rasülü: Bana
gelmezden önce onu söyleseydin ya!, buyurdu."
*
Ahmed ve Nesei'nin rivayetinde: “Rasulullah
(sav), onun elini kesti" ifadesi yer almaktadır. İmam
Malik Muvatta'da Rabi b. Ebi Abdurrahman'dan şunu
rivayet etmektedir:
"Zübeyr b. Avvam, hırsızlık yapan
birisini yakalamış bir adamla karşılaştı.
Adam hırsızla birlikte sultana (devlet başkanına) gitmek
istiyordu. Zübeyr, hırsızı bırakması için şefaatçi
oldu. Adam hayır dedi ve hırsızla birlikte sultanın yanına
gitmekte ısrar etti. Bunun üzerine Zübeyr şöyle dedi: Bu
durumu sultana bildirdiğin zaman Allah, şefaat edene de
şefaatçi olana da lanet eder."
*
Bu hadislerin delaletleri; olay mahkemeye
intikal ettikten sonra had kapsamına giren suçlar hakkında ne
halifenin ne de hak sahibinin affedici olmasının kesinlikle
caiz olmadığı hususunda sarihtirler.
Cinayetlerde ise, olay mahkemeye intikal
etmeden önce de sonra da hak sahibinin affetme hakkı vardır.
Ahmed Ebu Şüreyh el-Huzai'den şunu rivayet etmektedir:
"Kim bir kan hakkı veya yaralanma ile
karşı karşıya kalırsa üç şeyden birisini seçebilir:
Ya kısas uygulanmasını, ya diyet bedelini isteyebilir ya da
affedebilir."
*
Bu hadis, hak sahibinin hakkından vazgeçmesinin
caiz olduğunu açıkça göstermektedir. Müslim Ebu
Hüreyre'den o da Nebi (sav)'den şu hadisi rivayet etmektedir: "Bir
adamın uğradığı haksızlıktan dolayı affedici olması
ancak onun Allah katındaki izzetini artırır."
Tirmizi Ebu Derda'dan rivayet ediyor: "Rasulullah
(sav)'i şöyle söylerken işittim:
"Bir adamın vücuduna bir şey (yara)
isabet eder ve bundan dolayı (hakkı olan diyeti almaktan vazgeçerek)
tasaddukta bulunursa Allah onun derecesini yükseltir ve hatalarını
affeder."
*
Cinayetler hakkında affetme olayının
varlığı Kur'an'da da yer almaktadır:
"Ey iman edenler öldürülenler hakkında
size kısas farz kılındı. Hür ile hür, köle ile köle, dişi
ile dişi, fakat kimin lehine öldürülenin kardeşi bir şey
affedilirse, maruf emre ittiba etmeli, ona güzellikle diyet
ödemelidir. Bu Rabbınız tarafından bir hafifletme ve
rahmettir."
*
"Bir kötülüğün karşılığı ona
denk bir kötülüktür. Kim de bağışlar ve sulhu sağlarsa
ecri Allah’a aittir"
*
Bu deliller, ademoğlunun cinayet
olaylarında affetme hakkına sahip olduğunu göstermektedir.
Çünkü buradaki konu cinayettir ve yalnızca kendisini
ilgilendiren konu hakkında geçerlidir. Buna göre cinayetlerde
hak sahibi affedici olabilir.
Cinayet davalarında hak sahibi affettiği
zaman devlet tarafından cezanın düşürülmesi gerekir ve
suçlunun cezalandırmasına gerekçe kalmaz. Devletin ise
affetme hakkı yoktur. Bu hak yalnızca kula aittir. Hak sahibi
olan kul affetmediği zaman devlet hiçbir surette affedici
olamaz. Ne hakimin ne de halifenin kesinlikle affetme hakkı ve
yetkisi yoktur. Zira Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Kısasta sizin için hayat vardır."
*
Yani kısasın varlığı hayatın
korunması, yokluğu da hayatın yok edilmesi demektir. Bu
ayette yer alan "kısas" kelimesi ceza
anlamındadır. Hayat kelimesi ise kısasın illeti olup
varlığı da yokluğu da malule (illetlendirdiği hususa)
bağlıdır. Üstelik devletin hayatı koruması farz
olduğundan, affedici olması aynı zamanda farzın terk
edilmesi anlamına gelir ki bu kesinlikle caiz değildir. Yine
hadlerin yönetici tarafından affedilmesi Allah (cc) tarafından
açıkça haram kılınmış bir husustur. Çünkü bu,
Allah'a ait olan bir haktır. Cinayet davalarında olduğu gibi
Allah'a ait hak olan hususlarda da devletin affetme, suçu düşürme
yetkisi yoktur. Dolayısıyla hakimin affedici olması caiz
değildir. Allah'a ait bir hak olarak Şari tarafından
belirlenen ceza miktarını olduğu gibi uygulaması gereklidir.
Tazirde ise cezanın takdiri doğrudan
halifeye ve naibi sıfatıyla da kâdıya bırakılmıştır. Bu
nedenle halifenin veya naibinin cezayı hafifletme veya affetme
hakkı vardır. Mutlak surette cezalandırması farz değildir.
Bunun delili Ahmed'in Muaz b. Cebel'den rivayet ettiği şu
hadistir:
"Nebi (sav)'e bir adam gelerek şöyle
dedi: Ya Rasulullah! Tanıdığı bir kadınla buluşan ve
karısı ile yaptığı işlerden cima dışında kalanları
(Kucaklaması, öpmesi, okşaması gibi hareketleri) onunla
yapan bir adam hakkında ne dersin, diye sorduğunda şu
ayet indi: "Gündüzün iki tarafında ve gecenin de
yakın saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri
giderir.” Ardından Nebi (sav) ona şöyle dedi: Abdest
al ve sonra da namaz kıl"
*
Bu adam bir haram işlemiş ve bunu da
Nebi (sav)'nin önünde ıkrar etmiş olmasına
rağmen onu cezalandırmamış, affetmiş ve ona şu
sözü söylemekle yetinmiştir: "Abdest al ve namaz
kıl." Bir başka rivayete göre de şöyle
demiştir: "Bizimle birlikte namaz kıldın mı?"
Adam, evet deyince şu ayeti okumuştur:
”Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri
giderir."
*
Nebi (sav), bu paylaştırma Allah'ın
istediği bir paylaştırma değildir diyen adamı
cezalandırmamıştır. Yine Zübeyr'in lehine verdiği bir hükümden
dolayı, halanın oğlu olduğu için mi? diyerek çıkışan
adama çok fazlasıyla öfkelenmiş olmasına
rağmen adamı cezalandırmamıştır. Bu delil, tazir konusu
kapsamında yer alan bir dava hakime ulaştığı zaman, hakimin
affetme yeksinin bulunduğunu göstermektedir.
Aynı şekilde suçluların cezalarını
hafifletme veya en hafif cezayı verme hakkı da vardır. Aişe
(r.anha)'dan Nebi (sav) şöyle dedi:
"Dürüstlüğü ile (şüpheli durumu
bilinmeyen) tanınan kimselerden had cezaları dışında kalan
hataların hükmünü d ürünüz."
*
Yaptıkları bir kısım hataların, tökezlemelerin
düşürülmesi onun ayağa kalkmasına yardımcı olur.
Enes b. Malik'den: Rasulullah (sav) şöyle
dedi:
"Ensar dayanağımdır, sırdaşımdır.
İnsanlar sayıca artarken onlar azalacaklardır. Öyleyse
onlara iyi yapışın kusurlarını da affedin."
*
Kusurlarından vazgeçilmesi onların
affedilmeleri demektir. Bu nedenle tazirde affedici olmak veya
cezayı hafifletmek caizdir. Ancak bu yetki yalnızca halifeye
ait bir yetkidir.
Kâdının (hakimin) affetmesine gelince
duruma bakılır: Eğer halife tazir cezaları için hakimlerin
bağlı kalacakları alt sınırı tespit etmişse hakimin
affetmesi caiz değildir. Çünkü bu durumda halifenin
belirlediği alt sınırdan daha aşağı bir ceza vermesi caiz
değildir. Eğer halife tarafından bir alt sınır tespit
edilmemişse bu durumda hakim tıpkı halife gibi affetme veya
cezayı hafifletme yetkisine sahiptir. Affetme açısından
muhalefet cezaları aynen tazir cezaları gibidir aralarında
fark yoktur. Yani tazirde affın geçerli olduğu durumlar
muhalefet için de geçerlidir.
Bu açıklamaların tümü dava hakimin
önüne geldiği ancak henüz hüküm vermediği durumlar için
geçerlidir. Hakim hükmünü vermişse; cinayet kapsamına
giren davalarda hak sahibinin affetmişolması durumu
dışında hiçbir şekilde affetmek caiz değildir. Hüküm
verildikten sonra affın caiz olmaması had kapsamına giren
cezalarda açıkça bellidir, çünkü had cezalarında af
yoktur. Hükmün verilmesinden önce veya sonra olması
arasında fark yoktur. Cinayet davalarında ise hak sahibi
affetmediği sürece tıpkı Allah'a ait hak olan hadler gibidir
ve burada da hükmün verilmesinden önce veya sonra olması
arasında fark yoktur. Tazir ve muhalefet kapsamına giren
davalarda ise; kâdının (hakimin) verdiği hüküm tamamlandığı
zaman tüm Müslümanları bağlayıcı olur. Verilen hükmün
çürütülmesi, ilga edilmesi, değiştirilmesi, hafifletilmesi
veya bir başka işlemin yapılması kesinlikle doğru olmaz.
Madem ki hüküm şeriatın belirlediği sınırlar içerisindedir
öyleyse değiştirilmesi söz konusu olamaz. Çünkü hakim
hükmünü verdiği zaman hüküm kesinlikle kaldırılamaz,
affetmek hükmün reddedilmesi sayılır ki bu, kesinlikle
doğru değildir. Fakat hak sahibinin affetmesi durumunda
cinayet kapsamına giren davalar bundan istisna edilmişlerdir.
Çünkü bu hususta gelen nasslar geneldir. Allah (cc) şöyle
buyurmaktadır:
"Kim affeder ve düzeltirse…"
*
Rasulullah (sav) de şöyle demektedir: “Uğradığı
bir zulme rağmen affeden kimsenin..."
Bu deliller hüküm öncesi durumu da sonrasındaki
durumu da kapsadığı için nassın sarahatiyle istisna
edilmiştir. Bunların dışında kalan hususlarda ise ne hüküm
verilmezden önce ne de sonra affetmek yoktur.
|