Bilindiði üzere
ictihad;
"Þer’î hükümlerden bir þeyin zannýnýn talebinde, kiþinin
kendinde daha fazlasýný yapmaktan aciz kaldýðýný hissedecek
derecede bütün gücünü harcamasýdýr" þeklinde tanýmlanmýþtý.
Yani, Þer’î hükmü öðrenmek için nassý anlama uðrunda kiþinin en
üst seviyede gücünü harcadýktan sonra Kitap ve Sünnette bulunan
Þer’î hükmü anlamasýdýr.
Bir
þeyin Þer’î bir ictihad ile istinbat edilmiþ bir Þer’î hüküm
özelliðini kazanabilmesi için bünyesinde üç þeyi barýndýrmasý
gereklidir. Yani yapýlan çalýþmaya ictihad denilebilmesi için üç
þeyi beraberinde bulundurmasý lazýmdýr:
1.
Kendinde daha fazlasýný yapmaktan aciz kalacak derecede güç
sarfettiðini, harcadýðýný hissetmesi,
2.
Bu çaba Þer’î hükümlerden bir þeyin zannýnýn talebinde
harcanmasý,
3.
Zannýn talebinin Þer’î nasslardan olmasý. Çünkü zannýn talebi
ancak Þer’î nasslara dayandýðýnda Þer’î hükümlerden sayýlýr.
Zira Þer’î hüküm kullarýn fiilleri ile alakalý Þâri’in
hitabýdýr.
Bu
açýklamalara göre kim bütün gücünü harcamazsa müctehid sayýlmaz.
Þer’î hükümlerin dýþýndaki bilimlerde ve görüþlerde zannýn
talebi ile ilgili olarak gücünü harcayan kimse veya Þer’î
hükümlerle ilgili bir zannýn talebini Þer’î nasslarýn dýþýnda
arayan kimse de müctehid sayýlmaz. Bu nedenle müctehid, ancak
Allah Subhenehû ve Teala’nýn hükmünü öðrenmek için
Þer’î nasslarý anlamada en üst seviyede güç harcayan kimsedir.
Bunun dýþýnda, mezheplerinin sözlerini þerh eden veya
mezheplerinin sözlerini anlayýp onlardan hükümler çýkaran veya
Þer’î deliller yolundan baþka bir yolla bazý âlimlerin görüþünü
bir baþka âlimin görüþüne tercih edebilen âlim kimseler ve
benzerleri yukarýda yapýlan tarife göre müctehid sayýlmazlar.
Ýctihad,
Allah Subhenehû ve Teala’nýn hükmünü öðrenmek için,
Þer’î nassý anlama uðrunda, bütün gücünü harcadýktan sonra
Þer’î nassý anlamakla
sýnýrlý bir iþtir. Anlaþýlmasý gereken yer Þer’î nasslardýr.
Þer’î nasslar, Þer’î hükümlerden bir þeyin talebinin istenildiði
yerdir.
Bundan
dolayý Þer’î nasslarýn yalnýzca Kitap ve Sünnetten meydana
geldiði açýkça bilinmelidir. Kitap ve Sünnetin dýþýnda söz
söyleyenin konumu ne olursa olsun Kitap ve Sünnetin dýþýndaki
nasslar Þer’î nasslardan sayýlmazlar. Ebu Bekir, Ömer, Ali veya
bunlarýn dýþýndaki sahabelerin sözleri hiçbir þekilde Þer’î
nasslardan sayýlmaz. Ayný þekilde Cafer, Þafii, Malik ve
bunlarýn dýþýndaki diðer müçtehitlerin sözleri de kesinlikle
Þer’î nasslardan sayýlmaz. Bu kiþilerin veya bunlarýn dýþýnda
kim olursa olsun herhangi bir insanýn sözüne dayanýlarak hüküm
istinbatýnda bütün gücü harcamak ictihad sayýlmayacaðý gibi,
hüküm istinbat etmek için bütün gücünü harcayan kiþi de müctehid
sayýlmaz. Ýstinbat ettiði hükme Þer’î hüküm olarak bakýlmaz.
Bilakis o, hüküm istinbat eden kiþinin kiþisel görüþü olup
Þer'an hiçbir kýymeti olmayan bir görüþtür. Buna göre ister
Sahabeden, ister Tabiinden, ister müçtehitlerden, isterse
bunlarýn dýþýndakilerden herhangi bir kimsenin sözünden bir
hüküm istinbat etmek Þer'an caiz deðildir. Çünkü Kitap ve
Sünnetin dýþýnda bir yerden Þer’î bir hüküm istinbat etmek
Þer'an haramdýr. Zira böyle bir hüküm Allah Subhenehû ve
Teala’nýn indirdiklerinin dýþýndaki bir hüküm sayýlýr.
Hâlbuki Allah Subhenehû ve Teala’nýn indirdikleri
Kitap ve Sünnetle sýnýrlýdýr. Bu ikisinin dýþýndakileri Allahu
Teâla indirmemiþtir. Kitap ve sünnetin dýþýnda bir yerden
hüküm almak, Allah Subhenehû ve Teala’nýn
indirdiklerinin dýþýnda hüküm almaktýr. Allah Subhenehû ve
Teala’nýn indirdiklerinin dýþýndaki hüküm ise kesinlikle
haramdýr.
Kitap ve
Sünnet Arapça sözlerdir. Kitap ve Sünnet Allah
Subhenehû ve Teala
katýndan vahiy yolu ile gelmiþ nasslardýr. Bu vahiy ya Kur'aný
Kerim gibi hem lafýz hem de mana itibari ile Allah
Subhenehû ve Teala’dandýr,
ya da yalnýzca manasý Allah
Subhenehû ve Teala'dan
olup Resulün bu manayý kendi sözleri ile ifade ettikleridir ki
bu da Hadistir. Bu iki halden -Kitap ve Sünnet- hangisi olursa
olsun her ikisi de Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
konuþtuðu Arapça sözlerdir. Bu söz ya (مترفين)
kelimesinde olduðu gibi yalnýzca sözlük anlamýnda kullanýlan bir
söz olur, ya (الصلاة)
kelimesinde olduðu gibi lügat manasýnýn içerisinde yalnýzca
Þer’î manasýnýn kullanýldýðý bir söz olur, ya da (الطهارة)
kelimesinin (طهور,
والمطهرون)
kelimelerinde olduðu üzere hem sözlük hem de Þer’î manalarýnda
kullanýldýðý bir söz olur. Bu durumda ise kelimeden Allah
Subhenehû ve Teala’nýn kastettiði hükmü bilebilmek ve
nassý anlamada yeterlilik kazanabilmek için kelimelerin hem
sözlük hem de Þer’î anlamlarýný bilmek gerekmektedir. Buna göre
ictihad þartlarý aþaðýdaki iki þart etrafýnda odaklaþmaktadýr:
1.
Sözlük bilgilerinde yeterlilik,
2.
Þer’î bilgilerde yeterlilik.
Ýslâm'ýn doðuþundan H.2. asrýn sonlarýna kadar Müslümanlar;
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
dönemine yakýn olmalarý, hayatlarýnda dine önem vermeleri dilin
bozulmamasýndan ve lügatlerinde takip ettikleri yolun selamette
bulunmasýndan dolayý, ne Þer’î açýdan ne de lügat açýsýndan
belirli kaidelere ihtiyaç duymuyorlardý. Bu nedenle o dönemde
ictihad için bilinen þartlar yoktu. Zira ictihad bilinen bir
iþti. Binlerce müctehid vardý. Sahabenin tamamý müctehid idi.
Yine valilerin, kadýlarýn ve yöneticilerin neredeyse çoðunluðu
da müctehid idi. Halk arasýnda Arap lisaný bozulduðunda dili
kontrol altýnda tutmak için kurallar konuldu. Ýnsanlar dünya ile
meþgul oldular ve vaktinin çoðunu din için harcayanlar azaldý.
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
sözlerine katýlan yalanlar çoðaldý. Bu olaylar üzerine nasih ve
mensuhla, bir hadisin alýnmasý ve reddedilmesiyle, ayetlerden ve
hadislerden hüküm çýkarma keyfiyetini anlama ile ilgili kaideler
konuldu. Müçtehitlerin sayýsýnda azalma meydana geldiðinde ise
müctehid, kendi dýþýndaki müctehidlerin kullandýklarý
kaidelerden baþka kaideleri kullanarak belirli istinbatlara
vararak yeni ictihadlar yapmaya baþladý. Müctehid þöyle
yetiþmeye baþladý:
Kendisi
nasslardan hükümleri çýkarmak için çok denemeler yapar ve bu
denemelerden dolayý ictihad yapmak için belli bir metod üzerine
yürümeye baþlar. Veya belirli kaideleri tespit eder ve tespit
edilmiþ kaidelere uyarak artýk buna göre ictihad etmeye baþlar.
Bundan da, Þer’î nasslardan Þer’î hükmü almada ve Þer’î nasslarý
anlamada belirli bir metoda sahip olmasý nedeniyle müctehidin,
müctehid olmasý durumu ortaya çýktý. Bu arada bazý müçtehitler
ictihad metodunda baþka bir þahsý taklit ettiler. Ancak onlar,
kendileri dýþýndaki müçtehitleri istinbat edilmiþ hükümlerde
taklit etmeyip, taklit ettikleri þahsýn koyduðu metoda göre
bizzat kendileri hüküm istinbat etme þeklinde taklit
ediyorlardý. Yine bu arada bazý Müslümanlar bütün meselelerde
deðil, onlara sorulan belirli meselelerde Þer’î hükümlerden bir
þeyin zannýnýn talebinde güçlerini harcamada Þer’î bilgilerden
bir þeyde derinleþtiler. Böylece pratikte Müslümanlar arasýnda
üç grup müctehid meydana geldi:
1.
Mutlak müctehid,
2.
Mezheb müctehidi,
3.
Mesele
müctehidi.
Mezheb
müctehidi:
Mezheb müctehidi; ictihad metodunda müçtehitlerden birini taklit
eden müçtehittir. Ancak mezheb müctehidi mezheb imamýný taklit
etmez, hükümlerde kendi ictihad eder. Mezheb müctehidi için
mezhebinin delillerini ve hükümlerini bilmesinden baþka hiçbir
þart yoktur. Mezhebindeki hükümlere uyabileceði gibi muhalefet
de edebilir. Buna göre herhangi bir mezhebe tabi olup da, o
mezebde ictihad edebilme gücüne sahip olan bir kimsenin, bir
takým hükümlerle ilgili meselelerde (kendinde) daha kuvvetli
delil varsa mezheb imamýnýn görüþlerine muhalefet etmesi
caizdir. Ýmamlarýn þöyle söyledikleri rivayet olunur: "Hadis
sahih olduðu zaman o benim mezhebimdir ve benim sözümü duvarýn
arkasýna atýnýz." Bu tür müctehidin en açýk örneðini
Þafii mezhebinin tabilerinden olan Ýmam-ý Ðazali'de görmekteyiz.
Ýmam-ý Ðazali’nin Þafii’nin ictihadlarýna ters düþen birçok
ictihadý vardýr.
Mesele müctehidine gelince:
Bunun ne belirli þartlarý vardýr ne de belirli bir metodu. Þer’î
nasslarý çok iyi bir þekilde anlayabilecek þekilde bir takým
lügat bilgilerine, Þer’î bilgilere sahip olan herkesin mesele
müctehidi olmasý ve tek bir meselede ictihad etmesi caizdir. Tek
bir meselede müçtehitlerin görüþlerini, delillerini ve
istidlâl/delil getirme yönünü incelemesi ve bu incelemeden
sonra, görüþlerini incelediði müçtehitlerin görüþüne uygun olsun
olmasýn, Þer’î hüküm olduðu zanný galibine göre Þer’î hüküm
hakkýnda belirli bir anlayýþa ulaþmasý caizdir. Ve yine tek bir
meseledeki Þer’î delilleri inceleyip Þer’î delillerden zanný
galibine göre ulaþtýðý hükmün Þer’î hüküm olduðunu anlamasý da
caizdir. Araþtýrdýðý mesele daha önceki müçtehitler tarafýndan
araþtýrýlmýþ olsun olmasýn fark etmez. Tek meselede ictihad eden
müctehidin ictihad ettiði mesele ile ilgili bilgilere sahip
olmasý onun müctehid olmasý için yeterlidir. Ýçtihat ettiði
mesele ile ilgisi bulunmayan konularla alakalý fýkýh ve usul
bilgilerine sahip olmamasý ona bir zarar vermez.
Sahabe
asrýnda olduðu gibi herhangi bir þarta baðlý kalmaksýzýn Þer’î
nasslarý anlayýp doðrudan doðruya Þer’î nasslardan hükümler
istinbat eden kimseler vardý. Yine belirli bir mezhebin tabisi
olarak kalýp mezheb imamlarýnýn görüþlerine ters ictihadlarda
bulunan kimseler de vardý. Ýþte o dönemlerdeki ictihad vakýasýna
göre “mezheb müctehidi” ve “mesele müctehidi” ortaya çýktý.
Vakýa açýsýndan durum budur. Ýctihad açýsýndan ise durum
farklýlýk arzetmektedir. Kiþi bazý nasslarla alakalý konularda
müctehid iken bir kýsmýnda ise müctehid olmamaktadýr.
Ancak
bazýlarýnýn; "Ýctihad; ictihad ile ilgili bilgileri kuþatan
kiþinin nefsinde ortaya çýkan bir melekedir/yetenektir"
sözlerinin aslý yoktur ve vakýaya da uygun deðildir. Bazen
kiþide yetenek olur fakat müctehid olmaz. Çünkü o bir meseleyi
araþtýrmaya, incelemeye önem vermede kendini mükellef
görmemektedir. Yetenek, kavrama ve baðlantý kurma gücü demektir.
Bu yetenek bazen Þer’î ve lügavi bilgilerin tamamýný kuþatmaya
ihtiyaç göstermeden, Þer’î ve lügavi bilgilerin bir kýsmýnýn
bilinmesi ile beraber zekâ üstünlüðü ile gerçekleþir. Bazen ise
ders ve eðitim için bir ilim olarak kiþi, Þer’î ve lügavi
bilgilere sahip olmakla beraber ayný âlimde düþünmenin
bulunmamasý nedeniyle yetenek bulunmaz.
Çünkü
ictihad hissedilebilir sonuçlarý olan hissedilebilir bir
iþlemdir. Yani hükme ulaþmak için ameli olarak güç harcamaktýr.
Fakat yeteneðin varlýðý ictihad olarak isimlendirilmez. Bu
nedenle kiþi bazý meselelerde ictihad yapabilirken bazý
meselelerde ise ictihad yapamayabilir. Buradan da
anlaþýlmaktadýr ki ictihad, bazý konularda gerçekleþebilirken
bazý konularda ise gerçekleþememektedir.
Ancak
ictihadýn bir kýsým meselelere ayrýlabilmesi, ictihadýn
parçalanabileceði anlamýna gelmez. Çünkü fýkhýn bazý
bölümlerinde müctehidin, ictihad yapmaya gücü yeterken fýkhýn
diðer bölümlerinde ictihada gücü yetmeyebilir. Yani ictihadýn
bölümlere ayrýlabilmesi demek, bazý delillerin açýklýðý ve
delillerde þüphelerin bulunmamasý nedeniyle konuyu kavrama
imkânýna sahip olmak ve bazý delillerdeki daðýnýklýk, derinlik
ve üzerinde uðraþýlan konuda birbirine zýt birçok delilin
bulunmasý nedeniyle konuyu kavrama imkânýna sahip olamamak
demektir. Bu durum bazen usul kaidelerinde ortaya çýkar bazen da
Þer’î hükümlerde ortaya çýkar. Ýçtihadýn bölünebilmesi fýkhýn
bölümleri üzerinde deðil hüküm çýkarma gücü noktasýnda görülür.
Bu
anlatýlanlarýn hepsi mezheb müctehidi ile ilgili bir durumdur.
Mutlak müçtehit ise;
hem Þer’î hükümlerde hem de Þer’î' hükümleri istinbat metodunda
ictihad eder. Bazý mezheblerde olduðu gibi bu konuda ister
kendisine ait özel bir metod benimsemiþ olsun isterse
benimsememiþ olsun fark etmez. Ancak Sahabe asrýndaki
müçtehitlerde olduðu gibi hüküm istinbat etmede belli bir metodu
takip etmesi elbette ki doðaldýr. Arap lisaný bozulduktan ve
insanlar dini anlamak için daha fazla vakit ayýrmadan
uzaklaþýnca bir kimsenin mutlak müctehid olmasý için, ictihad
metodu ile ilgili birtakým þartlarý hazýrlamasý kaçýnýlmaz hale
geldi. Buna dayanarak mutlak müctehid olmanýn önemli iki þartý
vardýr, dediler:
1.
Hükümlerin ve kurallarýn çýktýðý semi/nakli delilleri bilmek,
2.
Arap
lisanýnda ve edebiyatçýlarýn kullanýmýnda yer alan kelimelerin
kullaným yönlerini bilmek.
Ancak
semi deliller; Kitap, Sünnet ve icmaya dönüp bakmayý, deliller
arasýnda denge kurabilecek güce ulaþmayý, bir araya
toplayabilmeyi ve aralarýnda çeliþki var gibi görünen
delillerden kuvvetli olaný tercih edebilmeyi gerektirir. Bu
nedenle bazen müctehidin nazarýnda deliller çoðalýr ve tek bir
problemle alakalý birçok delilin var olduðunu ve bunlarýn her
birinin diðerinin gerektirmediði hükmü gerektirdiðini görür. Bu
durumda ise müctehid, hükmü kabul etmede dayanmasý gereken
delillerden birini tercih edebilmesi için tercih yönünü
araþtýrmaya muhtaçtýr. Örneðin Allahu Teâla’nýn þu ayetleri
þahitlik hakkýndadýr:
وَأَشْهِدُوا ذَوَى عَدْلٍ مِنْكُمْ
"Ýçinizden de iki adil þahit getirin."
اثْنَانِ
ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ أَوْ آخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ
"Ýçinizden iki adil kimseyi veya sizden olmayan iki kiþiyi þahit
tutun."
Birinci
ayet þahitlerin Müslümanlardan olduðuna nass teþkil ederken,
ikinci ayet ise þahitlerin Müslümanlardan ve gayri müslimlerden
olabileceðine nass teþkil etmektedir. Yani birinci ayet þahidin
Müslüman olmasýný þart koþarken ikinci ayet ise gayri müslimin
de þahitlik yapmasýna cevaz vermektedir. Dolayýsýyla müctehidin
iki ayetin arasýný bulmasý gerekmektedir. Yani birinci ayetin
þahitlik konusunda mutlak olduðunu ikinci ayetin ise yolculuk
esnasýnda yapýlabilecek bir vasiyet ile mukayyet olduðunu
bilmesini gerektirmektedir. Diðer bir anlatýmla ikinci ayetin
vasiyet esnasýnda vasiyetin dýþýndaki mali muamelelerde Müslüman
olmayanlarýn þahitlik yapmasýna cevaz verdiðini birinci ayetin
ise mali konularýn dýþýndaki meselelere delalet ettiðini
müctehidin bilmesini gerektirmektedir. Ayný zamanda iki ayet de
beyyinenin iki adil þahit üzerinde olduðuna delalet etmektedir.
Allahu
Teâla'nýn þu ayeti de bunu teyit etmektedir:
وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ فَإِنْ لَمْ
يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ
"Erkeklerinizden iki þahit tutun. Eðer iki erkek bulunmazsa, bir
erkek iki kadýn þahit olabilir."
Bu
durumda Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
emzirme konusunda bir kadýnýn þahitliðini kabul ettiðini ve
davacýnýn yemini ile beraber bir kiþinin þehadetini kabul
ettiðini haber veren sahih hadis ile ayetler arasýndaki baðlantý
nasýl kurulacaktýr? Ýbn-i Abbas'dan;
“Resulullah
Sallallahu Aleyhi
Vesellem,
yemin ve bir þahidin þehadeti ile hükmetti.” Yine Cabir
Radýyallahu Anhum'dan; “Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
þahitle beraber bir yemin ile hükmetti.”
Müminlerin emiri Ali b. Ebu Talib
Radýyallahu Anha
ise þöyle demektedir. "Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem
bir þahidin þahitliði ve hak sahibinin de yemin etmesi ile
hükmetti."
Görüldüðü üzere deliller arasýnda çeliþki vardýr. Ancak nasslarý
inceden inceye araþtýran bir müctehid ayetin þahitlik konusunda
ekmel/eksiksiz nisabý/miktarý zikrettiðini, ekmel nisab
tamamlanmadýðý zaman þahitliðin kabul edilmeyeceði anlamýna
gelmediðini görür. Çünkü nisab ancak tahammül için vardýr. Fakat
kadý tarafýndan hükümde ve hükmü uygulamada þehadet nisabý þart
koþulmaz. Sadece beyine/yemin þart koþulur. Beyyine ise; tek bir
kadýnýn þehadeti ile veya bir erkeðin þahitliði ile beraber hak
sahibinin yemini ile hakký/doðruyu açýklayandýr. Ancak zina
þehadetinde olduðu gibi þehadet nisabýný tayin eden Þer’î bir
nassýn gelmesi müstesnadýr. Bu durumda nass ile þehadet nisabý
kayýtlanmýþ olur.
Yine
Nebi Sallallahu
Aleyhi Vesellem
Uhud savaþýnda müþriklerin Müslümanlarla beraber savaþa
katýlmalarýný kabul etmeyip reddederek onlar hakkýnda;
لا تستعين بالكفار
"Kâfirlerden yardým istemeyiz."
derken
Huneyn'de ise müþriklerin yardýmlarýný kabul etmiþtir. Burada da
bu iki delil arasýnda uyum nasýl saðlanacaktýr?
Burada
müctehidin, Resulün Uhud'da müþriklerin kendi bayraklarý altýnda
savaþarak, Müslümanlara yardým etmeyi istediklerinden dolayý
müþriklerin yardýmýný reddettiðini bilmesi gerekir. Bu nedenle
Uhud’da müþriklerin yardýmlarýnýn reddedilmesindeki illetin,
müþriklerin devletlerinin/bayraklarýnýn gölgesi altýnda savaþmak
istemeleri olduðunu anlamalýdýr. Huneyn'de onlarýn yardýmlarýný
kabul etmesinin sebebi ise; Resulün sancaðý/bayraðý altýnda
savaþmayý kabul etmelerinden dolayý olduðunu, dolayýsýyla da
illet kalktýðý için Huneyn'de müþriklerin yardýmlarýný kabul
ettiðini ve yardým almanýn caiz olduðunu bilmesi gerekir.
Ýþte, bu
ve benzeri açýklamalarla delillerdeki karýþýklýk/çeliþki
görüntüsü ortadan kalkar.
Sem’î
delilleri anlama ve onlar arasýndaki dengeyi kurabilme gücüne
sahip olmak temel þarttýr. Bu nedenle mutlak müctehidin Þer’î
hükümlerin kaynaklarýný ve kýsýmlarýný, isbat yollarýný, delalet
ettiði þeyler üzerindeki delalet yönlerini, ihtilaf
mertebelerini ve onlarýn muteber þartlarýný bilmesi gerekir.
Deliller birbiri ile çatýþtýðý zaman ise tercih yönlerini de
bilmesi gerekir. Bunlarý bilmek ise hadis ravilerini, cerh ve
ta'dil metodunu, nüzul sebeplerini ve nasslardaki nasih ve
mensuhu bilmeyi gerektirir.
Lafýzlarýn delalet yönünü bilmek ise; Arapça lisanýný bilmeyi,
Arapça lisanýndaki lafýzlarýn anlamlarýný, delalet ve belaðat
yönlerini bilmede hâkim bir konuma sahip olmayý, güvenilir
rivayete dönebilmek ve bu konuda lügatçilerin ne dediðini
bilebilmek için tek bir lafýzda geçerli olan ihtilaflarý bilmeyi
de beraberinde gerektirir. Sözlüðe bakarak
القرء
kelimesinin temizlik ve hayz anlamýna geldiðini
النكاح
kelimesinin cinsi münasebet ve akid anlamýna geldiðini bilmek
yeterli deðildir. Bilakis genel bir þekilde sarf, nahv, belaðat,
lügat ve bunlarýn dýþýndaki dallarda Arapça lisanýný bilmek
gerekir. Bunlarý bilmek, Arapça lisanýna, edebiyatçýlarýn
kullanýmýna göre tek bir cümle, tek bir lafýzdaki delalet yönüne
vakýf olma imkânýný, Arapça kitaplara müracaat etme ve onlardaki
ibareleri anlama imkânýný saðlar. Fakat bu, bütün detaylarýnda
müçtehit olmak demek deðildir. Zira bu hususta, lügatte Esmai,
Sibavhi gibi olmasý þart koþulmaz. Lafzýn delaleti ile cümleler
ve üslûplar arasýndaki ayýrýmý yapabilecek derecede, mutabakat,
tazmin, hakikat, mecaz, kinaye, müþterek, müteradif gibi lügat
konularýný bilerek lügat üsluplarýnda âlim olmak yeterlidir.
Özetle
mutlak ictihad derecesine ulaþmak için kiþide iki özelliðin
bulunmasý gerekir:
1.
Sem'i delilleri anlayarak Þer’î maksatlarý anlamak,
2.
Arapça
lisanýný ve ondaki cümlelerin, lafýzlarýn ve üslûplarýn
delaletlerini bilmek.
Ýþte,
böylece müctehid anlayýþýna binaen hüküm istinbat etme imkânýný
elde edebilir. Mutlak müctehid demek bütün nasslarý kuþatýcý
olan ve ne olursa olsun herhangi bir hükmü istinbat edebilme
gücüne sahip olan anlamýna gelmez. Mutlak müctehid, birçok
meselede mutlak ictihad derecesine ulaþmakla beraber bunlarýn
dýþýndaki bazý meseleleri bilmiyor da olabilir. Bütün
meselelerde ve her mesele ile ilgili hükümleri bilmesi ve idrak
etmesi mutlak müctehid olmanýn þartlarýndan deðildir.
Dolayýsýyla mutlak müctehidin varlýðý sanýldýðý kadar zor bir iþ
deðildir. Bilakis doðru bir þekilde bu iþe önem verildiði sürece
mutlak müctehid olmak kolaydýr. Þeriat ve lügat ile ilgili
gerekli bilgileri öðrendikten sonra herkesin mesele müctehidi
olmasý da kolay bir iþtir.
 |