Ýctihadýn Þartlarý


Bilindiði üzere ictihad; "Þer’î hükümlerden bir þeyin zannýnýn talebinde, kiþinin kendinde daha fazlasýný yapmaktan aciz kaldýðýný hissedecek derecede bütün gücünü harcamasýdýr" þeklinde tanýmlanmýþtý. Yani, Þer’î hükmü öðrenmek için nassý anlama uðrunda kiþinin en üst seviyede gücünü harcadýktan sonra Kitap ve Sünnette bulunan Þer’î hükmü anlamasýdýr.

Bir þeyin Þer’î bir ictihad ile istinbat edilmiþ bir Þer’î hüküm özelliðini kazanabilmesi için bünyesinde üç þeyi barýndýrmasý gereklidir. Yani yapýlan çalýþmaya ictihad denilebilmesi için üç þeyi beraberinde bulundurmasý lazýmdýr:

1. Kendinde daha fazlasýný yapmaktan aciz kalacak derecede güç sarfettiðini, harcadýðýný hissetmesi,

2. Bu çaba Þer’î hükümlerden bir þeyin zannýnýn talebinde harcanmasý,

3. Zannýn talebinin Þer’î nasslardan olmasý. Çünkü zannýn talebi ancak Þer’î nasslara dayandýðýnda Þer’î hükümlerden sayýlýr. Zira Þer’î hüküm kullarýn fiilleri ile alakalý Þâri’in hitabýdýr.

Bu açýklamalara göre kim bütün gücünü harcamazsa müctehid sayýlmaz. Þer’î hükümlerin dýþýndaki bilimlerde ve görüþlerde zannýn talebi ile ilgili olarak gücünü harcayan kimse veya Þer’î hükümlerle ilgili bir zannýn talebini Þer’î nasslarýn dýþýnda arayan kimse de müctehid sayýlmaz. Bu nedenle müctehid, ancak Allah Subhenehû ve Teala’nýn hükmünü öðrenmek için Þer’î nasslarý anlamada en üst seviyede güç harcayan kimsedir. Bunun dýþýnda, mezheplerinin sözlerini þerh eden veya mezheplerinin sözlerini anlayýp onlardan hükümler çýkaran veya Þer’î deliller yolundan baþka bir yolla bazý âlimlerin görüþünü bir baþka âlimin görüþüne tercih edebilen âlim kimseler ve benzerleri yukarýda yapýlan tarife göre müctehid sayýlmazlar.

Ýctihad, Allah Subhenehû ve Teala’nýn hükmünü öðrenmek için, Þer’î nassý anlama uðrunda, bütün gücünü harcadýktan sonra Þer’î nassý anlamakla sýnýrlý bir iþtir. Anlaþýlmasý gereken yer Þer’î nasslardýr. Þer’î nasslar, Þer’î hükümlerden bir þeyin talebinin istenildiði yerdir.

Bundan dolayý Þer’î nasslarýn yalnýzca Kitap ve Sünnetten meydana geldiði açýkça bilinmelidir. Kitap ve Sünnetin dýþýnda söz söyleyenin konumu ne olursa olsun Kitap ve Sünnetin dýþýndaki nasslar Þer’î nasslardan sayýlmazlar. Ebu Bekir, Ömer, Ali veya bunlarýn dýþýndaki sahabelerin sözleri hiçbir þekilde Þer’î nasslardan sayýlmaz. Ayný þekilde Cafer, Þafii, Malik ve bunlarýn dýþýndaki diðer müçtehitlerin sözleri de kesinlikle Þer’î nasslardan sayýlmaz. Bu kiþilerin veya bunlarýn dýþýnda kim olursa olsun herhangi bir insanýn sözüne dayanýlarak hüküm istinbatýnda bütün gücü harcamak ictihad sayýlmayacaðý gibi, hüküm istinbat etmek için bütün gücünü harcayan kiþi de müctehid sayýlmaz. Ýstinbat ettiði hükme Þer’î hüküm olarak bakýlmaz. Bilakis o, hüküm istinbat eden kiþinin kiþisel görüþü olup Þer'an hiçbir kýymeti olmayan bir görüþtür. Buna göre ister Sahabeden, ister Tabiinden, ister müçtehitlerden, isterse bunlarýn dýþýndakilerden herhangi bir kimsenin sözünden bir hüküm istinbat etmek Þer'an caiz deðildir. Çünkü Kitap ve Sünnetin dýþýnda bir yerden Þer’î bir hüküm istinbat etmek Þer'an haramdýr. Zira böyle bir hüküm Allah Subhenehû ve Teala’nýn indirdiklerinin dýþýndaki bir hüküm sayýlýr. Hâlbuki Allah Subhenehû ve Teala’nýn indirdikleri Kitap ve Sünnetle sýnýrlýdýr. Bu ikisinin dýþýndakileri Allahu Teâla indirmemiþtir. Kitap ve sünnetin dýþýnda bir yerden hüküm almak, Allah Subhenehû ve Teala’nýn indirdiklerinin dýþýnda hüküm almaktýr. Allah Subhenehû ve Teala’nýn indirdiklerinin dýþýndaki hüküm ise kesinlikle haramdýr.

Kitap ve Sünnet Arapça sözlerdir. Kitap ve Sünnet Allah Subhenehû ve Teala katýndan vahiy yolu ile gelmiþ nasslardýr. Bu vahiy ya Kur'aný Kerim gibi hem lafýz hem de mana itibari ile Allah Subhenehû ve Teala’dandýr, ya da yalnýzca manasý Allah Subhenehû ve Teala'dan olup Resulün bu manayý kendi sözleri ile ifade ettikleridir ki bu da Hadistir. Bu iki halden -Kitap ve Sünnet- hangisi olursa olsun her ikisi de Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in konuþtuðu Arapça sözlerdir. Bu söz ya (مترفين) kelimesinde olduðu gibi yalnýzca sözlük anlamýnda kullanýlan bir söz olur, ya (الصلاة) kelimesinde olduðu gibi lügat manasýnýn içerisinde yalnýzca Þer’î manasýnýn kullanýldýðý bir söz olur, ya da      (الطهارة) kelimesinin (طهور, والمطهرون) kelimelerinde olduðu üzere hem sözlük hem de Þer’î manalarýnda kullanýldýðý bir söz olur. Bu durumda ise kelimeden Allah Subhenehû ve Teala’nýn kastettiði hükmü bilebilmek ve nassý anlamada yeterlilik kazanabilmek için kelimelerin hem sözlük hem de Þer’î anlamlarýný bilmek gerekmektedir. Buna göre ictihad þartlarý aþaðýdaki iki þart etrafýnda odaklaþmaktadýr:

1. Sözlük bilgilerinde yeterlilik,

2. Þer’î bilgilerde yeterlilik.

Ýslâm'ýn doðuþundan H.2. asrýn sonlarýna kadar Müslümanlar; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in dönemine yakýn olmalarý, hayatlarýnda dine önem vermeleri dilin bozulmamasýndan ve lügatlerinde takip ettikleri yolun selamette bulunmasýndan dolayý, ne Þer’î açýdan ne de lügat açýsýndan belirli kaidelere ihtiyaç duymuyorlardý. Bu nedenle o dönemde ictihad için bilinen þartlar yoktu. Zira ictihad bilinen bir iþti. Binlerce müctehid vardý. Sahabenin tamamý müctehid idi. Yine valilerin, kadýlarýn ve yöneticilerin neredeyse çoðunluðu da müctehid idi. Halk arasýnda Arap lisaný bozulduðunda dili kontrol altýnda tutmak için kurallar konuldu. Ýnsanlar dünya ile meþgul oldular ve vaktinin çoðunu din için harcayanlar azaldý. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in sözlerine katýlan yalanlar çoðaldý. Bu olaylar üzerine nasih ve mensuhla, bir hadisin alýnmasý ve reddedilmesiyle, ayetlerden ve hadislerden hüküm çýkarma keyfiyetini anlama ile ilgili kaideler konuldu. Müçtehitlerin sayýsýnda azalma meydana geldiðinde ise müctehid, kendi dýþýndaki müctehidlerin kullandýklarý kaidelerden baþka kaideleri kullanarak belirli istinbatlara vararak yeni ictihadlar yapmaya baþladý. Müctehid þöyle yetiþmeye baþladý:

Kendisi nasslardan hükümleri çýkarmak için çok denemeler yapar ve bu denemelerden dolayý ictihad yapmak için belli bir metod üzerine yürümeye baþlar. Veya belirli kaideleri tespit eder ve tespit edilmiþ kaidelere uyarak artýk buna göre ictihad etmeye baþlar. Bundan da, Þer’î nasslardan Þer’î hükmü almada ve Þer’î nasslarý anlamada belirli bir metoda sahip olmasý nedeniyle müctehidin, müctehid olmasý durumu ortaya çýktý. Bu arada bazý müçtehitler ictihad metodunda baþka bir þahsý taklit ettiler. Ancak onlar, kendileri dýþýndaki müçtehitleri istinbat edilmiþ hükümlerde taklit etmeyip, taklit ettikleri þahsýn koyduðu metoda göre bizzat kendileri hüküm istinbat etme þeklinde taklit ediyorlardý. Yine bu arada bazý Müslümanlar bütün meselelerde deðil, onlara sorulan belirli meselelerde Þer’î hükümlerden bir þeyin zannýnýn talebinde güçlerini harcamada Þer’î bilgilerden bir þeyde derinleþtiler. Böylece pratikte Müslümanlar arasýnda üç grup müctehid meydana geldi:

1. Mutlak müctehid,

2. Mezheb müctehidi,

3. Mesele müctehidi.

Mezheb müctehidi: Mezheb müctehidi; ictihad metodunda müçtehitlerden birini taklit eden müçtehittir. Ancak mezheb müctehidi mezheb imamýný taklit etmez, hükümlerde kendi ictihad eder. Mezheb müctehidi için mezhebinin delillerini ve hükümlerini bilmesinden baþka hiçbir þart yoktur. Mezhebindeki hükümlere uyabileceði gibi muhalefet de edebilir. Buna göre herhangi bir mezhebe tabi olup da, o mezebde ictihad edebilme gücüne sahip olan bir kimsenin, bir takým hükümlerle ilgili meselelerde (kendinde) daha kuvvetli delil varsa mezheb imamýnýn görüþlerine muhalefet etmesi caizdir. Ýmamlarýn þöyle söyledikleri rivayet olunur: "Hadis sahih olduðu zaman o benim mezhebimdir ve benim sözümü duvarýn arkasýna atýnýz." Bu tür müctehidin en açýk örneðini Þafii mezhebinin tabilerinden olan Ýmam-ý Ðazali'de görmekteyiz. Ýmam-ý Ðazali’nin Þafii’nin ictihadlarýna ters düþen birçok ictihadý vardýr.

Mesele müctehidine gelince: Bunun ne belirli þartlarý vardýr ne de belirli bir metodu. Þer’î nasslarý çok iyi bir þekilde anlayabilecek þekilde bir takým lügat bilgilerine, Þer’î bilgilere sahip olan herkesin mesele müctehidi olmasý ve tek bir meselede ictihad etmesi caizdir. Tek bir meselede müçtehitlerin görüþlerini, delillerini ve istidlâl/delil getirme yönünü incelemesi ve bu incelemeden sonra, görüþlerini incelediði müçtehitlerin görüþüne uygun olsun olmasýn, Þer’î hüküm olduðu zanný galibine göre Þer’î hüküm hakkýnda belirli bir anlayýþa ulaþmasý caizdir. Ve yine tek bir meseledeki Þer’î delilleri inceleyip Þer’î delillerden zanný galibine göre ulaþtýðý hükmün Þer’î hüküm olduðunu anlamasý da caizdir. Araþtýrdýðý mesele daha önceki müçtehitler tarafýndan araþtýrýlmýþ olsun olmasýn fark etmez. Tek meselede ictihad eden müctehidin ictihad ettiði mesele ile ilgili bilgilere sahip olmasý onun müctehid olmasý için yeterlidir. Ýçtihat ettiði mesele ile ilgisi bulunmayan konularla alakalý fýkýh ve usul bilgilerine sahip olmamasý ona bir zarar vermez.

Sahabe asrýnda olduðu gibi herhangi bir þarta baðlý kalmaksýzýn Þer’î nasslarý anlayýp doðrudan doðruya Þer’î nasslardan hükümler istinbat eden kimseler vardý. Yine belirli bir mezhebin tabisi olarak kalýp mezheb imamlarýnýn görüþlerine ters ictihadlarda bulunan kimseler de vardý. Ýþte o dönemlerdeki ictihad vakýasýna göre “mezheb müctehidi” ve “mesele müctehidi” ortaya çýktý. Vakýa açýsýndan durum budur. Ýctihad açýsýndan ise durum farklýlýk arzetmektedir. Kiþi bazý nasslarla alakalý konularda müctehid iken bir kýsmýnda ise müctehid olmamaktadýr.

Ancak bazýlarýnýn; "Ýctihad; ictihad ile ilgili bilgileri kuþatan kiþinin nefsinde ortaya çýkan bir melekedir/yetenektir" sözlerinin aslý yoktur ve vakýaya da uygun deðildir. Bazen kiþide yetenek olur fakat müctehid olmaz. Çünkü o bir meseleyi araþtýrmaya, incelemeye önem vermede kendini mükellef görmemektedir. Yetenek, kavrama ve baðlantý kurma gücü demektir. Bu yetenek bazen Þer’î ve lügavi bilgilerin tamamýný kuþatmaya ihtiyaç göstermeden, Þer’î ve lügavi bilgilerin bir kýsmýnýn bilinmesi ile beraber zekâ üstünlüðü ile gerçekleþir. Bazen ise ders ve eðitim için bir ilim olarak kiþi, Þer’î ve lügavi bilgilere sahip olmakla beraber ayný âlimde düþünmenin bulunmamasý nedeniyle yetenek bulunmaz.

Çünkü ictihad hissedilebilir sonuçlarý olan hissedilebilir bir iþlemdir. Yani hükme ulaþmak için ameli olarak güç harcamaktýr. Fakat yeteneðin varlýðý ictihad olarak isimlendirilmez. Bu nedenle kiþi bazý meselelerde ictihad yapabilirken bazý meselelerde ise ictihad yapamayabilir. Buradan da anlaþýlmaktadýr ki ictihad, bazý konularda gerçekleþebilirken bazý konularda ise gerçekleþememektedir.

Ancak ictihadýn bir kýsým meselelere ayrýlabilmesi, ictihadýn parçalanabileceði anlamýna gelmez. Çünkü fýkhýn bazý bölümlerinde müctehidin, ictihad yapmaya gücü yeterken fýkhýn diðer bölümlerinde ictihada gücü yetmeyebilir. Yani ictihadýn bölümlere ayrýlabilmesi demek, bazý delillerin açýklýðý ve delillerde þüphelerin bulunmamasý nedeniyle konuyu kavrama imkânýna sahip olmak ve bazý delillerdeki daðýnýklýk, derinlik ve üzerinde uðraþýlan konuda birbirine zýt birçok delilin bulunmasý nedeniyle konuyu kavrama imkânýna sahip olamamak demektir. Bu durum bazen usul kaidelerinde ortaya çýkar bazen da Þer’î hükümlerde ortaya çýkar. Ýçtihadýn bölünebilmesi fýkhýn bölümleri üzerinde deðil hüküm çýkarma gücü noktasýnda görülür.

Bu anlatýlanlarýn hepsi mezheb müctehidi ile ilgili bir durumdur.

Mutlak müçtehit ise; hem Þer’î hükümlerde hem de Þer’î' hükümleri istinbat metodunda ictihad eder. Bazý mezheblerde olduðu gibi bu konuda ister kendisine ait özel bir metod benimsemiþ olsun isterse benimsememiþ olsun fark etmez. Ancak Sahabe asrýndaki müçtehitlerde olduðu gibi hüküm istinbat etmede belli bir metodu takip etmesi elbette ki doðaldýr. Arap lisaný bozulduktan ve insanlar dini anlamak için daha fazla vakit ayýrmadan uzaklaþýnca bir kimsenin mutlak müctehid olmasý için, ictihad metodu ile ilgili birtakým þartlarý hazýrlamasý kaçýnýlmaz hale geldi. Buna dayanarak mutlak müctehid olmanýn önemli iki þartý vardýr, dediler:

1. Hükümlerin ve kurallarýn çýktýðý semi/nakli delilleri bilmek,

2. Arap lisanýnda ve edebiyatçýlarýn kullanýmýnda yer alan kelimelerin kullaným yönlerini bilmek.

Ancak semi deliller; Kitap, Sünnet ve icmaya dönüp bakmayý, deliller arasýnda denge kurabilecek güce ulaþmayý, bir araya toplayabilmeyi ve aralarýnda çeliþki var gibi görünen delillerden kuvvetli olaný tercih edebilmeyi gerektirir. Bu nedenle bazen müctehidin nazarýnda deliller çoðalýr ve tek bir problemle alakalý birçok delilin var olduðunu ve bunlarýn her birinin diðerinin gerektirmediði hükmü gerektirdiðini görür. Bu durumda ise müctehid, hükmü kabul etmede dayanmasý gereken delillerden birini tercih edebilmesi için tercih yönünü araþtýrmaya muhtaçtýr. Örneðin Allahu Teâla’nýn þu ayetleri þahitlik hakkýndadýr:

وَأَشْهِدُوا ذَوَى عَدْلٍ مِنْكُمْ "Ýçinizden de iki adil þahit getirin."[1]

 اثْنَانِ ذَوَا عَدْلٍ مِنْكُمْ أَوْ آخَرَانِ مِنْ غَيْرِكُمْ "Ýçinizden iki adil kimseyi veya sizden olmayan iki kiþiyi þahit tutun."[2]

Birinci ayet þahitlerin Müslümanlardan olduðuna nass teþkil ederken, ikinci ayet ise þahitlerin Müslümanlardan ve gayri müslimlerden olabileceðine nass teþkil etmektedir. Yani birinci ayet þahidin Müslüman olmasýný þart koþarken ikinci ayet ise gayri müslimin de þahitlik yapmasýna cevaz vermektedir. Dolayýsýyla müctehidin iki ayetin arasýný bulmasý gerekmektedir. Yani birinci ayetin þahitlik konusunda mutlak olduðunu ikinci ayetin ise yolculuk esnasýnda yapýlabilecek bir vasiyet ile mukayyet olduðunu bilmesini gerektirmektedir. Diðer bir anlatýmla ikinci ayetin vasiyet esnasýnda vasiyetin dýþýndaki mali muamelelerde Müslüman olmayanlarýn þahitlik yapmasýna cevaz verdiðini birinci ayetin ise mali konularýn dýþýndaki meselelere delalet ettiðini müctehidin bilmesini gerektirmektedir. Ayný zamanda iki ayet de beyyinenin iki adil þahit üzerinde olduðuna delalet etmektedir.

Allahu Teâla'nýn þu ayeti de bunu teyit etmektedir:

وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ فَإِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ     "Erkeklerinizden iki þahit tutun. Eðer iki erkek bulunmazsa, bir erkek iki kadýn þahit olabilir."[3]

Bu durumda Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in emzirme konusunda bir kadýnýn þahitliðini kabul ettiðini ve davacýnýn yemini ile beraber bir kiþinin þehadetini kabul ettiðini haber veren sahih hadis ile ayetler arasýndaki baðlantý nasýl kurulacaktýr? Ýbn-i Abbas'dan; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, yemin ve bir þahidin þehadeti ile hükmetti.” Yine Cabir Radýyallahu Anhum'dan; “Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem þahitle beraber bir yemin ile hükmetti. Müminlerin emiri Ali b. Ebu Talib Radýyallahu Anha ise þöyle demektedir. "Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem bir þahidin þahitliði ve hak sahibinin de yemin etmesi ile hükmetti."

Görüldüðü üzere deliller arasýnda çeliþki vardýr. Ancak nasslarý inceden inceye araþtýran bir müctehid ayetin þahitlik konusunda ekmel/eksiksiz nisabý/miktarý zikrettiðini, ekmel nisab tamamlanmadýðý zaman þahitliðin kabul edilmeyeceði anlamýna gelmediðini görür. Çünkü nisab ancak tahammül için vardýr. Fakat kadý tarafýndan hükümde ve hükmü uygulamada þehadet nisabý þart koþulmaz. Sadece beyine/yemin þart koþulur. Beyyine ise; tek bir kadýnýn þehadeti ile veya bir erkeðin þahitliði ile beraber hak sahibinin yemini ile hakký/doðruyu açýklayandýr. Ancak zina þehadetinde olduðu gibi þehadet nisabýný tayin eden Þer’î bir nassýn gelmesi müstesnadýr. Bu durumda nass ile þehadet nisabý kayýtlanmýþ olur.

Yine Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem Uhud savaþýnda müþriklerin Müslümanlarla beraber savaþa katýlmalarýný kabul etmeyip reddederek onlar hakkýnda; لا تستعين بالكفار "Kâfirlerden yardým istemeyiz." derken Huneyn'de ise müþriklerin yardýmlarýný kabul etmiþtir. Burada da bu iki delil arasýnda uyum nasýl saðlanacaktýr?

Burada müctehidin, Resulün Uhud'da müþriklerin kendi bayraklarý altýnda savaþarak, Müslümanlara yardým etmeyi istediklerinden dolayý müþriklerin yardýmýný reddettiðini bilmesi gerekir. Bu nedenle Uhud’da müþriklerin yardýmlarýnýn reddedilmesindeki illetin, müþriklerin devletlerinin/bayraklarýnýn gölgesi altýnda savaþmak istemeleri olduðunu anlamalýdýr. Huneyn'de onlarýn yardýmlarýný kabul etmesinin sebebi ise; Resulün sancaðý/bayraðý altýnda savaþmayý kabul etmelerinden dolayý olduðunu, dolayýsýyla da illet kalktýðý için Huneyn'de müþriklerin yardýmlarýný kabul ettiðini ve yardým almanýn caiz olduðunu bilmesi gerekir.

Ýþte, bu ve benzeri açýklamalarla delillerdeki karýþýklýk/çeliþki görüntüsü ortadan kalkar.

Sem’î delilleri anlama ve onlar arasýndaki dengeyi kurabilme gücüne sahip olmak temel þarttýr. Bu nedenle mutlak müctehidin Þer’î hükümlerin kaynaklarýný ve kýsýmlarýný, isbat yollarýný, delalet ettiði þeyler üzerindeki delalet yönlerini, ihtilaf mertebelerini ve onlarýn muteber þartlarýný bilmesi gerekir. Deliller birbiri ile çatýþtýðý zaman ise tercih yönlerini de bilmesi gerekir. Bunlarý bilmek ise hadis ravilerini, cerh ve ta'dil metodunu, nüzul sebeplerini ve nasslardaki nasih ve mensuhu bilmeyi gerektirir.

Lafýzlarýn delalet yönünü bilmek ise; Arapça lisanýný bilmeyi, Arapça lisanýndaki lafýzlarýn anlamlarýný, delalet ve belaðat yönlerini bilmede hâkim bir konuma sahip olmayý, güvenilir rivayete dönebilmek ve bu konuda lügatçilerin ne dediðini bilebilmek için tek bir lafýzda geçerli olan ihtilaflarý bilmeyi de beraberinde gerektirir. Sözlüðe bakarak القرء kelimesinin temizlik ve hayz anlamýna geldiðini النكاح kelimesinin cinsi münasebet ve akid anlamýna geldiðini bilmek yeterli deðildir. Bilakis genel bir þekilde sarf, nahv, belaðat, lügat ve bunlarýn dýþýndaki dallarda Arapça lisanýný bilmek gerekir. Bunlarý bilmek, Arapça lisanýna, edebiyatçýlarýn kullanýmýna göre tek bir cümle, tek bir lafýzdaki delalet yönüne vakýf olma imkânýný, Arapça kitaplara müracaat etme ve onlardaki ibareleri anlama imkânýný saðlar. Fakat bu, bütün detaylarýnda müçtehit olmak demek deðildir. Zira bu hususta, lügatte Esmai, Sibavhi gibi olmasý þart koþulmaz. Lafzýn delaleti ile cümleler ve üslûplar arasýndaki ayýrýmý yapabilecek derecede, mutabakat, tazmin, hakikat, mecaz, kinaye, müþterek, müteradif gibi lügat konularýný bilerek lügat üsluplarýnda âlim olmak yeterlidir.

Özetle mutlak ictihad derecesine ulaþmak için kiþide iki özelliðin bulunmasý gerekir:

1. Sem'i delilleri anlayarak Þer’î maksatlarý anlamak,

2. Arapça lisanýný ve ondaki cümlelerin, lafýzlarýn ve üslûplarýn delaletlerini bilmek.

Ýþte, böylece müctehid anlayýþýna binaen hüküm istinbat etme imkânýný elde edebilir. Mutlak müctehid demek bütün nasslarý kuþatýcý olan ve ne olursa olsun herhangi bir hükmü istinbat edebilme gücüne sahip olan anlamýna gelmez. Mutlak müctehid, birçok meselede mutlak ictihad derecesine ulaþmakla beraber bunlarýn dýþýndaki bazý meseleleri bilmiyor da olabilir. Bütün meselelerde ve her mesele ile ilgili hükümleri bilmesi ve idrak etmesi mutlak müctehid olmanýn þartlarýndan deðildir. Dolayýsýyla mutlak müctehidin varlýðý sanýldýðý kadar zor bir iþ deðildir. Bilakis doðru bir þekilde bu iþe önem verildiði sürece mutlak müctehid olmak kolaydýr. Þeriat ve lügat ile ilgili gerekli bilgileri öðrendikten sonra herkesin mesele müctehidi olmasý da kolay bir iþtir.


[1] Talak:2

[2] Maide 106

[3] Bakara  282