Genel Sorumluluklar


Şer’iat Koyucu, yönetici üzerindeki vacip olan genel sorumlulukları, belirsizliğe ve karışıklığa yer bırakmaksızın gayet açık bir şekilde belirledi. Zira yöneticinin sorumluluğunu; yönetici olması vasfıyla kendisine has olması gereken hususlar bakımından açıkladığı gibi, onun tebası ile ilişkisi bakımından da açıklamıştır.

Yönetici vasfıyla ona ait olması gereken husus bakımından yöneticinin sorumluluğuna gelince; Bu, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in yöneticiye ait bazı sıfatları açıkladığı hadislerde açıkça görülmektedir. Bunların en belirgin olanları: 1- Güç, 2- Takva, 3- Rıfk/tebaya güzel davranma, 4- Nefret ettirici olmama.

1- Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem yöneticinin güçlü olması gerektiğini, zayıfın yönetici olmaya uygun olmadığını gösterdi.

Müslim, Ebu Zer’den Rasulullah’ın şöyle dediğini rivayet etti: يَا أَبَا ذَرٍّ إِنِّي أَرَاكَ ضَعِيفًا وَإِنِّي أُحِبُّ لَكَ مَا أُحِبُّ لِنَفْسِي لا تَأَمَّرَنَّ عَلَى اثْنَيْنِ وَلا تَوَلَّيَنَّ مَالَ يَتِيمٍ “Ey Ebu Zer, görüyorum ki sen zayıfsın. Ben sana, nefsime önerdiğimi öneriyorum: İki kişi üzerine emir olma, yetim malını üstlenme.”[1]

Müslim, yine Ebu Zer’den şöyle dediğini rivayet etti: “Dedim ki ya Rasulullah, beni amil tayin etmeyecek misin (bana bir yerin sorumluluğunu vermeyecek misin)? Bunun üzerine elini omzuma koyup şöyle dedi: يَا أَبَا ذَرٍّ إِنَّكَ ضَعِيفٌ وَإِنَّهَا أَمَانَةُ وَإِنَّهَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ خِزْيٌ وَنَدَامَةٌ إِلا مَنْ أَخَذَهَا بِحَقِّهَا وَأَدَّى الَّذِي عَلَيْهِ فِيهَا “Ey Ebu Zer, görüyorum ki sen zayıfsın. O (yönetim sorumluluğu) ise, bir emanettir. O; onu hakkıyla alan ve o hususta üzerinde olanı yerine getiren kimse dışında, Kıyamet Günü utançtır, pişmanlıktır.”[2]

Burada güçten kasıt, şahsiyet gücüdür. Yani akliyet gücü ve nefsiyet gücüdür. Zira yöneticinin akliyeti/zihniyeti, mutlaka işleri ve ilişkileri kendisi ile idrak ettiği “yönetim akliyeti” olmalıdır. Nefsiyeti de, kendisinin emir olduğunu idrak eden ve meyillerini/eğilimlerini de emir yönlendirmesi ile yönlendiren bir  “yönetici nefsiyeti” olmalıdır.

2- İçerisinde, despotluk olabilirliğini taşıyan şahsiyet gücü olunca, yönetici için, kendisini despotluk şerrinden koruyan bir sıfatın olması kaçınılmazdır. Buna göre yöneticinin; kendi özelliğinde ve ümmeti yönetmesinde takva ile vasıflanmış olması kaçınılmazdır.

Müslim ve Ahmed b. Hanbel, Süleyman b. Büreyde’den o da babasından şöyle dediğini rivayet ettiler:

“Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem bir kişiyi orduya ya da bir seriyyeye emir tayin ettiğinde ona kendi özelliğinde takvayı ve Müslümanlardan yanında olanlara da iyi davranmasını tavsiye ederdi.” [3]

Yönetici; Allah Subhenehû ve Teala’ya karşı takvalı olup O’ndan korkunca, gizlide ve açıkta O’nu gözetince, bu onu tebaasına despotluk yapmaktan alıkoyar. Fakat takva, onu sert ve şiddetli olmaktan alıkoymaz. Çünkü o, Allah’ı gözeterek O’nun emir ve nehiylerine bağlı olmak zorundadır.

3- O yönetici olduğu sürece, işinin tabiatından dolayı sert ve şiddetli olur. Bundan dolayı Şer’iat Koyucu ona refik/nazik olmasını, tebaasını sıkmamasını emretmiştir.

Müslim, Aişe RadıyAllah’u Anh’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’i bu evimde şöyle derken işittim: اللَّهُمَّ مَنْ وَلِيَ مِنْ أَمْرِ أُمَّتِي شَيْئًا فَشَقَّ عَلَيْهِمْ فَاشْقُقْ عَلَيْهِ وَمَنْ وَلِيَ مِنْ أَمْرِ أُمَّتِي شَيْئًا فَرَفَقَ بِهِمْ فَارْفُقْ بِهِ   “Allah’ım, kim ümmetimin işinden bir şey üstlenir, sonra da onlara sıkıntı verirse, ona sıkıntı ver. Kim de ümmetimin işinden bir şey üstlenir, sonra da onlara refik olursa ve iyi davranırsa, ona iyi davran.”[4]

4- Aynı şekilde Şer’iat Koyucu yöneticiye, nefret ettirici değil, müjdeleyici olmasını emretmiştir.

Müslim, Ebu Musa’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem ashabından birini bazı işleri için gönderirken şöyle derdi: بَشِّرُوا وَلا تُنَفِّرُوا وَيَسِّرُوا وَلا تُعَسِّرُوا   “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın.”[5]

Bunlar, yöneticinin özel konumu bakımından üzerinde bulunması gereken husus açısından izahtır.

Tebâ ile alakası bakımından gereken hususa gelince:

- Şer’iat Koyucu tebayı nasihatla ihata etmesini/samimiyetle gözetmesini emretti.

- Onu kamu mallarına bir şekilde dokunmaktan nehyetti.

- Onu, onları -yanından bir şey olmaksızın- sadece İslâm ile yönetmekle zorunlu kıldı.

1- Nitekim Allah Subhanehu, tebâsını samimiyetle gözetmeyen veya onu bir şekilde kandıran yöneticiye Cenneti haram kılmıştır.

Buhari, Ma’kel b. Yesâr’dan şöyle dediğini rivayet etti: “Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem’i şöyle derken işittim: مَا مِنْ وَالٍ يَلِي رَعِيَّةً مِنَ الْمُسْلِمِينَ فَيَمُوتُ وَهُوَ غَاشٌّ لَهُمْ إِلا حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ “Müslümanlardan bir tebaayı yöneten bir vali, onları kandırmış olduğu halde ölürse, Allah ona cenneti haram kılar.”[6]

Müslim, Ma’kel’den şöyle dediğini rivayet etti: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’i şöyle derken işittim: مَا مِنْ أَمِيرٍ يَلِي  أمْرَ الْمُسْلِمِينَ ثُمَّ لا يَجْهَدُ لَهُمْ وَيَنْصَحُ إِلا لَمْ يَدْخُلْ مَعَهُمُ الْجَنَّةَ “Müslümanların (yönetim) işini üstlenen bir emir, onlar için samimi olarak çalışmazsa, onlarla birlikte cennete girmez.”[7]

Müslim, Ebu Said’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etti: لِكُلِّ غَادِرٍ لِوَاءٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرْفَعُ لَهُ بِقَدْرِ غَدْرِهِ أَلا وَلا غَادِرَ أَعْظَمُ غَدْرًا مِنْ أَمِيرِ عَامَّةٍ “Kıyamet Günü her ğâdir/aldatıcı için bir bayrak vardır. Yaptığı her aldatma ile o bayrak onun için kaldırılır. Dikkat edin! Genel bir emirin aldatmasından daha büyük bir aldatma ve aldatıcı yoktur.”[8]

Böylece teba uğruna büyük gayret sarfetmek ve onu gözetmek hususuna büyük vurgu yaptığı gayet açıktır. Bundan bu husustaki sorumluluğun büyüklüğü ve önemi açığa çıkmaktadır.

2- Kamu mallarına dokunma hususuna gelince; ondan sakındırmıştır ve bu sakındırmaya da vurgu yapmıştır. Valilerden bir vali ona çalım sattığında, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem onu azarlamıştır ve onun durumu hakkında insanlara hitap etmiştir.

Buhari, Ebu Hamid Es-Sa’idî’den şunu rivayet etmiştir: “Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem, İbn El-Letibe’yi Selim Oğullarının zekâtları üzerine vali tayin etti. O, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’e geldiğinde, Rasul onu hesaba çekti. O da; ‘bu size aittir, bu da bana hediye verilendir.’ dedi. Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi: فَهَلا جَلَسْتَ فِي بَيْتِ أَبِيكَ وَبَيْتِ أُمِّكَ حَتَّى تَأْتِيَكَ هَدِيَّتُكَ إِنْ كُنْتَ صَادِقًا ثُمَّ قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَخَطَبَ النَّاسَ وَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ أَمَّا بَعْدُ فَإِنِّي أَسْتَعْمِلُ رِجَالاً مِنْكُمْ عَلَى أُمُورٍ مِمَّا وَلانِي اللَّهُ فَيَأْتِي أَحَدُكُمْ فَيَقُولُ هَذَا لَكُمْ وَهَذِهِ هَدِيَّةٌ أُهْدِيَتْ لِي فَهَلا جَلَسَ فِي بَيْتِ أَبِيهِ وَبَيْتِ أُمِّهِ حَتَّى تَأْتِيَهُ هَدِيَّتُهُ وَاللَّهِ لا يَأْخُذُ أَحَدُكُمْ مِنْكم شَيْئًا بِغَيْرِحَقِّهِ إِلا لقي اللَّهَ يَحْمِلُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ    “Doğruysan söyle! Sen babanın ve annenin evinde otursaydın o hediyen gelir miydi?  Sonra Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem ayağa kalkıp Allah’a hamd ve senadan sonra insanlara hitap etti. Şöyle dedi:  Ben sizden bir adama, Allah’ın bana yüklediği bazı işlerin üzerine görevli tayin ediyorum. Sonra biriniz bana gelip, bu sizin için, bu da bana verilen hediyedir, diyor. Doğruysa söyleyin, o babası ve annesi evinde otursaydı, ona hediyesi gelir miydi? Allah’a yemin olsun ki; sizden birisi hakkı olmaksızın ondan bir şey alırsa, Kıyamet Günü Allah’a onun sorumluluğunu taşıyarak gelir.”[9]

Bu, o kişiyi Allah Subhenehû ve Teala’nın hesaba çekeceği ve amelinden dolayı cezalandıracağı anlamına gelmektedir. Bu, yöneticiyi kamu mallarına, herhangi bir şekilde, fetva ve yorum altında olmaksızın, dokunmaktan şiddetli bir şekilde sakındırmaktadır.

3-Yöneticinin kendisi ile hükmetmesinin vacip olduğu hükümler bakımından izaha gelince; Şer’iat Koyucu, bu hükümleri yönetici için belirledi, sonra da onu Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti ile yönetmekle zorunlu kıldı. Ona Kitap ve Sünnette içtihad yapma hakkı verdi. Ona, İslâm’dan başkasına bakmasını ya da İslâm’dan başkasından bir şey almasını kesinlikle nehyetti. Yöneticinin Kitap ve Sünnetle sınırlandırılması, Kur'an ayetlerinde gayet açıkça ortadadır.

Zira Allah’u Teâlâ şöyle demiştir:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ - الْفَاسِقُونَ - الْكَافِرُونَ  “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerdir, fasıklardır, kâfirlerdir.”[10]

Bu, yönetimin Allah Subhenehû ve Teala’nın indirdiği ile sınırlandırılması demektir. Allah’ın, Rasulü Efendimiz Muhammed SallAllah’u Aleyhi Vesellem’e indirdiği ise, lafız ve mana olarak Kur’an’ı Kerim’dir, lafız değil de mana olarak ise Sünnettir. Böylece yönetici, yönetiminde Kitap ve Sünnetin sınırları ile sınırlı olmuş olur. Şer’iat Koyucu, yöneticiye Kitap ve Sünnette içtihad yapmasını yani Kitap ve Sünneti anlamakta ve onlardan hükümler çıkartmakta gayret sarfetmesini caiz kılmıştır.

Nitekim Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem Muaz’ı Yemen’e gönderirken ona şöyle demiştir: “Ne ile hükmedeceksin?”  dedi. O; ‘Allah’ın Kitabı ile’ dedi. Rasul; “Onda bulmazsan?” dedi. O; ‘Rasulullah’ın Sünneti ile’ dedi. Rasul; “Onda bulmazsan?” dedi. O; ‘İçtihat edeceğim.’ dedi. Bunu üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi: “Allah’ın Rasulü’nü, Allah ve Rasulü’nün sevdiği hususa muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.”

İçtihatta hata yaptığında yöneticiye bir ecir vermiştir. Böylelikle yöneticiyi içtihad yapmaya cesaretlendirmektedir ve onu nâsların zahirinde donup kalmaktan uzaklaştırmaktadır.

Nitekim Buhari, Amru b. El-Âs’dan Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle derken işittiğini rivayet etti: إِذَا حَكَمَ الْحَاكِمُ فَاجْتَهَدَ ثُمَّ أَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ وإذا حكم فإجتهد ثم أخطا فله أجر    “Bir yönetici hükmettiğinde içtihad edip isabet ederse ona iki ecir vardır. Hükmettiğinde içtihad edip hata ederse ona bir ecir vardır.”[11]

Şer’iat, yöneticinin kendileriyle hükmettiği hükümleri –başkası değil İslâm olmaları bakımından- sınırlandırmakta çok aşırı özen göstermiştir. Hata etse de, yöneticiye içtihad hakkı vermiş olmasına rağmen Şer’iat, yönetimi İslâm ile sınırlandırmakta çok tavizsiz olmuştur. İslâm’dan başkası ile yönetmekten hatta İslâm’dan başkasından bir hüküm dahi sormaktan ya da İslâm’dan olmayan bir şeyi İslâm’a ortak kılmaktan nehyetmiştir.

Allah’u Teâlâ, Rasule hitaben şöyle dedi:

وَأَنْ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ   “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et.”[12]  عن ما جاءك من الحق  فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ  “Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.”[13]

Rasule hitap, ümmeti için de hitaptır. O halde bu, her yönetici için bir hitaptır.

Müslim, Aişe RadıyAllah’u Anha’dan Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etti:  مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ   “Kim hakkında emrimiz olmayan bir iş yaparsa o red olunur.”[14]

Aişe RadıyAllah’u Anha’dan başka bir rivayette ise Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle demiştir:   و من أحدث في أمرنا هذا ما ليس منه فهو رد  “Kim bizim emrimizde (dinimizde) olmayan bir şeyi sonradan ortaya koyarsa o red olunur.”

Buhari, Ubeydullah b. Abdullah’dan İbn Abbâs RadıyAllah’u Anh’un şöyle dediğini rivayet etti: “Rasulullah’a indirilen Kitabınız taptaze dururken, kitap ehline bir şey hakkında nasıl soru sorarsınız? O Kitabınızı lekesiz tertemiz olduğu halde okuyorsunuz. O size; kitap ehlinin, Allah’ın Kitabını değiştirdiklerini, başkalaştırdıklarını, eliyle yazıp, ‘Az para karşılığı satmak için bu Allah katındandır’ dediklerini anlatmaktadır. İlimden size gelen, onlara soru sormaktan nehy etmiyor mu?”[15]

Böylelikle, kendisi ile hükmedilmesi gerekenin belirlenmesi açığa çıkmaktadır. Yöneticinin, yönetimle ilgili hükümlerde sorumluluğu Allah’ın indirdiği ile sınırlandırılmıştır.

Yöneticiye vacip olan bu sorumluluklar, Şer’iat Koyucunun genel sorumlulukları gayet açık bir şekilde belirlediğini göstermektedir. Yönetici üzerindeki bu sorumluluklar onun; bir halife ya da onun muavini ya da âmil –ki bunların hepsi de yöneticidir ve bu sorumluluklarla kayıtlıdır– olmasına bakmaksızın bir yönetici olması bakımındandır. Şöyle ki; bunlar valilerin, emirlerin ve diğer yöneticilerin sorumlulukları olduklarında aynı zamanda halifenin sorumlulukları olmaktadırlar. Çünkü bunlara emir vacip olunca, genel sorumluluğu üstlenen kimseye evlâ babından vacip olur. Ayrıca, ister halife olsun ister vali olsun, Müslümanların işlerinden bir iş üstlenen herkesi kapsayan genellikte gelmiş bazı hadisler vardır. Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şu sözleri gibi: “Allah’ın, kendisini bir tebâdan sorumlu kıldığı kul.”, “Ümmetimin (yönetim) işinden bir şey üstlenen kimse.”, “Genel bir emirin aldatmasından daha büyük bir aldatma.” Ve Allah’u Teâlâ’nın şu sözü; “Kim... hükmetmezse.” Bütün bu sözler, valiyi de halifeyi de kapsayan genel bir lafızla gelmişlerdir. Rasul’ün hitabı, vali olsun halife olsun her yöneticiye hitaptır.

Ayrıca Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem halifenin tebasından sorumluluğunu nâs olarak, içerisinde genel sorumluluğun mücmel bir şekilde açıklandığı şu hadiste beyan etmiştir.

Buhari, Abdullah b. Ömer’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etti: أَلا كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ فَالإمَامُ الَّذِي عَلَى النَّاسِ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالرَّجُلُ رَاعٍ عَلَى أَهْلِ بَيْتِهِ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالْمَرْأَةُ رَاعِيَةٌ عَلَى أَهْلِ بَيْتِ زَوْجِهَا وَوَلَدِهِ وَهِيَ مَسْئُولَةٌ عَنْهُمْ  “Dikkat edin! Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz. İnsanlar üzerinde olan imam çobandır, tebaasından sorumludur. Erkek, evinin halkına çobandır, güttüğünden sorumludur. Kadın, evinin ev halkı ve çocuklarına çobandır, onlardan sorumludur. Dikkat edin! Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz.”[16]

Dolayısıyla halife, tebasından genel bir sorumlulukla sorumlu kılınmıştır. Böylelikle yönetici üzerindeki genel sorumluluk, emir üzerinde olduğu gibi halife üzerine de olmaktadır.

Şer’iat Koyucu, yöneticinin bu genel sorumlulukların yükünü taşımasını yönlendirme ve yasama ile tamamen garanti altına almıştır.

Yönlendirmeye gelince; yöneticiyi, bu sorumlulukları ihmal ettiğinde, yükünü taşımadığında Allah Subhenehû ve Teala’nın azabından sakındırmıştır. Bu sorumluluklar hakkında üzerinde bulunduğu hususu yerine getirmeyen zayıf birisi, onları aldığında bu sorumlulukların Kıyamet Günü “utanç” ve “pişmanlık” olduğunu açıklamıştır. Rasul, Allah’tan İslâm ümmetine sıkıntı verene sıkıntı vermesini dilemiştir. Allah Subhenehû ve Teala ümmeti nasihatla ihata etmeyen kimseye Cenneti haram kılmıştır. Ve benzeri, yöneticiye sorumluluklarını yerine getirmemesinin akıbetinin Allah’ın azabı olduğunu açıklayan sakındırmalar vardır.

Fakat Şer’iat bununla yetinmedi. Yöneticinin sorumluluklarını yerine getirmesi hususunda ümmeti denetleyici kıldı. Ümmeti, sorumluluklarını ihmal ettiğinde ya da tasarruflarında kötü davrandığında, yöneticiyi eleştirmekle zorunlu kıldı. Onda küfür apaçık ortaya çıktığında ve İslâm dışı hükümlerle yönetmeye başladığında yöneticiyle kılıçla savaşmasını ümmete emretti. Yöneticiye karşı çıkıp eleştirme yolunda öldürüleni, şehitlerin efendisi saydı.

Nitekim Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle dedi:     سيد الشهدأء حمزة بن عبد المطلب ورجل قام إلى إمام جائر فأمره ونهاه فقتله  “Şehitlerin efendisi, Hamza b. Abdulmuttaliptir ve zalim bir imama karşı çıkıp ona (marufu) emreden, (münkerden) nehyeden sonra da o imam tarafından öldürülen adamdır.”[17]

Şer’iat, yöneticinin ihmalkârlığından razı olup onun peşinden giden kimseyi, Allah Subhenehû ve Teala’nın huzurunda sorumlu kılıyor ve onun Allah’ın yaptırımından kurtulmayacağını bildiriyor.

Müslim, Ümmü Seleme’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etti: سَتَكُونُ أُمَرَاءُ فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ قَالُوا أَفَلا نُقَاتِلُهُمْ قَالَ لا مَا صَلَّوْا   “İleride birtakım emirler olacak. Onları tanırsınız ve inkâr edersiniz. Kim tanırsa beri olur. Kim inkâr ederse emin olur. Fakat kim razı olur ve peşinden giderse ...” Dediler ki; ‘Onlarla savaşmayalım mı?’ Dedi ki; “Hayır, namazı kıldırdıkları sürece!”[18]

Başka bir rivayette ise şöyledir: فَمَنْ كَرِهَ فَقَدْ بَرِئَ وَمَنْ أَنْكَرَ فَقَدْ سَلِمَ وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ    “Kim kerih görürse beridir/ayrı tutulur. Kim inkâr ederse emin olur. Fakat kim razı olur ve peşinden giderse...”[19]

Bu ikinci rivayet birinci rivayeti tefsir etmektedir. Zira; فمن عرف بريء  “kim tanırsa beri olur” sözü hakkında bu hadisi şerh ederken Nebevî şöyle diyor: “Allah en iyi bilendir. Kim, hakkında şüpheye düşmeksizin münkeri tanırsa, onun günahı ve yaptırımından kurtulmaya götüren yol onun için belli olur. O yol ise, o münkeri eliyle veya lisanı ile değiştirmesidir. Aciz olunca da onu kalbiyle kerih görmesidir.”

Hadiste geçen; ومن أنكر سلم  “kim inkâr ederse emin olur” sözü; o münkeri eli ve dili ile değiştirmeye gücü yetmeyen kimse, onu kalbi ile inkâr eder. Onu kerih görmesi onu günaha girmekte onlara ortak olmaktan emin kılar. Fakat kim razı olup peşinden giderse yani onların fiillerine kalbi ile razı olup amelde onların peşinden giderse, beri olmaz ve emin olmaz.

Bu hadiste, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem yöneticiyi eleştirmeyi emrediyor. Bu eleştirmenin de kılıç olmamak yani savaş olmamak koşuluyla, eli ile mümkün olan her vesile ile olmasını, lisan ile kayıtsız olarak yani herhangi bir sözle olmasını, ya da el ve dil ile inkârdan/eleştirmekten aciz olunca kalp ile olmasını vacip kılmıştır. İnkâr etmeyeni, günahta yöneticiyle ortak saymıştır. Zira kim yöneticilerin yaptıklarına razı olup o hususta peşlerinden giderse günahtan kurtulmuş ve ayrı tutulmuş olmaz demiştir.

Ancak bu inkâr, ancak yöneticilerin, İslâm ile hükmederken kötü davrandıklarında olur. İslâm’ın tatbikinden dışarı çıkıp küfür hükümlerini tatbik ettiklerinde Şer’iat; el, dil ve kalp ile inkâr etmekle yetinmeyip onlara karşı değişim yolunun ya da onları değiştirme yolunun kılıç ve savaş olduğunu göstermiştir.

Zira Müslim’in rivayet ettiği Ümmü Seleme hadisinde şöyle geçmektedir: قَالُوا أَفَلا نُقَاتِلُهُمْ قَالَ لا مَا صَلَّوْا    “Dediler ki; ‘Onlara savaş açmayalım mı?’ Dedi ki;  “Hayır, namaz kıldırdıkları sürece!”[20]

Bir başka rivayette ise şöyledir:  يَا رَسُولَ اللَّهِ أَلا نُقَاتِلُهُمْ قَالَ لا مَا صَلَّوْا    “Onlarla savaşmayalım mı ya Rasulullah? dediler. O da; “Hayır, namaz kıldırdıkları sürece!” dedi.”[21]

Müslim’in rivayet ettiği Avf b. Mâlik hadisinde ise şöyle geçmektedir:  قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَفَلا نُنَابِذُهُمْ بِالسَّيْفِ فَقَالَ لا مَا أَقَامُوا فِيكُمُ الصَّلاةَ   “Denildi ki; Ya Rasulullah, onlara kılıçla karşı savaşmayalım mı? O da dedi ki; “Hayır, aranızda namazı ikame ettikleri sürece.”[22]

Bir başka rivayette şöyle dediler: قلنا يا رسول الله أفلا ننابذهم عِنْدَ ذَلِكَ قَالَ لا مَا أَقَامُوا فِيكُمُ الصَّلاةَ    “Dedik ki; Ya Rasulullah, o durumda onlara (kılıçla) karşı savaşmayalım mı? O da dedi ki; “Hayır, aranızda namazı ikame ettikleri sürece.”[23]

Buhari’nin Ubâde b. Es-Sâmit’den yaptığı rivayette ise şöyle geçmektedir: “Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem bizi çağırdı. Ona biat ettik. Bizden aldığı (söz, ahit) arasında şu vardı: Ona, hoşumuza giden ve gitmeyen, bize kolay, sevimli zor gelen hususlarda dinleyip itaat edeceğimize dair biat etmemiz, yönetim ehli ile çekişmemiz. Dedi ki; إِلا أَنْ تَرَوْا كُفْرًا بَوَاحًا عِنْدَكُمْ مِنَ اللَّهِ فِيهِ بُرْهَانٌ    “Ancak, yanınızda Allah katında geçerli ilgili bir burhan ile açık bir küfür görmeniz müstesnadır.”[24]

Bu hadislerin mefhumu şudur: Açık bir küfür gördüğümüzde ehli ile çekişiriz, aramızda namaz kılmadıklarında onlara kılıçla karşı çıkar ve savaşırız. “Onların namazı ikame etmeleri” tabiri yönetici için İslâm ile yönetime bir kinayedir. Yani yöneticiler İslâm ile yönettikleri sürece savaş, çatışma, çekişme yok, demektir. İslâm’dan başkası ile yönettiklerinde, işte o zaman onlarla savaşmak, çekişmek, çatışmak vacip olur. İslâm’ın, genel sorumlukların yerine getirilmesini tam bir güvence altına almış olması böyle olmaktadır.


[1] Müslim, K. İmârat, 3405

[2] Müslim, K. İmârat, 3404

[3] Müslim, Ahmed b. Hanbel

[4] Müslim, K. İmârat, 3407

[5] Müslim, K. Cihâd ve’s Seyr, 3262

[6] Buhari, K. Ahkâm, 6618

[7] Müslim, K. İmân, 205

[8] Müslim, K. Cihâd ve’s Seyr, 3272

[9] Buhari, K. Hayl, 6464

[10] Maide: 45, 46, 44

[11] Buhari, K. Sünneh, 6805

[12] Maide: 49

[13] Maide: 48

[14] Müslim, K. Akdiyye, 3243

[15] Buhari

[16] Buhari, K. Ahkâm, 6605

[17] Hakim

[18] Müslim, K. İmârat, 3445

[19] Müslim, K. İmârat, 3446

[20] Müslim, K. İmârat, 3445

[21] Müslim, K. İmârat, 3446

[22] Müslim, K. İmârat, 3447

[23] Müslim, İmârat, 3448

[24] Buhari, K. Fitne, 6532