Bu, hilâfetin vakıası bakımından ve ismet şartının olması
hatta onu şart koşmanın caiz olmaması bakımından bir izahat
idi. Ancak, halife hakkında, masum olması şartının
koşulduğunu söyleyenler, bu sözlerine dair bir takım
deliller ileri sürmüşlerdir. Onları ortaya koyup, o
delillerde olanı açıklamak mutlaka gereklidir. Şöyle ki :
1- İmam; Şer’iatın korunması, tebliğ edilmesi,
öğretilmesi, tebanın işlerini üstlenmesi, aralarında
adaletin yerine getirilmesi, mazluma hakkının verilmesi,
hadlerin ve tâzir cezalarının uygulanması, İslâm’ın
tamamının Şer’î yönde tatbik edilmesi hususlarında Nebi’nin
yerini tutmaktadır. O halde; onun hayatının başından sonuna
kadar, meydana gelişleri ister kasten olsun ister
dalgınlıkla olsun, büyük küçük bütün günah ve hatalardan
masum, korunmuş olması kaçınılmazdır.
2- İmamın suç işlemesi mümkün olsaydı. Onu o suçu
işlemekten ve hataya düşmekten alıkoyacak bir masum imama
kesinlikle ihtiyaç duyulurdu. İkincisinin de hata yapması ve
masiyet işlemesi mümkün olsaydı, onu da bundan alıkoyacak
bir masum imama ihtiyaç duyulurdu. İşte böylece silsile,
hata ve masiyet işlemesi mümkün olmayan bir masum imam
varlığı ile son bulur. Onun için imamın masum olması
kaçınılmazdır.
3- İmâmet; kendisine yönelinmesi ve amel edilmesi
gayesi ile konulan, bir ilahi kanunun korunması için var
olan ilahi bir makamdır. İnsanların emirliklerinden bir
emirlik değildir. Şer’iat da; içerisinde oynamak ve hile
yapmak mümkün olsun diye hükümetler tarafından konulmuş bir
yasa ve anayasa değildir. Zira, kulların Yüce Rabbi,
Şer’iatının üzerine masum olmayan bir kimseyi veli/hâkim,
koruyucu, yönetici yapmaz. Ta ki insanların ona güven
duymaları sağlansın, ondan hükümleri gerçekten Allah’ın
hükümleridir diye alsınlar, o hükümler hakkında kendileriyle
amel etmekten ve kendilerine yönelmekten alıkoyan herhangi
bir şüphe sızmasın. Bu ise, Şer’iatın korunmasına tayin
edilen velinin ancak hatadan korunması ile mümkün olur. Zira
masum olmayanın, hataya düşmesi ve masiyet işlemesi mutlaka
mümkündür. Kendisine güven oluşmaz, insanlara sunduğu
hususun Allah’ın hükmü olduğu insanlar nezdinde kesinlik
kazanmaz. Onun koruyucu kılınmasından kasıt; hükümlerin
sadece bir kısmı için değil, bilâkis Nebi
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in getirdiği her husus için koruyucu
kılınmasıdır. Dolayısıyla, bütün hükümleri biliyor olması ve
dünyada kaldıkça kendileriyle amel edilmesi için onların
hepsini hıfz ediyor olması kaçınılmazdır. Bazı hükümleri
bilen ya da masiyet işlemesi ve hataya düşmesi kendisi için
mümkün olan bir kimse nasbedilirse, onun nasbedilişi
teklifin gayesi ile çelişen bir nasb olur. Teklifin gayesi
ise; Şer’iatın getirdiği hususların hepsi ile amel etmek ve
kayıtlı olmaktır. Şer’iatın getirdiklerinin Kıyamet Gününe
kadar bâki oldukları da bilinen bir husustur. Gayeye ters
düşmek El-Hakim/Hikmet Sahibi için muhaldir/imkânsızdır. O
halde masum olmayanı ya da bazı hükümleri bileni nasb etmek
de muhaldir.
4- Nâslar, halifenin masum olmasının vacip olduğuna
delâlet ederek gelmişlerdir. Zira Kur'an’dan bazı ayetler
bunu ilân ederek gelmişlerdir. Bu, şu üç ayette gayet
açıktır:
a- Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor:
لا يَنَالُ عَهْدِي
الظَّالِمِينَ “Ahdim zalimlere erişmez.”
Allah’ın bu sözü, Şer’iat için koruyucu imamın hatadan
korunmuşluğunun vacip oluşunun delilidir. Zira bu ayet
Bakara suresindedir ve tamamı şöyledir:
وَإِذْ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ
رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ
لِلنَّاسِ إِمَامًا قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي قَالَ
لا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمِينَ “Hani Rabbi
İbrahim’i birtakım kelimelerle imtihan etmişti. O da bunları
eksiksiz yerine getirmişti. (Allah) ‘Ben seni
insanlara imam yapacağım’ demişti. O, ‘zürriyetimden de’
demişti. Allah; ‘ahdim zalimlere erişmez’ demişti.”
Bu ayetten sonra geçen ayetlerin ifade ettiklerine göre, onu
imam yapan “kelimeler”dir. İbrahim Allah’u Teâlâ’nın şu;
إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ
إِمَامًا
“Ben seni insanlara imam yapacağım.” sözünü
işitince, bu şerefli makamın büyüklüğünü görüp, bu makamdan
zürriyeti için de bir pay olmasını rica etti. Bunun üzerine
Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
عَهْدِي الظَّالِمِينَ
“Ahdim zalimlere erişmez.” Bunun içeriği şudur: Bu
makam, zulümle kirlenmiş ya da kirlenen kimselerden
birisine, hayatının kısa bir vaktinde de olsa, kendisine ve
başkalarına zalim olan kimselere genel olarak verilmez.
Bilâkis bu makam, hayatında herhangi bir zulüm yapmayan
kimseye verilir.
b- Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
أَفَمَنْ يَهْدِي إِلَى
الْحَقِّ أَحَقُّ أَنْ يُتَّبَعَ أَمَّنْ لا يَهِدِّي إِلا
أَنْ يُهْدَى “Acaba hakka ileten mi uyulmaya daha
layıktır, yoksa hidayet verilmedikçe, kendi kendine doğru
yolu bulamayan mı?”
Bu da, imamın ismetinin vacip oluşuna dair bir delildir.
Çünkü o, hakka iletendir. Hata yapması mümkün olan kimse,
hakka isabet etmesi tesadüf etse de, hakka iletmez.
c- Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ
آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي
الأمْرِ مِنْكُمْ “Ey iman edenler! Allah’a itaat
edin, Rasule ve sizden olan yöneticilere itaat edin."
Bu ayet, emir sahiplerinin yani imamın ismetine dair bir
delildir. Çünkü, Allah’u Teâlâ ululemire itaati özel bir
zaman ve yerle tahsis etmeksizin mutlak olarak emretmiştir.
Bu da, itaat edilenin masum olmasını gerekli kılar. Çünkü
başkası, masiyetle emredebilir ve hata yapabilir. Ona itaat
vacip olsaydı –ki bu haram olmasına rağmen bir durumdur– o
zaman Şanı Yüce Mevlâ’nın iki zıt veya çelişkili olanın
birleştirilmesini emretmiş olmasını gerekli kılardı ki bu da
imkânsızdır. O halde, itaat edilenin masum olması
kaçınılmazdır. Ayrıca, Allah’u Teâlâ ululemire itaati, itaat
edilmesini kendisine itaatle birleştirdiği Rasule itaat ile
birleştirmiştir. Bu tazimi/yüceltmeyi gerektirir.
Ululemirden kast olunan ise, masum imamlardır.
İmamın masum olmasının şart koşulduğunu söyleyenlerin
delilleri işte bunlardır. Bunların hepsine cevap şöyle
özetlenir:
1- Halife, Rasul’ün yerini, yönetimde Şer’iatı tatbik
ederek doldurmaktadır, Şer’iatı Allah’tan alıp tebliğ
etmekte değil. O, Rasul’ün yönetimdeki halifesidir.
Allah’tan geleni tebliğde değil. Bu halifenin masum olmasını
gerektirmez. Çünkü yönetim vazifesi, hem akla hem de
Şer’iata göre, masum olmayı gerektirmez.
Evet, halifede bazı sıfatların olması şart koşulmuştur.
Onlar da şunlardır: Müslüman olması, erkek olması, hür
olması, buluğ olması, akıl sahibi olması, adalet sahibi
olması, kudretli/yeterli olması. Bu sıfatların her birisi,
hakkında geçen bir Şer’i delile binaen şart koşulmuştur.
Fakat bu sıfatların halife olacak kişide olmasının şart
koşulmasının manası; onun bu sıfatlara ters düşmekten masum
olması değildir. Bilâkis, insanlardan bu makamı üstlenecek
kimsenin, üstlenmesi esnasında bu sıfatların kendisinde
olmasının vacip olması demektir,
bu sıfatların dışına çıkmamaktan kasıt masum olması demek
değildir. Bilakis onun bu sıfatlardan dışarı çıkması
mümkündür. Bu durumda ise ya azledilmeyi hak etmiş olur ya
da Hilafetten dışarı çıkmış olur.
Bu sıfatların halifede şart koşulması, şahitliğinin kabul
edilmesi için şahitte adalet vasfının şart koşulması
gibidir. Onda bu vasfın şart koşulması, onun buna ters
düşmekten korunmuş olması demek değildir.
Buna binaen, halifenin yönetimde Nebi’nin yerini doldurması,
onun masum olmasının gerekliliğine dair bir delil olmaz.
Şer’iatın Müslümanlar tarafından tebliğ edilmesine gelince;
o, Şer’iatı Allah Subhenehû ve Teala’dan alıp
tebliğ etmek demek değildir. O ancak, davetin insanlara
taşınmasında, İslâm’ın fikirleri ve hükümlerinin
öğretilmesinde Allah Subhenehû ve Teala’nın
Müslümanlara vacip kıldığı hususu yerine getirmek demektir,
kesinlikle bunun dışında bir şey demek değildir. Zira o
Allah’tan tebliğ değildir. Bilakis o, Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in getirdiği tekliflerden bir
tekliftir. Bu, Rasul’ün Allah’tan tebliğinden başkadır. Onun
için hatadan korunmuşluğu gerektirmez, bu hususta ismet
sıfatına da gerek yoktur. Tebliği yerine getirmek diğer
Şer’î teklifleri yerine getirmek gibidir. Tebliğ halife
vasfından dolayı halifeye vacip değildir. Bilakis, Şer’iatı
bilen her Müslüman’a vaciptir. Halife, Müslüman vasfından
dolayı Şer’iatı tebliğ etmekle emrolunmuştur. Eğer öyle ise
bu, onun âlim sayılmasından dolayıdır. Çünkü Şer’iatı bilen
Müslüman’a bildiği hususta tebliğ yapması farzdır. Burada
ise ismet şart koşulmaz. Bilakis ismetin şart koşulmasına
gerekte yoktur.
2- Halife isyan ettiğinde, onu masiyet işlemekten
alıkoyan bir imama gereksinim duyulmaz, sadece onu muhasebe
edip onu değiştirmek için harekete geçen, ya da onu
değiştiren ümmete ihtiyaç duyulur. Nitekim Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem onu ümmetin muhasebe ettiğini
açıklamış ve ümmetten onu kınamasını, eleştirmesini talep
etmiştir. Halife masiyet işlediğinde, ondan razı olan ve
onun peşinden giden kimseyi Allah Subhenehû ve Teala’nın
önünde sorumlu kılmıştır.
Müslim, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini
rivayet etmiştir: سَتَكُونُ
أُمَرَاءُ فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ
وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ
قَالُوا أَفَلا نُقَاتِلُهُمْ قَالَ لا مَا صَلَّوْا
“İleride birtakım emirler olacak. Onları
tanırsınız/bilirsiniz ve inkâr edersiniz. Kim tanırsa
beri olur/ayrı tutulur. Kim inkâr ederse emin olur.
Fakat kim razı olur ve peşinden giderse ...” Dediler ki;
‘Onlarla savaşmayalım mı?’ Dedi ki; “Hayır, namazı
kıldırdıkları sürece!”
Bununla, Şer’iat, halifenin masiyet işlemekten alıkonulduğu
yolu açıklamıştır. Bu yol, halifeyi alıkoyan bir imamın
varlığı değil ümmettir.
‘Halife, kendisini masiyet işlemekten alıkoyan bir halifeye
ihtiyaç duyar’ diyen kimse yönetimin ne olduğunu idrak
etmiyor ve tasavvur etmiyor. Çünkü halife, bir başka
halifeyi masiyetten alıkoymaz. Sadece yönetim için onunla
savaşır veya ona tâbi olup (bir halife değil) vali olur.
Böylece, başkaldırmasından dolayı o kişi ile savaşılır. Şu
halde, bir halifeyi masiyet işlemesinden dolayı başka bir
halifenin engellemesi nasıl tasavvur edilir?
3- İmamet, ilahi bir makam değil, beşeri bir
makamdır. O, ilahi bir kanunu korumak için var değildir. O
ancak, Allah’ın Efendimiz Muhammed
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’e indirmiş olduğu Şer’iatı tatbik
etmek için vardır. Şer’iatın korunmasına gelince; Allah,
Kur'an’ın korunmasını üstlenirken onun korunmasını da
üstlenmiştir.
Allah’u Teâlâ şöyle demiştir:
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا
الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ “Zikri
kesinlikle Biz indirdik. Elbette onu yine Biz koruyacağız.”
Halifenin belirlenmesinden maksat; onu, Nebi
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in gösterdiği her husus için bir
koruyucu olarak belirlemek değildir. Ki, “halife hükümlerin
hepsini bilen ve koruyan olmalıdır” denilsin. Onun
belirlenmesinden maksat sadece; Kitap ve Sünnetin
hükümlerini ikâme etmek, yani İslâm’ı tatbik etmek ve İslâm
Davetini âleme taşımaktır. Bu, onun bütün hükümleri biliyor
ve koruyor olmasını gerektirmez. Onun için halifenin masum
olması gerekmez. Bu sebeple onun nasbının/belirlenmesinin,
uğruna nasb edildiği gayeye ters düşmesi gerekli olmaz.
Kendileriyle amel etmekten ve kayıtlı olmaktan alıkoyan bir
şüphe sızmaksızın gerçekten Allah Subhenehû ve Teala’nın
hükümleridir, diye hükümleri kendisinden alabilmeleri için
insanların halifeye güven duymalarına gelince; bu, halifenin
masum olup olmaması ile oluşmaz. Bu ancak hükmün kendisinin
delili ile oluşur. Zira eğer bir Şer’î delil var ve ondan
Şer’î bir şekilde istinbat edilmiş ise, insanlar bu hükmün
bir Şer’î hüküm olduğuna güven duyarlar. Bu durumda
halifenin kim olduğuna bakmaksızın, hatta bu hüküm kendi
istinbatlarına ters düşse de, onunla amel etmekten ve
kayıtlı olmaktan alıkoyan herhangi bir şüphe onlara sızmaz.
Çünkü müçtehitler arasındaki istinbat farklılığı, hükmü bir
müçtehit yanında Şer’î, diğeri yanında Şer’î olmayan yapmaz.
Bilakis, hükmü istinbat eden kimsenin yanında Şer’î
delillerden bir delil şüphe de olsa var olduğu sürece, o
hüküm bütün Müslümanların nezdinde Şer’î bir hükümdür.
Şer’iat ve lügatla ilgili bilgilere göre bu istinbatın
benzerini istinbat etmek mümkün olur.
Masum olmayanın masiyet işlemesi ve hataya düşmesinin mümkün
olup kendisine güvenilmesine ve edâ ettiğinin Allah
Subhenehû ve Teala’nın hükmü olduğuna dair kesinlik
kazanmamasına gelince; bu hususta mesele, sadece hüküm ve
yönetici meselesidir. Hüküm, kendisi ile hükmedilir,
yönetilir ve yerine getirilir. Yönetici, hükmeder ve yerine
getirir. İstenilen güven ise; sadece Allah’ın hükmü olup
olmaması bakımından hükümle ilgilidir, Allah Subhenehû
ve Teala’nın hükmünü yerine getiriyor ve kendisiyle
hükmediyor olup olmaması bakımından yönetici ile değildir.
Dikkate alınan hususlar sadece kendisi ile hükmedilen ve
İslâmî bir hüküm ya da İslâmî olmayan bir hüküm olarak
alınan hüküm hakkındadır, masum olup olmaması bakımından
hüküm veren şahıs hakkında değildir. Kendisi ile amel
etmekten, kayıtlı olmaktan alıkoyan şüphenin sızmasına mâni
olan güveni hüküm hakkında insanlarda oluşturan şey sadece
onların, o hükmün kendisine Şer’i olup olmaması bakımından
itibar etmeleridir, hükmü kendisinden almakta oldukları
halifenin masum olup olmaması değildir.
Ayrıca, hilâfet makamına ne Âlemlerin Rabbi Rasulü’ne bir
halife tayin ediyor, ne de Rasul kendisine bir halife tayin
ediyor. Sadece Müslümanlar Hilafet makamına kendileri için
bir halife tayin edip ona Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün
Sünneti üzere biat ederler. Buna delil biat hadisleridir. Bu
hadislerin genel nâslarla gelmeleri, belirli bir imama değil
de mutlak olarak bir imama isnat etmeleridir. Yine buna
delil, ümmet ile alakasında halife üzerindeki genel
sorumluluktur. Buna binaen, Hilafet makamı, hiçbir şekilde
hata ve günahtan korunmuşluğu gerektirmemektedir.
4- İsmetin şart koşulduğuna dair delil olarak ileri
sürülen nâslara gelince; bunların içinde ismete delâlet eden
bir tek nâs yoktur.
Birinci nâs, şu ayettir:
لا يَنَالُ عَهْدِي
الظَّالِمِينَ “Ahdim zalimlere erişmez.”
Bu ayette geçen إمام
“imâm” kelimesi Hilafet demek değildir,
yönetim de demek değildir.
إمام “imâm” kelimesi Kur'an’ı Kerim’de bir
çok ayette geçmiştir.
Allah’u Teâlâ şöyle demiştir:
وَمِنْ قَبْلِهِ كِتَابُ
مُوسَى إِمَامًا وَرَحْمَةً “Ondan önce de bir rahmet
ve imam olarak Musa’nın kitabı vardır.”
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا
هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ
أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا “Ve
onlar ki: ‘Rabbımız! Bize gözümüzü aydınlatan eşler ve
zürriyet bağışla ve bizi takva sahiplerine imam kıl!’
derler.”
Bu iki ayetteki إمام
“imam” kelimesinin manası; uyulacak örnek,
model, rehberdir. İmam Buhari, Allah’u Teâlâ’nın şu;
واجعلنا للمتقين إماما
“Bizi muttakilere imam kıl.” sözü hakkında
şöyle dedi: “İmamlar; Bizden önceki kimseye uyarız, bizden
sonraki kimse de bize uyar.”
Allah’u Teâlâ’nın şu sözündeki
إمام
“imam” kelimesine gelince:
وَإِذْ ابْتَلَى إِبْرَاهِيمَ
رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَأَتَمَّهُنَّ قَالَ إِنِّي جَاعِلُكَ
لِلنَّاسِ إِمَامًا قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي قَالَ لا يَنَالُ
عَهْدِي الظَّالِمِينَ “Hani Rabbi İbrahim’i
birtakım kelimelerle imtihan etmişti. O da bunları eksiksiz
yerine getirmişti. (Allah) ‘Ben seni insanlara imam
yapacağım’ demişti. O, ‘zürriyetimden de’ demişti. Allah;
‘ahdim zalimlere erişmez’ demişti.”
Bu ayette geçen إماما
“imam” kelimesinden kast edilen; nübüvvet
ve örnekliktir. Çünkü bu ayetten sonra gelen ayetler,
Kâbe’den ve İsmail’in kavminden, ayrıca İbrahim’e nübüvvetin
verilmesinden bahsetmektedirler. Böylece ayetin manası şöyle
olmaktadır: ‘Seni, insanların sana uydukları bir imam ve
tâbi oldukları bir nebi yaptım.’ Bu ayette, burada “imam”
kelimesinin hilâfet ya da yönetim anlamında olması mümkün
değildir. Özellikle İbrahim, yönetimi üstlenmedi, bir
yönetici olmadı. O sadece bir nebi ve Rasul idi.
O, kendisine verileni zürriyetine de verilmesini Allah
Subhenehû ve Teala’dan talep edince Allah’u Teâlâ ona,
önderlik ve nübüvvet olan bu makamın zalimler için
olmadığını söyledi.
Buna göre bu ayette, halifenin ismetine dair bir delâlet
yoktur. Ayrıca, “zalimler” kelimesinin mefhumu
muhalefeti “âdiller” olur, “masumlar” değil. Zira zalim
olmayanlar masumlardır demek değildir, sadece zulmün yokluğu
ile yani adaletle vasıflanmışlar demektir.
İkinci nâsa gelince; o şu ayettir:
أَفَمَنْ يَهْدِي إِلَى
الْحَقِّ أَحَقُّ أَنْ يُتَّبَعَ أَمَّنْ لا يَهِدِّي إِلا
أَنْ يُهْدَى “Acaba hakka ileten mi uyulmaya daha
layıktır, yoksa hidayet verilmedikçe, kendi kendine doğru
yolu bulamayan mı?”
Allah en iyi bilendir, bu ayetten kast edilen şudur: Kendisi
hidayet için uyulan olan mı uyulmaya daha layıktır -yani
Rasul mü daha layıktır- yoksa başkası kendisine hidayeti
göstermedikçe kendisi hidayeti bulamaz halde şaşkın olan mı?
Konu tamamen hidayet ve hidayeti gösterene tâbi olmak
hakkındadır, yönetim ve Hilafetle bir alakası yoktur. İmam,
insanları yönetir, işi yönetmektir, hidayet değil. O, sapık
ve şaşkınları, isyankârları cezalandırır, kâfirlerle
savaşır. Burada “hâdi/hidâyeti gösteren” kelimesi ancak
“Rasule” hamledilir, bağlanır. Zira bu mana “halife”ye uygun
düşmez. Bu ayet ve halifenin ismeti arasında bir ilişki
yoktur. Yönetim, hidayet midir yoksa Şer’iatın uygulanması
mıdır?!.
Üçüncü nâsa gelince; o şu ayettir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ
آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي
الأمْرِ مِنْكُمْ “Ey iman edenler! Allah’a itaat
edin, Rasule ve sizden olan yöneticilere itaat edin."
Bu ayet, ululemire itaati emretmektedir. Bu itaatin, Allah’a
itaat ve Rasule itaat ile bir araya getirilmiş olması;
sadece, bu itaatin hükmünün, Allah Subhenehû ve Teala’ya
itaat ve Rasule itaatin hükmü gibi olduğuna delâlet içindir,
başka bir şey için değil! Bu itaat, aynı ayette bilfiil
tahsis etmeksizin genel olarak geçmektedir. Fakat bu itaat,
başka ayetler ve çeşitli hadislerle tahsis edilmiştir. Zira
o ayetler ve hadisler itaati masiyet ve küfür olmayan
hususla tahsis etmişlerdir. Masiyette itaat etmemeyi
emretmişlerdir. Bununla da yetinmeyip imama karşı çıkmayı ve
onu eleştirmeyi de emretmişlerdir. Küfürde itaat etmemeyi
emretmiş, bununla yetinmeyip imama karşı savaşmayı da
emretmişlerdir. Bu husustaki tahsis edici ayet ve hadisler
gayet açıktırlar.
Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
وَلا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا
قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ
فُرُطًا “Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız,
hevasına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye itaat
etme!”
فَلا تُطِعْ الْكَافِرِينَ
“Kâfirlere itaat etme.”
فَلا تُطِعْ الْمُكَذِّبِينَ
“Yalanlayıcılara itaat etme.”
وَلا تُطِعْ كُلَّ حَلافٍ
مَهِينٍ “Alabildiğine yemin edene ... itaat
etme.”
وَلا تُطِعْ مِنْهُمْ آثِمًا
أَوْ كَفُورًا “Onlardan hiçbir günahkara
yahut hiçbir nanköre itaat etme.”
Rasule hitap, onun özelliklerinden olduğuna ve ona has
kılındığına dair bir delil gelmedikçe ümmetine de hitaptır.
Burada bu hitabın Rasule has kılındığına dair bir delil
gelmemiştir. Böylece bu hitap, ümmete ait bir hitap olur.
Buhari, Nâfi’den o da Abdullah RadıyAllah’u Anh’dan
Nebi SallAllah’u
Aleyhi Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etti:
السَّمْعُ وَالطَّاعَةُ عَلَى
الْمَرْءِ الْمُسْلِمِ فِيمَا أَحَبَّ وَكَرِهَ مَا لَمْ
يُؤْمَرْ بِمَعْصِيَةٍ فَإِذَا أُمِرَ بِمَعْصِيَةٍ فَلا
سَمْعَ وَلا طَاعَةَ
“Masiyetle emrolunmadığı sürece,
Müslüman kişiye, hoşlandığı ve hoşlanmadığı hususlarda
dinleyip itaat etmesi vaciptir. Masiyetle emrolunduğunda ise
dinlemek ve itaat etmek yoktur.”
Müslim, İbn Ömer’den, Nebi
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem’in şöyle dediğini rivayet etti:
عَلَى الْمَرْءِ الْمُسْلِمِ السَّمْعُ وَالطَّاعَةُ فِيمَا
أَحَبَّ وَكَرِهَ إِلا أنْ يُؤْمَرَ بِمَعْصِيَةٍ فَإِنْ
أُمِرَ بِمَعْصِيَةٍ فَلا سَمْعَ وَلا طَاعَةَ
“Müslüman kişiye, masiyetle emredilmedikçe hoşuna
giden ve gitmeyen hususta dinlemek ve itaat etmek vaciptir.
Eğer masiyetle emrolunursa, dinlemek ve itaat etmek yoktur.”
Müslim’in rivayet ettiği hususta, Rasul
SallAllah’u Aleyhi
Vesellem, halifelere ve emirlere itaat
konusunda; قَالُوا أَفَلا
نُقَاتِلُهُمْ قَالَ لا مَا صَلَّوْا “Dediler
ki; ‘Onlara savaş açmayalım mı?’ Dedi ki; “Hayır, namaz
kıldırdıkları sürece!”
Bir başka rivayette de şöyledir:
قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ
أَفَلا نُنَابِذُهُمْ بِالسَّيْفِ فَقَالَ لا مَا أَقَامُوا
فِيكُمُ الصَّلاةَ “Denildi ki; Ya Rasulullah,
onlara kılıçla karşı savaşmayalım mı? O da dedi ki;
“Hayır, aranızda namazı kıldıkları sürece.”
Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği bir başka rivayette:
إلا أن تروا كفرا بواحا
“Açık bir küfür
görmedikçe…”
Müslim’in rivayetinde:
فَمَنْ كَرِهَ فَقَدْ بَرِئَ وَمَنْ أَنْكَرَ فَقَدْ سَلِمَ
وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ
“Kim kerih görürse beridir/ayrı tutulur.
Kim inkâr ederse emin olur. Fakat kim razı olur ve peşinden
giderse...”
Bu ayet ve hadisler, halifeye itaati masiyet ve küfür
olmayan hususlara tahsis etmektedirler. Şu halde; “masum
olmayan masiyetle emredebilir, hataya düşebilir. Ona itaat
vacip olursa; Allah Subhenehû ve Teala’nın;
masiyeti haram kılarken halifeye itaati emretmesi ile iki
zıttın birleştirilmesini emretmiş olması gerekir” sözü uygun
düşmez. Çünkü iki zıttın birleşmesi yoktur. Zira Allah
Subhenehû ve Teala masiyet ve küfür olmayan hususlarda
itaati emrediyor, masiyet ve küfür olan hususlarda ise itaat
etmemeyi emrediyor, masiyetin yasaklanmasını emrediyor. Bu
konuda Allah’ın emirleri arasında bir tezat/zıtlık ve
tenakuz/çelişki yoktur.
Böylelikle, bu ayet halife için ismetin şart koşulmasına
dair delil olmaya uygun olmamaktadır. O halde onunla bu
hususta delil getirmek düşer.
Halife için ismet sıfatı olması hakkında konuşanların
delilleri işte bunlardır. Bunların hepsi de istidlâl/delil
getirme konumundan düşmektedirler, delil olmaya uygun
değildirler. Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki; halife için
masum olması şart koşulmaz, hatta onun şart koşulması caiz
olmaz. Hilafet, beşeri bir makamdır, ilâhi bir makam
değildir. Bundan dolayı İslâm devleti, ilâhi/teokratik
bir devlet değil, beşeri bir devlet olmaktadır.
|