Caiz Olan Anlaşmalar


İslâm Devleti’nin; sulh, ateşkes anlaşmaları, iyi komşuluk anlaşmaları, kültürel anlaşmalar, ticari anlaşmalar ve İslâm’ın onayladığı şartlar ile İslâm Davetinin maslahatlarının gerektirdiği anlaşmalardan benzerlerini yapması hakkı vardır. Bu anlaşmalar İslâm’ın onaylamadığı şartlar içerdiğinde, İslâm’da sahih olmayan o şartlar iptal edilip anlaşmalar diğer şartlar içinde geçerliliğini devam ettirir. Çünkü Şer’iata aykırı olan her şart, Müslümanların Halifesi onaylasa da, razı olsa da batıldır.

- İslâm Devleti ile düşmanı arasında harp hali olduğunda; Davetin maslahatının gerektirmesine göre,  o zamanki duruma göre İslâm Devletine düşmanı ile ateşkes anlaşması ve sulh anlaşması yapması caiz olur.

- Davetin maslahatının gerektirdiği bir husustan dolayı İslâm Devleti komşu bir devlet ile veya uzaktaki bir devlet ile iyi ilişkiler ve dostluk anlaşması yapmayı uygun gördüğünde bunu yapması caiz olur.

- Devlet, bazen kâfirlerle sulh anlaşmaları yapmakta, onlara daveti götürmek için, onlar yanında İslâm hakkında bir kamuoyu oluşturmak için bir vasıta/araç olduğunu düşünebilir. Bu tür anlaşmalar yaptığında büyük bir şerri defetmeyi/savuşturmayı ya da başka bir düşmana ulaşmayı düşünebilir. Onun için İslâm Devletine komşu devletlerle iyi komşuluk anlaşması yapması caiz olduğu gibi, kendisinden uzak devletlerle de belirli bir süre için saldırmazlık anlaşması yapması     -bunda İslâm Daveti için bir yol, ya da Müslümanları savunmak, ya da İslâm ve Müslümanlar veya İslâm Davetinin seyri için herhangi bir maslahat olduğunu gördüğünde- caiz olur.

Nitekim Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem, düşmanı ile savaşmak maksadı ile ordusunun geçeceği yolları güvenli kılmak için Benu Medlec ve Benu Damre ile anlaşmalar yaptı. Tebuk’de Yuhanâ b. Ru’be ile devletin Rum yönündeki Şam beldeleriyle olan sınırını güvence altına almak için anlaşma yaptı.

Harp ehlinden bir topluluk, bir şey olmaksızın belirli sene sulh anlaşması yapmayı talep ettiğinde, halife bu talebe bakıp onların çok güçlü oluşlarından dolayı, ya da başka bir nedenden dolayı Müslümanlar için hayır görürse onu yapar.

Çünkü Allah’u Teâlâ şöyle dedi:

وَإِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا “Eğer barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş.”[1]

Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’de, Hudeybiye yılında Mekke ehli ile belirli bir süre aralarında savaşı durdurmak üzere sulh anlaşması yaptı. Zira Rasule Hayber ehli ile Mekke ehli arasında, Müslümanlara saldırmak üzerine bir görüş birliğinin oluştuğu haberi ulaşmıştı. Bunun üzerine, Kureyş ile aralarında düşmanlığı durdurup barış anlaşması yaptı, sonra da Hayber ile savaşmaya yöneldi.

Caiz sulh anlaşmalarının tamamında, anlaşmanın yapılıp yapılmaması kararı halifenin görüş ve içtihadına terk edilmiştir. Çünkü halife gözetleyici/koruyucu olarak nasbedilmiştir. Bu misyonun gereklerinden birisi de öncelikle Müslümanların kuvvetini korumaktır. Kâfirler güçlü olduklarında, ya da çok kuvvetli bir topluluğa ulaşmak için Dâr’ül harpte yoğunlaşmaya ihtiyaç olduğunda, sulh anlaşması yapmakta Müslümanlar için bir maslahat olduğunu görebilir. O zaman yolu üzerinde olan kimse ile sulh anlaşması kaçınılmaz olur. Zira mesele halifenin görüşüne terk edilmiştir. Onu halife, Müslümanlar için hayırlı gördüğü hususa göre değerlendirir. Sulh anlaşması Müslümanlar için hayırlı olmazsa, onlarla anlaşma yapması gerekmez.

Bunun delili Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür:

 وأنتم الأعلون فَلا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِْ   “Üstün durumda iken, gevşeyip barışa çağırmayın.”[2]

Ayrıca kâfirler ile savaş farzdır. Bir özür olmaksızın farz olanı terk etmek ise caiz değildir.

Harp ehlinden bir kral, emir veya bir devlet, kendi ülkesinde öldürmek, çarmıha germek v.b. İslâm ülkesinde olması uygun olmayan hususlarda, dilediğine göre hükmetmeye terk edilmesi şartı ile Müslümanlardan zimmet anlaşması yapmak istediğinde, bu isteğe olumlu cevap verilmez. Çünkü engelleme imkânı varken zulme onay vermek haramdır. Ayrıca zimmî, muamelata ait hususlarda İslâm hükümleriyle sorumlu olan kimsedir. O kral, emir ya da devletin talep ettiği bu şart ise sözleşme gereğine aykırıdır. Dolayısıyla bu batıl bir şarttır. Böylece sulh ve zimmet anlaşması bu şarta binaen yapılırsa, İslâm’da uygun görülmeyen şartlarından dolayı batıl olur.

Çünkü Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle demiştir: مِنْ شَرْطٍ لَيْسَ فِي كِتَابِ اللَّهِ فَهُوَ بَاطِلٌ  “Allah’ın Kitabından olmayan şart batıldır.”[3]

Eğer o İslâm’ın yönetimine razı olarak zimmet ve sulh anlaşması yapmayı isterse, o Müslümanların zimmeti altına girmiş olur. İslâm ile yönetilir. Yönettiği ülke de İslâm ülkesine dâhil olur. O ülkeleri savunmak, İslâm ülkesini savunmak olur. Onlara yardım etmek de Müslümanlara yardım etmek gibi vaciptir.


[1] Enfal: 61

[2] Muhammed: 35

[3] Buhari, K. Şurût, 2527