İSLÂM DAVETİNİ YÜKLENMENİN ÖNEMİ


Davet; bir şeye meylettirme bir şeye olan rağbeti artırma işidir. Sizin herhangi birini İslâm’a davet etmeniz, onu İslâm’a eğilimli hale getirmeniz ve onun İslâm’a olan rağbetini artırmanız demektir. İslâm’a davetin söz ile sınırlandırılmaması da bundandır. Davet edilenlerin eğilim ve teşviki için davet sözlü yapıldığı gibi amel ile de yapılır. Demek oluyor ki “davet” hem davranışla hem de sözle yüklenilmelidir. Müslümanın davet ettiği şeyin canlı bir örneğini temsil etmesi, İslâm’ın gerçek sûretini apaçık bir şekilde beyan etmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

“Salih amelde bulunarak Allah’a davet eden ve ben müslümanım diyenden kim daha güzel sözlü olabilir?”

Diğer ayeti celîlede de; “İşte bunun için (Allah'a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”

Bu ifadeler davetçinin davet ettiği şey ile amel etmesinin davetten bir parça olduğunu göstermektedir.

Allah'a davet etmek elbette ki vacibtir. Davetçiyi Rabbına yaklaştıran bir ibadettir. Dünyada ve Ahirette Allah'ın davetçiyi yücelttiği ve makamının da yüce olduğu bilinmesi gereken bir hakikattir.

Allah'a davet peygamberlerin görevlerindendir. Zira bu vecîbe sayesinde Rablerinin dinlerini hayata geçirmeye imkân bulmuşlardır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

“Allah'a ibadet etsinler ve tağuttan sakınsınlar diye biz her ümmete bir Rasul (elçi) gönderdik.”

“Ey peygamber! Şüphesiz Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah’ın izniyle aydın bir yol (metod) ile Allah'a çağıran...”

İşte bu ve benzeri ayetlerde de belirtildiği üzere Rasul (s.a.v.) İslâm’ı tebliğ etti ve ümmetine nasihatta bulundu. Onları bu dünyada İslâm'a davet etmekle onların üzerine şahit olduğu gibi onları ve Allah’ı da davetine şahit kıldı. Allah Sübhanehu ve Teâla’yı şahit kıldığına Veda Haccında sarf ettiği şu sözleriyle müşahede ediyoruz:

“Dikkat edin size tebliğ ettim mi? Allah’ım şahit ol.”

Allah'a davet, Nebî (s.a.v.)’den ümmetine kalan mirastır. Eğer İslâm'ın muhafazasını ve devamını istiyorsak, davetin devamlılığını muhafaza etmemiz şarttır.

Çünkü İslâm'ın varlığını sağlayan davet olmadan İslâm’ın etkin bir şekilde varlığından bahsetmek mümkün olmaz.

Müslümanları karanlık ve bozuk fikirlerin etkisinden arındıran İslâm’a davet olmadan İslâm'a tabi olanların nefislerinde İslâm’ın arı ve duru olabileceği tasavvur bile edilemez.

İslâm'a davet olmadan İslâm'ın hayatta hakim olması düşünülemez.

İslâm'a davet olmadan İslâm'ın güçlü bir şekilde âleme yayılması düşünülemez.

Diğer bir ifadeyle; “davet” olmadan “din” ne kuvvet bulur, ne yayılır, ne kendisini koruyabilir, ne de Allah'ın insanlar üzerine inzal buyurduğu hücceti ikame edilmiş olur.

İslâm'a davet ile İslâm, geçmişteki izzetine ve gücüne kavuşur. Bugün bizler buna ne kadar da muhtacız.

İslâm'a davetle İslâm, tüm insanlar arasında yayılır. Din tamamen Allah'ın olur. Oysa bugün dünya buna ne kadar da muhtaçtır.

İslâm'a davetle müslümanların dayandıkları delilin ne kadar üstün olduğu ve kâfirlerin delillerinin de ne kadar çürük temellere dayandığı ortaya çıkar. Artık İslâm’ı terk etmesi için hiçbir mazeretleri kalmaz. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

“İnsanların Allah'a karşı bir hüccetleri olmasın diye bir müjdeleyici ve uyarıcı Rasul (gönderdi). Allah aziz ve hakimdir.”

İslâm'a davet Müslümanlar arasındaki önemini işte buradan almaktadır. Başta Nebi (s.a.v.) olmak üzere ilk Müslümanlar hemen bu görevi yerine getirdiler. İslâm dinine olan hırsları nedeniyle İslâm'a davete de aynı hırsı, özeni gösterdiler. Gerçek şu ki; İslâm'a davet olmasaydı İslâm bize ulaşmaz, milyonlarca insan bu sahih akideden mahrum kalırdı. Belki de İslâm, yalnızca Rasul (s.a.v.)’le sınırlı kalırdı. Allah'ın Rasul’e inzal buyurduğu ilk ayet olan “oku” ifadesi ile hem kendisi hem de diğer insanlar için okuması emredilmiştir. Yine Nebî (s.a.v.)’e inen ilk ayetlerden biri de: “kalk ve uyar” ayetidir.

Rasul (s.a.v.)’in İslâm'a davet etmesiyle hem İslâm hem de Rasulullah (s.a.v.)’den sonra bu hayırlı risaleti taşıyanların en hayırlısını oluşturan ilk Müslümanlar meydanda var olmuştur. Bu ilk müslümanların davetiyle İslâm, diğer insanlara intikal etmiştir. Böylece bu güne kadar dava sürmüş ve Kıyamet gününe kadar da sürecektir.

İslâm'a göre davet tıpkı suyun akması gibidir. Su akınca, her şeyi sular ve insanlara her hayrı verir. Fakat su akıtılmaya ve taşınmaya muhtaçtır. İslâm da böyledir. Hak din ve sahih düşünce olmasına rağmen diğer yerlere akıtılmaya ve insanlara taşınmaya muhtaçtır. Böylece Allah'ın rızasına tabi olanları sular ve hidayete erdirir.

İşte bu açıklamalardan sonra, İslâm ile İslâm'a davet etmek arasındaki bağın ne kadar önemli olduğu bariz şekilde görülmektedir.

Bu nedenle davet, İslâm'da önemli bir rükûn ve hayati bir iştir. İslâm’ın gönüllerde yer edebilmesi ve yayılması için gerekli bir unsurdur. Davet, İslâm’ın doğuşu ile başlamıştır, birlikte yürümüştür. Allah'ın yeryüzünün tamamını yok edeceği Kıyamet gününe kadar da devam edecektir. Bir bakıma onun süresi İslâm'ın ömrü kadardır.

Bu sebeple İslâm'a davet; müslümanların hayatlarında önem kazanmalı, en fazla önem verdikleri bir iş olmalıdır. Bu uğurda vakitlerini harcamalılar ve emek sarf etmelidirler.

 

Marufu Emretmek Ve Münkeri Nehyetmek, İslâm Davetinden Bir Parçadır.

 

İmam Nevevi (r.a.), Sahih-i Müslim'i şerh ederken, emri bi’l ma’ruf ve nehyi ani’l münker konusu altında şöyle der: "Ma’rufu emretmek ve münkeri nehyetmek konusu, uzun zamandan beri büyük bir kısmı tamamen ihmal edilmiş bir konudur. Göstermelik birtakım işlerin dışında günümüzde bundan pek fazla bir şey kalmamıştır.

Halbuki bu konu, çok büyük ve azametlidir. İşlerin düzgünlüğü ve hayrın devamı onunla gerçekleşir. Pislik yayılırsa, Allah'ın cezası salih olana ve olmayana da dokunur. Zalimlerin ellerini zulümden uzaklaştırmadıkları takdirde, Allah'ın cezası onlara da dokunacaktır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur :

"O'nun emrine muhalefet edenler; bir fitnenin ya da pek acıklı bir azabın kendilerine isabet etmesinden sakınsınlar."

Ma’rufu emretmek ve münkeri nehyetmek; dünya döndükçe, hayat devam ettikçe, emniyet ve sağlığa muhtaç oldukça çok gerekli ve zarurîdir. Çünkü davet bunların tamamına denk bir iştir. Rasulullah (s.a.v.) de ümmetin buna ne kadar da fazla muhtaç olduklarını bir örnek vererek şu hadiste açıkça ortaya koymaktadır:

"Allah'ın hudutlarını koruyan ile bunları aşan kimseler; kura sonucunda bir kısmı geminin güvertesine bir kısmı da alt kata yerleşen gemi yolcularına benzerler. Su ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli üst kata uğramak mecburiyetinde olan alt kattakiler: ‘Biz bulunduğumuz yerde bir delik açarsak, ve yukarıdakilere hiç dokunmasak’ derlerse ve yukarıdakiler de bunları arzularına göre bırakırsa hepsi helâk olur. Onları engellerlerse hepsi kurtulur."

İşte bu Hadis-i Şerif; ma’rufu emretmek ve münkeri nehyetmenin, topluma hayat ve afiyet veren bir husus olduğunu göstermektedir. Bu hususta herhangi bir gevşeklik göstermek, gemiyi ve içinde olanların tümünü denizin dibine götürür.

Kur'an-ı Kerim; davanın önemini ve insanların ona ne kadar çok muhtaç olduklarını bir çok ayette beyan etmiştir. Kur'an'ın lafızları sadece dava kelimesi ile sınırlı kalmayıp davet konusu etrafında odaklaşan tüm anlamları ve kelimeleri de kapsamaktadır. Rasulullah (s.a.v.)’in hadisleri de aynı şekildedir. Kur'an-ı Kerim, İslâm'a davet etmenin farziyetini açıklarken, ma’rufu emretmek ve münkeri nehyetmek gibi lafızları da kullanmıştır. Şöyle ki:

"Muhakkak ki siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma’rufu emredersiniz, münkeri nehyedersiniz ve Allah'a inanırsınız."

"Hayra (İslâm'a) davet edecek, ma’rufu emredecek ve münkeri nehyedecek sizden bir grup veya hizb bulunsun. Onlar felaha kavuşanların ta kendileridir."

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Canımı elinde tutana yemin ederim ki, ya ma’rufu emredersiniz ve münkeri nehyedersiniz ya da Allah size bir azap indirir."

"Sizden kim bir münkeri görürse onu eliyle değiştirsin. Yapamazsa diliyle, yine yapamazsa kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir."

 

Tebliğ Etmek, Davetten Bir Parçadır

 

Kur'an-ı Kerim, davet kelimesi yerine “tebliğ” kelimesini de kullanmıştır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Ey Rasul, Rabbından indirileni tebliğ et. Yapmazsan O'nun risaletini tebliğ etmiş sayılmazsın. Allah seni insanlardan koruyacaktır."

Bu konuda Rasulullah (s.a.v.) de şöyle buyurmaktadır:

"Ben bir ayeti okuduğum zaman onu tebliğ edin."

Yine Kur'an-ı Kerim, davet kelimesi yerine insanlara karşı şahitlik yapma kelimesini kullanmıştır:

"Bu şekilde sizi vasat (seçkin) bir ümmet haline getirdi ki, insanlara şahit olasınız ve Rasul de size şahit olsun."

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Mü'minler, yeryüzünde Allah'ın şahitleridir."

"Şahit olan kimse burada bulunmayana tebliğ etsin."

 

Hakkı Tavsiye Etmek de Davetten Bir Parçadır

 

Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif, İslâm davetinden söz ederken, hakkı tavsiye etmek ifadesini kullanmıştır. Yine davet anlamında; müjdeleme, uyarma, hakkı söylemek, nasihat etmek, insanlara hatırlatmak, ehli kitap ile en güzel şekilde mücadele etmek, Allah uğrunda cihad etmek, dini yükseltmek için çalışmak ve benzeri ifadeleri ve daha birçok ifadeyi de kullanmıştır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur :

"Asra and olsun. İnsan hüsrandadır. Ancak mü'min olup salih amel işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı da tavsiye edenler müstesna."

"Seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndermiştik."

"Her Rasulü ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik ki, onlara indirileni açıklasın."

"Şüphesiz bu Kur'an bütün alemler için bir hatırlatma (bir düşünce)dir."

"Muhakkak ki bu Kur'an, senin ve kavmin için bir hatırlatma (düşünce)dir. Şu var ki bundan sorulacaksınız."

"Onlarla en güzel şekilde tartış."

"Fitne (küfür ve sapıklık) kalmayıncaya ve yalnız Allah'ın dini hakim oluncaya kadar onlarla savaşın. "

"Dinini bütün dinlere hakim kılmak için Rasulünü hidayetle ve Hak dinle gönderen O’dur. Müşrikler sevmeseler bile."

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Din nasihattır." Ey Allah'ın Rasulü! Din kim için nasihattır? Dedi ki: "Allah'a, Kitabına, Rasülüne, müslümanların önderlerine ve her birisine nasihattır."

Nasihat; samimiyet göstermek, yani doğruyu göstermektir. Süleyman b. Büreyde, babasından şu hadisi rivayet eder:

"Rasulullah (s.a.v.), bir ordu veya bir fırka üzerine bir emir tayin ederse ona, Allah'a takvalı olmasını ve müslümanlara hayır yapmasını tavsiye ederdi. Ve şöyle derdi : "Allah'ın adıyla ve yalnız O'nun uğrunda saldırın. Allah'a isyan eden kâfirlerle savaşın. Müşriklerden olan düşmanlarınızla karşılaştığın zaman onları şu üç hususa davet et. Hangisini kabul ederlerse onlardan onu kabul et ve elini onların üzerinden kaldır; Önce onları İslâm'a davet et, eğer bunu kabul ederlerse onu kabul edin ve onların üzerlerinden ellerinizi çekin..."

Ve yine şöyle buyurmuştur :

"Benim sözümü işitip ezberleyen, kavrayan ve diğerlerine anlatan kulun yüzünü Allah nurlandırsın. Zira fakih olmayan nice fıkıh taşıyıcıları vardır. Yine kendisinden fakih olan kimselere fıkıh taşıyan nice kimseler vardır."

Bu konu hakkında böyle yığınla ayetler ve hadisler vardır. Hatta her bir ayet ve hadis daveti öven anlamlar taşımaktadır. Davet, bütün insanları kapsamına almaktadır. Tüm Müslümanlar da güçlerine göre daveti yüklenme görevini yerine getirirler.

Davetle ilgili ayetlerin dışında yalnızca ma’rufu emretmek ve münkeri nehyetmekle ilgili ayetlere gelelim. Bu türden ayetlerin, emri bi’l ma’ruf ve nehyi ani’l münkerin tüm Müslümanlar tarafından yerine getirilmesi gereken İslâm'ın en büyük rükûnlarından birisi olduğunu bize haber verdiğini görürüz. Her yönü ile bize örnek olan Rasulullah (s.a.v.)’e bu ayetlerde şöyle hitap edilmektedir:

"(Peygamber) onlara ma’rufu emreder, onları münkerden nehyeder, onlara temiz olanı helâl, pis olanı da haram kılar." Bu ifade peygamber (s.a.v.)’in risaletinin kemâle ermesi için yapması gereken işlerden birisini göstermektedir. Zira Allahu Teâlâ, peygamberin dili vasıtasıyla ma’ruf olan her şeyi emretti ve her münkeri nehyetti. Temiz olan her şeyi helâl, pis olan her şeyi de haram kıldı.

Ayetlerde ümmetine ise şöylece hitap edilmektedir:

"Siz insanlar için çıkartılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Ma’rufu emredersiniz, münkeri nehyedersiniz ve Allah'a inanırsınız."

Ayette geçen “ümmet” ifadesi; fertlerden cemaatlara, emir sahiplerine varıncaya kadar bütün müslümanları kapsamaktadır. Zira bunların tamamı ma’rufu emretme, münkeri nehyetme farziyetini yerine getirirler.

Mü'minler birer fert halindeyken de bunları yaparlar. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Mü'min erkek ve mü'min kadınlar, birbirlerinin dostu ve yardımcısıdırlar. Ma’rufu emrederler ve münkeri nehyederler."

İmam Kurtubî, bu ayetleri tefsir ederken şöyle demiştir : "Allahu Teâlâ, ma’rufu emretmek ve münkeri nehyetmek hususunu, mü'minler ile münafıklar arasındaki fark olarak göstermiştir. Bu ayırım; başında İslâm'a davet etmek olmak üzere ma’rufu emretme ve münkeri nehyetme işinin mü'minlerin en önemli özelliklerinden olduğuna delalet etmektedir."

Cemaatlar ve hizipler açısından da yapmaları gereken işin türü açıklanmakta ve ayette şöyle denilmektedir:

"İslâm'a davet edecek, ma’rufu emredecek ve münkeri nehyedecek sizden bir grup bulunsun. Bunlar felâha kavuşanların ta kendileridir."

Emir sahipleri açısından ise ayette şöyle denilmektedir:

"Onlar ki; yeryüzünde kendilerine imkân (yönetim, güç) verdiğimiz zaman, namazı ikâme ederler (din ahkâmını uygularlar), zekatı verirler, ma’rufu emrederler ve münkeri nehyederler. İşlerin sonuçları Allah'ın elindedir."

Kur'an'da davetin İslâm'a olduğuna dair bir takım açıklamalar vardır :

"Hayra (İslâm'a) davet edecek sizden bir grup bulunsun."

"İslâm’a davet edilirken, Allah'a iftira eden kimseden daha zalim kimse yoktur."

"Şüphesiz sen onları dosdoğru bir yola davet ediyorsun."

Yine Kur'an'da davetin Allah'a olduğunu beyan eden bir takım ayetler vardır:

"Allah'a davet eden kimsenin sözünden daha güzel söz söyleyen var mıdır?"

"De ki; Benim yolum budur. Ben ve benimle beraber olanlar (ashabım), Allah'a basiretle (tam idrak ve ilimle) davet ediyoruz."

Kur'an'da davetin, Allah'ın indirdikleri ile yönetmeye yönelik olduğu da açıklanmıştır :

"Aralarında hüküm verilmesi için Allah’a ve Rasulüne çağrıldıkları zaman onlardan bir grup bundan yüz çevirirler. "

“Aralarında hüküm verilmesi için Allah'a ve Rasulüne çağrıldıkları zaman mü’minlerin sözü; işittik ve itaat ettik şeklindedir.”

“Aralarında hüküm verilmesi için Allah'ın Kitabına çağrıldıkları zaman onlardan bir grup hemen gerisin geriye dönerler. Onlar (Allah'ın hükmünden) yüz çevirenlerdir.”

Ma’rufu emretmek ve münkeri nehyetmek, farzı kifayedir. Bir grup müslüman onu yerine getirirlerse diğer Müslümanlar bu sorumluluktan kurtulurlar. Kim bunu yerine getirirse sevabı elde eder. Hiç kimse onu gerçekleştirmezse, herkes günahkâr olur. Hepsine de azap dokunur. Onu yerine getirirlerse kendileri için kurtuluş gerçekleşir. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur :

"Kendilerine hatırlatılan şeyleri unuttukları (dinlemedikleri) zaman kötülüğü nehyedenleri kurtardık ve zalim olanlara ağır azap indirdik. Çünkü fasık (günahkâr) insanlar idi."

Her ma’rufun temeli ve ilki imandır. Zira iman küfrün zıddıdır. Küfür ise her münkerin başı ve temelidir. Allah'a itaat, ilk ma’ruftan kaynaklanan ma’ruflardan birisini oluştururken, günah işlemek ise ilk münkerden kaynaklanan münkerlerden birisidir. İmanı ve itaatları koruyan ve itaatların başında yer alan Allah'ın indirdikleri ile hükmetmekle davet görevi yerine getirilir ve Allah'ın dini yayılır. Buna karşılık Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemek, masiyetlerin ve günahların başında gelir. Bu ise şehvetlere, heva ve hevese ve sapıklığa uymaktır.

Bu nedenle ümmetin tümü bu farzı yerine getirmek için birleşmelidir. Dinin emirlerine önem veren her Müslüman, Okuduğu ayet ve hadisin yalnız kendisi için değil bütün müslümanlar için olduğunu bilmelidir. Hatta hitap Rasul'e yönelik olsa bile bu hitabı tahsis edecek bir delil olmadıkça bu hitap aynı zamanda ümmetini de ilgilendirmektedir. Allah'ın bir müslümana iman etmeyi, ibadeti veya Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyi emretmesi, hem kendisini hem de bütün mü'minleri kapsadığı anlamına gelir.