TEFEKKÜR


DEĞİŞİM TEFEKKÜRÜ

Değişimi düşünmek, hayatın vazgeçilmez bir unsurudur. Zira hayatın durgunluğu, hareketsizliği ve kaderlere teslim oluş, halkları ve milletleri giderek yok eden ve birtakım gelişmelerle zamanla hatırdan silip süpüren en büyük afettir. Onun için değişimi düşünmek, düşünme çeşitlerinin en önemlisidir. Yüreğinde coşku olmayan, uyuşuk, tembel kişiler değişimden hoşlanmazlar. Çünkü değişimin bedeli ağırdır. Geleneklerin egemen olduğu insanlar, değişim düşüncesini zararlı bulurlar. Değişimi zararlı bulup ona karşı çıkan bu kişiler, gelişmişlikten nasibini alamamış tembel, uyuşuk ve muhafazakâr denen, siyasi ve ekonomik bakımdan insanlara hükmeden kimselerdir. Çünkü değişim, bu kişilerin konumlarını tehlikeye sokacaktır. Bu insanların, düşünme türleri arasında en çok "değişim tefekkürü"ne şiddetle karşı çıkmalarının sebebi de budur.

Değişim düşüncesi, ister fertlere, ister fertlerin içinde bulundukları durumlara, ister toplumun, halkın ve milletin içinde bulunduğu durumlara veya değişim gerektiren her şeye yönelik olsun; insanın yaşamını sağlayan temelle başlamalı ve temeli olmayan veya yanlış bir temel üzerinde kurulmuş toplumları ve doğru gitmeyen durumları hedeflemelidir. İşte hayatın dayandığı bu temel, hayat düzeyinin düşük veya yüksek olmasını belirler. İnsanı mutlu veya mutsuz eden, onda hayata dair bir bakış açısı -ki insan hayat mücadelesini bu bakış açısına göre düzenler- meydana getiren, bu temeldir.

Önce değişimin başlaması gereken bu temele bakılır: İnsan fıtratıyla uyumlu olan akli bir akideyse, bu durumda herhangi bir değişime gerek yoktur. Bu durum ortadayken hiçbir insanın kalbine veya zihnine değişim düşüncesi gelmez. Çünkü hayatın bu temel üzerine kurulu olması gerekir. Değişim, doğruluğun olmadığı, işlerin doğru yürümediği, aklın yanlışlarla dolu olduğu ve insanın dinamik enerjisinin bu yanlışları bariz bir şekilde hissettiği durumlarda meydana gelir. Eğer akıl, bir şeyin kesin bir şekilde doğruluğuna inanıyor ve insandaki dinamik enerji de bu durumdan tatmin olup rahatsız olmuyorsa, o zaman değişim düşüncesi tamamen yok olur. Bu nedenle insan hayatının dayandığı temel, insan fıtratıyla uyumlu olan akli bir akideden ibaretse, değişim düşüncesine ihtiyaç duyulmaz. Fakat insan veya toplum yaşamının kurulu olduğu bir temel söz konusu değilse veya yanlış bir biçimde mevcut ise, bu temeli, yani insanın inandığı akideyi değiştirmeksizin, değişime ilişkin düşünme eylemini yürütmek boşunadır. Bu açıdan insan fıtratıyla uyumlu akli bir akideyle şereflenmiş olan Müslümanların görevi, inançtan yoksun veya hem akla hem de insan fıtratına aykırı olan batıl inançlara sahip insanlarda değişimi gerçekleştirmektir. Bu itibarla savaş veya çarpışmaya neden olsa bile Müslümanlar, İslâm davasını, Müslüman olmayan tüm insanlara yayma yükümlülüğünü taşımaktadırlar. Çünkü onların akli inanışları fıtratlarıyla uyumlu olmadığı için, değiştirilmesi şarttır.

Demek ki değişime temelden başlamak gerekir. Ancak ve ancak temelin değişimi sağlanıp yerine doğruluğu kesin ve şüphesiz bir temel yerleştirildikten sonra toplum veya toplumun içinde bulunduğu durum değiştirilebilir. Toplumların ve içinde bulundukları durumların değiştirilmesi ise, ancak birtakım kriterler, mefhumlar ve kanaatların değiştirilmesiyle mümkün olur. Fakat doğru temele ulaşıldığında bu temel, tüm kriterler için tek kriter, tüm mefhumlar için temel mefhum ve tüm kanaatlar için temel kanaat haline gelir. Ancak söz konusu temel ortaya çıkarıldığında ancak, kriter, mefhum ve kanaatlar değişme uğrayabilir. Dolayısıyla bu değişim toplumlara ve yaşadıkları durumlara da yansıyacaktır. Zira tüm değer yargıları, tüm düşünceler ve hayatın dinamikleri söz konusu temelin değişimine ayak uyduracaklardır. O halde değişimi düşünmek insan için vazgeçilmez bir unsurdur. Aslında insan fıtratına aykırı olmayan akli bir akideye sahip olan herkeste, bu değişim düşüncesini mevcut kılmak mümkündür. Bunun yolu ise, ya insanın iç dünyasında gizli olan bu düşünceyi zorlayarak ortaya çıkarmak ya da insanın giriştiği hayat mücadelesinde fiilen ve doğrudan doğruya söz konusu değişim düşüncesini meydana getirmektir.

Değişim düşüncesi, sadece durumunun veya düşüncesinin değişmesinin gerekliliğini hisseden kişilerde mevcut değildir. Kâinatta değişimi gerektiren bir durum olduğu sürece, değişim düşüncesi de var olacaktır. Bu nedenle değişim düşüncesi, kişinin sadece kendinin, toplumunun, halkının ve ümmetinin durumunu değiştirmesiyle sınırlı değildir. Değişim düşüncesi başka insanları, toplumları ve onların içinde bulundukları durumları da hedef alır. İnsan, yapısındaki insani karakterden ötürü her nerede olursa olsun hemcinsine bakma ihtiyacı duyar. Bu nedenle insan, değişimi gerektiren her yerde onu sağlamaya çalışır.

Değişim düşüncesi, insan ruhunun derinliklerinden doğar ve insan hayatındaki olaylar ve olgular ona ivme kazandırır. Dahası, kişinin sadece yaşadığını hissetmesi bile tek başına değişim düşüncesini doğurmak için yeterlidir. Değişimi kendilerine karşı bir tehlike olarak görüp ona karşı direnen güçlerde bile değişim düşüncesi mevcuttur. Çünkü değişim, insanda zorunlu bir şekilde vardır. İnsanların değişimi düşünmeleri şu iki yoldan biri ile sağlanır:

a- İkna yoluyla,

b- Zorlayıcı bir kuvvetle.

Değişim fiilen gerçekleştiğinde veya insanlar onun değerini anladıklarında, değişim üzerinde akıl yürütmenin zor bir tarafı kalmaz. İkna yoluyla veya zorlayıcı bir kuvvetle değişimi gerçekleştirme çabası, insanlarda zaten doğal olarak var olan değişim düşüncesini harekete geçirecek ve değişim düşüncesi meydana gelmiş olacaktır. Sonuç olarak; her Müslümanın değişime ilişkin düşünme eylemine sahip olması gereklidir.

Buraya kadar düşünmenin on değişik türünü veya biçimini irdelemeye çalıştık. Bu on biçim, düşünmeyle ilgili bir fikir vermek açısından yeterlidir. Yukarıda ele alınan düşünme türleri, "başlangıçta düşünme", "öznel düşünme", "sezgi yoluyla düşünme" ve "işitsel düşünme" vb. düşünme türlerini kapsadığı gibi, "metinleri anlamaya yönelik düşünme", yani okumaya yönelik düşünmeyi de kapsamaktadır. Fakat "okumaya dayalı düşünme", özel bir araştırma ve önemi gerektirir. Okumak, tek başına düşünme eylemini meydana getirmediğinden, insanın okuduğu metinler üzerinde nasıl düşündüğünü de bilmek gerekir. Çünkü okuma-yazma, düşünmenin kendisi değil, birer aracıdırlar. Öyle kimseler vardır ki okurlar fakat düşünmezler. Yine öyle kimseler de vardır ki hem okurlar hem düşünürler, fakat ne doğru dürüst düşünebilirler ne de okudukları metni iyice anlayabilirler. Bu nedenle bilginin ancak okuma yazmayla kazanılabileceği veya milletlerin ancak bu yolla kalkınabileceği düşüncesi yanlıştır. Okuma yazma kampanyalarını, insanları, bilgi sahibi yapan, halkı ve ümmeti kalkındıran faktörler olarak görmek yanlış sonuçlar doğurur. Çünkü okuma yazmayla akıl doyurulamaz. Ruha ve akla yönelik düşünme faktörü meydana getirilemez. Düşünmeyi meydana getiren, vakıa ve ön bilgilerdir. Okumak ise üzerinde düşünme eylemi yürütülen bir vakıa değildir. Vakıayı açıklayan ön bilgiler de değildir. Bu açıdan okumanın düşünme eylemi açısından bir değeri yoktur. Okumak ancak düşünceleri ifade etmektir. Düşüncelerin sadece okunması, bu düşünceleri zihinde meydana getirmez. Bu durumda düşünme eylemi de söz konusu olmaz. Öyleyse okumak, sadece düşüncelerin ifade edilmesidir. Eğer okuyucu, okuduğu metni iyi anlıyorsa, kafasında birtakım düşünceler doğar. Fakat okuyucunun kafasında düşüncelerin doğması, metni okumasından değil, iyi anlamasından kaynaklanmaktadır. Okuyucu, metni iyi anlamamışsa, bu metni saatlerce hatta yıllarca okusa bile kafasında birtakım düşünceler meydana gelmez. Bu nedenle metinler üzerinde düşünme konusunu araştırmak ve bu metinlerin nasıl anlaşıldığını irdelemek gerekir.

Kayda değer önemli metinleri dört kategoriye ayırmak mümkündür. Bunlar:

1- Edebi metinler

2- Düşünceyle ilgili (fikri) metinler

3- Kanun metinleri

4- Siyasi içerikli metinler

Yukarıdaki metin türlerinin her biriyle ilgili düşünme, yani anlama biçimi farklıdır. Ancak hepsi de tek bir metotla anlaşılabilir, o da "akli metot"dur. Bilimsel metinlerin yukarıdaki sistematiğe dahil edilmemesinin nedeni, bu metinlerin adeta sadece pozitif bilimcilere özgü metinler haline gelmesi, hatta onların dışında başka insanları ilgilendirmeyecek durumda olmasıdır. Fakat yukarıda sözü edilen dört metin, her insana hitap eder. Anlama vasıtalarını elde eden herkesin, bu metinleri anlama imkânı vardır.