TEFEKKÜR


SİYASET HAKKINDA DÜŞÜNME

Hukuk metni üzerinde düşünme biçimini anlattık. Siyaset hakkında düşünmeye gelince; bu düşünme biçimi bir çeşit "hukuk üzerinde düşünme" biçimi olmakla birlikte, ondan tamamen farklıdır. Çünkü hukuk metni üzerinde akıl yürütmek, insanların problemlerine çözüm bulmak içindir. Siyaset üzerinde akıl yürütmek ise insanların düzenini sağlamak içindir. İkisi de birbirine benzemelerine karşın farklı kavramlardır. Aynı şekilde siyasi düşünme, edebi düşünmeyle tamamen terstir. Zira edebi düşünmede temel hedef, söz ve terkiplerden zevk ve haz duymaktır. Amaç, edebi üsluplarla coşkulu anlamlar oluşturmaktır. Siyasi düşünme biçiminde ise, birtakım ayrıntılar söz konusudur. Eğer siyasi düşünme, siyaset bilimleriyle ilgili metin ve araştırmalara yönelikse, bu durumda "siyasi tefekkür" ile "fikri tefekkür” adeta aynı türün iki ayrı versiyonu olarak karşımıza çıkar. Zira "siyasi tefekkür" ile "fikri tefekkür" büyük ölçüde benzeşirler. Şu da var ki, düşünceyle ilgili fikir yürütebilmek için, araştırılan düşünce düzeyinde, aynı türden olmasa da birbiriyle ilintili ön bilgilere sahip olmak gerekir. Siyasi düşünme araştırılan düşünce düzeyinde ön bilgilere sahip olmayı gerektirse de, önemli olan aynı konuyla ilgili ön bilgilerin varlığıdır. Siyasi düşünmede ön bilgilerin, araştırılan düşünceyle ilintili birbirine benzeyen ve onu yorumlayan bilgilerden oluşması yeterli değildir. Bu nedenle siyasi metinler üzerinde fikir yürütmek, fikri metinler üzerinde akıl yürütmenin bir türünü oluşturur.

Fakat siyasi düşünme; haberler, olaylar ve bunlar arasında bağlantı kurmakla ilgiliyse, bu durumda bütün düşünme çeşitlerinden farklılık arz eder. Siyasi düşünmenin bu türüne düşüncenin herhangi bir çeşidi tatbik edilemez. Bu yönüyle de düşünmenin en üst ve en zor türüdür. Üst düzey düşünme biçimi olmasının nedeni, eşyalar, olaylar ve hatta düşünmenin her türü için geçerli olmasıdır. Gerçi düşüncelerin üzerinde kurulu olduğu ve çözümlerin doğduğu "fikri kaide", en üst düşünceyi temsil etmektedir. Fakat söz konusu "fikri kaide" bile tek başına siyasi bir düşüncedir. Zira "fikir kaide"yi fikri kaide yapan ve onu doğru bir temel olmasını sağlayan, düşüncenin ve düşünme biçiminin siyasi olmasıdır. Bu nedenle "siyasi düşünme, tüm düşünme tarzlarının en üst şeklidir" dediğimizde, bu, "fikri kaide"yi de, yani "fikri temel"i meydan getirmeye elverişli her şeyi kapsamına alır.

Siyasi düşünme en zor düşünme biçimidir dedik, çünkü bir kuralı yoktur. Herhangi bir kurala göre değerlendirilmez. Bu ise düşünen kişiyi şaşırtır, onun kafasını karıştırır. Daha işin başındayken pek çok hatayla baş başa bırakır. Sonuçta birtakım ön yargı ve yanılgıların hedef tahtası haline gelir. Kişi, siyasi deneyim kazanarak bütün günlük olayları izleyip bunlara karşı devamlı tetikte olmazsa, siyasi düşünme biçimine sahip olması son derece güçleşir. Demek ki haber ve olaylar vasıtasıyla siyaset hakkında akıl yürütmek, bütün düşünme tekniklerinden farklı olup bu tekniklere oranla daha karakteristik özelliklere sahiptir.

Siyasi metinler üzerinde akıl yürütmek, siyaset bilimleri ve araştırmalarını ihtiva etse de, gerçekte haber ve hadiselerle ilgili metinler üzerinde akıl yürütmekten ibarettir. Bu nedenle siyasi metinler gerçekte haber biçimlerini oluştururlar. Kişi siyasetle ilgili akıl yürütmek isterse, her şeyden önce haber metinleri, bu metinlerin sergileniş biçimleri ve bunu anlamanın yolları üzerinde akıl yürütmesi gerekir. Ancak bu yolla siyaset üzerinde akıl yürütmek mümkündür. Kişi, ancak bunu yaptığı takdirde siyaset üzerinde akıl yürütmüş kabul edilebilir. Bu açıdan siyaset bilimleri ve araştırmaları üzerinde araştırma yapmak, siyaset üzerinde akıl yürütmek sayılmaz. Çünkü siyaset bilimleri ve araştırmaları üzerinde akıl yürüterek birtakım bilgiler elde edilir ki bu, düşünce ile ilgili metinler üzerinde akıl yürütmenin tıpatıp aynısıdır. Bu şekilde akıl yürütme, kişiyi derin veya aydın düşünmeye götürse de, kişiyi siyasi düşünür haline getirmediği gibi siyaset üzerinde akıl yürütmesini de sağlamaz. Olsa olsa siyasete, yani siyaset bilimleri ve araştırmalarına aşina olmasını sağlar. Bu ise kişinin öğretici olması için elverişli olmakla birlikte siyasetçi olması için elverişli değildir. Çünkü siyasetçi, haberleri, hadiseleri ve onların göstergeleri durumundaki anlamları kavrayan ve bu kavrayışıyla kendisine pratiğe dönüştürme imkânı verecek olan bilgiyi elde eden kişidir. Bu anlamda siyasetçinin, siyasi bilimlere ve araştırmalara aşina olup olmaması fark etmez. Gerçi siyasi bilimler ve araştırmalar, kişinin haber ve hadiseleri daha iyi anlamasına yardımcı olur, ancak bunların önemi, bilgi türünü seçmek üzere ilişkilendirme işlemiyle sınırlıdır. Bu açıdan siyaset ile ilgili akıl yürütmek için, siyasi bilimler ve araştırmalar şart değildir.

Ne yazık ki dini devletten soyutlama düşüncesi ortaya çıkıp "orta çözüm" düşüncesinin yaygınlık kazanmasından bu yana, Batı ülkelerinde -yani Avrupa ve Amerika'da- siyasi bilim ve araştırmalar hakkında pek çok eserler basılmış, bu eserler Batı'nın hayata bakış açısına ve başlangıçta barış ve uzlaşma adına ortaya çıkan "orta çözüm" düşüncesine göre kaleme alınmıştır. Öte yandan Komünist düşüncenin doğuşunun ardından Rusya'nın komünizmi benimsemesiyle, siyasi araştırmaların "orta çözüm" düşüncesi yerine belli bir düşünceye göre yapılacağı umudu doğdu. Fakat ne yazık ki Rusya da Batı kervanına katıldı. Muhteva olarak olmasa da, biçimsel bazı farklılıklara rağmen Rusya da Batı'yı takip etti. Bu nedenle şimdiye kadar ortaya çıkan siyasi bilim ve araştırmaların, aklın rahatlıkla doğruluğunu kabul etmediği türden araştırmalar olduğunu söyleyebiliriz. Bu araştırmalar, temelinde "orta çözüm"ün bulunmasının ötesinde, adeta tahmin ve varsayıma dayalı araştırmalardır. Bu yüzden okuyucunun siyasi bilim ve araştırmalarla ilgili metinlere ilişkin akıl yürütürken, yanılgıya düşmemek için sürekli dikkatli ve tetikte olması gerekir. Çünkü söz konusu metinlerin içeriğinde vakıayla çelişkili, yanıltıcı düşünceler de vardır. Bu açıdan aslında Batı'nın hukuk metinlerine karşı koyduğumuz çekinceyi, onun siyasi bilim ve araştırmalarına karşı koymayı da tercih ederiz. Çünkü siyasi araştırmalarda da örneğin, yönetim meselesi gibi siyasetten çok hukukla ilgili meseleler vardır. Ancak her şeye rağmen bu araştırmalar, düşünce ve siyasetle ilgili araştırmaların kapsamına girdiğinden, bu yönüyle dikkatli ve tetikte olmak şartıyla okunup araştırılmasında bir sakınca yoktur.

Örnek olarak Batı'daki siyasi araştırmaların içerdiği bazı düşünceleri ele alalım: Batı'da yönetim kolektif olup "bakanlar kurulu"nca temsil edilmektedir. Doğu ülkeleri de bu yönetim tarzını benimseyip başka bir biçime soktular ve kolektif liderlik modelini şiddetle savunur hale geldiler. Bu model, vakıaya aykırı "orta çözüm" üzerinde kurulu bir modeldir. Böyle bir modelin ortaya çıkışı, Avrupa'daki diktatör krallara karşı duyulan tepkiden kaynaklanmaktadır. Kralların zulüm ve istibdadından bıkan halk, bu zulümün temelinde monarşi, yani tek adam yönetiminin yattığını düşündüler. "Yönetim ferdin değil, halkındır" sloganıyla krallara karşı ayaklandılar. Sonunda bir "orta çözüm" bulunarak yönetimi "bakanlar kurulu" üstlendi. Halbuki bakanlar kurulu, ne halktır, ne de halk tarafından seçilmiştir. Bakanlar kurulunu başbakan yönettiğine göre, yönetim ne ferdin ne de halkın eline geçmiş oluyor. Aksine başbakan ve bakanlar kurulu yönetimde söz sahibi oluyor. Bu sistem, yönetimin tek bir kişinin elinde olması ile halkın elinde olması arasında orta bir çözümdür. Dolayısıyla ortaya konulan çözüm, yönetim sorununa çözüm getirmek yerine, iki tarafı da razı etme operasyonudur. Kaldı ki pratikte, bütün demokratik sistemlerde yönetimin ferdi bir biçime büründüğü de ortadadır. Çünkü bu sistemlerde bile yönetimi ya devlet başkanı ya da başbakan üstlenmektedir. Bu da gösteriyor ki yönetim gerçeği, yönetimin sadece ferdi olmasını gerektirir. Bu bakımdan yönetim asla kolektif olamaz. Ona kolektif bir karakter verilse dahi, yönetimin seyri söz konusu kolektif yönetimin ferdi yönetime dönüşmesini zorunlu kılar. Çünkü yönetimin kolektif olması, yönetim gerçekliğine aykırıdır.

Aynı şekilde Batı'da egemenlik halka verilmiştir. Yasama, yürütme ve yargı halka aittir. Bu da gerçeğe aykırıdır ve "orta çözüm" üzerinde kuruludur. Orta çözümün ortaya çıkışı da yine diktatör krallara duyulan tepkinin ürünüdür. Çünkü yasama, yürütme ve yargı bu kralların iradesi dahilindeydi. Yasayan da yürüten de onlardı. Kralların zulüm ve istibdadından bıkan halk, bu zulüm ve istibdadın monarşiden kaynaklandığını düşündü. Krallara karşı ayaklanıp "egemenlik halkındır" dedi. Halkın hem yasayan hem de yöneten güç olması gerektiğini hararetle savundu. Sonunda yasama misyonunu halk tarafından seçilen bir meclis, yürütmeyi ise bakanlar kurulu, başbakan veya devlet başkanı üstlendi. Bu bir orta çözümdü. Çünkü parlamento üyeleri halk tarafından seçilseler de aslında yasama görevini yürüten parlamento değil, iktidardaki bakanlar kurulu veya cumhurbaşkanıdır. Gerçi bakanlar kurulu da cumhurbaşkanı da halk veya halkın temsilcileri tarafından seçilirler. Ancak bu sistem halkın kendi kendisini yönetmesi değil, halkın sadece yöneticisini seçmesi anlamına gelir ki, bu da "orta çözüm"ün ta kendisidir. Bunun da ötesinde Batılılar, egemenliğin yasalara ait olduğunu, doğru bir yönetimde yasaların egemenliğinin şart olduğunu ifade ediyorlar. Böylece orta bir çözüm getirerek bir sistem kurmuşlardır. Fakat yanılgılardan kurtulamamışlardır. Zira yönetim gerçeği, bu sistemin dışında bir gerçektir. İyi bir yönetimde yöneticiyi halk seçer ve hukukun üstünlüğü esastır. Mutlak anlamda egemenlik halkın olmaz.

Batı'da yönetim ile duygu ve din işleri birbirinden ayrılır. Kilisenin otoritesi devlet otoritesinden ayrıdır. Devlet hayır işleme, yoksullara şefkat gösterme, yaralıların yaralarını sarma gibi duygusal işlerle uğraşmaz. Bu düşünce din işlerinin devlet işlerinden ayrı olmasını öngören orta çözüm üzerinde kuruludur. Fakat pratik gerçeğe aykırı bir düşüncedir. Çünkü kilise, diktatör kralların tahakkümü altında olduğu için, yaralı, hasta ve yoksul gibi toplum kesimlerinin yaralarını saramıyordu. İnsanlar bu duruma büyük tepki gösterdiler. Bu tepkinin sonucu olarak; kilise ve duygusal işler devlet işlerinden ayrılarak orta bir çözüm bulundu. Böylece kilise otoritesi devlet otoritesinden ayrıldı. Birtakım hayır kurumları, kızıl haç gibi örgütler ortaya çıktı. Ancak pratik hayattaki yönetim gerçeği, insanların tüm işlerini kapsamına almasını gerektirmektedir. Din işleri ve duygusal işler de insanlara ait olduğundan, devlet açıkça olmasa da dolaylı bir şekilde kiliseleri, hayır kurumlarını ve kızıl haç örgütlerini kontrol altına alıp onları da yönetmek zorunda kaldı. Görünüşte din ve devlet işleri birbirinden ayrı gözükse de bu teori pratik gerçeğe aykırıydı.

Yukarıda Batı düşüncesinden sadece üç noktayı ele alarak yanılgılarını ortaya koymaya çalıştık. Batı'lıların yönetim ile ilgili düşüncelerine ait aynı yanılgılarını hem ideolojilerle hem de olay ve hadiselerle ilgili siyasi fikirlerinde bulmak mümkündür. Gerçi bu düşüncelerin içerisinde akla aykırı gelmeyen bazı gerçekler de vardır fakat, bütün bunlara rağmen "gerçek"ten kopmalarla ve yanılgılarla doludur. Örneğin; İngiliz siyasetiyle ilgili konuştuklarında, İngiliz siyasetinin üç temel üzerinde kurulu olduğunu söylerler. Bunlar: İngiltere'nin Amerika ile olan ilişkileri, Avrupa'yla olan ilişkileri ve önceden İngiltere'nin sömürgesi olup da sonradan bağımsızlığını kazanan "Common-wealth" ülkeleriyle olan ilişkileridir. Bu sınıflandırma doğrudur. Çünkü bir gerçeğin ifadesidir. Fakat İngiltere'nin müttefiklerine, dost ve düşmanlarına karşı tutumlarını dile getiren sözleri, demagoji ve yanıltmadan ibaret olup gerçeğe, olayların ve hadiselerin seyrine aykırıdır. Aynı demagoji ve yanıltma üslûbunu, Batılı olsun olmasın, geçmişte veya şimdi herhangi bir devletle ilgili sözlerinde bulmak mümkündür. Zira onlar gerçekleri derin düşünebilen bazı kişilerin bile gözünden kaçabilecek şekilde çarpıtmada oldukça ustadırlar. İşte bütün bunlardan dolayı, sürekli dikkatli ve tetikte olmadan, siyasi bilimler ve araştırmalar üzerinde akıl yürütmek doğru olmaz.

Mevcut olay ve hadiseler üzerinde akıl yürütmeye gelince; kelimenin tam anlamıyla siyasi düşünme bu şekildeki akıl yürütmeyle ortaya çıkar. Kişiyi siyasi düşünür haline getiren de bu faktördür. Mevcut olay ve hadiseler üzerinde akıl yürütmeyi gerçekleştirmek için beş temel noktanın bir arada bulunması gerekir:

Birincisi; dünyadaki tüm olay ve gelişmeleri takip etmek. Ancak olaylar önemlilik, tesadüf, kasıtlılık, kısa ve ayrıntılı olmaları açısından farklılık gösterdiklerinden, haber takibi zamanla rayına oturacaktır. Bundan sonra bütün haberleri takip etmek gerekmeyecek, sadece bilinmesi gereken haberleri takip etmek yeterli olacaktır.

İkincisi; olayların hakikatleri, yani haberlerin içerdikleri anlamlar hakkında az da olsa birtakım bilgilere sahip olmak. Bu bilgiler olayın vakıası, yani haberlerin içerdikleri anlamlar üzerinde durma imkânı verebilecek coğrafi, tarihi, siyasi ve düşünceyle ilgili bilgilerden meydana gelebilir.

Üçüncüsü; olayları içinde bulundukları koşullardan soyutlamamak, ve genelleştirme yoluna gitmemek. Zira olayları kendi koşullarından soyutlayıp genelleştirmek olayların ve haberlerin doğru bir biçimde anlaşılmasını engelleyen bir afettir. Bu nedenle olayı içinde bulunduğu koşullarla birlikte ele almak gerekir. Bunun yanında bir olayla ilgili yapılan değerlendirme sadece o olayla sınırlandırılmalı, benzer olayları, değerlendirmesi yapılan olaya kıyaslayarak genel değerlendirme yoluna gidilmemelidir. Aksine her olaya ferdi bir olay gözüyle bakmak ve sadece söz konusu olay için geçerli olmak üzere bir yargıya varmak gerekir.

Dördüncüsü; olay ve hadiseleri birbirinden ayırt ederek onlara açıklık getirmek, yani haberin kaynağı, oluşu, yani zamanı, nasıl bir durumda vuku bulduğu, neden vuku bulduğu veya böyle bir haberin neden verildiği, haberin ne kadar ayrıntılı olduğu, doğru olup olmadığı ile ilgili bilgiler elde edecek biçimde kapsamlı bir araştırma yapmak gerekir. Olayı açıklığa kavuşturacak olan, bu araştırmadır. Araştırma ne kadar kapsamlı ve derin olursa, olay da o denli aydınlanmış olacaktır. Aksi takdirde olayı veya hadiseyi ele almak mümkün değildir. Çünkü kişiyi sürekli yanılgı ve hataya maruz bırakır. Bu nedenle haberi ele alırken, hatta sadece duyarken bile onu açıklığa kavuşturmak önemli bir faktördür.

Beşincisi; haberi birtakım bilgilerle ve özellikle bu haberin dışındaki başka haberlerle ilişkilendirmek. Haber hakkında doğruya yakın bir hüküm vermek, söz konusu ilişkilendirmeye bağlıdır. Ancak ilişkilendirme işlemi doğru yapılmamışsa, affedilmez bir sapma olmasa da hatanın meydana gelmesi kaçınılmazdır. Örneğin; uluslararası politikayla ilişkilendirilmesi gereken bir haberi iç politikayla ilişkilendirmek, iç politikayla ilişkilendirilmesi gereken bir haberi de dış politikayla ilişkilendirmek, siyasetle ilintili olduğu halde ekonomiyle ilgili bir haberle ekonomi arasında bağ kurmak veya Almanya'yla ilgili bir haberi Amerika'yla ilintili olduğu halde Alman politikasıyla ilişkilendirmek doğru olmaz. Bu nedenle haberi, haberle ilgili faktörle ilişkilendirmek son derece önemlidir. Sadece ilişkilendirmek de yetmez. Haberle faktör arasında kurulan bağın doğru olması gerekir. Başka bir ifadeyle, bağ kurma işlemi sadece bilmeye değil, aynı zamanda anlamaya, kavramaya ve pratiğe geçirmeye yönelik olmalıdır.

Siyasi metinler üzerinde akıl yürütmek, yani siyasi düşünme yetisine sahip olmak için yukarıdaki beş faktörün birlikte gerçekleştirilmesi gerekir. Çünkü amaç, bu konuda engin bilgiye sahip olmak değil, sadece konuya aşina olmaktır. Tabi siyasi düşünme birden gerçekleşmez. Biraz zaman ister. Kaldı ki bilimsel araştırma ve incelemeye de gerek yoktur. Olayları sürekli takip etmek yeterlidir. Bilimsel araştırma ve inceleme, kişinin düşünme kapasitesini arttırmada yardımcı olmasına rağmen, "siyasi" düşünme için gerekli değildir. Zira bilimsel araştırma, siyaset üzerinde akıl yürütmenin tamamlayıcı ve ikincil öğesidir. Önemli olan olayları takip etmektir. Olaylar takip edildikten sonra geriye kalan dört unsur kendiliğinden doğal olarak ortaya çıkar.

O halde siyasi düşünmede aslolan, olayları takip etmektir. Olaylar takip edildiği takdirde siyasi düşünme kendiliğinden doğal olarak meydana gelir. Bu bağlamda bütün zorluklarına ve yüceliğine rağmen, düşünme ve akıl düzeyi ne olursa olsun, her insan siyaset hakkında akıl yürütebilir. Normal zekâya sahip kişi de üstün zekâya sahip kişi de "siyasi" olabilir. Çünkü siyasi düşünme, belli bir zekâ veya bilgi düzeyine sahip olmayı gerektirmez. Önemli olan, mevcut olay ve hadiseleri, yani haberleri takip etmektir. Olaylar takip edildiği takdirde, siyasi düşünme de söz konusu olur. Ancak takip işleminin kesintiye uğramaması, aralıksız sürmesi gerekir. Zira mevcut olaylar bir zincirin halkaları gibidirler. Bu halkalardan biri kaybolduğunda zincir kopar. Bu durumda haberleri birbiriyle ilişkilendirmek mümkün olmayacağından, olay kavranamaz. Bu nedenle olayları kesintisiz sürekli takip etmek, siyasi düşünmede temel şarttır.

Siyasi düşünme, fertlerin yanısıra, topluluklar için de geçerlidir. Yani halklar ve ümmetler de "siyasi" düşünebilir. Bu noktada siyasi düşünme, edebi düşünme ve hukukla ilgili düşünmeden ayrılmaktadır. Zira her ikisi de sadece fertlerle gerçekleştirilebilir. Toplumsal olarak gerçekleştirilemez. Fakat siyasi düşünme hem fert hem de toplum bazında gerçekleştirilebilir. Dahası, fert bazında sınırlanmış, halka ve ümmete nüfuz etmemiş bir siyasi düşünmenin pek anlamı olmaz. Böyle bir durumda doğru yönetimden söz edilemeyeceği gibi, kalkınma da gerçekleştirilemez. Halka ve ümmete mesaj vermek de güçleşir. Bu nedenle halkın ve ümmetin "siyasi" düşünmesini sağlamak şarttır. Zira yönetim, halkın veya ümmetin hakkıdır. Bu nedenle hiçbir güç, halkın veya ümmetin rızası olmadan yönetimi ele geçiremez. Zorla ele geçirse bile sürekli hâkimiyet kuramaz. Ya halk veya ümmet kendi rızasıyla bu güce yönetimi teslim edecek ve böylece bu güç yönetimini perçinleştirecek, ya da halk zorla ele geçirilen yönetim hakkını geri almak için mücadele edecektir. Madem ki yönetim halka ve ümmete aittir, o halde yöneticiden önce halkın ve ümmetin siyasi düşünmeye sahip olması gerekir. Bu, sadece yönetimi mevcut kılmak için değil, yönetimin doğru bir istikamette gitmesini sağlamak için de zaruridir. Bu açıdan ümmet veya halkın "siyasi" düşünme bakımından bilinçlendirilmesi gerekir. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, ümmet siyasi bilgi ve haberlerle donatılmalı ve kendisine siyasi haberlere dikkat etme melekesi kazandırılmalıdır. Sürekli yanılgılara maruz kalmaması için kendisine yapaylıktan uzak, doğal bir biçimde doğru bir siyasi kültür verilmelidir. Demek ki ümmeti veya halkı canlı ve dinamik tutan, siyasi düşünmedir. Siyasi düşünmeden uzak bir toplum, hareket etmeyen ve gelişmekten yoksun ölü bir ceset gibidir.

Siyaseti yanlış anlamada ve siyaset üzerinde akıl yürütürken yanılgıya düşmede en büyük hata, siyasi metinleri, edebi, fikri ve hukuksal metinler gibi ele alıp bu şekilde akıl yürütmekten kaynaklanmaktadır. Örneğin; siyasi metinlerde söz ve terkipler veya onların taşıdıkları anlamlar veya göstergeler üzerinde akıl yürütüp hem söz ve terkipleri hem de onların anlamlarını veya göstergelerini oldukları gibi ele almak yanılgıya götürür. Çünkü siyasi metinler üzerinde akıl yürütmek, başka metinler üzerinde akıl yürütmekten tamamen farklıdır. Asıl tehlike, bu farkı algılayamamaktan kaynaklanmaktadır. Zira siyasi metinlerin ifade ettikleri anlamlar, okunan metnin içinde bulunabileceği gibi, bu metnin dışındaki başka metinlerde de bulunabilir. Aynı şekilde metnin anlamı anlaşmalarda olduğu gibi, metindeki söz ve terkiplerin sergilenişinde veya yetkili kişilerin açıklamalarında bulunabilir. Bunun ötesinde metnin anlamı, metindeki söz, anlam ve göstergelerin arka planında da mevcut olabilir. Hatta metindeki ifadeler, ifade edilen düşüncelere tamamen zıt anlamlar içerebilir. Bu nedenle siyasi metnin içeriği iyi algılanmadığı takdirde, içerik de anlaşılmayacağından yanılgıya düşmek kolaylaşır.

Siyasi düşünmenin karşısındaki en büyük tehlikelerden biri de, olayları kendi koşullarından soyutlamak, genelleştirmek ve genel değerlendirmelerde bulunmaktır. Zira koşullar siyasi metnin birer parçaları oldukları için siyasi metinden soyutlanamazlar. Aynı şekilde genel bir kıyaslamaya, tabi tutulamaz. Koşulların metnin birer parçaları olduğunu söyledik. Bununla birlikte metnin belli bir olayı anlattığı da unutulmamalıdır. Dolayısıyla sadece metindeki bu olay ele alınmalı, elde edilen bulgular genelleme, genel kıyaslama veya sadece kıyaslama yoluyla başka metinlere uygulanmamalıdır. Olayları koşullarından soyutlayıp genelleme, genel kıyaslama veya sadece kıyaslamada bulunmak, siyasi metnin yanlış anlaşılmasına yol açacak en büyük tehlikelerdir. Örneğin; bir yetkili belli bir amaçla bir beyanda bulunup ardından başka bir amaçla aynı veya farklı bir beyanda bulunabilir. İkinci beyanı ilk beyanıyla çelişebilir. Aynı şekilde bir yetkili doğru bir beyanda bulunduğunda, bu beyanın saptırmaya yönelik yalan bir beyan olduğu sanılabilir. Yine gerçek dışı olan bir beyanın doğru olduğu sanılabilir. Yaptığı açıklama doğrultusunda veya bu açıklamanın tam tersi bir istikamette hareket edebilir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sadece siyasi metin değil, koşullar ve koşullarla birlikte gelişen olaylar, örneklerde söz edilen beyanlara ışık tutup onları açıklığa kavuşturabilir. O halde siyasi düşünme ancak bu şekilde doğruya yakın olabilir. Başka bir ifadeyle, koşullar metnin veya pratiğin bir parçası haline getirilip her olay kendi koşullarına göre tek başına ele alınmadıkça, genelleme ve kıyaslamadan uzak tutulmadıkça, siyasi düşünmenin doğruya yakın bir istikamette olması mümkün değildir. İslâm ümmeti, siyasi düşünmeyi başaramadığı için felaket ve musibetlerden çok çekmiştir. Örneğin: 19. yüzyılda Osmanlı'ya karşı savaş açan Avrupa, askeri güç yerine siyasi hareketlerle muharebeye girişti. Yer yer askeri hareketlere başvurdularsa da, bunlar, siyasi hareketlere destek sağlayan faktörlerdi. Sözgelimi; sözde Balkan Sorunu'nu Batılı ülkeler, birtakım açıklamalarla meydana getirdiler. Balkan devletlerinin Osmanlılardan, yani Müslümanlardan bağımsız olmaları gerektiğini ilan ettiler. Ancak Osmanlı Devleti'ne karşı savaşa girişeceklerini açıkça dile getirmediler. Politikalarının dayandığı temel nokta, Balkanlarda istikrarsız ve karışık bir durum meydana getirmekti. Balkanlarda yaşayan halklara milliyetçilik ve bağımsızlık fikrini aşılayarak politikalarını uygulamaya başladılar. Balkanlarda yaşayan halklar bu fikri benimseyerek Osmanlı'ya karşı ayaklandılar. Osmanlı Devleti bu ayaklanmaları askeri hareketlerle bastırmaya çalışırken, Batılı ülkelerin tepkisini çekmemeye, onları hoşnut etmeye çalışıyordu. Halbuki hem bu ayaklanmalara destek sağlayan hem de Osmanlı'ya suçlamalarda bulunan bu devletlerdi. Osmanlı'yı zayıflatmak amacıyla onun bu ayaklanmalarla uğraşıp durmasını sağlayan da yine bu devletlerdi. Osmanlı Devleti, siyasi düşünme yanılgısının sonucu olarak Balkanları kaybetti. Ardından milliyetçilik düşüncesi, Osmanlı'yı içten içe kemirerek onun kaçınılmaz sonunu hazırladı.

Ancak Rusya veya Sovyetler birliği açısından durum farklıydı. Sovyetler Birliği, ellili yıllarda Doğu Avrupa'da Osmanlı'nın maruz kaldığı aynı sorunla karşı karşıya kalmıştı. Amerika, Doğu Avrupa'nın komünizmden kurtulması için çağrıda bulunmuştu ve bu çağrıya destek veren ülke yönetimlerine ve halklarına açık ve gizli destek sağlıyordu. Fakat Rusya, Osmanlılar gibi hareket etmedi. Amerika'nın desteklediği bu kurtuluş fikrini kendisine ilan edilmiş bir savaş olarak niteledi. Amerika'nın tepkisini çekmemek için birtakım yumuşak manevralara girişmedi. Aksine Amerika'yı birinci düşman ilan etti. Polonya'daki hareketi bastırarak, en küçük bir başarı kazanmasına meydan vermedi. Aynı şekilde Bulgaristan'da çıkan olayları acımasızca bastırdı. Tüm Doğu Avrupa ülkeleri üzerindeki hâkimiyetini pekiştirdi. Doğu Avrupa ülkelerine açık veya gizli herhangi bir desteğe kalkışması halinde Amerika'ya savaş açma konusundaki hazırlıklarını hızlandırdı. Rusya'nın bu kararlı siyasi tutumu karşısında seri bir şekilde başarısızlığa uğrayan Amerika, komünizme karşı savaş açma ve Rusya'yı zayıf düşürme planından taviz vermek zorunda kaldı ve Rusya'yla bir arada yaşamayı öngören birtakım anlaşmalar imzaladı. Görüldüğü gibi Rusya, bu sonuca siyasi kararlılığın ve gücü sayesinde ulaşmıştır.

Bir başka örnek verecek olursak; Amerika, İsrail Devleti'ni kurduktan sonra altmışlı yılların sonlarında İngiltere'nin bir girişimine tanık oldu. İngiltere, sözde İsrail Devleti'ni Filistin Devleti'ne dönüştüren bir model üzerinde çalışıyordu. İsrail'in hâkimiyetini Amerika'nın elinden almayı amaçlayan bu plan, Amerika tarafından fark edilince, Amerika yeni bir girişim başlattı. Buna göre Filistin Sorunu'nu "Orta Doğu Sorunu" olarak adlandırdı ve meseleye tek başına hakim olmak için siyasi manevralara başladı. "Barış" ve "sorunun çözümü" gibi kavramları, sorunu daha da karmaşık hale getirmek için birer araç olarak kullandı. Böylece politik yanıltma manevralarını kullanarak hem Arapları hem de Yahudileri tuzağa düşürdü. Demagoji ve yanıltma üslubunu kullanmanın sonucu olarak, Araplar ve Yahudiler bu durumdan sıkılıp Amerika'ya yöneldiler. Sorun yine de çözülmedi. Sadece bölgedeki durum, savaş halinden nisbi bir sükunet haline dönüştü. Amerika, İngiltere'nin bölgedeki nüfuzunu tamamen sona erdirip sözde İsrail Devleti'ni güçlendirerek, bölgeye tek başına egemen olmayı öngören planını yavaş yavaş uygulamaya koydu. Balkanlarda meydana getirdiği soruna "Balkan sorunu" dediği gibi, bölgedeki durumu da "Orta Doğu sorunu" olarak adlandırdı. Osmanlılar ve Güney Avrupa halklarının politik yanıltmanın sonucu olarak düştükleri tuzağa Araplar ve Yahudiler de düştüler. Günümüzün Müslümanları "Orta Doğu Sorunu"nu anlamak için siyaset üzerinde akıl yürütmeyi bırakıp, Rusya'nın Doğu Avrupa sorununa yaklaşımını kavramadıkları takdirde, Orta Doğu'nun akibeti de tıpkı Balkanların akibeti gibi olacaktır. O halde halkları ve ümmetleri yok eden, devletleri yıkıp zayıflatan, ezilen halkların emperyalizm ve sömürünün ilmiğinden kurtulmalarını engelleyen, geri kalmış toplumların kalkınmasını önleyen bir faktör varsa, o da yanlış siyasi düşünüştür. Bu yüzden siyasi metinler üzerinde akıl yürütmek, son derece önemlidir. Çünkü siyasi düşünme, korkunç veya mükemmel sonuçlar veren kritik bir dönüm noktasını hazırlar. Yanlış siyasi düşünüş, korkunç felaketlere yol açar. Bu nedenle siyasi düşünme, diğer düşünme biçimlerine nazaran daha fazla dikkat ister. Çünkü halklar için hayat kadar zaruridir.

Siyasi düşünüş her ne kadar en zor ve en üst düşünme türüyse de sadece fertlere özgü olması yeterli değildir. Zira sayıları ne kadar çok olursa olsun, ne kadar sağlıklı veya dâhice akıl yürütürlerse yürütsünler, yanlış siyasi düşünme topluma nüfuz ettiği zaman bu fertler hiçbir önem ifade etmezler. Zira dalalet toplumu sarıp sarmaladığında, her şeyi önüne katıp uçuruma götürür. Bu dalaletin birer kurbanları olarak içinde dahiler de olmak üzere topyekun halk veya ümmet düşman için kolay yutulur lokma haline gelirler. Yirminci yüzyılın başlarında Mustafa Kemal'in Osmanlı Devleti'ni yıkıp halifeliği kaldırmadaki başarısı ve ellili-altmışlı yıllarda Cemal Abdünnasır'ın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurtuluşun eşiğine geldikleri halde, Arapların kurtuluşunu engellemede kaydettiği ilerleme de canlı birer örnek olarak gösteriyor ki yanlış siyasi düşünüş bir halkı veya ümmeti sarıp sarmalamışsa, toplumdaki sayıları binlere de ulaşsa dâhi fertler hiç bir önem ifade etmezler. Bu açıdan kötü siyasi düşünüş, fertlerden çok halklar ve milletler için tehlike arz eder. O halde her şeyden önce, halkın veya ümmetin siyasi düşünüşü üzerine eğilmek gerekir. Gerçi fertler doğru bir siyasi düşünmeye sahip oldukları takdirde, düşmanın ortaya attığı yanılgıları deşifre edebilirler, fakat bu fertlerin düşünüşünü halka veya ümmete iletmeden bunu gerçekleştirmek imkânsızdır. Başka bir ifadeyle, ferdi düşünüş toplumsal düşünüşe dönüştürülmediği sürece ne düşünüşün ne de bu düşünüşe sahip fertlerin bir önemi vardır. Zira sayıları ne denli çok olursa olsun dâhi fertler, siyasi düşünüşleriyle düşmana ve onun saptırmalarına karşı koyamazlar. Düşmana ancak halk veya ümmetin sahip olduğu siyasi düşünüşle karşı koyulabilir.

Dâhi fertler de normal insanlar gibidirler. İnsan olmaları bakımından diğer insanlardan farklı değildirler. Kaldı ki dehaları somut, hissedilebilir olmadığından onları tanımayan insanlar, onları normal insanlar gibi görürler. Onlar, dehalarını harekete geçirip ürün vermeye başladıklarında, ilk başta diğer insanlardan hiç bir farkları olmadığı anlaşılır. Eğer bunlar kültürlü insanlarsa, onlar gibi bir sürü insan vardır. Eğer zeki insanlarsa, yine onlar gibi pek çok insan vardır. Onların ürünlerine rağbet gösterenler, ya onlar gibi olmak, ya toplumdaki kültürel düzeylerini yükseltmek üzere onlardan istifade etmek ya da onları kişisel ve bencil amaçlarını gerçekleştirme aracı olarak kullanma amacını güden kişilerdir. İşte dâhi birey ile diğer insanlar arasındaki ilişkiler bu düzeyde seyredip topluma açılım yapmadığı sürece sayıları ne kadar çok olursa olsun, ferdi bir düşünüş olarak kalır ve zevk alan herkesin rağbet ettiği bir düşünüş haline gelir. Bu nedenle bu tip bir siyasi düşünüşün, düşmana karşı koymada faydalı bir düşünüş olması için, toplumsal bir düşünmeye dönüşüp ferdiyetçiliğin kabuğundan çıkması gerekir. İşte ferdi düşünüş ancak toplumsal düşünüşe dönüşüp halka ve ümmete nüfuz ettiği zaman düşmana karşı koyulabilir. Ancak böyle bir durumda kalkınma ağacını yetiştirebilecek güçlü bir tohum söz konusu olur. İşte faydalı siyasi düşünme budur. Faydalı siyasi düşünme, ferdi değil, toplumsal düşünme, yani halkın ve ümmetin düşünmesinden ibarettir. Siyasi düşünüş, dâhilerden meydana gelse de fertlerin düşünüşü değildir. Siyasi düşünüşün fertlerin değil, ümmetin düşünüşü ile eşdeğer hale getirilebilmesi için, ümmetin siyasi düşünüş bakımından bilinçlendirilmesi, eğitilmesi gerekir.

Siyasi düşünme, -daha önce belirtildiği gibi- iki gruba ayrılır:

a- Siyasi bilim ve araştırmalar üzerinde akıl yürütme.

b- Siyasi olay ve hadiseler üzerinde akıl yürütme.

Birincisi, sadece düşüncelerle ilgili bilgileri artırdığı için o kadar önemli değildir. Fakat akıl almaz büyük etkiler gösterip büyük faydalar sağlayan düşünme biçimi, siyasi düşünmedir. Bu nedenle siyasi bilim ve araştırmalar üzerinde akıl yürütmek, siyaset bilimci ve araştırmacılar için gerekli olsa da, olaylar ve hadiseler hakkında akıl yürütmek, topyekün ümmet için gereklidir. Demek ki ümmetin siyasi düşünmesini sağlamak için mücadele edilmelidir. Bu misyon eğitimli olsun veya olmasın özellikle siyasi olaylar üzerinde akıl yürütme yetisine sahip kişiler tarafından üstlenilmelidir.