Hizb-ut Tahrir .pdf

Hizb-ut Tahrir'in Metodu

Davayı yüklenmede izlenen metot ki; o da, şerî hükümlerdir ve Resulullah (sav)'in takib ettiği metottan alınmaktadır. Çünkü Yüce Allah'ın: 

"Allah'ı ve Ahiret'i uman, Allah'ı çok anan kimse için, sizlere elbette Allah'ın Resulü'nde -uyulmak üzere- güzel bir örnek vardır." (Azhab 21), 

"De ki, hakikaten siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın." (Ali İmran 31), 

"Peygamber size her ne getirdiyse, onu alın ve her neyden sizi men ettiyse ondan da kaçının." (Haşr 7) Ayet-i Kerimeleri, Resulullah (sav)'a tâbi olunması, onun örnek edinilmesi ve (hükmün) kendisinden alınmasının farz olduğuna delâlet eder. Bunlardan başka aynı noktaya delâlet eden daha pek çok ayetler vardır. 

Müslümanlar bugün Dâr-ül Küfür'de yaşamaktadırlar. Çünkü, Allah'ın indirdiğinden başkasıyla yönetiliyorlar, hükm olunuyorlar. Müslümanların dâr'ı (ülkesi) Resulullah (sav)'in peygamberlikle gönderildiği zamanki Mekke dönemine benzemektedir. Bundan dolayı Müslümanlar, davayı yüklenmede Mekke dönemini, uyma ve bağlanma (ya da örnek alma) konusu olarak kabul etmeleri gerekir. 

Medine'de devleti kuruncaya kadar Mekke'deki sîretini araştıran kimse, Resulullah (sav)'in muayyen merhalelerden geçtiğini açık seçik görecektir. Hizb, yürüyüşündeki metodunu, yolundaki merhaleleri, bu merhalelerde gerçekleştirmesi gereken amelleri; Resulullah'ın sîretindeki merhalelerde yerine getirdiği amellere bağlanarak, onları örnek alarak, bunlardan çıkararak almıştır. 

Bundan dolayı Hizb, izlediği yoldaki metodunu üç merhaleyle (aşamayla) belirledi.

Birinci Merhale: Hizb'in, kitlesini oluşturmak üzere, onun fikrine ve metoduna inanan şahıslar ortaya çıkarmak için kültür verme merhalesi. 

İkinci Merhale: İslâm'ı hayat vakıasında ortaya çıkarmaya çalışmak için, kendisinin temel davası edininceye kadar İslâmı yüklenmek üzere ümmetle kaynaşma merhalesi.

Üçüncü Merhale: Hakimiyeti teslim alma, İslâm'ı umumî, tam, kapsamlı bir biçimde tatbik etme ve risaleti dünyaya ulaştırma merhalesi. 

Birinci merhale; Hizb'in kurucusu değerli âlim, büyük mütefekkir, güçlü siyasetçi ve Kudüs İsti'nâf Mahkemesi Kadısı Üstad Takıyyüddin en-Nebhani (r.a)'ın elinde 1372 H. - 1953 M. yılında Kudüs'te başladı. Hizb, bu merhalede ümmetin fertleriyle, onlara düşüncesini, metodunu arz ederek ferdî şekilde ilişki kuruyordu. İcabet eden kimse, Hizb'in benimsediği İslâmî fikir ve hükümleriyle kaynaşıp eriyinceye, aklı ve duygularında İslâm'la gelişmiş İslâmî bir şahsiyet haline gelinceye, daveti insanlara taşıyabilecek hale gelinceye kadar, Hizb'in halkalarında odaklaşan öğretime katılıyordu. Şahıs bu seviyeye ulaştığında, kendisini artık Hizb'li saymakta, Hizb de onu üyeleri arasına katmaktaydı. Tıpkı Resulullah (SAV)'in davetinin üç yıl süren birinci merhalesinde, Allah'ın kendisine gönderdiklerini arz ederek insanları tek tek davet ederken yaptığı gibi.. Allah'ın Resulü kendisine iman eden kimseyi bu Dinin esasına dayalı kitlesine gizlice almakta, İslâm'da kaynaşıp eriyinceye kadar onu İslâm üzere eğitime almakta, Kur'an'dan inmiş olan ve inmeye devam eden ayetleri ona okumakta şiddetli bir rağbetle çabalıyordu. Onlarla gizli görüşüyor ve açık olmayan yerlerde gizlice onları eğitiyordu. İbadetleri gizlenerek yapıyorlardı. Sonra İslâmın adı Mekke'de yayıldı, insanlar ondan bahsetmeye ve kendiliğinden İslâm'a girmeye başladılar.

Bu merhalede kitlesini kurmada, cemaatinin çoğalmasında, üyelerinin Hizb'in yerleşik kültürüyle halkalarında eğitilmesinde Hizb'e Allah'ın inayeti artıp geliyordu. Öyle ki kısa zamanda, İslâm'la kaynaşıp eriyen, Hizb'in fikirlerini benimseyen, onunla kaynaşan ve onu insanlara taşıyan, gençlerden Hizb'li bir kitleyi oluşturmayı başardı.

Bu Hizbî kitleyi oluşturmayı başardıktan, toplum onu hissettikten, kendisini, fikirlerini ve neye davet ettiğini bilip tanıdıktan sonra, Hizb ikinci merhaleye geçti.

Bu ikinci merhale; İslâm'ı yüklenmek, ümmet içinde Hizb'in benimsediği İslâm hükümleri ve fikirlerine dayalı bir kamuoyu ve kavrayışını meydana getirmek için ümmetle kaynaşma merhalesidir. Ta ki ümmet, bu fikirleri ve hükümleri benimsesin, hayat sahasında vücuda getirmek için çalışsın ve İslâmî hayatı başlatmak, İslâm Davetini âleme yaymak için, Hilâfet Devleti'ni kurma çalışmasında Hizb'le birlikte hareket etsin.

Bu merhalede Hizb; topluluklarla topluca konuşma aşamasına geçti. Bu safhada aşağıdaki çalışmaları yapıyordu: 

1- Hizbî örgütünü geliştirmek, üyelerini artırmak, daveti taşımaya muktedir ve kıyasıya fikrî çarpışma ve siyasî mücadeleye atılmak için fertleri, halkalarında yoğunlaşan eğitimle eğitmek.

2- Hizb'in benimsediği İslâmî fikir ve hükümleriyle ümmetin topluluklarına, mescitlerine gitmek ve meclislerdeki derslerde, umuma açık toplantı yerlerinde, konferanslarda ve gazetelerle, kitaplarla, neşriyatlarla ümmette kamuoyu meydana getirmek ve ümmetle kaynaşmak için topluca kültür vermek.

3- Küfür akideleri, fikirleri ve nizamlarıyla fasit inanışlarla, hatalı fikirlerle, yanlış mefhumlarla; bunların yanlışlılığını ve İslâm'la çeliştiklerini açıklamak suretiyle, ümmeti bunlardan ve etkilerinden kurtarmak için fikrî mücadele yapmak.

4- Siyasî mücadele yapmak;

a)- İslâm beldeleri üzerinde nüfuzu ve hakimiyeti bulunan sömürgeci kâfir devletlerle mücadele yapmak. Fikrî, siyasî, ekonomik ve askerî sömürgecilerin bütün şekilleriyle mücadele etmek; ümmeti onların hakimiyetlerinden kurtarmak, hangisi olursa olsun nüfuzlarının izlerinden kurtuluşa kavuşturmak için onların gizli faaliyetlerinin sırrını açığa çıkarmak.

b)- Arap ve İslâm beldelerindeki yöneticilerle çarpışmak. Ümmetin haklarını her ne zaman çiğnerlerse, ümmetin işlerinden herhangi birini ihmal ederlerse ve İslâm hükümlerine her ne zaman muhalefet ederlerse, onları değiştirmek, muhasebe etmek ve onların içyüzünü ortaya koymak. Onların hakimiyetlerini, yerine İslâm hakimiyetini kurmak için yok etmeye çalışmak.

5- Ümmetin fayda ve maslahatlarını benimsemek ve işlerini Şeriat'ın hükümlerine uygun olarak gütmek (gözetmek). "Sana emrolunanı açıkca, kafalarına vururcasına bildir. Müşriklerden de --onlara aldırmayıp-- yüz çevir." (Hicr 94) Bu ayet, kendisine indikten sonra Resulullah (SAV)'in yaptığına tâbi olarak Hizb, bütün bunları yapmaya girişti. Nitekim Allah'ın Resulü işini izhar etti, Kureyş'i Safa tepesine çağırdı, kendisinin gönderilmiş bir Peygamber olduğunu onlara haber verdi ve kendisine iman etmelerini istedi. Davasını fertlere arz ettiği gibi topluluklara da arz etmeye başladı. Kureyş'e, putlarına, akidelerine, fikirlerine saldırdı; bunların aldatıcılığını, bozukluğunu, yanlışlığını açıkladı, bunları ayıpladı; mevcud fikir ve inançlara hücum ettiği gibi onlara da hücüm etti. Ayetler peşpeşe böylece indiriliyordu. Ayetler; 'yiyedurdukları' faize, kızlarını 'diri diri' toprağa gömmelerine, hileli-eksik ölçüp tartmalarına, zinaya yaklaşmalarına saldırarak inmeye devam ediyordu. Aynı zamanda Kureyş liderlerine, efendilerine hücum eden, yine 'atalarının da içinde bulunduğu' sapıklık, ahmaklık ve akılsızlıklarını ifade eden ayetler de iniyordu.

Hizb, fikirlerini yaymada, diğer fikirler ve siyasî kitlelere karşı koymada, sömürgeci kâfir devletlerle mücadelede, yöneticilerle çarpışmasında (düşmanlara kinini gizlemeden, yardakçılık etmeden, şirin görünmeden, yaltaklanmadan, şartlara ve sonuçlarına bakmadan) İslâm'a ve hükümlerine muhalefet eden her kimseye meydan okuyordu. Bu arada yöneticilerin hapis, işkence, kovuşturma, takip altına alma, geçimine mani olma, işine son verme, seyahatine engel olma ve öldürme gibi şiddetli ezalarıyla karşılaştı. Zalim yöneticiler Irak, Suriye ve Libya'da onlarca Hizb'li genci öldürdüğü gibi, Ürdün, Suriye, Irak, Mısır, Libya, Tunus, Özbekistan ve şimdilerde Türkiye zindanları Hizb'li gençlerle doludur. Bunun böyle olması Hizb'in Resulullah (SAV)'e uyup bağlanmasındandır. Zira Resulullah (SAV) İslâm risaletini, kendisine davet ettiği Hak'ka inanarak, meydan okuyup yürüyerek, bütün âleme getirdi. Bütün dünyaya meydan okuyor, geleneklerden, âdetlerden, dinlerden, akidelerden, yöneticilerden, avamdan hiçbirini hesaba katmadan insanların beyazına, siyahına, kırmızısına harp ilân ediyor; İslâm risaleti dışında hiçbir şeye iltifat etmiyordu. Resulullah (sav), Putlarını ve Kureyş'i kınayarak onlara düşmanlığını izhar etti; gönderildiği İslâm risaletine derin imanından başka yanında ne silah, ne yardımcı ve ne de başkaları bulunmadığı halde yalnız başına onların inançlarına meydan okuyor ve bu akidelerinin ahmakça olduğunu söylüyordu.

Hizb, izlediği yolunda açıklıkla, meydan okuyarak yürümesine rağmen, Resulullah (SAV)'in Mekke'deki davetinde yüklendiğine, hicret edinceye kadar herhangi bir maddî amele kalkışmamasına uyarak siyasî faaliyetlerinde ancak bu işlerle yetindi. Yöneticilere ve davasının önünde duranlara karşı maddî bir işe girişmekle haddi aşmadı. Nitekim Resulullah (SAV), Akabe Biatı'na katılanların 'Mina halkına' kılıçlarıyla karşılık vermelerine izin vermesini kendisine arz ettiklerinde onlara şöyle cevap verdi: "Daha henüz onunla emrolunmadık." Zira, Yüce Allah, Ondan, kendisinden önce gelen Peygamberlerin sabrettikleri gibi sabretmesini istemişti:  "Gerçekten senden önceki Peygamberler yalanlanmışlardı. Fakat onlar, onlara yardımımız gelesiye kadar yalanlanmış oldukları ve eziyete uğratıldıkları şeye karşı sabrettiler." (En'am 34)

Hizb'in kendisini savunmak için veya yöneticilere karşı koymak için maddî kuvvet kullanmasının cihad konusuyla bir ilgisi yoktur. Çünkü cihad, Kıyamet'e kadar devam edecektir. Öyleyse ne zaman ki kâfirler bir İslâm beldesine saldırırlarsa o beldenin müslümanlarına, onları defetmek farz olduğu gibi, o beldedeki müslümanlardan bir parça olan Hizb–ut Tahrir gençlerine de müslüman olmaları sıfatıyla farzdır. Müslüman bir emir bulunduğu ve Allah'ın Dinini yüceltmek için cihada çağrıldığı zaman, seferberlik bulunan o beldedeki Hizb-ut Tahrir'in gençleri de müslüman olmaları vasfıyla hemen bu davete koşarlar. 

Ümmetin, ümidi konumunda bulunan liderlerine, kumandanlarına güvenini yitirmesinin etkisi ile, bölgede hileye-tuzaklara dayalı statükonun devamını sürdürmek için konulmuş olan zor şartların etkisiyle, yöneticilerin halklarına karşı alışkanlık haline getirdikleri dikta ve zorbalığın etkisiyle, yöneticilerin Hizb'e ve gençlerine uyguladıkları şiddetli eziyetlerin etkisiyle; Hizb'in önünde, toplum donuklaştığında, Hizb, muktedir olanlardan yardım istemeye girişti. Bu yardımı iki maksat için istemişti :

1- Güven içinde davasını yayma yolunda muvaffak oluncaya kadar himaye etmek. 

2- Hilâfet'i kurmak ve İslâm'ı tatbik için hakimiyete ulaştırmak.

Hizb bu yardımı isteme işine girişmekle beraber; halkalarda odaklaşan öğretim, toplulukları kültürleştirme, İslâm'ı yüklenmesi için ümmeti hazırlama, ümmette kamuoyu oluşturma, sömürgeci, kâfir devletlerle mücadele etme, onların gizli tuzaklarını keşfetme ve gizli faaliyetlerini gün ışığına çıkarma, yöneticilerle çarpışma ve ümmetin maslahatlarını benimseme ve onunla ilgili işlerini gözetmek gibi yapmakta olduğu bütün işleri yerine getirmeyi de sürdürdü.

Hizb hâlen, Allah'tan kendisine ve İslâm ümmetine kurtuluş, başarı ve yardımı tahakkuk etmesini ümid ederek bütün bu çalışmalarını yapmaya devam etmektedir ve edecektir...