BATI ANAYASA HÜKÜMLERİNİN İTHALİ GİRİŞİMİ
Batı devletleri, İstanbul merkezinde ise; üniversitelerde,
mekteplerde ve propagandalarında Müslüman çocuklarının fikrini bozmakla
yetinmediler. Devletin yönetim sistemini değiştirmek ve yerlerine Batı
kanunları koymak için İslâm şeriatının hükümlerini değiştirmeye kadar
gittiler. Bunun için muhtelif metotlar kullandılar. 1839 da henüz 16 yaşında
bir çocuk olan "Abdülmecid" Hilâfet tahtına geçti. Bu sırada Reşit
Paşa Osmanlı Devleti’nin Londra'da olağanüstü sefiri bulunuyordu. Hemen
İstanbul'a gitti. Hariciye vekilliğine tayin edildi. Makamına geçer geçmez
Anayasaya bağlı bir Parlamenter idare kurulması için teklif sunmaya başladı.
Devlette bulunan bir çok aksaklıkları kaldıracak ve vatandaşların
haklarını garanti altına alacak bir Anayasa ile Osmanlı Devleti’ni en
ileri devletlerin seviyesine yükselteceğini ilan etti. Reşit Paşa'nın
genç sultanın yardımını kazanması zor olmadı. Bunun için Anayasa belgesi olan Gülhane
Hattı Hümayunu'nu gizlice hazırladı.
1839 Kasımının 3. günü Babı Ali büyüklerini,
İstanbul halkları temsilcilerini, diplomatları; Topkapı Sarayının
Marmara'ya bakan cihetindeki köşke, Gülhane Hattı Hümayunu'nu dinletmek için
davet etti. Anayasa belgesinin metnini onlara okudu. Bu metinde İslâmi
fikirlere riayet edilmekle beraber Batı fikirlerini de içeriyordu. "Batı
anayasal hükümlerini, devlet yönetimine sokmak için çalışılan ilk
teşebbüs bu idi." Fakat bu vesika tatbik edilmeyip kağıt üzerinde kaldı.
Bunun üzerine Batı devletleri bilhassa İngiltere 1855 yılında "devlet
işlerinde ıslahatta bulunması için" Osmanlı Devleti’ne ısrarla teklif
ettiler. Bu devletlerin baskıları altında Padişah Şubat Ayı başında
ıslahat Fermanını ilan etti. Bu "Hattı Hümayun" diye bilinir.
Bununla Devletin tebaasına "Gülhane Hattı Humayun'da" tanınan haklar kuvvetlendiriliyordu.
Bunda ayrıca Hıristiyanlar için bir bölüm ayrılmıştı.
Bunlardan bir kaçı şöyledir:
- Sivil işler, din adamlarından ve halktan seçilecek bir
meclise tevdi edilecek.
- Hıristiyanlığı kabul eden bir Müslüman İslâmiyet'e
dönmek için zorlanmayacak.
- Hıristiyan dinini benimsemesi ve İslâm'ı terk etmesinde
muhtariyet tanınacaktır.
- Hıristiyanlar da Müslümanlar gibi askerlik yapacaklar.
(Bundan evvel ise yalnız Müslümanlara askerlik mecburiyeti vardı.)
- Ecnebiler Osmanlı ülkelerinde arazi
sahibi olabilecekler.
Bu neşriyatın halk üzerindeki yankısı çok kötü oldu.
Müslümanlar bunun şeriata muhalif olduğunu gördüler. Hıristiyanlar da
bunların yerine getirileceğine inanmadılar. Fakat Batı devletleri ıslahat
yaptırma bahanesiyle onu takip ediyorlardı. Halife ve devlet Müslüman olduğu için bunu uygulamıyorlardı. Nihayet
"Mithat Paşa" geldi. O
Batı fikirleriyle doymuş ve Batı Hadaretinin aşıkıydı. Batılıları
memnun etmek, Batı devletlerinin safına girmek için Avrupaî fikirlerle yeni
bir Anayasa hazırlamaya karar verdi.
Mithat Paşa’nın Devlet İçin Batılı Nizamlardan Anayasa Koyma
Girişimleri
Bu sırada Mithat Paşa Abdülaziz'in Hilâfet’i zamanında
Mehmet Rüştü Paşa'nın kabinesinde Adliye vekiliydi. Batı demokrasileri
tarzında bir Anayasa hazırlanması için Abdülaziz'i iknaya çalıştı.
Devletin ıslahı için Anayasa hazırlanmasını isteyen bir mektup yazdı. Bu
mektupla devletin halihazırdaki aksaklıklarını zikrettikten sonra şöyle
diyordu:
"Zatı Şahanelerinizce malumdur ki, devletin
hastalığını ıslah edecek ilaç, gördüğünüz aksaklıkların sebeplerini
ortadan kaldırmaktır. Bu sebepler ortadan kalkınca hastalıkta ortadan
kalkacaktır. Yeni bir Hattı Hümayun fermanı çıkarıp kanunlara, ve nizama
tabi olmayı, kanun nazarında büyük küçük, zengin ve fakir herkesin "müsavi"
olduğunu kati bir şekilde beyan edip hayır kısımlarını ehline
verdiğiniz, malları vakfedildikleri mevzulara sarf ettiğiniz, devlet
işlerini Babı Ali'ye (Yani Kabineye) devrettiğiniz, orası kararlar verip
size kararlarını arz ettiği, şahsınız için devletin malî ve mülkî
hukukundan bir imtiyaz tanımadığınız, gelirleri bir kuruş dahi olsa Babı
Ali'nin rızası olmadan sarf edilmediği, büyük küçük bütün memurların
vazifelerinin tahdit edildiği, vezirlerin vazifelerinin neticesinden mesul
olduğu, bunu yakınlarımıza ve etrafınızdaki kimselere de ayni şekilde
tatbik ettiğiniz zaman Allah'ın yardımıyla ümit edilen netice elde
edilecek, devlet Zat-ı Şahanelerinizin istediği yola girecektir."
Mithat Paşa bu mektubu Padişaha vermeden Önce Sadrazama
arz etti. Sadrazam ve diğer vezirler anlaştıktan sonra Sadrazam yoluyla
mektubu Sultan Abdülaziz'e götürmeye karar verdiler. Sultan mektubu alınca
çok kızdı. Derhal Mithat Paşa'nın azledilip Selanik'e vali tayin edildiğine
dair bir ferman çıkardı. Mithat Paşa Selanik'te pek fazla durmadan
İstanbul'a döndü. "Harbiye Nazırı Hüseyin Paşa" ile Abdülaziz'in hal
edilmesi için anlaştı. Bunlar "Bahriye Nazırı" ve "Şeyhülislâmla"
da münasebete geçerek Sultan Abdülaziz'in görevinden alınmasına dair
anlaştılar. Muayyen bir gün tayin ettiler. Bu 1876 senesinin ilk aylarında
idi. Tayin edilen günden biraz önce Mithat Paşa'nın Avrupa devletlerine Rusya
hariç imzasız gizli bir muhtıra gönderdi. Bunda "Sultanın akıl
bakımdan mükemmel olmadığı takdirde İslâmiyet'çe azledilmesi zarurîdir"
diyordu.
*30 Mayıs 1876 da "donanma" "Dolma Bahçe'nin" önüne
geldi ve demirledi. Askerler toplanıp sarayı kuşattılar. Sultana
azledildiği bildirildi ve buna dair Şeyhülislâmın verdiği fetva okundu.
Saraydan çıkarıldı. Ayni gece yerine 5. Murat tayin edildi.
Mithat Paşa "İslâm Devleti için Batı demokrasileri
tarzında bir Anayasa vazetmediğinden dolayı" Rusya hariç diğer Avrupa
devletleriyle, bilhassa İngiltere, Almanya ve Fransa ile anlaşarak halifeyi böylece
devirdi.
Onun yerine Anayasayı kabul edeceği ümit edilen 5. Murat
tayin edildi. Çünkü 5. Murat Avrupaî bir usulle yetişmiş ve "münevver adam"
diye tanınmıştı. Anayasanın tatbiki ve yapılması için bir ümit kaynağıydı.
Fakat "aklî" dengesi bozuktu. Yalnız Mithat Paşa Anayasayı ilan etmek için
gayret sarf ediyor, Padişahın hastalığı esnasında arkadaşlarıyla
toplanıp Avrupa'nın kanun ve nizamlarını inceleyerek anayasayı
hazırlıyordu. Nihayet bu iş tamamlandı. Fakat bu sırada 5. muradın deli
olduğu iyice anlaşıldı. 31 Ağustos 1876 da Şeyhülislâm tarafından verilen
bir fetva üzerine azledildi.
Eylülün başında kardeşi olan "Abdülhamid" yerine
tayin edilerek, Müslümanların halifesi oldu. Kısa bir müddet sonra Mithat Paşa
Sadrazamlığa yükseldi. Bundan sonra İngiltere Balkanlarda barışın
sağlanması için büyük devletlerin elçilerinin İstanbul'da bir kongre
yapmalarını istedi. Kongre toplantı. Osmanlı Devleti’ni ıslahat yapması
için sıkıştırmaya başladı. Mithat Paşa dahili ıslahat yapmak için çalışmalara
başladı. 16 memur, 10 alim ve iki büyük kumandandan müteşekkil bir
komisyon kurdu. Bu heyete devlet için yeni bir Anayasa tasarısı
hazırlamasını tavsiye etti. Çok yorucu çalışmalardan sonra heyet "Belçika
Anayasasından" esinlenen bir Anayasa hazırladı. 23 Aralıkta "Kanun-î
Esasî" adı ile neşredildi. Belçika Anayasası, İslâmiyet'in bazı
hususlarını da nazarı itibara almakla beraber İslâmî devletin resmî
Anayasası oldu.
Bu Anayasada belirtildiğine göre "Osmanlı kelimesi
devletin bütün tabasına şamildi. Herkes şahsî hürriyete sahiptir"
deniliyordu. Bundan önce İslâmiyet bütün devletin Anayasası iken bu
Anayasada "İslâmiyet'in 'devletin dini' olduğu belirtiliyor, Devlet
bayramlarda ve buna benzer olaylarda İslam'a riayet ediyor, ayrıca bu
anayasada; iki
meclisin vasıtasıyla milletin temsil edileceğini (Mebuslar Meclisi'yle, Ayan
Meclisi), bunların azalarının 'dokunulmazlık' hakkına da sahip olduklarını,
yani dokunulmazlığın kaldırılmasına kadar devletin kanunlarına ve
şeriatın hükümlerine tabi olmayacaklarını, iki meclisin her sene Kasım
ayının başında toplanacağını, meclislerin Padişahın hitabesiyle açılacaklarını,
bu iki meclis tarafından çıkarılıp, Padişah tarafından uygun görülen
kanunların uygulamaya konulacağını yani 'yasama kuvvetini' bu iki
meclisin kullanacağını, bütçenin meclis tarafından düzenleneceğini, Ayan
Meclisi üyelerinden 10 kişilik bir heyetin Yüksek Mahkeme Azalığına seçileceğini,
10 kişinin devlet Müsteşarı olacağını, 10 kişinin İstinaf Mahkemesi Müsteşarlığına
seçileceğini, vilayetlerin ademi merkeziyet tarzında idare edileceğini" de
bildiriyordu.
Abdulhamid’in Mithat Paşa
Anayasasına Karşı Koyması
Bu Anayasa "demokratik bir nizam" olduğundan yani küfür
hükümleri olması hasebiyle İslâmiyet'e muhalif olduğundan; tatbik edildiği
taktirde Hilâfet’in ilga edileceğinden, Anayasanın esinlendiği Belçika
Devleti gibi Avrupaî bir devlet meydana geleceğinden; Abdülhamid ve alimlerin,
ileri gelen Müslümanların karşı gelmeleriyle Babıâli bunu tatbik
etmekten, büyük devletlerin isteklerini yerine getirmekten kaçındı.
Abdülhamid İngiltere'nin entrikalarını ve düşmanlığını
iyice anladı. Devlet adamlarıyla münasebetlerini sezdi. Bunun üzerine Mithat
Paşa'yı Sadrazamlıktan (5 Şubat 1877 M.) azledip "en büyük hain" sıfatıyla
sürgün etti. Mithat Paşa İngilizlerle münasebette idi. Avrupa devletlerine
dayanıp güvenme siyasetine tabi olmayı tavsiye etmişti. Fakat büyük
devletler, bilhassa İngiltere Osmanlı Devleti’nden gözlerini ayırmıyorlardı.
Mithat Paşa'nın hazırladığı Anayasanın tatbik edilmesini takip
ediyorlardı. İngiltere Balkanları tetkik etmek için bir konferans toplanmasını,
Osmanlı Devleti’nin dahili ıslahatını incelemek istiyordu.
13 Haziran 1878 de Berlin Konferansı; İngiltere, Fransa,
Rusya ve Almanya'dan oluşan büyükler tarafından toplandı. Yahudi "Dezrailî",
İngiliz Başvekili ve konferansta da İngiltere'nin mümessiliydi. "Bismark'ta"
Almanya'nın mümessiliydi. Konferansta Bismark İngilizlere karşı koyarak
Osmanlı Devleti tarafını tuttu. Konferans oturumları dört hafta kadar devam
etti. Sonunda bazı kararlar alındı. Bunların arasında Osmanlı Devleti’nin
devlet sistemine bazı çağdaş düzenlemeleri sokması da isteniyordu. Abdülhamid
buna aldırış etmeyip gayretini, orduyu kuvvetlendirmeye, Bati devletleri
taraftarlarını yani İslâm'ı bırakıp Avrupa nizamını almak isteyenleri
ezmeye, yöneltti. Sonunda bunlar memleketi bırakıp Paris'te, Cenevre'de bir merkez
edinmeye mecbur oldular.
Bundan sonra Abdülhamid, Müslümanlar nazarında Hilâfet
merkezinin itibarını İslâm yolu ile artırmak için çalışmalara
başladı. Avrupa fikirlerine karşı İslâmı ikame etmeğe yöneldi. Fakat
bunda muvaffak olamadı. Avrupa devletleri Batı kanunlarını devletin
idaresine sokabildilerse de Demokratik sistemi devlete kabul ettiremediler. Bu
siyaseti takip etmeye devam ettiler. Bu gayretleri 1908 de Jön Türkler
Cemiyeti Sultana karşı ihtilal yapıncaya kadar devam etti. Nihayet Jön
Türkler 21 Temmuz 1908 de Anayasayı Selanik'te ilan ettiler. Aynı ayda
İstanbul üzerine yürüyüp şehri zapt ettiler. Abdülhamid'i Anayasayı
kabule zorladılar. İstedikleri adamları Bakan tayin ettirdiler.
17 Aralıkta Osmanlı Parlamentosu açılabildi. Abdülhamid
geçici olarak Genç Türklere boyun eğdi. Bununla beraber Anayasayı ilga edip
İslâm şeriatına dönmekte kararlıydı.
Ertesi sene 13 Nisan 1909 da yeni yöneticilere karşı
ihtilal baş gösterdi. Ordu subayları muhasara etti. "Jön
Türkler çekilsin" diye bağırmaya
başladılar. Asrî bid'atlara karşı mukaddes harp ilan edildi. Ekseriyet
Anayasaya karşı hiddete geldi.
15 Nisanda Sultan, Tevfik Paşayı Sadrazam tayin etti. Onu,
Anayasanın ilga edilip şeriatın ve dini hükümlerin icra sahasına konması
için vazifelendirdi. Fakat Selanik'teki ordu tekrar ayaklanarak İstanbul'a döndü.
Sultana karşı ihtilal yaparak yönetimi ele aldı. Vezirleri azletti.
26 Nisanda "Vatan Cemiyeti" San Setifano da bir oturum
tertipledi. Bu oturumda "Şeyhülislâm'dan" fetva alarak Abdülhamid'in
Azlini kararlaştırdı. Yerine kardeşi Mehmed Reşad tahta çıkarıldı.
Anayasa tatbik sahasına tekrar kondu. Bununla Osmanlı Devleti’nde yönetim
nizamı değişti. Hilâfet nizamı kalmayıp devlet Anayasalı ve Parlamenter
bir devlet haline getirildi. Bundan sonra devlet Reisi "ismen" halife ve
sultan olarak kaldı. Kanunları Parlamento yapıp Başbakan tatbik ediyordu.
Yasama ve yönetimde hükümlerin tatbik devri sona ermişti.
Anayasal hükümleri bakımından durum böyleydi. Fakat şer'î hükümleri "Kadılar" tatbik ediyordu. Bu hükümlerin yerine kanunlar vazedilmesi daha
evvel başlamıştı. 1856 dan beri Batılı kanunlarını kabul etme hareketi
başlamıştı. Batı devletlerinin bilhassa İngiltere, Fransa ve onların
fikirleriyle doymuş ve onların ajanı olan Müslümanların ısrarı üzerine
devlet "Abdülmecid" devrinden beri bu batı kanunlarını almaya
başlamış, tatbik mevkiine koymuştu. Kadılar bu kanunlara göre hüküm
veriyorlardı. H. 1275 (M. 1857) de Osmanlı Ceza Kanunu; H. 1276 (M. 1858) de
Ticaret ve Hukuk kanunu yapılmış ve tatbik edilmeye başlanmıştı. H. 1288
(M. 1870) de mahkemeler ikiye ayrıldı: Şer’î mahkemeler, Nizamî Mahkemeler. Bunlar için usul vazedildi. H. 1295 (M. 1877) de "Nizamî
Mahkemeleri Teşkil" kanun layihası çıkarıldı. H. 1296 (M.1878) de
"Hukuk ve Ceza Mahkemeleri Usulü" kanunu vazedildi. Bunların şeriata aykırı
olmadığından, alınmasının caiz olacağına dair Şeyhülislâm ve ulemadan
fetva alındı. Alimler medeni kanunun kabulü için bir mazeret bulamadıklarından
muamelatta tatbik edilmek üzere "Mecelle" hazırlandı. Medenî Kanun
uzaklaştırıldı. (H. 1286 M. 1868) Mecellenin hazırlanılmasında eski
Fransız "Medeni Kanunu" göz önünde tutuldu. Fıkıh kitaplarından
da Medenî Kanunun havi olduğu (kapsadığı) ve ona göre alınması mümkün olan hükümler
alındı. Hatta Fransız Medenî Kanununun dayandığı "nassın kendisi
değil, kanunun ruhu esastır" kaidesi alınıp bir madde halinde konuldu.
Bu kaide şöyledir, "Akitlerde itibar lafızların ve terkiplerin
değil, manaların ve maksatlarındır." |