Kıyamet Gününe İnanmanın Anlamı |
|
Kıyamet gününe inanmak;
yeniden dirilmeye inanmaktır.
Kıyamet,
dünyadaki bütün yaratıkların yok edildiği bir vakittir. Dünyada
olanlar ölürler sonra da Allahu Teala ölüleri ve çürümüş bir
haldeki kemiklerini diriltir. Dünyada olduğu gibi vücutlarını
eski haline getirir ve ruhlarını onlara geri döndürür. Allahu
Teâla şöyle buyurmaktadır:
ثُمَّ
إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تُبْعَثُونَ
“Sonra siz, kıyamet
gününde muhakkak diriltileceksiniz.”
ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِ الْمَوْتَى
وَأَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (6) وَأَنَّ
السَّاعَةَ آتِيَةٌ لا رَيْبَ فِيهَا وَأَنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ
مَنْ فِي الْقُبُورِ
“İşte böyle. Muhakkak ki Allah hakkın kendisidir. Doğrusu
ölüleri O diriltir. Ve O, her şeye kadirdir. Kıyamet saati
mutlaka gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur. Ve Allah, kabirlerde
olanları diriltecektir.”
قَالَ
مَنْ يُحْيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ (78) قُلْ
يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ
“Çürümüş kemikleri
diriltecek kimdir? dedi. De ki: Onları ilk defa yaratan,
diriltecektir.”
قُلْ
إِنَّ الأوَّلِينَ وَالآخِرِينَ (49) لَمَجْمُوعُونَ
إِلَى مِيقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ
“De ki; Şüphesiz hem
öncekiler, hem sonrakiler, belli bir günün belli bir vaktinde
mutlaka toplanacaklardır.”
Kıyamet gününe inanmak demek
aynı zamanda insanlara kitaplarının verilmesine inanmak
demektir.
Allahu Teâla şöyle buyurur:
وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فِي عُنُقِهِ وَنُخْرِجُ
لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنشُورًا (13)
اقْرَأْ كِتَابَكَ “Her
insanın işlediklerini boynuna dolarız. Ve onun için kıyamet
gününde açılmış bulacağı bir kitap çıkarırız ve kitabını oku
deriz.”
Mü’minlerin kitapları sağ
taraflarından verilir. Kâfirlerin kitapları ise sol
taraflarından verilir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ (7)
فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَابًا يَسِيرًا (8) وَيَنقَلِبُ
إِلَى أَهْلِهِ مَسْرُورًا (9) وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ
كِتَابَهُ وَرَاءَ ظَهْرِهِ (10) فَسَوْفَ يَدْعُو
ثُبُورًا (11) وَيَصْلَى سَعِيرًا
“Kimin de kitabı sağından verilirse; kolayca bir hesap ile
muhasebe edilecektir. Ve ailesine de sevinçli olarak dönecektir.
Ama kimin de kitabı arkasından verilirse; derhal helakını
temenni edecektir. Ve çılgın aleve girecektir.”
وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ
يَالَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِي (25) وَلَمْ أَدْرِ
مَا حِسَابِي (26) يَالَيْتَهَا كَانَتْ الْقَاضِيَةَ
(27) مَا أَغْنَى عَنِّي مَالِي (28) هَلَكَ
عَنِّي سُلْطَانِي (29) خُذُوهُ فَغُلُّوهُ (30)
ثُمَّ الْجَحِيمَ صَلُّوهُ (31) ثُمَّ فِي سِلْسِلَةٍ
ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًا فَاسْلُكُوهُ
“Kitabı solundan verilmiş olana gelince der ki: ‘Keşke kitabım
bana verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim. Keşke bu
iş son bulmuş olsaydı. Malım hiç fayda vermedi bana. Gücüm de
yok olup gitti benden.’ Tutun onu da bağlayın. Sonra cehenneme
salın onu. Sonra da onu, boyu yetmiş arşın olan zincire vurun.”
Kıyamet gününe iman Cennet ve
Cehennemin hak olduğuna inanmak demektir.
Cennet Allah Subhenehû ve
Teala’nın mü’min kulları için yaratılmış bir yurttur.
Kâfirler ebediyen oraya giremezler. Allahu Teâla şöyle
buyurmaktadır:
وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأرْضُ أُعِدَّتْ
لِلْمُتَّقِينَ “Eni
göklerle yer kadar olan cennete koşun. O cennet takva sahipleri
için hazırlanmıştır.”
وَنَادَى أَصْحَابُ النَّارِ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَنْ أَفِيضُوا
عَلَيْنَا مِنْ الْمَاءِ أَوْ مِمَّا رَزَقَكُمْ اللَّهُ قَالُوا
إِنَّ اللَّهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِرِينَ
“Cehennem ehli cennet ehline şöyle seslendiler: Bize biraz su
veya Allah’ın size verdiği rızktan gönderin. Onlar da; Doğrusu
Allah kâfirlere ikisini de haram etmiştir.”
تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَنْ كَانَ
تَقِيًّا
"Kullarımızdan takva sahibi
kimselere verdiğimiz cennet, işte budur."
Cehennem ise hiç bir mü’minin
içinde ebedi olarak kalmayacağı, yaratılmış bir yerdir.
Allahu Teâla ayette şöyle
demektedir:
لا
يَصْلاهَا إِلا الأشْقَى (15) الَّذِي كَذَّبَ
وَتَوَلَّى (16) وَسَيُجَنَّبُهَا الأتْقَى
“Oraya ancak yalanlayıp yüz çevirmiş olan en azgın kişi
girecektir. Çok sakınan ondan uzaklaştırılacaktır.”
Cehenneme Müslümanlardan büyük
günahları, küçük günahlarından ve iyiliklerinden çok olan Allah
Subhenehû ve Teala’nın dilediği kimseler de
girecektir. Sonra oradan çıkıp Cennete girerler. Allahu Teâla
şöyle buyurmaktadır:
إِنْ
تَجْتَنِبُوا كَبَائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ
سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَرِيمًا
“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, küçük
kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir mevkiye yerleştiririz.”
وَأَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ (8) فَأُمُّهُ
هَاوِيَةٌ (9) وَمَا أَدْرَاكَ مَا هِيَهْ (10)
نَارٌ حَامِيَةٌ
“Ama kimin de
tartıları hafif gelirse, artık onun anası haviyedir. Onun ne
olduğunu bilir misin sen? O, kızgın bir ateştir.”
Cennete inanmak, Cennetin
nimetlerinin hissedilebilir (hayali olmayan) nimetler olduğuna,
Cennet ehlinin orada yiyip içtiklerine, cinsi arzularını tatmin
ettiklerine, giydiklerine ve Cennetin nimetlerinden tattıklarına
da inanmaktır. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ (17)
بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَعِينٍ (18)
لا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلا يُنزِفُونَ (19)
وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَ (20) وَلَحْمِ
طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ (21) وَحُورٌ عِينٌ
(22) ِ
كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ (23) جَزَاءً
بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dolaşırlar. Main’den
büyük kaplarla, ibrikler ve kadehlerle, ondan baş ağrısına
uğratılmayacakları gibi akılları da giderilmez. Beğenecekleri
meyveler, içlerinin çektiğinden kuş eti, saklı inciler gibi iri
gözlü huriler de hazırlanmıştır. Yapmakta olduklarına karşılık
olarak.”
وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ
“Onların elbiseleri ipektendir.”
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُندُسٍ خُضْرٌ وَإِسْتَبْرَقٌ وَحُلُّوا
أَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍ وَسَقَاهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا
“Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan yapılmış
elbiseler vardır, gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri
onlara tertemiz içecekler içirir.”
إِنَّ
الأبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا
(5) عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ
يُفَجِّرُونَهَا تَفْجِيرًا
“Şüphesiz takvalılar kâfur katılmış dolu bir kâseden içerler. Bu
ancak Allah’ın kullarının kana kana içebileceği bir pınardır."
وَجَزَاهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَرِيرًا (12)
مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الاأرَائِكِ لا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا
وَلا زَمْهَرِيرًا (13) وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ
ظِلالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلاً (14)
وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِآنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَأَكْوَابٍ كَانَتْ
قَوَارِيرَ (15) قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا
تَقْدِيرًا
"Sabırlarının
karşılığı cennet ve oradaki ipeklerdir. Orada tahtlara
yaslanırlar, orada ne yakıcı sıcak, ne de dondurucu soğuk
görürler. Meyve ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkmış ve
onların koparılması kolaylaştırılmıştır. Çevrelerinde gümüş
kaplar ve kâseler dolaştırılır. Billurları gümüş gibi parlaktır,
onlar ölçüp ölçüp dağıtılır.”
Ve Kur’an'ın açıkça zikrettiği
diğer çeşit nimetler.
Cehenneme inanmak da, Cehennem
azabının hissedilebilir bir azap olduğuna Cehennem ehlinin,
kaynatılmış irinle, yanmakta olan şiddetli ateşle ve bunların
dışında Kur’an'da açıkça zikredilen, zincirler, bukağılar,
katran, ateş tabakaları, zakkum yiyeceği, bağırsakları
parçalayan kaynamış yağ tortusu gibi çok çeşitli azapla
cezalandırılacaklarına inanmaktır. Allahu Teâla birçok ayette
Cehennem azabını şöyle ifade etmektedir:
سَرَابِيلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ
“Onların gömlekleri katrandandır.”
إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَلاسِلاً وَأَغْلالاً
وَسَعِيرًا
“Şüphesiz kâfirler için zincirler, demir halkalar ve korkunç
alevli cehennemi hazırladık.”
إِنَّ
شَجَرَةَ الزَّقُّومِ (43) طَعَامُ الأثِيمِ
“Muhakkak ki zakkum ağacı günahkârların yiyeceğidir.”
فِي
سَمُومٍ وَحَمِيمٍ
“İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler.”
وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي
الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ
“Onlar feryat edip yardım dilediklerinde erimiş maden gibi
yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. O ne kötü içecek ve
ne kötü duraktır.”
وَلا
طَعَامٌ إِلا مِنْ غِسْلِينٍ
“Kanlı irinden başka yiyecekleri yoktur.”
كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا
لِيَذُوقُوا الْعَذَابَ
“Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, derilerini değiştirip
yenileyeceğiz.”
لا
يُقْضَى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ
عَذَابِهَا
“Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler, kendilerinden cehennem
ateşi de hafifletilmez.”
ثُمَّ
إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ (51)
لاكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍ (52) فَمَالِئُونَ
مِنْهَا الْبُطُونَ (53) فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنْ
الْحَمِيم ِ(54) فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ
(55) هَذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ
“Sonra gerçekten siz ey sapıklar, yalanlayıcılar, muhakkak ki
yiyeceksiniz zakkum ağacından. Karınlarınızı dolduracaksınız hep
ondan. Üstüne de içeceksiniz o kaynar sudan, susamış develerin
suya saldırışı gibi içeceksiniz.”
النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا
“Sabah ve akşam ateşe sunulurlar.”