Ecelin Bitmesi, Ölümün Tek Sebebidir


Her ne kadar ölüm tek olsa da insanlardan birçoğu ölümün sebeplerinin çok sayıda olduğunu zannetmektedirler. Ölüm tektir fakat ölümün birçok sebebi vardır demektedirler. Ölümün bazen veba gibi öldürücü bir hastalık ile bazen bıçaklama veya kurşunlanma ile veya ateşte yakmakla veya başı kesmekle veya başka şeylerle geldiğini görmektedirler. İnsanların birçoğuna göre bunların hepsi doğrudan doğruya ölüme götüren sebeplerdir. Yani bunlar nedeniyle ölümün gerçekleştiğini zannediyorlar. Bundan dolayı bu tür şeyleri ölümün sebebi olarak ilan etmektedirler. Buna göre de bunlar gerçekleştiğinde ölümün de gerçekleşeceğine, bunlar olmadığında ise ölümün de gerçekleşmeyeceğine inanırlar. Her ne kadar dilleriyle insanın eceliyle öldüğünü söyleseler de onlara göre ölüm, ecelin sona ermesiyle değil bu sebepler nedeniyle meydana gelir. Ve yine her ne kadar dilleriyle diriltenin ve öldürenin Allahu Teâla olduğunu söyleseler de öldürenin Allahu Teâla değil de bu sebepler olduğunu zannederler.

Gerçekte ise hem ölüm hem de onun sebebi tektir. Bu sebep, ecelin sona ermesidir. Öldüren yalnızca Allahu Teâla’dır. Ölümü gerçekleştiren doğrudan doğruya Allahu Teâla'dır.

Bir şeyin sebep olarak kabul edilebilmesi için onun kesinlikle sonuca götürücü olması gerekir. Yalnızca onun sebebiyle sonuç elde edilmedikçe, sebep kılınanın sonuç vermesi mümkün değildir. Bunun tersi haller ise bir şeyin içinde normal olarak meydana geldiği özel görünümlü özel durumlardır. Bu şey o durumda meydana gelmeyip o durum olmaksızın da meydana gelebilir. Yani o durum içinde meydana gelmesi kesin değildir. Örneğin hayat, hayvandaki hareketin sebebidir. Hayvanda hayat varsa onda hareket de vardır. Hayvanda hayat yok olduğunda hareket de yok olur. Enerji, motordaki hareketin sebebidir. Enerji bulunduğunda motor hareket eder. Enerji bulunmadığında ise motor hareket etmez. Bu durum, ekinlerin bitmesi için gerekli olan yağmurun tersine bir durumdur. Yağmur, ekinlerin bitmesi için sebep değil, kendisiyle ekinin bittiği hallerden bir haldir. Yağmur ekini yetiştirir. Ancak bazen yağmur yağmasına rağmen ekin bitmez. Bazen de yaz ekini gibi yağmur yağmaksızın sadece toprağın rutubeti ile ekinin bittiği görülür. Aynı şekilde veba hastalığı, kurşunlanma veya başka bir olayla karşılaşılmasına rağmen ölümle karşılaşılmaz. Bazen de insanlar tarafından ölümün sebebi olarak nitelendirilen şeylerin hiçbirisi olmadığı halde ölüm olayının gerçekleştiği olur.

Ölümün gerçekleştiği birçok olayı ve bizzat ölümü inceleyenler, pratik olarak bundan emin olurlar. Ölümle sonuçlanabilecek bu şeylerin oluşumuyla bazen ölüm olayı gerçekleşirken bazen gerçekleşmez. Bazen de bunlar olmadan ölüm gerçekleşir. Örneğin öldürücü bıçak darbesiyle yaralanan bir kişinin bu yaradan dolayı öleceği hususunda doktorlar ittifak etmelerine rağmen insan ölmeyebiliyor, iyileşip sağlığına kavuşabiliyor. Bütün doktorların yaptığı dikkatli bir muayene sonucunda kalbin durmasına yol açacak bir bulguya rastlanılmamasına karşın, kalbin aniden durması sonucunda görünen bir sebep olmaksızın da insan bazen ölebilir. Dünyadaki hastaneler her gün bu türden binlerce olaya şahit olmaktadır ve doktorlar da birçok olayı bilmektedirler. Bazen kesin olarak ölüme götürücü bir durumun varlığına rağmen kişi ölmeyebilirken bazen de görünürde ölüme götürücü herhangi bir neden bulunmaksızın kişi aniden ölebilmektedir. Bu nedenle bütün doktorlar, tıbbî bilgileri çerçevesinde hiçbir şekilde iyileşme ümidi görmedikleri bir hastanın iyileşmesini, “bu bizim bilgimizin çok çok üzerinde bir durumdur” şeklinde itiraf etmektedirler. Bazen de, hayati bir tehlike söz konusu değildir, tehlikeyi atlatıp sağlığına kavuşacaktır denilen bir hastanın rahatsızlığı aniden şiddetlenip ölebilmektedir. Bu olayların tamamı hem doktorlar hem de insanlar tarafından yakînen müşahede edilmektedir.

Bütün bu olaylar, kendisi ile ölümün gerçekleştiği bu şeylerin hiçbirinin ölümün sebebi olmadığına açıkça delalet etmektedir. Zira bunlar ölümün sebebi olmuş olsaydı aksi bir durumun görülmemesi ve başka türlü olmaması gerekirdi. Yani hissedilen bir sebep olmadan ölümün gerçekleşmemesi gerekirdi. İnsanlar tarafından ölüme sebep olarak kabul edilen şeylerin tersine sadece bir kere bile olsa ölümle karşılaşılmaması veya bunlar olmadan ölümün gerçekleşmesi, bunların hiçbirinin ölümün sebebi olmadığına, sadece ölüm hallerinden bir hal olduğuna kesinlikle delalet etmektedir. Ölümün gerçek sebebi, ölümle sonuçlandıran sebep kesinlikle bunlar değildir. Şöyle denilebilir:

“Evet, normalde ölümün gerçekleştiği bazı şeyler ölümün sebepleri değil ölüm hallerinden bir haldir. Çünkü bazen bu şeylerin tersi olmaktadır. Ancak bununla beraber birtakım şeyler de vardır ki gerçekleştiği zaman kesinlikle ölümün gerçekleştiği gözlemlenmektedir. Dolayısıyla da ölümün sebebi olmaktadır. Örneğin, boynun kesilerek başın vücuttan ayrılmasıyla kesinlikle ölüm olayı gerçekleşir. Bunun tersi mümkün değildir. Kalbin durması ile de kesinlikle ölüm gerçekleşir. Bunun da tersi mümkün değildir. Bu nedenle bu ve benzeri insan bedenine ait organlardan birisinden dolayı kesinlikle ölüm gerçekleşir. Bu da ölümün sebebidir. Evet, boynun kılıçla vurulması, kalbin bıçaklanması gibi olaylar ölüm hallerinden bir haldir. Fakat ölümün sebebi değildir. Ancak boynun vurulması ve kalbin durması ölüm için bir sebeptir. Öyleyse neden, bunlar ölümün sebebidir, demiyoruz?”

Bunun cevabı şudur:

Boynun kesilip başın vücuttan ayrılması ne bizzat bedendendir ne boyundandır ne de kafadandır, bunların dışındaki bir etkenden kaynaklanmaktadır. Bu durumda ise boynun kesilmesi sebep olmaya elverişli değildir. Kesmek fiili sebep zannedilendir. Kesmenin bizzat kendisi sebep değildir. Çünkü kesme, kendiliğinden değil dış etkenden gelmektedir. Aynı şekilde kalbin durması da kendiliğinden gerçekleşmeyip kalbin dışındaki bir etkenden kaynaklanmaktadır. Bu durumda da kalbin durması ölümün sebebi olamaz. Kalbin durması bizzat ölümün sebebi değildir. Bilakis kalbi durduran nedenin ölümün sebebi olduğu zannedilmektedir. Çünkü kalp kendi kendine değil bir dış etkiyle durur. Bu nedenle, bizzat boynun kesilmesi veya kalbin durması kesinlikle ölümün sebebi sayılamaz. Bu durumda ise ölüm için muhtemel olan tek sebep kalıyor ki o da bir dış etkendir.

Bunlara ilave olarak Allahu Teâla eşyalarda bir takım özellikler yaratmıştır. Bu özellikler yok olduğu zaman etkisi de yok olur. Bir şeyin özelliği aynen var olmadıkça özellikler de olmaz. Örneğin, Allahu Teâla, gözde görme özelliğini, kulakta işitme özelliğini, sinirlerde hissetme özelliğini, ateşte yakma özelliğini, limonda ekşi olma özelliği gibi özellikleri yarattı. Bu özellikler bir şeyin var olmasındaki doğallığın bir sonucudur. Onun niteliklerinden bir nitelik konumundadır. Mesela; akıcılık suyun doğal niteliklerindendir, sulama ise özelliklerindendir. Hareket, motorun doğal niteliklerinden, sıcaklık ise özelliklerindendir. Nabız, kalbin doğal sıfatındandır, canlılık ise özelliklerindendir. Sulama, sıcaklık ve canlılık, bir şeyin özelliklerinden olmakla beraber, aynı zamanda doğal sıfatlarından bir sıfattır. Bir şeydeki özelliğin varlığı kendi özelliğinin eseri olan işin sebebi değildir. Bu durumda ise özelliğin yok olması, özelliğin eseri olan işin yok olmasına da neden olmaz. Bu nedenle ateşteki yakma özelliği yakmak için yeterli olmadığı gibi yakmanın sebebi olmaya da elverişli değildir. Ateşteki yakma özelliğinin varlığı yakmanın varlığı için de sebep olmadığına göre ateşten yakma özelliğinin kaldırılması da yakmanın yokluğuna sebep olamaz.

Böylece kalpteki hayat özelliğinin varlığı hayatın var olması için yeterli olmadığı gibi hayatın sebebi de olamaz. Hayat özelliğinin varlığı, hayatın varlığı için sebep olmadığına göre kalpteki hayat özelliğinin yok olması da hayatın yokluğunun sebebi olamaz. Bu nedenle, bir şeyin gitmesi onun özelliklerinin gitmesi için de sebeptir denilemez. Çünkü bir şeydeki özelliklerin gitmesinin sebebi, şeyin kendisinin dışından gelmektedir. Dış etken şeyin özelliklerini giderir. Ancak şey özelliksiz olarak olduğu gibi kalır. Veya şeyle beraber özellikleri de gider. Bu durumda ise şeyi veya şeyle beraber özelliğini de gideren sebep dış etkendir. Yoksa özelliği gideren sebep bizzat şeyin kendisi değildir. Bu açıdan bakıldığında da yani bedenin üzerindeki başın varlığı hayatın özelliklerinden bir özellik olması, kalp atışının kalbin özelliklerinden bir özellik olması nedeniyle, başın boyundan ayrılması ve kalbin durması ölümün sebebidir denilemez. Bilakis sebebin beklendiği zaman, başın gövdeden ayrılmasıyla ondaki özelliğin ve kalbin durmasıyla da kalpteki özelliğin giderilmesidir. Yoksa başın gövdeden ayrılması ve kalbin durması sebep değildir. Dolayısıyla da bir organın yok olması yani kalbin durması ve başın kesilmesi ölümün gerçek sebebi olamaz. Çünkü böyle bir olayın ölümün sebebi olması imkânsızdır. Zira hayat, organdaki özelliktir. Organdan bu özelliğin gitmesi veya organla beraber özelliğin gitmesi, organın kendinden kaynaklanan bir husus değil, ancak organ dışındaki bir etkenden kaynaklanmaktadır. Ancak ölümün sebebi dış etken de değildir. Çünkü hem aklen hem de vakıa itibarıyla bazen dış etkenin var olmasına rağmen ölüm olayı gerçekleşmemektedir. Bazen de hiçbir dış etken bulunmadan ölüm gerçekleşmektedir. Dolayısıyla sebep olan etken kesinlikle sonuca götürmelidir. Bu durumda ise kesinlikle sonuca yani ölüme götürecek ölümün gerçek sebebinden başka bir şey kalmamaktadır geriye. Bu sebep ise tamamen bunlardan başkadır.

Aklın algılama sahasına girmediği için ölümün gerçek sebebini aklın kavraması mümkün değildir. Elbette ki bunu bize Allahu Teâla'nın haber vermesi gerekir. Kendisine iman etmemiz için ölümün gerçek sebebi, hem sübutu hem de delaleti kat'i/kesin delillerin verdiği haberlerle sabit olmalıdır. Çünkü ölümün gerçek sebebi akide kapsamına giren inanılması gereken şeylerdendir. Akide ise ancak kat'i delille sabit olur.

Allahu Teâla ise birçok ayette bize ölümün sebebinin ecelin sona ermesi olduğunu bildirmektedir. Muhakkak ki Allah Subhenehû ve Teala'dır öldüren. Ölüm şüphesiz ecelin bitmesi ile gerçekleşir bunun aksi mümkün değildir. Bu nedenle ölümün tek sebebi eceldir. Öldüren de Allahu Teâla'dır. Ölüm fiili doğrudan doğruya Allahu Teâla'ya aittir. Bu konuda birçok ayetler vardır. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلا بِإِذْنِ اللَّهِ كِتَابًا مُؤَجَّلا   "Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O, vadesiyle yazılmış bir yazıdır."[1]

Yani ölüm ileri ve geri alınması mümkün olmayan, bilinen bir ecele göre vakti belirlenmiş, vadesiyle yazılmış bir yazıdır.

اللَّهُ يَتَوَفَّى الأنْفُسَ حِينَ مَوْتِهَا    "Ölüm anında ruhları alan Allah’tır."[2]

Yani ölüm anında insanı öldüren, ruhunu alan, insandaki hayat özelliğini ondan söküp koparan, Allahu Teâla'dır.

رَبِّي الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ      "Benim rabbim öldüren ve diriltendir."[3]

Yani hayatı yaratan ve vareden, ölümü yaratan ve gerçekleştiren doğrudan doğruya Allahu Teâla'dır.

وَاللَّهُ يُحْيِ وَيُمِيتُ  "Halbuki öldüren de dirilten de Allahu Teâla'dır."[4]

Yine Allahu Teâla kâfirlerin sözlerine ayetlerle şöyle cevap vermektedir:

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَكُونُوا كَالَّذِينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لإخْوَانِهِمْ إِذَا ضَرَبُوا فِي الأرْضِ أَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُوا لِيَجْعَلَ اللَّهُ ذَلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ وَاللَّهُ يُحْيِ وَيُمِيتُ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ "Ey iman edenler, siz; küfredip de yeryüzünde dolaşan veya gazada bulunan kardeşleri hakkında: Onlar yanımızda olsalardı ölmezler veya öldürülmezlerdi, diyen kâfirler gibi olmayın. Allah bunu onların kalplerinde bir hasret olarak koydu. Halbuki öldüren de dirilten de Allah'tır. Ve Allah yaptığınız şeyleri bilir."[5]

Yani ölüm Allah Subhenehû ve Teala’nın elindedir. Bazen yolcuyu ve gaziyi canlı bırakırken bazen de oturanı dilediği gibi öldürür.

أَيْنَمَا تَكُونُوا يُدْرِكُّمْ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍ   "Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde dahi olsanız ölüm sizi bulacaktır."[6]

Yani siz nerede bulunursanız bulunun, hatta sağlam kalelerde bulunsanız dahi ölüm sizi yakalayacaktır.

قُلْ يَتَوَفَّاكُمْ مَلَكُ الْمَوْتِ الَّذِي وُكِّلَ بِكُمْ   "De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak."[7]

Bu ayet kâfirlere cevaptır. Allahu Teâla, canlarını alması için ölüm meleğini onlara gönderdiğinde Allah Subhenehû ve Teala onları öldürecek ve onlar Rablerine döneceklerdir demektedir.

وَقَالُوا أَئِذَا ضَلَلْنَا فِي الأرْضِ أَئِنَّا لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ بَلْ هُمْ بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ (10) قُلْ يَتَوَفَّاكُمْ مَلَكُ الْمَوْتِ الَّذِي وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ    "Dediler ki; Toprağa karışıp yok olduktan sonra mı biz yeniden yaratılacağız? Evet, onlar, Rablerine kavuşmayı inkâr edenlerdir. De ki Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."[8]

Yani canlarınız alınacaktır. التوفي kelimesi "ruhu almak" anlamına gelmektedir.

قُلْ إِنَّ الْمَوْتَ الَّذِي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَإِنَّهُ مُلاقِيكُمْ   "De ki; Gerçekten sizin kaçıp durduğunuz ölüme mutlaka yakalanacaksınız."[9]

Yani kendisinden köşe bucak kaçmakta olduğunuz ölümü istemeye temenni etmeye cesaret edemezsiniz. Şüphesiz ki sizler işlediğiniz küfür suçunuzdan dolayı oraya götürüleceksiniz, onunla karşılaşacaksınız. Kaçış mümkün değildir.

فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلا يَسْتَقْدِمُونَ     "Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince, ne bir an geri kalır ne de bir an ileri gidebilirler."[10]

Yani onlar için takdir edilmiş olan ecel vakti geldiği zaman ne bir an öne alınırlar ne de bir an geri alınırlar. Ayette geçen ساعة kelimesi en küçük bir vakti ifade eden kinayedir.

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمْ الْمَوْتَ    "Aranızda ölümü biz takdir ettik."[11]

Yani aranızda ölümü belli bir şekilde biz takdir ettik ve meşietimizin gerektirdiği gibi birbirinden farklı olarak rızkı size taksim ettik. Ömürleriniz uzun, kısa ve orta sürelerde olmak üzere farklılaştırıldı.

Hem delaleti hem de sübutu kat’i olan bu ayetler ve başkaları, hiçbir sebep ve müsebbib/neden olan olmaksızın bilfiil öldürenin ve diriltenin Allahu Teâla olduğu anlamı dışında hiçbir anlama gelmemektedir. İnsan ancak ecelinin bitmesi ile ölür. İnsanlar tarafından ölüme sebep olduğu zannedilen şeylerden herhangi birinin gerçekleşmesi ile ölmez. Bu nedenle ölümün sebebi, ölüm hallerinden biri değil yalnızca ecelin sona ermesidir.

Burada şöyle denilmez: “Ölümün Allah Subhenehû ve Teala’ya isnad edilmesi, Allah Subhenehû ve Teala’nın ölümü yaratması açısından yapılan bir isnattır. Doğrudan doğruya sebep ya insandır ya da ölüme neden olan şeylerdir. Aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi:”

وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ رَمَى    "Attığın zaman da sen atmadın fakat Allah attı."[12]

فَمَنْ يُرِدْ اللَّهُ أَنْ يَهدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإسْلامِ وَمَنْ يُرِدْ أَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا "Allah; kimi hidayete erdirmek isterse; onun kalbini İslâm'a açar. Kimi de dalâlete düşürmek isterse onun da kalbini daraltır."[13]

يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ     "İstediğini dalâlete düşürür, istediğini hidayete iletir."[14]

Bu şekilde söylenemez. Çünkü bu ayetlerde fiili doğrudan doğruya Allah'tan alıp insana yönelten karineler vardır. Bu durumda ise anlam şöyle olur: Atmayı, göğsü daraltmayı ve genişletmeyi, hidayeti ve dalaleti yaratan Allah Subhenehû ve Teala 'dır. Fakat doğrudan doğruya bu fiili işleyen Allahu Teâla değil ancak insandır. Bu karineler hem akli hem de Şer’î karinelerdir. Çünkü رميت “attın” kelimesinin anlamına göre, atmak Resulden kaynaklanmaktadır. Dalalette olanın cezalandırılması, İslâm üzere olana sevap verilmesi, insanın seçme hakkına sahip olduğuna delalet eder. İslâm'ı veya küfrü seçmesi, fiili işleyenin doğrudan doğruya insan olduğuna delalet eder. Eğer fiili işleyen doğrudan doğruya Allahu Teâla olsaydı azap etmemesi ve sevap vermemesi gerekirdi. Aynı zamanda aklen de idrak edilmektedir ki, atan şahıs resuldü. Aklını doğru bir şekilde kullanarak hidayete eren veya aklını dosdoğru bir şekilde kullanmamakla da dalalete düşen de doğrudan doğruya insandır.

Ancak ölüm olayı bunun tam tersinedir. Çünkü ölümün doğrudan doğruya Allah Subhenehû ve Teala 'dan başkasına ait olduğuna ve ecelin sona ermesinin dışında ölümün gerçekleştiğine delalet eden herhangi bir karine yoktur. Böylece ölüm için hissedilen bir sebebin bulunmadığı sabitleşmektedir. Ayetlerin anlamlarını açık anlamlarının dışında bir başka anlama götürecek bir nassın ve ölümün doğrudan doğruya Allah Subhenehû ve Teala'dan başkasına ait olduğuna delalet edecek herhangi bir karinenin bulunmamasından dolayı ayetlerin anlamları lügat ve Şer’î karşılıklarının delalet ettiği anlamlar çerçevesinde kalmaktadır. Ayetlerin, ölümün doğrudan doğruya Allah Subhenehû ve Teala’nın elinde olduğu anlamını ifade ettiği kesinlik kazanmaktadır.

Bütün bu anlatılanlardan akli delille anlaşılmaktadır ki, içinde ölüm olayının gerçekleştiği şeyler, ölümün sebebi değil sadece ölüm hallerinden bir haldir. Gerçek sebep ölüm hallerinin dışında ve hissen algılanması mümkün olmayan şeydir. Kendisi ile ölümün ortaya çıktığı ölüm hallerinin hiçbirinin ölümün gerçek sebebi olmadığı ve ölümü meydana getiremeyeceği şer’î delille de sabit olmaktadır. Delaleti kat’i olan ayetler de ölümün gerçek sebebinin ecelin bitmesi olduğunu, öldürenin de Allahu Teâla olduğuna delalet etmektedir.


 


[1] Ali İmran: 145

[2] Zümer: 42

[3] Bakara: 258

[4] Al-i İmran: 156

[5] Al-i İmran: 156

[6] Nisa: 78

[7] Secde: 11

[8] Secde: 10,11

[9] Cuma: 8

[10] Araf: 34

[11] Vakıa: 60

[12] Enfal: 17

[13] En'am: 125

[14] Nahl: 93