Kur'an, manalarına delalet
ederek efendimiz Muhammed
Sallallahu Aleyhi Vesellem'e
indirilen lafızdır. Kur'an hem lafzı hem de manası ile
Kur'an'dır. Yalnızca mana Kur'an olarak isimlendirilemeyeceği
gibi, mana olmaksızın yalnızca lafız da Kur'an sayılmaz. Çünkü
lafızda asıl durum belirli manaya delalet etmesidir. Bu
nedenle Kur'an, lafzının vasfı ile nitelendirilmiştir.
Allahu Teâla Kur'an'ın Arapça
olduğunu bildirmiştir:
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا
"Hakikat biz onu
(Kur'an-ı) Arapça bir
Kur'an olarak indirdik."
كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا
"Bu Kur'an ayetleri uzun uzun açıklanmış, Arapça bir kitaptır."
قُرآنًا عَرَبِيًّا غَيْرَ ذِي عِوَجٍ
"(Onu her türlü)
çelişki ve ihtilaftan uzak, dosdoğru, Arapça bir Kur'an olarak
indirdik."
أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا
"Sana Arapça bir Kur'an vahyettik."
إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا
"Şüphesiz ki biz Kur'an-ı Arapça kıldık."
Arapça, Kur'an'ın manalarının
değil lafzının vasfıdır/niteliğidir. Çünkü Kur'an'ın anlamları,
Araplığa yönelik değil insanlığa yönelik manalar içerir. Kur'an
sadece Araplara ait bir kitap değil bütün insanoğluna ait bir
kitaptır. Ancak Allahu Teâla'nın;
وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا
"İşte böylece biz onu, Arapça bir hüküm olarak indirdik."
ayeti “Arap diliyle
ifade edilen bir
hikmet olarak
indirdik” anlamına gelmektedir. Yoksa ayet; “Arapça bir hikmet”
anlamına gelmemektedir.
Arapça, Kur’an’ın sadece
lafzının niteliğidir. Lafzı yalnızca Arapça olarak
nitelendirilebilir. Mecazi olarak da hakiki olarak da Kur'an
Arapçanın dışında başka bir isimle isimlendirilemez.
Bu nedenle Kur'an'ın bir kısım
anlamlarının Arap lügatinin dışında yazılmasına Kur'an denilmesi
doğru değildir. Kur'an'ın Arapça oluşu kesindir ve lafzı da
yalnızca Arapçadır.
Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem'e
verilen başka mucizelerin varlığı ile beraber Kur'an Muhammed
Sallallahu Aleyhi
Vesellem'in resul
oluşunun mucizesidir. Bizzat Kur'an'da ve sahih hadislerde de
geçtiği gibi Efendimiz Muhammed
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
elinde başka mucizeler olduğu halde o, bunlarla değil yalnızca
Kur'an'la herkese meydan okumuştur. Bu nedenle Kur'an, indiği
günden Kıyamete kadar geçen süreçte Muhammed
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
resullüğünü ispatlayan bir mucizedir diyoruz.
Nitekim Kur’an, Arapları
benzerini getirmekten aciz bıraktı ve benzerini getirmeleri için
onlara meydan okudu. Allahu Teâla onlara meydan okurken şöyle
dedi:
كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَأْتُوا
بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ
اللَّهِ إِنْ كُنتُمْ صَادِقِينَ
"Şayet siz, kulumuza indirdiğimizden şüphe ediyorsanız haydin
ona benzer bir sûre de siz getirin. Allah'tan başka
şahitlerinizi de çağırın. Eğer doğru söyleyenlerdenseniz."
قُلْ
فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِهِ وَادْعُوا مَنْ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ
دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
"De ki onun sûrelerine benzer bir sûre meydana getirin.
İddianızda samimi iseniz Allah'tan başka çağırabileceklerinizi
de çağırın."
يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِهِ
مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنْ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ
إِنْ كُنتُمْ صَادِقِينَ
"Onu kendisi uydurdu, diyorlar öyle mi? De ki: Eğer doğru
söylüyorsanız haydin öyleyse onun sûrelerine benzer uydurma on
sûre getirin. Hem Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de
çağırın."
Meydan okuyanın onlara yaptığı
bu meydan okuyuş kendilerine ulaştı. Onlara ayetteki şu ifade
ile de “siz onun benzerini getiremezsiniz”denildi:
قُلْ
لَئِنْ اجْتَمَعَتْ الإنسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَنْ يَأْتُوا
بِمِثْلِ هَذَا الْقُرْآنِ لا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ
بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا
"De ki insanlar ve cinler birbirine yardımcı olarak bu Kur'an'ın
bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler and olsun ki
yine de benzerini ortaya koyamazlar."
Kur'an benzerini getirmek için
çağrıda bulunduğu kimseleri benzerini getirmekten aciz bıraktı.
Onların acizliği
tevatür yoluyla
sabittir. Tarihi süreçte de onlardan herhangi birinin onun
benzerini getirebildiği görülmemiştir.
Bu
meydan okuma
yalnızca hitap ettiği Arap kavmine ait bir meydan okuma değil
Kıyamete kadar bütün herkese yapılan meydan okumadır. Çünkü
sebebin hususi olmasına değil, lafzın genelliğine itibar edilir.
Kur'an indiği günden Kıyamete kadar bütün insanlara benzerini
getirmeleri hususunda meydan okumaktadır. Bu nedenle Kur'an ne
yalnızca Resul
Sallallahu Aleyhi Vesellem
zamanındaki Araplara ait bir mucize ne de herhangi bir zaman ve
mekândaki Araplara ait bir mucize olmayıp bütün insanlara ait
bir mucizedir. Bu
meydan okumada zaman
itibariyle hiçbir fark yoktur. Çünkü hitap bütün insanlaradır.
Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
وَمَا
أَرْسَلْنَاكَ إِلا كَافَّةً لِلنَّاسِ
"Seni ancak bütün insanlara gönderdik."
Çünkü
meydan okuma
ayeti geneldir:
وَادْعُوا مَنْ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ
"Allah'tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın."
Bu ayet bütün insanları
kapsamaktadır. Zira Allahu Teâla ayetle insanların ve cinlerin
hep birlikte aciz kaldıklarını haber vermektedir:
قُلْ
لَئِنْ اجْتَمَعَتْ الإنسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَنْ يَأْتُوا
بِمِثْلِ هَذَا الْقُرْآنِ لا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ
"De ki: İnsanlar ve cinler, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya
koymak için bir araya gelseler yine de benzerini getiremezler."
Araplar
da bütün insanlık
âlemi de Kur'an'ın
benzerini getirmekten aciz kaldılar. Çünkü bu özellik yalnızca
Kur'an'a has bir özelliktir. Araplar Kur'an-ı işittikleri zaman,
onun belağatıyla, çekiciliğiyle hemen ona yöneliyorlar ve
cazibesine kapılıyorlardı.
Hatta Velid b. Muğire
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
dinlediği Kur'an hakkında insanlara şöyle diyordu:
"Allah Subhenehû ve Teala’ya
yemin olsun ki sizden hiçbiriniz şiir çeşitlerini, kasidesini
benim kadar, benden daha iyi bilemez. Allah Subhenehû ve
Teala’ya yemin olsun ki onun söylediği bunlardan hiç
birine benzemiyor. Vallahi onun söylediği sözlerde bir tatlılık,
ferahlık var. Onun söylediği sözün dalları yaprak verirken kökü
bereket saçıyor. O yücedir ondan daha üstünü yoktur."
İşte, Velid b. Muğire Kur'an'a
inanmamasına ve küfründe direnmesine rağmen Kur'an hakkında
böyle itiraflarda bulunuyordu. Zira
mucize
Kur'an'ın kendinden gelmektedir.
Çünkü Kur'an, dinleyenleri ve
Kıyamete kadar dinleyecek olanları da cezbedecektir. Onun
tesirindeki ve belağatındaki kuvvetten dolayı hayran
olacaklardır. Hatta şu ayetlerde olduğu gibi tek bir cümle dahi
olsa yalnızca Kur'an-ı dinlemeleri onları etkileyecek ve
bırakacaktır. Şu ayetlerde olduğu gibi;
وَالأرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
"Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun avucundadır."
لِمَنْ الْمُلْكُ الْيَوْمَ
"Kimindir bugün mülk?"
وَإِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ خِيَانَةً فَانْبِذْ إِلَيْهِمْ
عَلَى سَوَاءٍ "Eğer
bir kavmin hıyanet etmesinden korkarsan; sen de onlara karşı
aynı şekilde davran."
يَاأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ إِنَّ زَلْزَلَةَ
السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ (1) يَوْمَ تَرَوْنَهَا
تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ
ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى وَمَا هُمْ
بِسُكَارَى وَلَكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ
"Ey insanlar,
Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyamet saatinin sarsıntısı büyük
şeydir. Onu göreceğiniz gün; emzikli emzirdiğini unutur, her
yüklü yükünü düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün. Oysa
sarhoş değildirler, ama Allah’ın azabı pek çetindir."
İşte, böylece Kur'an'ın
lafızları, üslubu, anlatmak istedikleri, insanın bütün benliğini
sarar ve insanı çepeçevre kuşatır.
Kur'an'ın
mucize
oluşu, fesahatında ve belağatındaki yüksekliğinde dehşet verici
dereceye çıkmasıyla açık ve net bir şekilde ortadadır. Bu
özellik Kur'an'ın
mucizevî üslubunda
açığa çıkmaktadır. Kur'an'ın üslubundaki açıklık, kuvvet ve
güzellik beşeri kendisine ulaşmaktan
aciz bırakmaktadır.
Kur'an'ın üslubu ahenkli
lafızlarla düzenlenmiş manalardır. Veya lügat ifadeleri ile
manaları tasvir etmek için açıklama keyfiyetidir. Üslûbdaki
açıklık, kendisi ile yerine getirilen ifadede, anlatılmak
istenen manaların belirgin bir şekilde ortaya konulması ile
olur. Şu ayette olduğu gibi;
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لا تَسْمَعُوا لِهَذَا الْقُرْآنِ
وَالْغَوْا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ
"Küfredenler dediler ki; Bu Kur'an-ı dinlemeyin, onun hakkında
yaygaralar yapın, belki galip gelirsiniz."
Üslûbun kuvveti, anlatılmak
istenen manayla uyumlu kelimelerin seçilerek mananın ifade
edilmesi ile gerçekleşir. İnce anlam, ince bir lafızla
anlatılır. Kalın anlamlar aynı türden lafızlarla ifade edilir.
Hoşlanılmayan anlamlar hoş olmayan kelimelerle ifade edilir.
Bunlara örnek verecek olursak;
وَيُسْقَوْنَ فِيهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنجَبِيلاً
(17) عَيْنًا فِيهَا تُسَمَّى سَلْسَبِيلاً
"Orada karışımı zencefil olan bir kadehten de içirilirler. Orada
bir pınar vardır ki selsebil adı verilir."
إِنَّ
جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا (21) لِلْطَّاغِينَ
مَآبًا (22) لابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا
"Şüphesiz ki cehennem bir gözetleme yeridir. Orası azgınların
varacağı yerdir. Orada çağlar boyu kalacaklardır."
تِلْكَ إِذًا قِسْمَةٌ ضِيزَى
“Öyleyse bu insafsız/adaletsiz bir paylaşımdır."
إِنَّ
أَنكَرَ الأصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ
"Şüphesiz ki seslerin en
çirkini eşeklerin sesidir."
Üslûb güzelliği
cümlede veya cümlelerde anlam ve lafız bütünlüğünü sağlamaya
götürecek manaya en uygun ve en net ibarelerin seçilmesi ile
gerçekleşir. Tıpkı şu ayeti kerimede olduğu gibi;
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ
(2) ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمْ
الأمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
"Kâfirler bir zaman gelir ki Müslüman olmayı isteyeceklerdir.
Bırak onları yesinler, eğlensinler ve kendilerini
oyalayadursunlar. Sonra öğreneceklerdir. "
Kur'an-ı inceleyen kimse,
üslûbundaki açıklık, kuvvet ve güzellikle zirveye, yücelerin
yücesine ulaştığını görür. Şu ayetteki açıklığı, anlatım gücünü
ve güzelliği bir dinle;
وَمِنْ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلا
هُدًى وَلا كِتَابٍ مُنِير ٍ(8) ثَانِيَ عِطْفِهِ
لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ
"İnsanların öyleleri vardır ki bilmeden, doğruya götüren bir
rehberi olmadan, aydınlatıcı bir kitabı bulunmadan Allah
hakkında tartışmaya girer. Allah yolundan saptırmak için,
kibirlenerek yanını eğip büker."
هَذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا فِي رَبِّهِمْ فَالَّذِينَ كَفَرُوا
قُطِّعَتْ لَهُمْ ثِيَابٌ مِنْ نَارٍ يُصَبُّ مِنْ فَوْقِ
رُءُوسِهِمْ الْحَمِيمُ (19) يُصْهَرُ بِهِ مَا فِي
بُطُونِهِمْ وَالْجُلُودُ (20) وَلَهُمْ مَقَامِعُ مِنْ
حَدِيدٍ (21) كُلَّمَا أَرَادُوا أَنْ يَخْرُجُوا
مِنْهَا مِنْ غَمٍّ أُعِيدُوا فِيهَا وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ
"Bunlar çekişen
iki düşman gruptur. Rableri hakkında çekişmişlerdir. O
küfredenler için ateşten elbiseler kesilmiştir. Başları üstünden
de kaynar su dökülecektir. Bununla karınlarındakiler ve derileri
eritilir. Demir kamçılar da onlar içindir. Ne zaman oradan,
oradaki ıstıraptan çıkıp kurtulmak isteseler her defasında oraya
geri çevrilirler. Yakıcı azabı tadın denir."
يَاأَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ إِنَّ
الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا
وَلَوْ اجْتَمَعُوا لَهُ وَإِنْ يَسْلُبْهُمْ الذُّبَابُ شَيْئًا
لا يَسْتَنقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ
"Ey insanlar bir misal verildi, şimdi onu dinleyin: Şüphesiz ki
Allah'ı bırakıp da taptıklarınız bir araya gelseler bir sinek
bile yaratamazlar. Ama sinek onlardan bir şey kapsa bunu da
ondan kurtaramazlar. İsteyen de istenen de aciz."
Kur'an'ın
kendisine ait özel bir ifade tarzı vardır. Kur'an'ın nazmı ne
kafiyeli/vezinli şiir metoduna göredir ne de normal düz yazı
stiline göredir. Kur'an'ın nazmı şiir ile nesir karışımı veya
aynı şekli kullanan bir düz yazı üslubu ile de değildir.
Kur’an’ın ifade üslubu, daha önce Araplar tarafından bilinmeyen,
Araplara ait olmayan bizzat Kur'an'ın kendisine ait bir
üsluptur.
Araplar Kur'an'dan
etkilenmelerinin şiddeti ile Kur'an'ın bu
eşsiz oluşa
nereden ve nasıl ulaştığını bir türlü anlayamamışlardır. Bu
nedenle de;
إِنْ
هَذَا إِلا سِحْرٌ مُبِينٌ
"Bu apaçık bir sihirdir."
ayetinde
belirtildiği gibi Kur'an bir şair sözüdür veya bir
kâhinin sözüdür diyorlardı. Bu nedenle Allahu Teâla onların bu
sözlerine şöyle cevap verdi:
وَمَا
هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلاً مَا تُؤْمِنُونَ (41)
وَلا بِقَوْلِ كَاهِنٍ قَلِيلاً مَا تَذَكَّرُونَ
"Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz? Bir kâhin
sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz?"
Kur'an'ın
özel
bir tarzının bulunduğu,
eşsiz
bir dokuya sahip olduğu bütün aydınlığı ile açıkça ortadadır. Bu
arada şu iki ayete bir bakalım:
وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ
مُؤْمِنِينَ "Rüsvay
etsin ve sizi onlara karşı üstün kılsın ve müminler topluluğunun
göğüslerini ferahlandırsın."
لَنْ
تَنَالُوا الْبِرَّ حَتَّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ
"Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla birre erişemezsiniz."
Her iki ayette de şiir üslûbuna
yakın bir nesir özelliği vardır. Bunları bir şiir şeklinde
sıralayacak olursak ortaya şöyle bir şiir çıkar:
ويشـف صدور قوم مؤمنــين
ويخزهم وينصركم عليهم
حتـى تنفقـوا مـمـا تحبـون
لـن تنـالـوا
الـبـر
Ancak bu iki ayet bir şiir
değildir, fakat eşsiz
bir nesir çeşididir. Aynı zamanda Kur'an'ın bu türden bir
nesirin yanında aşağıdaki ayetlerde de görüleceği üzere şiirden
tamamen uzak bir nesiri de bünyesinde taşıdığını görürüz:
وَالسَّمَاءِ وَالطَّارِق ِ(1) وَمَا أَدْرَاكَ مَا
الطَّارِقُ (2) النَّجْمُ الثَّاقِبُ (3)
إِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌ (4 ) فَلْيَنظُرْ
الإنسَانُ مِمَّ خُلِقَ (5) خُلِقَ مِنْ مَاءٍ دَافِقٍ
(6) يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ
"And olsun göğe ve Tarık'a, nereden bileceksin sen Tarık'ın ne
olduğunu? O kayıp delen yıldızdır. Hiç bir nefis yoktur ki
mutlaka onun üzerinde bir gözeten bulunmasın. Şu halde insan bir
baksın neden yaratılmıştır? O atılıp dökülen bir sudan
yaratılmıştır. Bel kemiği ile göğüslerin arasından çıkar."
وَمَا
أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ وَلَوْ
أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا
اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ
تَوَّابًا رَحِيمًا (64) فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ
حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا
فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
"Biz hiç bir resulü Allah’ın izniyle itaat edilmekten başka bir
gaye ile göndermedik. Onlar kendilerine yazık ettikleri zaman
sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve Resul de onlara
mağfiret dileseydi elbette Allah'ı Tevvab ve Rahim olarak
bulacaklardı. Hayır, Rabbine and olsun ki; aralarında
çekiştikleri şeyde seni hakem tayin edip sonra haklarında
verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan
kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olamazlar."
Paragraf uzadıkça ayetler tek
bir nefeste okunur. Aşağıdaki ayetlerde ise paragraf ve nefes
nesirde kısalır:
وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا (1) وَالْقَمَرِ إِذَا تَلاهَا
(2) وَالنَّهَارِ إِذَا جَلاهَا (3)
وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَاهَا
"And olsun güneşe ve aydınlığa, ardından gelmekte olan ay'a, onu
açığa çıkardığında gündüze, örtüp bürüdüğünde geceye…"
Her iki sûredeki ayetlerde de
paragraf paragraf nesir bulunduğu halde birisi uzun bir nefesle
okunmakta diğeri ise kısa bir nefesle okunmaktadır. Bir de
bakıyorsunuz ayetler mürsel nesirin zirvesinde seyrediyor;
يَاأَيُّهَا الرَّسُولُ لا يَحْزُنْكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي
الْكُفْرِ مِنْ الَّذِينَ قَالُوا آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ
تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْ وَمِنْ الَّذِينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ
لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ آخَرِينَ لَمْ يَأْتُوكَ
يُحَرِّفُونَ
الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِهِ يَقُولُونَ إِنْ أُوتِيتُمْ
هَذَا فَخُذُوهُ وَإِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُوا وَمَنْ يُرِدْ
اللَّهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنْ اللَّهِ شَيْئًا
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدْ اللَّهُ أَنْ يُطَهِّرَ
قُلُوبَهُمْ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ
عَذَابٌ عَظِيمٌ "Ey
Resul, ağızlarıyla inandık dedikleri halde kalpleriyle
inanmayanlardan, Yahudilerden, yalana kulak verenler ve sana
gelmeyip başka bir kavmin sözünü dinleyenlerden küfre koşanlar
seni üzmesin. Sözlerin yerlerini değiştirirler de; size bu
verilirse alın, verilmezse kaçının derler. Allah kimin de
fitneye düşmesini isterse; onun için senin Allah’a karşı hiçbir
şeye gücün yetmez. İşte onlar Allah’ın kalplerini temizlemek
istemediği kimselerdir. Dünyada rüsvalık onlaradır. Ve onlar
için ahirette büyük bir azap vardır."
Yine kafiyeli nesirin de
zirvesindedir. Kur'an;
يَاأَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ (1) قُمْ فَأَنذِرْ (2)
وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ (3) وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ
(4) وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ (5) وَلا تَمْنُنْ
تَسْتَكْثِرُ (6) وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ
"Ey örtüye bürünen, kalk ve uyar. Rabbini de tekbir et.
Elbiselerini temiz tut. Kötü şeylerdense sakın. Çok görerek başa
kakma. Rabbin için sabret."
Aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi
cümle çiftlerinin birbiri ile uyumluluğunu sağlamada Kur'an'ın
kendi üslûbunda yüceldiğini bulursun:
أَلْهَاكُمْ التَّكَاثُرُ (1) حَتَّى زُرْتُمْ
الْمَقَابِرَ (2) كَلا سَوْفَ تَعْلَمُونَ (3)
ثُمَّ كَلا سَوْفَ تَعْلَمُونَ (4) كَلا لَوْ
تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ (5) لَتَرَوْنَ
الْجَحِيمَ "Çokluk
ile böbürlenmeniz sizi öylesine oyaladı ki; mezarlıkları bile
ziyaret ettiniz. Hayır, ilerde bileceksiniz. Hayır, ilerde
bileceksiniz. Hayır, eğer kesin bir bilgi ile bilseydiniz. And
olsun ki cehennemi muhakkak göreceksiniz."
Aşağıdaki ayetlerde ise cümle
çiftlenişinin uzadığı görülmektedir:
قُتِلَ الإنْسَانُ مَا أَكْفَرَهُ (17) مِنْ أَيِّ
شَيْءٍ خَلَقَهُ (18) مِنْ نُطْفَةٍ خَلَقَهُ
فَقَدَّرَهُ (19) ثُمَّ السَّبِيلَ يَسَّرَهُ (20)
ثُمَّ أَمَاتَهُ فَأَقْبَرَهُ (21) ثُمَّ إِذَا شَاءَ
أَنْشَرَهُ (22) كَلا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ
(23) فَلْيَنْظُرْ الإنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ (24)
أَنَّا صَبَبْنَا الْمَاءَ صَبًّا (25) ثُمَّ شَقَقْنَا
الأرْضَ شَقًّا (26) فَأَنْبَتْنَا فِيهَا حَبًّا
(27) وَعِنَبًا وَقَضْبًا (28) وَزَيْتُونًا
وَنَخْلاً (29) وَحَدَائِقَ غُلْبًا (30)
وَفَاكِهَةً وَأَبًّا
"Kahrolası insan, ne kadar da nankördür! Allah onu hangi şeyden
yarattı? Nutfeden onu yarattı, ona biçim verdi. Sonra onun
yolunu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü, kabre koydu. Sonra
dilediği zaman onu yeniden diriltir. Hayır, emrettiğini yapmadı.
İnsan yiyeceğine baksın. Biz suyu döktükçe döktük. Sonra toprağı
güzelce yararak orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler,
hurmalar, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar
bitirdik."
Belirli bir kafiye kullanımında
devam ederken bir de bakıyorsunuz ki bir başka kafiye
kullanımına dönüşüm yapıyor. Tıpkı şu ayetlerde olduğu gibi:
فَإِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِ (8) فَذَلِكَ
يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَسِيرٌ (9) عَلَى الْكَافِرِينَ
غَيْرُ يَسِيرٍ
"Sur'a üflendiğinde;
işte o gün, zorlu bir gündür. Kâfirler için hiç de kolay
değildir."
Bu ifadeleri kullanırken
doğrudan doğruya hemen sonraki ayetlerde başka kafiyeye değişim
yapıyor:
ذَرْنِي وَمَنْ خَلَقْتُ وَحِيدًا (11) وَجَعَلْتُ لَهُ
مَالاً مَمْدُودًا (12) وَبَنِينَ شُهُودًا (13)
وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْهِيدًا (14) ثُمَّ يَطْمَعُ أَنْ
أَزِيدَ (15) كَلا إِنَّهُ كَانَ لآيَاتِنَا عَنِيدًا
(16) سَأُرْهِقُهُ صَعُودًا
"Bırak beni ve yarattıklarımı tek başına. Kendisine bol bol mal
verdiğimi, görülen oğullar verdiğimi ve onun için yaydıkça
yaydığımı. Sonra daha da artırmamı umar o. Hayır; çünkü o,
ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi. Ben onu sarp bir yokuşa
sardıracağım."
Bu kafiyelerin kullanıldığı
ayetlerden sonra doğrudan doğruya başka kafiyelerin kullanıldığı
ayetlere geçiş yapıyor:
إِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ (18) فَقُتِلَ كَيْفَ
قَدَّرَ (19) ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ (20)
ثُمَّ نَظَرَ (21) ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ (22)
ثُمَّ أَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ (23) فَقَالَ إِنْ هَذَا
إِلا سِحْرٌ يُؤْثَرُ
"Doğrusu o, düşündü ve ölçüp biçti. Canı çıkası nasıl da ölçüp
biçti. Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. Sonra
da sırt çevirip büyüklük tasladı."
İşte, böylece Kur'an
ayetlerinin tamamı dikkatlice incelendiğinde her çeşidiyle ne
Arap şiiri ve nesirinde kullanılan üslûba ne Arapların
kullandığı sözlerden herhangi bir söze ne de herhangi bir
beşerin sözüne hiçbir şekilde benzemediği ve onlarla uzaktan
yakından ilgisi olmadığı görülür.
Daha sonra Kur'an'ın açık
kuvvetli ve güzel üslûbunun birçok manaları ifade etme keyfiyeti
açısından en ince tasvir ile ifade ettiğini görebilirsin. Şu
ayetlerde olduğu gibi mananın çok ince olduğunu hissedersin:
إِنَّ
لِلْمُتَّقِينَ مَفَازًا (31) حَدَائِقَ وَأَعْنَابًا
(32) وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا (33) وَكَأْسًا
دِهَاقًا "Şüphesiz ki
muttakiler için kurtuluş vardır. Bahçeler ve bağlar. Göğüsleri
tomurcuklanmış kızlar. Ve dolu kâseler."
Dikkat edildiğinde ayetlerin
ince lafızlardan ve yumuşak cümlelerden meydana geldiği görülür.
Bunun yanında aynı sûre içerisinde geçen şu ayetlerde kullanılan
lafızların ve cümlelerin sert ve kalın ifadelerden meydana
geldiği görülmektedir:
إِنَّ
جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا (21) لِلْطَّاغِينَ
مَآبًا (22) لابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا (23)
لا يَذُوقُونَ فِيهَا بَرْدًا وَلا شَرَابًا (24) إِلا
حَمِيمًا وَغَسَّاقًا (25) جَزَاءً وِفَاقًا
"Şüphesiz ki cehennem, bir gözetleme yeridir. Azgınlar için
varılacak bir yer. Çağlar boyunca orada kalacaklardır. Orada
serinlik ve içecek tadamayacaklardır. Sade kaynar bir su ve bir
de irinden başka."
Yine aşağıdaki ayetlerde olduğu
gibi sevgi dolu ifadelerin sevgi dolu lafızlarla ifade
edildiğine şahit olunur:
وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا
"Ana-babasını tahtın üzerine çıkarıp oturttu. Hepsi onun için
secdeye kapandılar."
Şu ayetlerde olduğu üzere,
çirkin olan manaya yönelik bir anlam ancak uygun bir lafızın
kullanımı ile mümkün olabilmektedir:
أَلَكُمْ الذَّكَرُ وَلَهُ الآنثَى (21) تِلْكَ إِذًا
قِسْمَةٌ ضِيزَى
"Demek erkekler sizin, dişiler O'nun mu? Öyleyse bu insafsız bir
paylaşma."
وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ إِنَّ أَنكَرَ الأصْوَاتِ لَصَوْتُ
الْحَمِيرِ "Sesini
kıs. Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşeklerin sesidir."
Bu manaları aktarırken,
belirtilen manaları ifade edecek kelimeleri seçiyordu. Böylece
seçilen kelimeler, manaları tasavvur eden ve idrak eden kişide
adeta bir zil sesi gibi içini hareketlendiren ses ve tona sahip
kelimeler haline geliyordu. Bu nedenle bu anlamlardaki derinliği
ve ifadedeki belağatı idrak eden dinleyici bu durum karşısında
huşu ile eğiliyordu. Hatta küfründe inat etmelerine rağmen Arap
belağat ustalarından ve düşünürlerinden bazıları bu ifadeler
karşısında secdeye kapanacak olmuşlardır.
Sonra yine Kur'an'ın
lafızlarını ve cümlelerini dikkatlice inceleyen kimse harflerin
yerleştirilmesinde, harflerin çıkış mahreçlerinde bir kelimede
veya cümlede mahreç yakınlığının varlığını ve bu uyumun
sağladığı ses güzelliğini gözlemler. Çünkü harfler arasında
mahreç yakınlığı olmazsa yani mahreçler birbirinden uzak olursa,
harfler ve cümleler arasındaki geçiş zorlaşır. Aynı zamanda
müzikte gerekli tekrarlarda olduğu gibi tekrarlarında kulağa hoş
gelen hafif bir mahreçten çıkan hoş bir harf kullanılmıştır. Bu
nedenle;
كالباعق
المتدفق kelimesi
yerine
كصيب
kelimesini ve
الهعخع
kelimesi yerine
سندس خضر
kelimelerini
kullanıyor. Mahreçleri birbirinden uzak harflerin meydana
getirdikleri bir kelime ile uygun bir mana ifade edilebiliyor,
başka bir manaya da yol açmıyorsa
ضيزى
kelimesinde olduğu gibi uygun olan kelime kullanılmaktadır.
Zira ظالمة
ve
جائرة
kelimeleri
ضيزى
kelimesi ile aynı manaları ifade ettiği halde
ضيزى
kelimesi kullanılmıştır.
Kelimelerin kullanımında bu
incelikle beraber, bazı ayetlerde bazı harflerin tekrar tekrar
kullanıldığını görmek mümkündür. Örneğin; Ayete'l Kürsi'deki
“lam” harfi yirmi üç defa tekrarlanmasına rağmen bu tekrar
kulakta hoş bir etki bırakmakta hatta ve hatta dinleyenin
dikkatini çekmekte ve dinleme isteğini artırmaktadır.
İşte, böylece Kur'an'ın özel
bir tarza sahip olduğunu, her anlamın, kendine uygun olan
lafızlarla indiğini, çevresindeki lafızlarla ve beraberindeki
anlamlarla uyum halinde olduğunu görebilirsin. Bu özellikte
hiçbir ayette farklılık göremezsin. Kur'an'ın hiçbir beşerin
sözüne benzememesi ve hiçbir beşerin sözünün de Kur'an'ın sözüne
benzememesinden dolayı özel bir tarza sahip olan Kur'an'ın
üslûbundaki mucize
oluş gayet açıktır.
Yine indirilen manalara uygun
lafızların ve cümlelerin kullanılması açısından olsun,
belağatını ve manalarındaki derinliği idrak edebilenlerin
kulaklarında yankılanan lafızları karşısında Kur'an'ın önünde
boyun eğip adeta secdeye kapanır gibi olanlar açısından olsun,
ister manalarındaki derinliği ve belağatını idrak edemeyip ancak
onun lafızlarındaki uyumun, inceliğin karşısında Kur'an'ın esiri
olan, ister istemez dinleyenin kendisine boyun eğmesi açısından
olsun, Kur’an’ın mucize
oluşu açıktır. Bu
nedenle Kur'an mucizedir ve mucizevi özelliği Kıyamete kadar da
devam edecektir.