SÜNNET


 “Sünnet” ve “Hadis” aynı manaya gelir. Sünnetten kasıt; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den bize ulaşan söz, fiil ve ikrarlardır. Sahabeden mevkufen bize ulaşanlar da sünnetten sayılır. Çünkü Sahabe Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ile birlikte yaşıyorlar, onun sözlerini dinliyorlar, onun davranışlarına şahid oluyorlar, onu görerek ve işiterek onunla konuşuyorlardı.

Hadis, Şer’î bir nass sayılır. Çünkü Allahu Teâla şöyle dedi:

وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا "Resul size neyi verdiyse onu alın sizi neden alıkoyduysa ondan da sakının."[1]

وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى (3) إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى (4) عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى "O hevasından bir şey söylemez, onun söylediği ancak vahiydir. Onu müthiş kuvvetli olan öğretti."[2]

Birçok ayet mücmel olarak gelmiştir. Hadis gelip onların ayrıntılarını göstermiştir. Namazın vakitlerini ve kılınış keyfiyetini Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in fiili açıklığa kavuşturmuştur. Namaz gibi daha birçok hüküm Kur'an'da mücmel olarak gelmiş ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu mücmelleri açıklamıştır. Allahu Teâla Kur'an'da şöyle buyurmaktadır:

وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ "Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye bu zikri indirdik."[3]

Sahabe Allah onların hepsinden razı olsun Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in sözlerini dinlediler, onun fiillerine ve hallerine şahid oldular. Bir ayeti anlamada veya ayetin tefsirinde veya hükümlerden bir hükümde ihtilafa düştükleri zaman şüphelerini,  ihtilaflarını  gidermek,  aydınlığa kavuşturmak için Resulün hadislerine başvuruyorlardı.

Başlangıçta Müslümanlar hadis konusunda,  hadislerin yazılmasına önem vermeden ezberlemek ve kalplerde zaptetmekle yetiniyorlar, Allah Subhenehû ve Teala’nın kitabını ezberledikleri gibi hadisleri de ezberliyorlardı. İslâm yayılıp yerleşim yerleri genişlediğinde Sahabeler çeşitli bölgelere dağıldı, onların büyük bir kısmı öldü ve zapt azaldı. Bu nedenle hadislerin tedvinine/yazıyla tespitine şiddetle ihtiyaç hissedildi.

Hadis tedvini Sahabe asrına kadar uzanır. Çünkü birçok Sahabe hadisleri yazıyor ve yazdıklarını okuyordu.

Ebu Hüreyre'nin şöyle dediği rivayet edilir. "Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ashabı içinde benden daha çok hadis bilen yoktur. Ancak Abdullah b. Ömer müstesna. O, hadisleri yazıyordu bense yazmıyordum."

Fakat hadisleri yazan sahabeler çok az sayıda idiler. Sahabenin büyük bir kısmı İslâm'ın başlangıç yıllarında hadis yazımından alıkonmakla beraber onlar hadisleri göğüslerinde muhafaza ediyorlardı. Söyledikleri şeyler hakkında da bilgi sahibi idiler, ne dediklerini biliyorlardı.

Müslim, Sahihinde Ebu Said el-Hudri'den şu hadisi rivayet etmektedir. "Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: لا تَكْتُبُوا عَنِّي وَمَنْ كَتَبَ عَنِّي غَيْرَ الْقُرْآنِ فَلْيَمْحُهُ وَحَدِّثُوا عَنِّي وَلا حَرَجَ "Benden Kur'an'ın dışında hiçbir şey yazmayın. Kim Kur'an'ın dışında benden bir şey yazmışsa onu imha etsin. Benden duyduklarınızı başkalarına ulaştırmanızda bir sakınca yoktur"[4]

مَنْ كَذَبَ عَلَيَّ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ "Bile bile bana yalan isnad eden kimse, cehennemdeki yerini hazırlasın"[5]

Bu nedenle Sahabe hadis yazımından sakındı ve yalnızca hadisi anlamakla ve ezberlemekle yetindi. Hadis öğrenmek Sahabe için gerçekten çok önemliydi. Birçok haberleri kabul etmede Sahabenin büyük bir kısmının son derece ihtiyatlı davrandıkları sabittir.

İbn Şihab Kubeysa'dan şöyle rivayet ediyor: "Ölenin büyükannesi Ebu Bekir Radıyallahu Anhu’ya geldi ve ondan miras hakkını istedi. Bunun üzerine Ebu Bekir Radıyallahu Anhu ona şöyle dedi: Senin için Allah Subhenehû ve Teala’nın kitabında bir şey bulamıyorum. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in de senin için bir şey söylediğini bilmiyorum. Sonra orada bulunanlara bu konu hakkında bir şey bilip bilmediklerini sordu. Bunun üzerine Muğire ayağa kalktı ve şöyle dedi: Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem altıda bir veriyordu. Ebu Bekir Radıyallahu Anhu Bu konuda seninle başka kim var dedi. Muhammed b. Mesleme Muğirenin sözünü doğruladı ve bunun üzerine Ebu Bekir kadına hakkını verdi."

Cerir Ebu Nadra'dan o da Ebu Said'den rivayetine göre; سَلَّمَ عَبْدُ اللَّهِ ابْنُ قَيْسٍ أَبُو مُوسَى الأشْعَرِيُّ عَلَى عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رَضِي اللَّه تَعَالَى عَنْهمْ ثَلاثَ مَرَّاتٍ فَلَمْ يُؤْذَنْ لَهُ فَرَجَعَ فَأَرْسَلَ عُمَرُ فِي أَثَرِهِ لِمَ رَجَعْتَ قَالَ إِنِّي سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِذَا سَلَّمَ أَحَدُكُمْ ثَلاثًا فَلَمْ يُجَبْ فَلْيَرْجِعْ "Ebu Musa Ömer Radıyallahu Anhu'ma kapı arkasından üç defa selam verdi. İçeri girmesi için izin verilmeyince Ebu Musa geri döndü. Bunun üzerine Ömer Radıyallahu Anhu hemen arkasından adam gönderip onu çağırttı ve ona; ‘niçin geri döndüğünü’ sordu. Ebu Musa; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'i şöyle derken işittim: "Sizden biriniz üç kere selam verir de cevap alamazsa geri dönsün."  Bunun üzerine Ömer; ‘Bu sözünü ispatlayacak ya bir delil getirirsin ya da ben sana yapacağımı bilirim’ dedi. Biz bir yerde oturmakta iken Ebu Musa rengi solmuş bir şekilde çıkageldi ve biz ona; ‘derdin nedir?’ diye sorduk. Ebu Musa başından geçeni anlattı ve ‘sizden herhangi biriniz de bunu duydu mu?’ deyince biz de; ‘evet’ dedik. ‘Hepimiz onu işittik.’ Ardından Ebu Musa ile beraber içlerinden birini gönderdiler ve Ömer geldiğinde Ebu Musa'nın söylediği hadisi kendilerinin de Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den işittiklerini bildirdiler. Ali Radıyallahu Anhu dedi ki; "Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den bir hadis işittiğim zaman Allah Subhenehû ve Teala’nın dilediği kadar ondan faydalanırdım. Yine bir kimse bana Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir hadis söylediğinde ona yemin ettirirdim. Yemin ederse onun hadisini kabul eder doğrulardım." [6]

Bu nedenle hadis rivayetinde ve haberleri kabul etmede Sahabenin ihtiyatlı davrandıklarını ve sebatkâr olduklarını görüyoruz. Hatta Ömer Radıyallahu Anhu üç talakla kesin olarak boşanmış bir kadına nafaka ve oturmak için ev verilmeyeceğini rivayet eden Kays'ın kızı Fatıma'nın sözüne aldırmayarak şöyle demiştir: "Ezberleyip ezberlemediğini veya unutup unutmadığını bilmediğimiz bir kadının sözü ile Rabbimizin Kitabını ve Resulünün Sünnetini bırakamayız." Bu ifade, sözü söyleyen kadın olduğu için biz onu almayız anlamına gelmemektedir. Tam tersine, ezberi veya unutkanlığı hakkında bilgimiz olmayan bir kişinin sözüne bakarak Kitabı ve Sünneti terk etmeyiz anlamına gelmektedir. Buradaki illet kişinin kadın oluşu değil ezberi veya unutkanlığıdır.

Osman Radıyallahu Anhu’nun öldürülmesinden sonra fitneler ortaya çıkınca Müslümanlar ihtilafa düştüler ve birçok grup ortaya çıktı. Her grup kendi lehlerine davalarını desteklemek için hadisler çıkarmaya ve deliller istinbat etmeye başladılar. Onlardan bazıları bir hadise ihtiyaç duydukları zaman görüşlerini desteklemek için hemen hadis uydurdular, delil olarak uydurma hadisleri kullandılar. Fitneler durulup ortalık sakinleşince Müslümanlar hadis tahkikatına yöneldiklerinde uydurma hadislerin çoğaldığını gördüler ve sahih hadis ile uydurma hadisleri birbirinden ayırma işi ile uğraşmaya başladılar.

Sahabe asrından sonra gelen Tabiinler de aynı yoldan yürüdüler ve rivayet yoluyla hadislerin yayılmasına önem verdiler. Sahabenin hadislere gösterdiği önemi bunlar da gösterdiler ve bu hususta Sahabeye uydular.

Hicri yüzlü yılların başlarına gelindiğinde hilafet işlerini elinde bulunduran adil Halife Ömer b. Abdülaziz hadisin yazılmasını emretti. Bu konu ile ilgili olarak Buhari Sahihinin "Kitabu'l İlm" bölümünde şöyle der: "Ömer b. Abdülaziz, Medine'deki vali ve Kadısı Ebu Bekir b. Hazma bir mektup yazarak ona şöyle demiştir: ‘Bak ve araştır Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hadisine ait ne varsa yazdır. Çünkü ben ilmin kaybolmasından ve alimlerin gitmesinden korkuyorum. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hadisinden başkasını kabul etme. Bilenler, bilmeyenlerin de öğrenmesi ve ilmin yayılması için herkesin gelebileceği bir yerde otursunlar. Zira gizli tutulmadıkça ilim kaybolmaz."[7] Aynı şekilde büyük şehirlerdeki amillerine de yazı yazmıştır.

Ömer b. Abdülaziz'in emriyle ilk defa hadis tedvin eden kişi Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab ez-Zühri'dir. Bu şahıs, Sahabeden az bir gruptan Tabiin'in ise büyük bir çoğunluğundan hadis almıştır. Zühri'nin tabakasından sonra gelen tabakada ise hadis tedvini iyice yayıldı. Mekke’de İbn Cüreyc, Medine'de Malik, Basra'da Hammad b. Seleme, Kufe'de Süfyan es-Sevri, Şam'da el-Evzai ve onların dışında diğer İslâm topraklarında bu işlerle uğraşan birçok kimseler vardı. Bu şahısların topladığı hadis mecmuaları, Sahabe sözleri ve Tabiin'in fetvaları ile beraber Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hadisleri ile karışık bir halde tedvin edilmişti. Hicri ikinci asra kadar durum böyleydi. H. üçüncü asrın başlarına gelindiğinde hadis ravileri telifler yapmaya başladılar.

Hadis ile ilgili telif eserler imam-ı Buhari ortaya çıkıncaya kadar aralıksız devam etti. İmam-ı Buhari, hadis ilmindeki telif eseri meşhur kitabı Buhari'yi en güzel bir şekilde düzenledi. Kitabında kendi şartlarına göre sahih olan hadisleri topladı. Ondan sonra öğrencisi olan Müslim b.  el-Haccac'da Buhari'nin izi üzere aynı yolu takip etti ve meşhur kitabı, Sahihi Müslimi telif etti ve bu iki kitap "Sahihayn" diye anıldı.

Hadis imamları hadis tedvinine başladıklarında bulabildikleri hadisler arasında mevzu/uydurma olarak bilinenlerin dışında bütün hadisleri alıyorlardı. Bulabildikleri kadarıyla hadisleri senetleriyle topladılar. Ardından da, rivayetleri kabul edilebilecekler ile reddolunacakları bilmek için ravilerin durumlarını çok titiz bir şekilde incelemeye koyuldular. Rivayetin ve ravinin durumunu araştırmayı da bu araştırmalarına ilave ettiler. Çünkü adalet ve zapt özelliklerini kendinde bulunduran herkesin rivayeti de kabul edilmez. Zira onda unutkanlık, hata, yanılma gibi rahatsızlıklar da olabilir.

Hadis; tefsir, teşri, siret gibi İslâmi bilgilerin tümünü bünyesinde barındıran çok geniş yelpazeye sahiptir. Hadisi rivayet eden bir ravi ya Kur'an'dan bir ayeti tefsir eden bir hadisi, ya bir olay hakkındaki hükmü belirten bir hadisi ve ya gazvelerden bir gazve hakkındaki bir hadisi rivayet ediyordur. Müslümanlar hadisleri toplamaya başladıklarında hadis tedvini ile beraber çeşitli şehirlerde hadisle ilgili telifler de başladı.

Hadisin cemi ile yani bir araya toplanması ile Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hadislerini diğerlerinden ayırmak hedefleniyordu. Hadis toplama hareketinde canlanma başladıktan, sahih hadislerin zayıf hadislerden ayırt edilmesinden, hadis ravilerinin cerh ve tadile tabi tutulup lehlerinde veya aleyhlerinde bir hüküm verildikten sonraki yıllarda, hicri ikinci asrın başlarında hadis tefsirden apayrı bağımsız bir ilim dalı haline geldiği gibi fıkıhtan da bağımsız hale geldi.


[1] Haşr: 7

[2] Necm: 3,5

[3] Nahl: 44

[4] Müslim, Zühd ve Rekâik, 5326

[5] Buhari, İlm, 107, Cenâiz, 1209, Edeb, 5729; Müslim, Mukaddimeh, 4,5; Tirmizi, Fitne, 2183, İlm, 2583, Tefâil Kur’an, 2875; Ebu Davud, İlm, 3166; İbni Mace, Mukaddimeh, 30; Ahmed b. Hanbel, Müs. Aşereh, 551, Müs. Benî Hâşim, 2543, Müs. Mukessirîn, 3623; Daremi, Mukaddimeh, 233

[6] Ahmed b. Hanbel, Müs. Kufiyyîn,18689

[7] Buhari