Taklid


Lügatte Taklid; düşünmeden bir başkasına uymak demektir. "Falan işte onu taklit etti" denilir. Yani düşünmeden ve incelemeden ona tabi oldu.

Şeriata göre ise; taklid, bağlayıcı herhangi bir delil olmadan başkasının sözü ile amel etmektir. İlim sahibi olmayan bir kimsenin bir müctehidin sözü ile amel etmesi veya bir müctehidin kendi gibi bir müctehidin sözü ile amel etmesi birer taklittir.

Akidede ise taklid caiz değildir. Çünkü Allahu Teâla akidede taklit edenleri kınayarak şöyle buyurmaktadır:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لا يَعْقِلُونَ شَيْئًا وَلا يَهْتَدُونَ   "Onlara Allah’ın indirdiğine uyun denilince, hayır atalarımızı yapar bulduğumuz şeye uyarız derler. Ya ataları bir şey akledemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler."[1]

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لا يَعْلَمُونَ شَيْئًا وَلا يَهْتَدُونَ   "Onlara; 'Gelin Allah’ın indirdiği kitaba ve peygambere uyun' denildiğinde, 'Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter' derler. Ya ataları bir şey bilmeyen doğru yolda olmayan kimseler idiyseler."[2]

Şer’î hükümlerde taklid ise Şer'an her Müslüman için caizdir. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لا تَعْلَمُونَ    "Bilmiyorsanız zikir ehline sorun."[3]

Allahu Teâla, bilmeyen kimsenin ondan daha bilgili olan kimseye sormasını emretmektedir. Her ne kadar ayet Resulün beşer olduğunu inkâr eden müşriklerin sözlerine red olarak gelmişse de ayetin lafzı umumidir. Bu nedenle sebebin hususi olmasına değil lafzın genelliğine itibar edilir. Ayet belirli bir konuda değildir ki ayet bu konuya aittir denilsin. Ayet bilmeyen kimsenin soruyu bilen kimseye sormasını istemede geneldir. Zira ayet müşriklerden Allah Subhenehû ve Teala’nın geçmiş ümmetlere insanoğlundan başka elçi göndermediğini öğrenmeleri için ehli kitaba sormalarını istemektedir. Bu haber müşriklerin cahili oldukları bir konu olup onlardan bilen bir kimseye sormalarını istemektedir. Ayette Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ إِلا رِجَالاً نُوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لا تَعْلَمُونَ   "(Ey Muhammed!) Doğrusu senden önce de kendilerine kitaplar ve belgelerle vahyettiğimiz bir takımadamlar gönderdik. Bilmiyorsanız zikir ehline sorun."[4]

Ayette geçen "sorun" kelimesi genel olarak gelmiştir. Yani, Allah Subhenehû ve Teala’nın geçmiş ümmetlere beşerden başka bir kimseyi resul olarak göndermediğini öğrenmeniz için sorun, anlamını ifade etmektedir. "Sorun" lafzı iman ile değil "bilmekle" alakalıdır. Her ne kadar ayette geçen "zikir ehli"nden maksat ehl-i kitap ise de ifade yine genel olarak gelmiş olup bilgi sahibi olan herkesi kapsar. Müslümanlar da "zikir ehli"nden sayılır. Çünkü Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır.

وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ   "Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Zikri indirdik."[5]

İster ictihad yoluyla olsun isterse başkasından alarak olsun Şer’î hükümleri bilen kimse de ayette geçen “zikir ehlinden” sayılır. Mukallid ise bir meselede veya birçok meselede Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmünü öğrenmek için "soran kimsedir". Bu nedenle ayet taklidin caiz olduğuna delalet etmektedir.

Yine Cabir Radıyallahu Anhum'dan şöyle rivayet edilir:

"Adamın birinin başına taş isabet etti ve onun başını yardı. Daha sonra ise adam ihtilam oldu ve arkadaşlarına teyemmüm yapabilmem için bana ruhsat var mıdır? diye sordu. Onlar; Senin için teyemmüm yapabilme ruhsatı yoktur dediler. Adam bu cevap üzerine o haliyle gusletti ve başındaki yaraya suyun isabet etmesi nedeniyle öldü. Bu olayı duyan Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: إِنَّمَا كَانَ يَكْفِيهِ أَنْ يَتَيَمَّمَ وَيَعْصِرَ أَوْ يَعْصِبَ شَكَّ مُوسَى عَلَى جُرْحِهِ خِرْقَةً ثُمَّ يَمْسَحَ عَلَيْهَا وَيَغْسِلَ سَائِرَ جَسَدِهِ    "Onun teyemmüm yapması yeterdi. Başını bir bez parçasıyla bağlar, onun üzerini mesheder ve vücudunun diğer organlarını yıkardı." Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: أَلا سَأَلُوا إِذْ لَمْ يَعْلَمُوا فَإِنَّمَا شِفَاءُ الْعِيِّ السُّؤَال "Dikkat edin! Bilmiyorsanız sorunuz. Zira cahilliğin şifası sormaktır."[6] Hadisten de anlaşılacağı üzere resuleri hükmü öğrenmek için onları sormaya yöneltti.

Sahih olarak Şa'bi'den rivayet edildiğine göre; "Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ashabından altı kişi insanlara fetva veriyordu. Bunlar; İbni Mesud, Ömer b. Hattab, Ali b. Ebu Talib, Zeyd b. Sabit, Übey b. Ka'b ve Ebu Musa El Eş'ari Allah onlardan razı olsun. Üç kişi sözlerini diğer üç kişiyi dayandırıyorlardı. Abdullah b. Mesud Ömer'in sözüne, Ebu Musa Ali'nin sözüne, Zeyd de Übey b. Ka'bın sözlerine dayandırıyordu."

Bu durum aynı zamanda Sahabenin Müslümanları taklid ettiğine delalet etmektedir. Onlardan bir kısmı bir kısmını taklit ediyordu.

Kur'an'da taklidi kınayan ayetlere gelince: Bu ayetler, Şer’î hükümleri alma hususunda değil iman konusunda taklidi kınamaktadır. Çünkü ayetlerin konusu imandır. Ayetlerin nassı herhangi bir şeyle illetlendirilmiş olmaksızın yalnızca iman konusuna has ayetlerdir. Tıpkı şu ayetlerde olduğu gibi; 

وَكَذَلِكَ مَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ فِي قَرْيَةٍ مِنْ نَذِيرٍ إِلا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءَنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِمْ مُقْتَدُونَ (23) قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكُمْ بِأَهْدَى مِمَّا وَجَدْتُمْ عَلَيْهِ آبَاءَكُمْ      " Senden önce herhangi bir kasabaya gönderdiğimiz uyarıcıya o kasabanın şımarık varlıkları sadece: "Doğrusu  babalarımızı  bir  din  üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz" derlerdi. Gönderilen uyarıcı; "Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş isem de mi bana uymazsınız?"[7]

إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنْ الَّذِينَ اتَّبَعُوا وَرَأَوْا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمْ الأسْبَابُ (166) وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمْ اللَّهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنْ النَّارِ "Nitekim kendilerine uyulanlar, azabı görünce uyanlardan uzaklaşacaklar ve aralarındaki bağlar kopacaktır. Uyanlar; "Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak" derler. Böylece Allah onlara hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır."[8]

مَا هَذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ (52) قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءَنَا لَهَا عَابِدِينَ    "...Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir? demişti. Babalarımızı onlara tapar bulduk demişlerdi."[9]

Bu ayetler genel olarak her şeyde değil iman ve küfür konusunda nasstırlar. Bu ayetler herhangi bir illetle de gelmiş değildir. Bir başka nassta da bu ayetlerle ilgili herhangi bir illet yoktur.

Bu nedenle; “sebebin hususi olmasına değil lafzın genelliğine itibar edilir” denilemez. Sebep açısından bu söz doğrudur. Fakat ayetin nüzul sebebini oluşturan olay, ayetin konusu açısından böyle bir kaidenin ayete uygulanmasına imkân vermez. Burada ayetin konusuna bakılır. Bu nedenle genellik yalnızca ayetin konusu ile sınırlıdır. Bu ise ayetin konu ettiği anlamın kuşattığı her şeyde geçerlidir. Yoksa ayetin konu ettiği anlamın kapsamına girmeyen her şey için geçerli değildir.

Yine burada; “ayet, kâfirler ve iman hakkında olmakla beraber, hükmün verilmesinde illetin varlığına veya yokluğuna itibar edileceği için ayette de herhangi bir illetin bulunmaması nedeniyle, ayeti her konuda mukallidler yönünde tevil etmek doğru olur” da denilemez. Ayette herhangi bir illet yoktur. Çünkü ayet, herhangi bir illeti kapsamına almamaktadır. Ayrıca Kitap ve Sünnetten ayeti illetlendirecek herhangi bir nass da gelmemiştir.

Bu nedenle Şer’î hükümlerde taklidi men edecek herhangi nass yoktur. Aksine nasslar, Sahabe ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem dönemindeki Müslümanların hayatı, Sahabelerin hayatı gibi konuların tamamı, Şer’î hükümler konusunda taklidin caiz olduğuna delalet etmektedirler.

Taklit, âlim olan kimse için de cahil olan kimse için de geçerlidir. Çünkü Allahu Teâla taklidi “ittiba”/uymak olarak isimlendirerek ayette şöyle demektedir: إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنْ الَّذِينَ اتَّبَعُوا "Nitekim kendilerine uyulanlar uyanlardan uzaklaşacaklar.."[10]

Kişinin benimsediği Şer’î hüküm ya kendisi tarafından istinbat edilmiştir ya da başkasının istinbat ettiği bir Şer’î hükümdür. Eğer bizzat kendi istinbat etmişse o müçtehittir. Eğer başkasının istinbat ettiği bir hükmü almışsa başkasının görüşünü almış yani başkasının görüşüne uymuş demektir. Başkasının görüşüne uymak ise başkasını taklit etmek demektir. Bağlayıcı bir delili bilerek veya bilmeyerek taklit etmesi fark etmez. Öyleyse başkasına uyan kimse mukalliddir. İttiba demek, delili bilmeden, delil hakkında herhangi bir muhakeme yürütmeden müctehidin görüşüne bağlanmak demektir. Yani bir hüccetle bağlayıcı olmaksızın. Eğer delil hakkında muhakeme yapar ve delilden hüküm istinbat yönünü bilerek, hüküm istinbat yönünü ve hükmü kabul edersen, hükmün dayandığı delil senin için bağlayıcıdır ve bu durumda senin görüşün müctehidin görüşü gibidir. Dolayısıyla böyle bir halde sen tabi olan değil müctehid sayılırsın.

Burada açığa çıkıyor ki; “ittiba” taklit etmek demektir. Tabi olan kimse delili bilse bile yine mukallid sayılır.


[1] Bakara: 170

[2] Maide: 104

[3] Nahl: 43

[4] Nahl: 43

[5] Nahl: 44

[6] Eu Davud, Tahârâh, 284

[7] Zuhruf; 23,24

[8] Bakara; 166,167

[9] Enbiya; 52,53

[10] Bakara: 166