Tefsir kaynakları ifadesinden
her müfessirin, tevhid, fıkıh, belağat, tarih ve bunlara benzer
taşıdıkları şeylere göre Kur'anı tefsir etmeleri
kastedilmemektedir. Bunların hiçbiri tefsirin kaynakları
değildir. Bunlar sadece tefsirde müfessire etki eden ve onu
tefsirde belirli tarafa yönlendiren etkenlerdir.
Tefsir kaynaklarından
maksat tefsirlerinde müfessirlerin yönelmiş oldukları yöne
bakmaksızın, müfessirlerin nakilde bulundukları müracaat
kaynakları ve onlardan naklederek tefsirlerine aldıkları
şeylerdir. Tefsir kaynaklarını incelediğimiz zaman bunların üç
kaynakla sınırlı olduğunu görürüz:
1.
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
'den nakledilen tefsir:
الصَّلاةُ الْوُسْطَى صَلاةُ الْعَصْرِ
"Orta namaz ikindi
namazıdır."
şeklinde Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
rivayet edilen hadis buna bir örnektir. Yine Ali
Radıyallahu Anhu'nun;
“‘Büyük
hac günü’ hakkında Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e
sordum. Dedi ki;
يَوْمِ
النَّحْرِ
"Kurban günüdür.”
şeklindeki rivayeti,
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'e;
"Musa,
iki müddetten hangisini seçti?"
sorusunu;
قَضَى
أَكْثَرَهُمَا وَأَطْيَبَهُمَا
"En fazla ve en güzel
olanını."
şeklinde cevaplandırması da Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
yaptığı tefsire örnektir.
Ancak bu nevi rivayetlerin
sahih kitaplarda geçtiği kesinlikle bilinmedikçe nakil için
kaynak olarak güvenilmesi caiz değildir. Çünkü birçok hikâyeci
ve uydurmacı kimseler bu tür rivayetlere çok şey katmışlardır.
Bu nedenle bu çeşit rivayetlerde Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
sözlerine çok fazla yalan katıldığı için tefsir kaynağı olarak
araştırılması gereken haberlerdendir. Bu çeşit tefsir konusunda
selef/ilk dönem âlimler, yaptığı araştırmalar sonucunda elde
ettiklerinin çoğunu tamamen inkâr etmişler ve “Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
hiçbir tefsir rivayet edilmemiştir” demişlerdir. İmam Ahmed b.
Hanbel'in şöyle dediği rivayet edilir: "Üç şeyin aslı yoktur:
Tefsir, savaş ve gazve menkıbeleri."
Bu nedenle müfessirlerin gelen
rivayetlere güvenmediklerinden dolayı gelen haberlerin sınırında
kalmadıklarını, bilakis ictihadlarının kendilerini
ulaştırdıkları şeye uyduklarını görürüz. Nassın belirlediği
sınırda durmamışlardır. Tefsir konusunda Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
gelenlere Sahabeden gelenler de ilave edildi ve ortaya çıkan bu
nakledilen tefsire daha sonra tabiinden tefsir hakkında gelen
rivayetler de ilave edildi ve nakle dayanan bu türden tefsirde
zamanla önemli bir birikim meydana geldi. Bu birikim hem
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'den,
hem Sahabeden ve hem de
Tabiin'den gelen nakillerin tamamını bünyesinde topladı. Böylece
bu birikim yalnız başına tefsir olmaya yeterli hale geldi.
Birinci asırda telif edilen tefsir kitapları adeta tefsirin bu
çeşidi ile sınırlı kaldı.
2.
Tefsir kaynaklarından
biri de reydir/görüştür.
Bu, tefsirde ictihad olarak
isimlendirilir. Müfessirler, Arapça lisanını ve onun ifade
ediliş şekillerini bildikleri gibi cahiliye şiirinde, düz yazıda
vb. konulara hakimiyetleri ile Arapça kelimeleri ve bu
kelimelerin anlamlarını da biliyorlardı. Kendilerinde sahihliği
kabul görmüş ayetin nüzul sebeplerine de vakıf olarak bu
vasıtalara (Arapça ile alakalı bilgilere) önem vermek suretiyle
kavrama gücünün ve ictihadının, müfessiri götürdüğü noktalara
göre Kur'an ayetlerini tefsir ediyorlardı. Rey ile Kur'an’ı
tefsir etmek demek, ayet hakkında kişinin dilediğini ve nefsinin
arzu ettiğini söylemesi demek değildir.
Rey ile Kur'an'ı tefsir etmek
demek; şiir, düz yazı Arap adetleri ve konuşmalarından meydana
gelen cahili Arap edebiyatına dayanmak ve aynı zamanda
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
zamanında cereyan eden
olaylar, Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem
'in karşılaştığı düşmanlıklar,
çekişmeler, hicret, harp, fitneler ve bu esnada ortaya çıkan
olaylara karşı uygulanması gereken hükümlere Kur'an'ın verdiği
cevapları da dikkate alarak Kur'an’ı tefsir etmektir.
Öyleyse rey ile Kur'an-ı
tefsir etmekten kasıt, müfessirde Arapça lisanı ve olaylar
hakkında var olan bilgileri göz önünde bulundurarak Kur'an'ın
cümlelerini anlamaktır. Ancak Efendimiz Ali
Radıyallahu Anhu'nun
söylemiş olduğu "Kur'an
birçok anlamı taşır"
sözünün anlamı, Kur'an’ı nasıl tefsir etmek istersen tefsir
edebilirsin demek değildir. Bu ifadeden kasıt, bir kelime veya
bir cümle birkaç yönden tefsir edilebilir. Ancak bu yönler
cümlenin veya kelimenin taşıyabileceği anlamlarla sınırlıdır,
kesinlikle bunların dışına çıkmaz. Buna göre rey tefsiri,
kelimelerin taşıdığı anlamlarla sınırlı kalarak cümleleri
anlamaktan ibarettir. Bunun için de rey tefsiri, ictihad ile
tefsir şeklinde isimlendirilmiştir.
Müfessir olan Sahabeler rey
ile tefsir yapıyorlar ve tefsirde birinci derecede buna itimat
ediyorlardı. Sahabeler tek bir kelimenin tefsirinde bile ihtilaf
edebiliyorlardı. İbni Abbas, İbni Mesut ve Mücahid gibi
müfessirlerden gelen rivayetler de onların tefsirde kendi
anlayışlarına itimat ettiklerine delalet etmektedir. Örneğin;
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمْ الطُّورَ
"Sizden kesin söz almış ve Tur'u tepenize dikmiştik."
ayetinde geçen
الطُّورَ
"Tur"
kelimesini müfessirler farklı şekillerde tefsir etmektedirler.
Mücahid; "Tur"
kelimesini dağ olarak, İbni Abbas; “Tur Dağı” şeklinde,
başkaları da; "Tur"u
sıradağlar olarak tefsir etmektedirler. "Sıradağlar şeklinde
yayılmamışsa Tur değildir." demişlerdir. Tefsirde varolan bu
ihtilaf, nakilde var olan ihtilafın sonucu değil görüşte var
olan ihtilafların sonucudur. "Tur"
kelimesi gibi bir kelimede ihtilaflar meydana gelebildiğine göre
kelimenin anlamı üzerinde değil de cümlenin delalet ettiği
anlamda ortaya konan görüşte ihtilafların olması elbette ki
doğaldır. Bu nedenle müfessirler, kelimelerin anlamları üzerinde
ihtilaf ettikleri gibi ayetlerin anlamları üzerinde de ihtilaf
etmişlerdir. Sahabe tefsiri, özellikle de meşhur müfessirlerin
tefsirleri incelendiğinde onların tamamının tefsirde reye itimat
ettikleri görülür.
Reye dayalı tefsirden sakınarak
yalnızca nakle dayalı tefsir ile yetinen kimseler hakkında bazı
kimselerin naklettikleri haberlere gelince:
Bunlar tefsiri istenen Arapça
kelimeler ve ayetin nüzul sebebini oluşturan olaylar hakkında
gerekli olan bilgileri elde edememiş yani tefsir malzemelerini
henüz tamamlayamamış kimseler için söylenebilir. Yoksa yalnızca
tefsir hakkında nakil olunan haberle sınırlı kalarak, insanların
anlamaları için indirilmiş olan Kur'an’ı anlamaktan kaçınılamaz.
Bu hususta gelen nasslara
bakıldığında bu sakınmanın sebebi açığa çıkmaktadır. Kur'an'dan
bir şey sorulduğunda Said b. El Müseyyeb'in şöyle dediği rivayet
olunur: Ben "Kur'an hakkında bir şey söylemiyorum." Bu ifade,
rey ile Kur'an’ı tefsir etmeye karşı söylenmiş bir söz değil,
sadece onun Kur'an’ı rey ile kaçınarak tefsir ettiğini gösteren
bir ifadedir. İbni Sirin der ki: Ebu Ubeyde'ye Kur'an'dan bir
şey sorduğumda şöyle dedi: "Allah'tan kork, sana doğruluk
yaraşır. Kur'an'ın hangi şey hakkında indiğini bilenler bu
dünyadan göçtüler." Ebu Ubeyde'nin Sahabelerin büyüklerinden
olduğu herkes tarafından bilinmektedir. O, doğru hareket etmenin
ve Kur'an'ın ne hakkında indiğini bilmenin gerekliliğine işaret
etmektedir. Kur'an hakkında söz söylemekten sakınmanın ve
takvanın sebebini Ebu Ubeyde sözünde şöyle ifade etmektedir:
"Sana doğru olmak yakışır. Kur'an'ın ne için indiğini bilen
kimseler bu dünyadan göçüp gittiler." Doğruluğu ve Kur'an'ın ne
için indiğini öğrenmek maksadıyla araştırma yapanlar da
görüşlerini ve ictihadlarını söyleyeceklerdir. Bu nedenle tefsir
konusunda Sahabelerin iki gruba ayrıldığını söyleyemeyiz. Yani
bir grup Sahabenin rey ile tefsir yapmaktan sakındığını ve diğer
bir kısmın ise rey ile Kur'an’ı tefsir ettiğini söyleyemeyiz.
Bilakis Sahabeler Kur'an’ı rey ile tefsir ettiklerini
söylüyorlardı. Sahabeler açıklamak istedikleri Kur'an'dan bir
ayetin cümleleri veya kelimeleri hakkında kesin bir bilgiye
sahip olmadan rey ile Kur'an’ı tefsir etmekten kaçınıyorlardı.
Tabiin'de de durum aynıydı.
Sahabe ve Tabiinden sonra
gelenlerden bir kısmı bu sözleri duyduklarında bunları, rey ile
Kur'an’ı tefsir etmekten sakındıran ifadeler olarak anladılar ve
Kur'an hakkında rey ile bir şey söylemekten kaçındılar. Bir
kısmı ise Sahabelerin rey ile tefsir yaptığını görerek bunlar da
rey ile tefsir yaptılar. Böylece tefsir âlimleri iki kısma
ayrılmış oldu:
a-
Rey ile tefsirden sakınan ve yalnızca nakle dayalı tefsirle
yetinenler,
b-
Rey ile tefsir yapanlar.
Ancak Sahabe ve Tabiin
kesinlikle iki gruba ayrılmadılar. Onlar, Kur'an hakkında hem
nakle hem de reye dayalı olarak bildiklerini söylüyorlardı.
Bilgiye güvenmedikleri ve bilmedikleri sürece rey ile Kur'an
hakkında bir şey söylemekten ise sakınıyorlar ve uzak
duruyorlardı.
3.
İsrailiyat:
Müslüman olduklarını söyleyip
İslâm'a giren Yahudi ve Hıristiyanlar arasında Tevrat ve İncil
hakkında bilgi sahibi olan kimseler de vardı. Özellikle de
Yahudilerin çoğunluğu inanmayarak İslâm'a girdiler. Çünkü
Yahudiler Hıristiyanlara oranla Müslümanlara daha fazla kin ve
düşmanlık besliyorlardı. Bu âlimlerden (Tevrat ve İncil hakkında
çok fazla bilgileri olanlardan) İsrailiyata ait birçok haber
Müslümanlar arasına sızdığı gibi ayetlerin açıklamasını
tamamlamak için Kur'an tefsirine de sızdı. Böylece İsrailiyat,
akılları ve eğilimleri etkisi altına aldı ve birçok Kur'an
ayetini işitenler bu ayetler çevresinde İsrailiyatın etkisi ile
sorular sormaya başladılar.
Ashab-ı Kehf'in köpeğinin
kıssasını işittiklerinde; ‘köpeğin rengi nedir?’ dediler.
فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا
"Sığırın bir parçası ile ona vurun."
ayetini işittiklerinde; ‘onunla bazısına vurdukları şey nedir?’
diye sormaya başladılar.
فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ
عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا
"Bu arada ikisi -katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve
kendisine ilim öğrettiğimiz- kullarımızdan birini buldular."
ayetini
okuduklarında; ‘Musa ile buluşan ve ondan kendisine hayra
götürecek şeyleri öğretmesini isteyen o salih kul kimdir?’
sorusunu sordular ve Hızır Kıssası da işte buradan çıktı.
İşte böylece hikâyeler,
Yahudilere ve Hıristiyanlara ait haberler peşpeşe sıralanıyor ve
bunlar hakkında sorular soruluyordu. Bu türden olmak üzere
“Salih Kulun” öldürdüğü çocuğun kim olduğu, geminin ve onları
misafir etmeyen köyün hangisi olduğu hakkında soruların var
olduğu görülmektedir. Yine Musa
Aleyhisselam
ile Şuayb
Aleyhisselam
kıssası hakkında, Nuh'un gemisinin büyüklüğü vb. konular
hakkında sorular sorulmaktaydı. Onların bu tür sorulara cevap
vermeleri ve bu konudaki bilgileri elde etme arzuları, onları
Tevrat'a ve Tevrat'ta bu konular hakkında yazılmış olan
açıklamalara götürdü.
İslâm'a iyi niyetle ve kötü
niyetle giren Yahudilerden nakledilen haberler, hikâyeler,
uydurma şeyler böylece tefsirlere sokuldu. Müslüman olan
Hıristiyanlardan bir kısmı da İncil hakkındaki hikâyeleri ve
haberleri tefsirlere soktular. Ancak bunlar Yahudilerin
sokuşturduklarına oranla azdır.
İşte, böylece hikâyeler ve
haberler hakkında söylenen birçok şeyle, tefsirde büyük bir
yığın meydana getirdiler. Hatta bunlar nakli tefsir olarak
rivayet edilenleri de aştı. Birçok tefsir kitabı diğer ümmetlere
ait haberler ve kıssalarla, İsrailiyatla dolup taştı. Bunları
tefsirlere sokanların en meşhurları Ka'b-ul Ahbar, Vehb b.
Münebbih, Abdullah b. Selam ve diğerleridir. İşte, böylece
İsrailliyat, kıssalar ve diğer haberler müfessirler nezdinde
tefsir kaynaklarından bir kaynak haline geldi.
|