Sahabeler, Kur'an ayetlerini ya
kendi ictihadlarına dayanarak ya da Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
işiterek tefsir etmişlerdir. Çoğu zaman ayetin nüzul sebebini ve
kimin hakkında indiğini de açıkladılar. Onlar bir ayetin
tefsirinde, ayetten anladıkları sözlük anlamını açıklamada en
kısa ifadelerle yetiniyorlardı. Örneğin;
وان
تستقسموا بالأزلام
ayetini şöyle tefsir ediyorlardı:
Cahiliyede yaşayan insanlar
yolculuğa çıkmak istediklerinde eline bir ok alarak şöyle
diyordu: Bu ok çıkmayı emrediyor. Eğer yolculuğa çıkarsa o hayra
isabet edecektir. Eline bir başka ok daha alıyor eğer onda çıkma
diye yazıyorsa bu kişi yolculuğunda hayra isabet etmeyecektir
diyorlardı. Ve ikisi arasında nasipsiz fal oku da alıyorlardı.
İşte Allah
Subhanehû
ve Teala
bu ayetle bu türden
hareketleri yasaklamıştır.
Eğer ayetin nüzul sebebini ve
kimin hakkında indiğini de zikrederlerse daha fazla açıklama
yapmış oluyorlardı. Örneğin; İbni Abbas, Allahu Teâla'nın;
لرادك
الى معاد
“Elbette seni
dönülecek yere döndürecektir.”
ayetini "Mekke'ye" şeklinde açıklıyordu. Ebu Hüreyre
إِنَّكَ
لا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ
“Muhakkak ki sen
sevdiğini hidayete erdiremezsin.”
ayetini; “Amcası
Ebu Talib'in Müslüman olmasını isteyen Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem
hakkında inmiştir"
şeklinde açıklıyordu.
Sahabelerden sonra gelen
Tabiin, Sahabelerin bu türden tefsirlerini rivayet ettiler.
Tabiinden bazı kimseler tefsirde ictihad veya işitme yoluyla
Kur'an'ın bazı ayetlerini bizzat kendileri tefsir etmiş veya
nüzul sebeplerini zikretmişlerdir.
Tabiinden sonra gelen âlimler
Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili haberleri de naklederek
tefsirde bir genişleme meydana getirdiler. Daha sonra ise her
asırda ve her nesilde müfessirler Kur'an’ı tefsirde birbirlerini
takip ettiler ve her dönem tefsir sahasını bir önceki döneme
oranla daha da genişlettiler.
Müfessirlerin bir kısmı
hükümler istinbat etmek için Kur'an ayetlerini incelemeye,
açıklamaya devam ederken bir kısım “cebr” ve “ihtiyar”
konularındaki mezhebi görüşlerine göre ayetleri tefsir etmeye,
bir başkaları ise yasamada, kelam ilminde, belağatta, sarf ve
nahivde ve benzeri konularda kendi görüşlerini ispatlamak için
Kur'an ayetlerini tefsir etmeye başladılar.
Sahabe asrından günümüze kadar
geçen süre içerisinde çeşitli asırlarda yapılan tefsir
çalışmaları incelendiğinde her asırdaki tefsir çalışmalarının,
içerisinde bulundukları çağdaki ilmi hareketlerden etkilendiği,
o çağda bulunan görüşlerin, nazariyelerin ve mezheblerin
görüşlerinin tefsirlere yansıdığı görülmektedir. Bu nedenle
içerisinde bulunduğu çağda egemen olan görüşlerden, hükümlerden
ve düşüncelerden etkilenmemiş pek az sayıda tefsir vardır.
Ancak bu tefsirlerin tamamı ilk
günden itibaren yani Sahabe asrından itibaren tefsir
kitaplarında telif edilmemişti. Her asırda farklı bir hale
intikal ederek günümüze kadar ulaşmıştır.
Başlangıçta tefsir, hadisten
bir parça ve hadis bölümlerinden bir bölüm idi. Hadis, İslâmî
bilgilerin tamamını bünyesinde toplayan geniş bir sahayı
oluşturuyordu. Hadis ravisi fıkhi bir hükmü içeren bir hadisi
rivayet ettiği gibi, Kur'an'dan bir ayeti tefsir eden bir hadisi
de rivayet ediyordu. Abbasi döneminin başlangıcı ile Emevi
döneminin sonlarına gelindiğinde yani hicri ikinci asırda
müellifler, bir konu ile ilgili birbirine benzer hadisleri
toplayarak diğerlerinden ayırmaya başladılar. İçeriğinde
fıkıhla, tefsirle ilgili bilgileri barındıran hadisler
birbirinden ayrıldı. Böylece hadis, siret, tefsir ve fıkıh gibi
ilim dalları doğdu. Tefsir ilmi diğer ilim dallarından ayrı
olarak okunan bağımsız bir ilim dalı haline geldi. Ancak
başlangıçta tefsirler, Kur'an ayetlerinin mushafta sıralanışı
gibi düzenli bir şekilde bir sıra takip edilerek yazılmamıştı.
Hadiste olduğu gibi çeşitli ayetlere ait tefsirler şurada burada
dağınık bir şekilde bulunuyordu. Hadis ilmi ile tefsir ilmi
birbirinden ayrılıncaya ve başlı başına bir ilim dalı haline
gelinceye kadar bu durum aynen devam etti.
Tefsir bağımsız bir ilim dalı
halini aldıktan sonra Kur'an tefsiri, mushafın tertibine göre
Kur'an'dan her bir ayetin veya ayetten bir parçanın tefsiri
düzenli bir şekilde yapılmaya başlandı.
Kur'an'ı ilk defa ayet ayet
tefsir eden ve birbiri ardına bunları sıralayarak bir tefsir
ortaya koyan Hicri 207 yılında vefat eden el-Ferra'dır. el
Fihrist isimli kitabında İbni Nedim şöyle der: "Ömer b. Bekir,
El-Ferra'ya bir mektup yazdı ve ona şöyle dedi: El Hasan b.
Sehl, Kur'an'dan bana bir şey sorduğunda yanımda ona cevap
verecek bir şey bulamıyorum. Eğer bu konuda bana bir usul toplar
veya bu konuda bir kitap yazarsan yazdıklarını bana gönder.
Bunun üzerine Ferra' arkadaşlarına: Bir araya gelin de size
Kur'an'la alakalı bir kitap yazdırayım dedi ve onlar için bir
gün tayin etti. Hazır olduklarında onların yanına geldi.
Mescidde ezan okuyan ve namazda insanlara Kur'an okuyan bir adam
vardı. Ferra' o adama yöneldi ve ona; Fatiha'yı oku da onu
tefsir edeyim sonrada Kur'an'ın tamamını tamamlarız, dedi. Adam
Fatiha'yı okudu, Ferra da tefsir etti. Bu nedenle Ebu'l Abbas;
"Ferra'dan önce hiç kimse Kur'an'ı böyle tefsir etmedi. Bundan
daha fazlasını yapacak kimse olduğunu da sanmıyorum.” dedi.
Ferra'dan sonra Hicri 310
senesinde vefat eden ve meşhur tefsiri "Taberi"yi yazan İbni
Cerir et-Taberi geldi. İbni Cerir'in tefsirinden önce İbni
Cüreyc'in tefsiri gibi meşhur olmuş tefsirler vardır. İbni
Cüreyc'in tefsiri, sahih olan olmayan ayırımı yapmadan
buldukları hadisleri toplayan ilk muhaddislerin hadis toplama
işine benzemektedir. Derler ki; "İbni Cüreyc her ayet hakkında
rivayet edilenlerin sahih veya sakim (sahih değil) olmasına
bakmadan hepsini toplamıştır."
Hicri 127 de vefat eden es
Süddi'nin ve Hicri 150 yılında vefat eden Mukatil'in tefsiri de
aynı tür tefsirlerdendir. Abdullah b. Mübarek, Mukatil'in
tefsiri hakkında şunları söylemektedir: "Eğer güvenilir olsaydı
onun tefsiri ne kadar güzel bir tefsirdir."
Muhammed b. İshak'ın tefsiri de
böyledir. Muhammed b. İshak tefsirinde, Vehb b. Münebbih, Kabu'l
Ahbar ve bunların dışında Tevrat'tan, İncil'den rivayetlerde
bulunan ve onları şerh eden kimselerin sözlerini zikretmekte,
Yahudilere ve Hıristiyanlara ait haberleri nakletmektedir.
Bununla beraber bu tefsirler
bizlere ulaşmamıştır. Ancak Tefsirinde Yahudilere ve
Hıristiyanlara ait haberlerden en fazla bulunan kişi ibni Cerir
et Taberi'dir. Daha sonra Kur'an'ı kâmil bir sıralama ile
düzenlenmiş eksiksiz kitaplarda tefsir eden müfessirler
birbirlerini takip ettiler.
Tedvin edilmiş olan tefsir
kitaplarını dikkatlice inceleyen kimse müfessirlerin bu
tefsirlerde farklı yönleri takip ettiklerini gözlemler.
-
Onlardan kimi Kur'an'ın yüceliğini ve diğerlerinden farklılığını
anlatabilmek için tefsirinde Kur'an'daki belağat çeşitlerine,
anlamlarına, üslûblarına daha çok önem vermişler ve
tefsirlerinde bu yön ağırlık kazanmıştır. Keşşaf isimli tefsirin
sahibi Muhammed b. Ömer ez-Zemahşeri bunlardandır.
-
Tefsir-i Kebir ismi ile meşhur olan Fahreddin er-Râzi gibi bir
kısım müfessirler ise tefsirlerinde akaid kaidelerine, asılsız
haberlerle mücadeleye önem vermişti.
-
Ahkâm-ul Kur'an isimli tefsiri ile meşhur, el-Cassas lakabı ile
bilinen Ebu Bekir er-Râzi gibi birtakım müfessirler ise
tefsirlerinde ahkâm ayetlerine ve bu ayetlerden hükümlerin
istinbatına önem vermiş, Şer'i hükümlerin ele alınmasını ön
plana çıkarmışlardır.
-
Babu't Te'vil Fi Meani't Tenzil isimli tefsirinde el-Hazin
lakabı ile bilinen Alaaddin b. Muhammed el-Bağdadi es-Sufi gibi
bir kısım müfessirler ise, geçmiş kavimlerin kıssalarını
inceleyerek tarih ve İsrailiyata ait kitaplardan dilediklerini
Kur'an kıssalarına ilave etmiş, Şeriata muhalif olup olmamasını,
akla uygunluğunu ve Kur'an'ın kat'i ayetleri ile çelişip
çelişmediğini inceleyip araştırmadan, değerli ve değersiz
işittikleri her şeyi tefsirlerinde toplamışlardır.
-
El-Beyan tefsirinin Sahibi Şeyh Tabressi, et-Tibyan tefsirinin
sahibi Şeyh et-Tusi gibi bir takım müfessirler ise kendi
mezheblerinin görüşlerini desteklemeye önem vermiş ve ayetleri
bağlı olduğu grubun görüşlerini destekleyici bir şekilde tefsir
etmişlerdir. Bu iki müfessir, akaidde ve hükümlerde şia
mezhebinin görüşlerini desteklemişlerdir.
-
Bir kısım müfessirler ise tefsirde, hiçbir tarafa bakmadan
Kur'an anlamlarını ve hükümlerini açıklamaya önem vermişlerdir.
Bu müfessirlerin tefsirleri, tefsirde temel tefsir kitapları
olarak itibar görür. Tefsirde ve diğer konularda imamlardan
sayılırlar. İbni Cerir Et Taberi'nin, Ebu Abdullah Muhammed El
Kurtubi’nin ve En-Nesefi'nin tefsirleri bu türden tefsirlerdir.
Ancak yirminci asırda ve çöküş
asrının sonlarında yazılan Muhammed Reşid Rıza, Tantavi Cevheri,
Ahmed Mustafa el-Meragi ve daha bir çoklarının yazdıkları
tefsirlere gelince, bunlar hiçbir şekilde tefsirlerden sayılmaz
ve onlara güvenilmez. Zira bu kişilerin tefsirlerinde birçok
ayette Allah Subhenehû ve Teala’nın dinine açıkça
saldırı vardır. Örneğin Muhammed Reşid Rıza tefsirinde;
وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ
الْفَاسِقُونَ "Allah’ın
indirdikleri ile hükmetmeyenler fasıklardır."
ayetini tefsir
ederken Hindistan'da yaşayan Müslümanların İngiliz kanunlarını
almalarına ve İngiliz yargı hükümlerine boyun eğmelerine cevaz
vermektedir. Eş-Şeyh Muhammed Reşid Rıza "El-Menar" ismi ile
meşhur Kur'an’ı Hakim tefsirinin altıncı cildinde Maide
suresindeki;
وَمَنْ
لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ
الْفَاسِقُونَ "Allah’ın
indirdikleri ile hükmetmeyenler fasıklardır."
ayetini 406–409. sayfalarda tefsir ederken kendisine sorulan;
"İngiliz kanunları ile hükmeden bir İngiliz'in yanında çalışan
bir Müslüman’ın orada Allah Subhenehû ve Teala’nın
indirdiklerinin dışındaki kanunlarla hükmetmesi caiz midir?
sorusunu uzunca bir cevapla aynen şöyle cevaplandırmaktadır:
"Daru'l Harb, İslâm
hükümlerinin uygulanacağı bir yer değildir. Bu nedenle, dinde
Müslümanları fitneye düşmekten emin kılacak bir maslahat veya
bir özrün bulunması durumu müstesna, oradan hicret etmek
vaciptir. Hükümet işlerinin üstlenilmesi gibi bir yolla
Müslümanların çıkarlarını koruyacak, İslâm'ın nüfuzunu
kuvvetlendirecek bir vesilenin olmadığı bir durumda ve özellikle
de İngiliz hükümeti gibi milletler ve halklar arasında adalete
daha yakın ve kolaylaştırıcı, toleranslı bir hükümetin hakim
olduğu bir bölgede, gücü yettiğince İslâm hükümlerini
kuvvetlendirebilecek ve Müslümanlara hizmet edebilecek bir
kimsenin ikamet etmesi gerekir. Birçok konuda işleri hakimlerin
ictihadına bıraktığı için bu devletin (İngiltere'nin) kanunları
İslâm Şeriatına, diğer devletlerin kanunlarından daha fazla
yakındır. İslâm'da kadılık yapmaya ehil olan bir kimse iyi bir
niyet ve sağlam bir kasıtla Hindistan'da hakimlik görevinde
bulunsa Müslümanlara büyük hizmetlerde bulunabilir. İlim ve
basiret sahibi kimseler, yargı ve yargı dışındaki hükümet
işlerini, küfür kanunları ile hükmetmenin günah olacağı
düşüncesiyle terk ederlerse Müslümanların dini ve dünyevi
işlerinin önemli bir kısmının yok olup gideceği açıkça
ortadadır" ve devamla; "Hindistan'daki Müslümanların İngiliz
hükümetinde böylesi bir görev almaları ve İngiliz kanunları ile
hükmetmeyi kabullenmeleri de yukarıda anlatılanlardandır.
Böylesi bir amel, bir ruhsattır ve Müslümanların çıkarlarını
korumayı, İslâm'ı desteklemeyi kasteden bir azimet durumu yoksa
iki zarardan/günahtan daha hafif olan bir günah işlenir kaidesi
kapsamına girer."
Bu tür tefsirlere itibar
edilmez.
Kur'an'da sonradan ortaya
çıkan ilimlere ve bilgilere de yer verilmiştir diyerek Kur'an'ın
onları açıkladığına delil olmak üzere tefsirini hayvan ve kuş
resimleri ile dolduran Tantavi Cevheri'nin tefsiri de güvenilir
olmayan tefsirlerdendir.
Şeytanların ve meleklerin
varlığını inkâr eden ve Kur'an'daki bu konu ile ilgili ayetleri
tevil ederek yaptığı tefsir ile kâfir olan ve İslâm'dan çıkan
Mustafa Zeyd'in tefsiri de böyledir.
Bunlar ve benzeri bütün
tefsirler Müslümanlarca tefsir kitaplarından sayılmazlar ve
tefsirlerine de itibar olunmaz.
|