İslâmî
tarihten ilk önem verilen şey Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem’in
Siyreti/siyeri
ve ona tâbi olan savaşlar olmuştur. Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem’in
doğumu, büyümesi, İslâm’a daveti, müşriklere karşı yaptığı
cihad ve savaşlarla ilgili olarak hayatı hakkındaki bilgiler,
Sahabe, Tabiin ve ondan sonrakilerin rivayet ettikleri
Hadislere dayandırılmaktadır. Kısaca siyer, Resulullah
Sallallahu Aleyhi
Vesellem’in
doğumundan vefatına kadar geçen sürede geçen olaylar hakkında
verilen haberleri içermektedir.
Nebi
Sallallahu Aleyhi
Vesellem’in
tarihi, rivayet edilen Hadisler içerisine dahildi. Muhaddisler
kendilerine ulaşan Hadisleri belli bir düzene sokmadan
topladıkları için onların döneminde bu konu ile ilgili Hadisler
dağınık bir şekilde bulunuyordu. Hadisler bölümler halinde
düzenlenmeye başlanıldığında Siyer de bağımsız bir başlık
altında toplandı. Sonra ise siyerle ilgili bu bölümler Hadisten
ayrılarak özel kitaplar haline getirildi. Ancak muhaddisler
siyerle ilgili haberleri kendi bölümleri içerisinde tutmaya
devam ettiler. Buhari’de Kitabu’l Meğazi, Müslim’de Kitabu’l
Cihad ve’s-Siyer bölümleri vardır.
Birçok
kimse Siyer hakkında kitaplar yazdılar. Ancak ilk müellifler
arasında Siyret yazanlardan bize önce ulaşan kitap İbni İshak’ın
“Kitabu’l Meğazi” isimli kitabıdır. H. 153 yılında vefat eden
Kitabu’l Meğazi’nin müellifi Muhammed b. İshak b. Yesar, Meğazi
müelliflerinin en meşhuru sayılır. Hatta Şafii’nin şöyle dediği
rivayet edilir: “Meğazi konusunda geniş bilgi sahibi olmak
isteyen kimse Muhammed b. İshak’a muhtaçtır.”
İbni
İshak’dan sonra ise El Vakıdi gelir. H. 209 senesinde vefat eden
Muhammed b. Ömer b. Vakid el Vakidi, Meğazi konusunda İbni
İshak’a yakın bir seviyede bilgiye sahiptir. Tarih ve Hadis
konusunda büyük bir bilgiye sahipti. Ancak ömrünün sonuna doğru
karıştırdığı rivayet edilir. Bu nedenle de muhaddislerden
birçoğu onu zayıf görürler. Buhari Vakıdi hakkında şöyle der:
“Onun Hadisi münkerdir” Ancak muhaddisler Meğazi konusundaki
ilminin genişliği noktasında onu kötülemezler. Ahmed b. Hanbel
ise; “O Meğazi’yi iyi bilir” der. Vakıdi, Meğazi konusunda bir
kitap yazmıştır ve İbni Sa’d “et-Tabakat” isimli kitabında
Siyretten bahsederken ondan alıntılar yapmıştır. Aynı şekilde
Taberi de ondan alıntılar yapmıştır.
Siyer
müelliflerinin en meşhurları H. 218 yılında vefat eden İbni
Hişam ile H. 230 yılında vefat eden Muhammed b. Sa’ddır.
Müslümanlar sürekli olarak Siyrete önem vermişlerdir. Hatta
günümüzde bile bu önem vardır. Siyret, Müslümanların önem
vermeleri gereken şeylerin başında gelmektedir. Çünkü o,
amelleri, sözleri, sükûtu, nitelikleri ile ilgili olarak
Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem’in
haberlerini içermektedir ki bunların tamamı Kur’an gibi hüküm
kaynağıdır. Siyret, Şer’î hüküm kaynaklarından bir kaynaktır. Bu
nedenle de Hadisten bir parça sayılır. Zira Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem’den
rivayet ve dirayet açısından sahih olarak bize ulaşanlar Şer’i
delil sayılır. Çünkü o Sünnettendir. Üstelik Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem’e
uymak, Allah
Subhanehû
ve Teala
tarafından emrolunduğumuz bir iştir. Allahu Teâla şöyle
demektedir:
لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ
“Allah’ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır.”
Dolayısıyla Siyrete önem vermek ve ona tabi olmak Şer’i bir
iştir. Ancak ilk dönemlerde Siyret hakkında telif eserler
yazanlarla daha sonraki asırlarda gelenlerin Siyret hakkında
yazdıkları eserlerin yazılış metodu arasında şu fark vardır:
İlklerin
Siyrette ve tarihteki metodları haberleri rivayet etmeye
dayanıyordu. Tarihçiler şifahi olarak anlatmaya başladılar. İlk
nesil, Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem’in
şahid oldukları amellerini ve davranışları hakkında rivayet
edenlerden duyduklarını başkalarına rivayet ediyorlardı.
Onlardan sonra gelen nesil de onlardan alarak bunu taşıdılar.
Bunlardan bir kısmı şu anda bile Hadis kitaplarında görüldüğü
üzere çeşitli Hadisleri kayıt ettiler.
İkinci asra gelindiğinde ise;
âlimlerden bir kısmının Siyret ile ilgili haberleri toplamaya
başladıklarını, onları bir araya getirdiklerini ve böylece de
tamamen Hadis rivayetinde olduğu gibi ravinin ismini, kimden
rivayet ettiğini zikrederek rivayet yoluyla kitaplar
yazdıklarını gördük. Böylece de Hadis âlimleri ve tenkitçileri,
ravileri ve senedi bilmelerine binaen Siyret hakkında, kabul
edilebilen doğru haberlerle Merdud haberleri bilme imkânına
sahip oldular. İşte bu, sahih olduğu zaman Siyretle delil
göstermek de kendisine dayanılandır/itimat edilendir.
Çağdaş
Siyret yazarları ise böyle değildir. Bunlar ravilerini
zikretmeden yalnızca haberleri aktarmakla yetinmektedirler. Bu
nedenle Siyrete kaynak olarak çağdaş yazarların kitaplarına
itimad edilmez. Ancak yazar güvenilir bir kimse olup aynı
zamanda da Siyretle ilgili olarak rivayet edilen haberleri
inceleyerek yazıyorsa itimad edilir. Aksi takdirde sözüyle delil
getirilmez. Bilakis kitabında zikrettiği olayları doğru olarak
öğrenebilmek için rivayet yoluyla yazılı Siyret kitaplarına veya
Hadis kitaplarına başvurulur. Çünkü Nebi
Sallallahu Aleyhi Vesellem’e
ait haberler Sünnetten sayılır ve ancak sahih olduğu zaman
alınabilir.
Sirete
yönelmelerinin yanında tarihçilerin yöneldikleri ikinci bir
durum daha vardır. Bu olay, Müslümanlar arasında cereyan eden
harpler, Müslümanların diğer ümmetlerle yaptıkları savaşlar ve
bunlara bağlı olarak gerçekleşen fetihler ve olaylar hakkındaki
tarihi ve İslâmî olaylar. Bu konuda bir grup tarihçi meşhur
olmuştur. Bunların başında H. 170 yılından sonra vefat eden Ebu
Mahnef Lut b. Yahya b. Said b. Mahnef b. Selim el-Ezdi
gelmektedir. Yazdığı en meşhur kitaplar. “Futuhu’ş Şam”,
“Futuhu’l Irak”, “el-Cemel”, “Sıffin” ve “Maktel el-Hüseyin”
isimli kitaplardır. Her kitabın bir meseleyi açıkladığı
görülmektedir. Bu şahsa ait sahih kitaplardan İbn Cerir
et-Taberi’nin tarihinde naklettiklerinden başka bir şey
kalmamıştır. Muhaddislerden birçoğu onu kötüleyerek o bilinmeyen
bir cemaattan rivayette bulunuyor demişlerdir.
El-Medaini de meşhur tarihçilerindendir. H. 225 senesinde vefat
eden bu tarihçinin ismi Ali b. Muhammed el-Medaini’dir. Nebi
Sallallahu Aleyhi
Vesellem’in
hayatı, Kureyş, kadınlar ve halifeler hakkında yazılmış
kitapları vardır. Saleb en-Nahvi onu tanıtırken şöyle der:
“Cahiliye dönemine ait haberleri öğrenmek isteyen kimse Ebu
Ubeyde’nin kitaplarını okusun İslâm’la ilgili haberleri öğrenmek
isteyen kimsenin de el-Medaini’nin kitaplarını okuması gerekir.
Muhaddisler onu kötülemezler.” Meşhur Hadis ricali tenkidini
yapan Yahya b. Muin, onun hakkında şöyle der: “O güvenilir bir
kimsedir.”
Tarihi
eserlerin yazımı da Siyret kitaplarının yazımında olduğu gibi
şifahi olarak başlamıştır. Daha sonra ise bu olaylara şahid olan
ilk nesil bunları rivayet etmeye başladılar. İlk nesilden sonra
gelen nesil de onlardan aldıkları bu rivayetleri kendilerinden
sonrakilere taşıdılar. Sonra da olaylar tedvin edilmeye/kayda
geçmeye başladı. Haberlerin, olayların rivayet edilmesi
açısından Siyrette uygulanan metodun aynı, İslâmî Tarihin
yazılmasında da uygulanmıştır. Bu nedenle Taberi gibi, olayları
sened zinciri ile aktaran eski tarih kitaplarını bulmak
mümkündür. Rivayetlerin birkaç yoldan geldiği de olmuştur. Çünkü
onların yazmakta takip ettikleri metod rivayet esasına
dayanmaktadır.
Tarih
konusunda birinci asırdan beri Müslümanlarda görülen bir başka
durum daha vardır ki bunu da İran, Rum ve benzeri kavimlerin
hayatıyla, Hıristiyanlık ve Yahudilerin tarihleriyle ilgili
olarak yazılan haberler oluşturmaktadır. Ancak bu konular
Siyretten ve İslâm tarihinden daha az incelenmiştir. Tarihçiler
bu türden tarihi bilgiler hakkında diğer ümmetlerin rivayet
ettikleri haberlere itimad etmişlerdir. Raviler döneminden uzak
olması, nakilde gerekli dikkatin gösterilmemesi nedeniyle tarih
kitaplarının bu bölümü her ümmetin kendilerine ait haberleri
artırmak istemeleri sonucunda hurafelerle, uydurma hikâyelerle
dolmuştur.
Özetle,
Müslümanların tarih yazmada takip ettikleri metod ya doğrudan
doğruya olayları gören kimseden rivayet etmekle ya da olaylara
şahid olan kimseden haberi alarak kitabında olaya yer veren
kimseden rivayet şeklinde gerçekleşen sahih bir metod olmakla
beraber Müslümanlar, İslâm tarihinde de diğer ümmetlerin tarihi
ile ilgili konularda da önemli bir mesafe katetmemişlerdir.
Ancak, onların diğer ümmetlerin tarihleri ile ilgili konularda
zayıf rivayetlere itimad etmeleri nedeniyle kitaplar uydurma
hikâyeler ve kıssalarla dolup taştı. Hadis ve Siyrette ravileri
inceledikleri gibi İslâm tarihinde ravileri incelemediler.
Halifeler ve valiler hakkındaki haberlerle yetinerek toplumun ve
insanların durumları ile ilgili haberlere önem vermediler. Bu
nedenle İslâmî tarih, toplum veya devlet hakkında kâmil bir
tablo ortaya koymamaktadır. Bu tür bilgileri, Siyret
kitaplarını, Sahabe ve Tabiin hakkındaki haberlerin rivayet
edildiği Hadis kitaplarının incelenmesinden sonra almak ancak
mümkündür.
İslâmî
tarih kitaplarının incelenmeye, gözden geçirilmeye muhtaç olduğu
bir gerçektir. Tarih kitaplarında yer alan olaylar, bu olayları
rivayet eden ravilerin ve senetlerinin incelenmesinde takip
edilen metodun ve aynı olaylar hakkında var olan diğer
rivayetlerin ve olayların ışığı altında muhakeme yapılarak
incelenmesi gerekir.
Sahabe
döneminin dışındaki olayların pek fazla önemi yoktur. Amma
Sahabeden kaynaklanan olaylar ise önemlidir. Çünkü Sahabenin
İcması, Şer’i delildir. Çünkü orada hayatın değişim sürecinde
yenilenen birçok hüküm vardır. Ve ortaya çıkan problemler Sahabe
tarafından çözülmüştür. Teşrii kaynağı olması yönden bunların
bilinmesi gerekmektedir. Bu nedenle Sahabenin tarihi, teşri
maddelerinden birini oluşturmaktadır. Cihad, zimmiler, harac ve
öşür, bir arazinin öşri veya haraci arazi olduğunun bilinmesi
yani hangisinin sulh yoluyla hangisinin de zor kullanarak
fethedildiği, eman vermek, barış yapmak, ganimetler, fey’,
ordunun maişeti ve daha birçok hususlarla ilgili hükümler İslâm
devletinde pratik olarak uygulanmıştır. Bu nedenle Şer’i delil
olarak delil getirebilmek için Sahabenin bu hususlardaki
icmasını bilmek gerekir. Bir müctehid için Şer’i delil
sayılabilmesi yönünden de Sahabenin münferid kaldığı noktaların
bilinmesi gerekir. Özellikle Raşidi Halifelerin yönetim, idare
ve siyasetle ilgili uygulamalarını bilmek zorunludur. Muhakkak
ki onlar, Allah Subhenehû ve Teala’nın yönetici
zihniyeti verdiklerinin ve ister Müslüman olsun ister zimmi
olsun, idare edilenler üzerine hükümlerin nasıl tatbik
edileceğini en güzel şekilde anlayanların en hayırlısıdır. Bu
nedenle Sahabe dönemindeki İslâm devletinin tarihini bilmek
zorunludur. Sahabe asrından sonraki İslâm devletinin tarihini
doğru olarak bilmek de gerekir.
Müslümanların ellerinde tarih kitaplarının dışında Sahabenin
hayatına kaynak teşkil edecek Ebu Ubeyd’in el-Emval’i, İmam
Malik’in Muvatta’ı gibi kitaplar ve içerisinde Sahih ve Hasen
rivayetlerin yer aldığı Hadis kitapları vardır.
Sahabenin dışında kalanlarla ilgili haberleri, bilgi edinmek
şeklinde bilmenin bir sakıncası yoktur. Ancak bunlar tabi
olunmak veya onları örnek almak için değildir. Evet Kur’an
haberlerini, davranışlarını kendimiz için bir yol edinmek için
değil, iman etmek, Allah Subhenehû ve Teala’ya itaat
etmek ve karşı gelenlerin akibetlerinden ibret almak için diğer
bazı ümmetlerin ve peygamberlerin tarihi hakkında birtakım
olayları bize anlatmaktadır. Birçoklarının iddia ettiği üzere
tarihin, bir ümmetin kalkınmasında büyük bir önemi olduğu ve
geçmişi bilmenin geleceğe ışık tutacağı ve geleceğin yolunu
açacağı düşüncesi büyük bir hatadır. Bu bir vehmdir ve
kargaşadır. Bu düşünce görünenin bilinmeyene, kesin olarak
bildiğimiz ve gördüğümüz gerçeği, bazen sahih bazen yanlış,
bazen doğru bazen yalan olana kıyas etmek demektir.
Doğru
olan ise tarihi, kalkınmaya hatta herhangi bir araştırmaya esas
olarak almanın caiz olmamasıdır. Hissedilebilen, algılanabilen
bir özelliğe sahip olduğundan dolayı tedavi etmek istediğimiz
vakıa ancak araştırma konusu yapılabilir. Kavrayıncaya,
anlayıncaya kadar vakıa incelenir ve araştırılır. Sonra da Şer’i
hükümlerle ilgili bir konu ise çözüm Şeriattan, vesileler ve
üslûblardan olduğu zaman da bu vakıanın gerektirdiği şekilde bir
çözüm aranır ve çözülmesi gereken olaya uygulanır. Bir
Müslüman’ın Bismark’la, hatta Harun er-Reşid ile ilgili haberle
uğraşmasının hiçbir faydası yoktur.
Müslüman’ın, Müslümanların ve İslâm’ın yükselmesini içeren
pratik hayat vakıalarıyla, hükümler ve fikirler olarak İslâm
Şeriatıyla meşgul olması, İslâm’ın yayılması ve Davetinin
dünyaya taşınması için de bütün imkânlarını kullanması gerekir.
Eğer insanlarla ilgili haberlerin incelenmesi bir zorunluluk
ise, tedavi etmek için şu anda var olan toplumlarla ilgili
haberleri ve günümüzdeki diğer ümmetlerle ilgili haberleri
incelememiz, araştırmamız gerekir. Çünkü bu ümmetlerle İslâm
davetinin taşınması ve İslâm’ın yayılması uğrunda sürekli
mücadele içerisinde olduğumuz için bunları bilmemiz ve ona göre
de konumumuzu tespit etmemiz gerekir.