Husus/özel ve tahsis tek manadır. Tahsis,
lafzın kapsadığı hususların bazısını kapsam dışına çıkarmaktır.
Tahsis ancak içerisinde şümul manası tasavvur edilen hitapta
yani umumda/genellikte vukuu bulur. Onun için, ona umumun
tahsisi denir. Tahsis, içerisinde şümul/kapsamak manası tasavvur
edilmeyen herhangi bir hitapta meydana gelmez. Nitekim
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in, Ebu
Burde’ye; ضح بها ولا تصلح لغيرك
“Sen kurban et. Senden başka kimseye uygun olmaz”
sözünde tahsis düşünülmez. Çünkü tahsis; lafzı, umum/genel oluş
cihetinden, husus oluş cihetine çevirmektir. Kendisinde genellik
olmayanda bu çevirme düşünülmez.
Tahsisin caiz oluşuna delil, onun genel emirlerden vukuu
bulmasıdır.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
فَاقْتُلُوا الْمُشْرِكِينَ
“Müşrikleri öldürün.”
Bundan zimmet ehli hariç tutulmuştur.
Bir başka örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا
أَيْدِيَهُمَا “Hırsızlık yapan erkek ile
hırsızlık yapan kadının ellerini kesin.”
Bundan nisaba ulaşmayanın ve korunmamış (saklanmamış olanın)
v.b. çalınması hariç tutulmuştur.
Bir başka örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ
وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ “Zina eden
kadın ve erkeğe her birisine yüz sopa vurun.”
Bundan muhsân/evlilik yapmış olan hariç tutulmuştur. Zira o recm
edilir.
Bir başka örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
يُوصِيكُمْ اللَّهُ فِي أَوْلادِكُمْ لِلذَّكَرِ
مِثْلُ حَظِّ الإنثَيَيْنِ “Çocuklarınız hakkında
Allah şöyle emrediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar veriniz.”
Bundan kâfir ve vârisin katili olanı hariç tutmuştur.
İşte böyle, bir çok nâss genel olarak gelmiştir ve tahsis
edilmiştir. Bu da tahsisin Kitap ve Sünnette vaki olduğuna ve caiz
olduğuna dair bir delildir.
Tahsise delâlet eden muttasıl/bağlantılı olabilir,
munfasıl/bağlantısız olabilir. Muttasıl, kendisi bizzat bağımsız
olmaz. Bilakis, genelin içerisinde zikredildiği lafza bağlantılı
olur. Munfasıl ise, onun tersidir. O bizzat kendisi bağımsız olur.
Yani tahsise delâlet eden; ya tahsis edilmekte olan genele bağımlı
olarak tahsis edatlarından bir edat ile olur. Mesela; istisna
gibi. Bu ise muttasıl tahsistir. Ya da genel nâsstan bağımsız olan
başka bir nâss olur. Mesela; zina edene sopa vurmanın, Rasul’ün
muhsan zaniyi recm ettirmesini tespit eden başka bir nâss ile
muhsan olmayan zaniye tahsis edilmesi gibi. Bu ise munfasıl
tahsistir.
Muttasıl tahsis dört çeşittir: İstisna, şart, sıfat, gaye.
İstisna ile tahsis, إلا
ya da benzeri istisna edatlarından sonra gelen hususu, onlardan
önce geçen husustan hariç tutmaktır. İstisna edatları;
إلا غير ، سور ، خلا ، حاشا ، عدا ،
ما عدا ، ما خلا ، ليس ، لا يكون Bu sîgaların başında
إلا gelir.
İstisnanın sıhhat şartı, kendisinden istisna edilene, aralarına ya
da muttasıl hükmüne bir ayırıcı katmaksızın gerçekten bağlı
olmasıdır. Her ne kadar nefesin kesilmesiyle bir ayırt edici
ikisinin arasına katılmış olsa da, hakkında konuşulanın ilk
sözünün bitmesinden sonra örfen onu getiren sayılmaması muttasıl
hükmüdür. Dolayısıyla istisna ile istisna edilen arasına bir ayırt
edici katıldığında, istisnadan sayılmaz.
İbni Abbas’ın munfasıl istisnanın sıhhati ile ilgili şu sözüne
gelince: “Bir ay zamanın geçmesi istisna şartıdır. Şu kişi gibi:
Bir şeye yemin ediyor, sonra; ‘bir ay sonra inşaallah’ diyor.
Yemini bozulmamıştır.” Bunu Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’den rivayet edilen şu husus geçersiz kılıyor:
مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ فَرَأَى
غَيْرَهَا خَيْرًا مِنْهَا فَلْيَأْتِ الَّذِي هُوَ خَيْرٌ
وَلْيُكَفِّرْ عَنْ يَمِينِهِ “Kim bir şeye yemin
ederse, sonra da ondan daha hayırlısını görürse, hayırlı olanı
yerine getirsin ve yemininin kefaretini ödesin.”
Bir başka rivayette:
فَلْيُكَفِّرْ عَنْ يَمِينِهِ وَلْيَأْتِ الَّذِي هُوَ خَيْرٌ
“Yemininin kefaretini ödeyip hayırlı olanı yerine
getirsin.”
Bu istisna sahih olsaydı, yemini bozmamak ve birr/iyilikte hayır
düşünüldüğünde yemin eden için en emin yol olduğu için Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ona yönlendirirdi. Çünkü Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sadece kolaylaştırmayı,
basitleştirmeyi kast eder. İstisna ise, kefareti yerine
getirmekten daha kolaydır. Ona yönlendirmemesi, İbn Abbas’ın
sözünün sıhhatli olmadığına delâlet eder.
Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den yapılan şu
rivayete gelince: وَاللَّهِ
لَأَغْزُوَنَّ قُرَيْشًا ثُمَّ سَكَتَ ثُمَّ قَالَ إِنْ شَاءَ
اللَّهُ “Allah’a yemin olsun ki, kesinlikle
Kureyş ile savaşacağım. Sonra sustu ve sonra da şöyle
dedi: Allah dilerse.”
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in burada
sükût etmesi, bağlantıyı koparmayan sükût olarak yorumlanır. Zira
ondan, hadisi kestiği ya da başka bir işte meşgul olduğu ya da
meclisi terk ettiği rivayet edilmedi ki fasıl/ayırıcının olduğu
söylenebilsin. Ondan sadece sustuğu, sonra da ‘inşaAllah’ dediği
rivayet edildi. Bu da onun bağlantıyı bozmayan bir sükût olduğuna
delâlet etmektedir.
Şart; varlığı için sebep olmayan ve sebebe dâhil olmayan tarzda
yokluğu herhangi bir hususun yokluğunu gerektiren husustur. Başka
bir ifade ile şart, yokluğu olmamayı gerektiren, varlığı olmayı
gerektirmeyen husustur. Abdestin namazın sıhhatinde şart olması
gibi. Zira abdestin yokluğu, namazın yokluğunu gerektirir. Fakat
abdestin varlığı namazın varlığını gerektirmez. Çünkü abdest,
namazın varlığı için sebep değildir ve sebebe dâhil değildir.
Şartla tahsisin kuralı, şart sîgalarından birisi sözün başına
geldiğinde; gelmediğinde sözde kalan hususu o sözden dışarı
çıkarır. Yani şart; olmadığında sözün kapsamında olan hususu
sözden dışarı çıkarır. Şu sözde olduğu gibi:
أكرم المجاهدين إن فتحوا الحصن
“Mücahitlere ikramda bulun. Eğer kaleyi fethederlerse.” Eğer;
إن –sîgası olmasaydı,
ikram etmek, bütün mücahitler için genel olurdu. Fakat
إن –in başa getirilmesi,
kaleyi fethetmeyenleri ikramdan hariç tutmaktır. Eğer kaleyi
fethetmezlerse, onlar hariç tutuldu.
Şart sîgalarına gelince; onlar çoktur.
إن إن ، إذا ما ،
أينما ، وحيثما ، مهما ، من ... Bu sîgaların hepsinin
başında şart sîgası (إن)
gelmektedir. Çünkü o harftir, onun dışında kalanlar isimlerdir.
İsimlere ait manaların ifade edilmesinde asıl olan sadece harftir.
Çünkü o, bütün şart sîgalarında kullanılır.
Bu sîgalar hakkında şartın sıhhat şartı ise; şartın şart ve şart
koşulan arasına bir ayırt edici katılmaksızın gerçekten şart
koşulana muttasıl/bitişik olmasıdır. Bağlantının devam etmesiyle
birlikte; şartın, şart koşulanın önünde olması arkasında olması
mümkündür.
Genel, bir sıfatla beraber olursa, o genel o sıfatla tahsis edilip
o sıfatın dışında kalanlar o genelden hariç tutulur.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünde
olduğu gibi: فِي كُلِّ إِبِلٍ
سَائِمَةٍ فِي كُلِّ أَرْبَعِينَ ابْنَةُ لَبُونٍ “Saime/otlayan
her deveye kırk süt veren yavrusu (zekât) vardır.”
سائمة “otlakta
beslenen” sözü, إيل
“deve” genel lafzına bitiştirilmiştir. Böylece bu sözün, bütün
develeri kapsar iken, سائمة
“otlakta beslenen” lafzı olan sıfat ile
birleştirilmesi, “develer”
lafzından otlakta beslenmeyenleri, yani ahırda yem ile
beslenenleri hariç tutmaktadır. Bu da ahırda yem ile
beslenen hayvanlarda zekâtın olmadığına delâlet etmektedir.
Böylece sıfat, geneli tahsis etmiş olur.
Sıfat ile tahsisin sıhhat şartı; sıfatın vasfedilene
muttasıl/bitişik ya da muttasıl hükümde olmasıdır.
Gaye sîgası şu iki lafızdır: إلي
- حتى Bunlardan
herhangi birisi, genel sözün başına geldiğinde, o sözden onlardan
sonrakileri hariç tutar. Dolayısıyla onlardan sonrakilerin
hükmünün öncekilere muhalif olması zorunludur.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ
“...Sonra akşama kadar orucu tamamlayın.”
Dolayısıyla إلي –dan
sonra gelen الليل
–“Gecenin, akşamın” hükmü, ondan öncekinin hükmüne muhaliftir.
Bir başka örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى
الْمَرَافِقِ “Yüzlerinizi, dirseklerinize kadar
ellerinizi yıkayın.”
(إلي)’dan sonra
gelen “dirseklerin” hükmü ondan öncekine muhaliftir. v.b.
Böylece hüküm (إلي)’dan
öncekine tahsis edilir, sonraki hükmün haricinde tutulur.
Munfasıl/bağımsız
delillerle tahsis ancak sem’i/vahye dayalı deliller ile olur.
Çünkü tahsis edilen genel, ancak sem’i delilin getirdiği bir
lafızdır. Dolayısıyla o ancak bir sem’i delil ile tahsis olur.
Sem’i deliller ise; Kitap, Sünnet,
Sahabelerin icmâsı, İlleti Kitap ve Sünnetten alınan Kıyas. Bu
dört delilden başkası, tahsis delillerinden sayılmaz. Genel
olanın, akli delil ile tahsis edilmesi caiz olmaz. Buna delil
şunlardır:
1-Tahsis; lafzın kapsamına girenin bazısını ondan hariç
tutmaktır. Lafzın manaya delaletinde ise ancak dile göre ve
Şeriata göre lafzın manasından konuşanın kastı vardır. Yani dile
ve Şeriata göre lafzın kendisine delâlet ettiği husus vardır.
Aklın bununla ilgisi yoktur. Dolayısıyla, akıl gelip lafzın
kendisine delâlet ettiği manadan başka bir manaya istisna
ettiğinde, lafzın manası dil bakımından delâlet edilenlerden akıl
ile hariç tutulmuş olur ki bu doğru değildir. Çünkü lafzın
manasına delâletinde ancak dile başvurulur, akıla değil.
Dolayısıyla aklın tahsis edici olması doğru değildir.
2-Tahsis, beyandır. O da teşriidir. Şer’î nâss vahiyle
gelmiştir. Dolayısıyla onu ancak vahiyle gelen bir şey açıklar.
Zira vahiyle geleni, dilin kendisine delâlet ettiğinden başkasına
uygun olarak beyan etmek akla terk edilirse, akıla Şeriat koyma
hakkı verilmiş olur ki bu caiz olmaz. Çünkü Şeriat ancak Allah’u
Teâla’ya aittir. Onun için beyan ve açıklananın vahiyle gelenden
olması kaçınılmazdır. Aklın vahiyle geleni açıklayıcı olması doğru
olmaz. Dolayısıyla aklın tahsis edici olması doğru olmaz.
3-Tahsis, genelin bir cüzü için nesh etme mesabesindedir.
Çünkü tahsis hükmü genel oluştan çevirmekte, bazısında o hükmü
iptal edip yerine başka bir hüküm koymaktadır.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ
وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ “Zina eden kadın
ve erkeğe her birisine yüz sopa vurun.”
Bu söz, evlilik yapmış için ve muhsan olmayan için bir hükümdür.
Tahsis gelip bu hükmü muhsan olan hakkında iptal edip ona başka
bir hüküm olan recm hükmünü koydu. Nesh ise akıl ile olmaz. Aksi
halde, her akıla, herhangi bir Şer’î hükmü iptal etmesi caiz
olurdu. Tahsis de aynı şekildedir, akıl ile tahsis yapılması caiz
olmaz.
Aklın tahsis edici oluşuna Allah’u Teâla’nın şu sözünü delil
getirmelerine gelince; وَلِلَّهِ
عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنْ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً
“Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kâbeyi) haccetmesi,
Allah’ın insanlar üzerine bir hakkıdır.”
“Çocuk ve mecnunun “insanlardan” olmasına rağmen, genel oluştan
kast edilenlerden olmamalarını akıl gerekli kılmaktadır. Çünkü
akıl bu ikisinin mükellef kılınmalarının mümkün olmadığına delâlet
etmektedir. Dolayısıyla ayetin genelliğini tahsis eden olmaktadır”
denilmektedir.
Bu, aklın tahsis edici bir delil olmaya uygun olduğuna dair hüccet
olmaya uygun değildir. Zira çocuk ve mecnun hakkında Şâri’nin
hitabı engellenmemiştir, onların mükellef kılınmaları da imkânsız
değildir. Bunun delili o ikisinin; cinayetin diyetleri, telef
edilenlerin değerlerinin tazmini, mallarında zekât vacibliği
hitaplarının kapsamında olmalarıdır.
Dolayısıyla yukarıda geçen ayetin genelliği akıl ile tahsis
olmamıştır, ancak şu hadisle tahsis olmuştur:
رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلَاثَةٍ عَنِ
الصَّبِيِّ حَتَّى يَبْلُغَ وَعَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ
وَعَنِ الْمَعْتُوهِ حَتَّى يَبْرَأَ “Kalem üç
kişiden kaldırıldı: 1- Buluğa erinceye kadar çocuktan, 2-
Uyanıncaya kadar uyuyandan, 3-İyileşesiye kadar deliden.”
Bazılarının bu hususta Allah’u Teâla’nın şu sözlerini delil
getirmelerine gelince: اللَّهُ
خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ “Allah her şeyin
yaratıcısıdır.”
وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ
قَدِيرٌ “O her şeye kadirdir.”
Denilmektedir ki; Allah da كل شيء
lafzının dil bakımından genelliği kapsamındadır. Hâlbuki O’nun
zatı ve sıfatı, yaratıcı olmayan ve O’na ait güç yetirilen şeyler
değildir. Çünkü zatından dolayı vacib’ul kadim olanın yaratılması
ve güç yetiren olması aklın gereği olarak imkânsızdır. Dolayısıyla
Allah’ın zatı ve sıfatı aklın gerekliliği delâleti ile lafzın
genelliğinden hariç tutulmuş olur. Böylece akıl bu ayetlerin
genelliğini tahsis edici olur.
Bu ayetler örneği ile yapılan bu delillendirme ileri sürülmez.
Çünkü bu ayetler, akidelerle alakalıdır, Şer’î hükümlerle alakalı
değil. Akidelere akıl ile delil getirilir, Şeriatla delil
getirilir. Esas itibarı ile Şeriata itikat etmenin delili akıldır.
Bunun için aklın akidelerde delil olması uygun olur. Dolayısıyla o
ayetlerin anlaşılmasına da delil olması uygun olur. Aklın
akidelerde tahsis edici olması uygun olur.
Şer’î hükümlere gelince; onlar Şâri’nin kulların fiilleriyle
alakalı hitabıdır. Dolayısıyla onların delilinin ancak vahiyle
gelen olması uygun olur. Çünkü Şer’î hükümler Şâri’nin hitabıdır.
Dolayısıyla delillerin Şâri’den gelmesi yani vahyin getirdiğinden
olması kaçınılmazdır. Aynı şekilde onların tahsis edicisinin de
vahyin getirdiğinden olması kaçınılmazdır. Çünkü o da bir Şer’î
hükümdür. Zira o da Şâri’nin hitabıdır. Dolayısıyla Şâri’den
gelmesi yani vahyin getirdiğinden olması kaçınılmazdır. Bunun için
aklın Şer’î hüküm için tahsis edici olması uygun olmaz. Çünkü o
Şâri’den gelmedi ve vahyin getirdiğinden de değildir. Buna binaen
o ayetler, Şer’î hükümler hakkında ileri sürülmezler. Çünkü o
ayetler akidelere hastır.
Kitabın kitapla tahsisi mümkündür. Çünkü onlardan her biri lafız
ve mana olarak vahiyle gelmiştir. Dolayısıyla birisinin diğerine
tahsis edici olması uygun olur. Şüphesiz ki Kur'an’ın Kur'an’la
tahsisi Kur'an’da fiilen vukuu bulmuştur.
Buna örnek Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
وَأُوْلاتُ الأحْمَالِ أَجَلُهُنَّ أَنْ يَضَعْنَ
حَمْلَهُنَّ“Gebe olanların bekleme süresi ise,
yüklerini bırakmalarıdır”
Bu ayet, Allah’u Teâla’nın şu sözünü tahsis edici olarak
gelmiştir: وَالَّذِينَ
يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا يتربصن بأنفسهن أربعة
أشهر وعشرا “Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları
eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün
beklerler.”
Bir örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا
الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ “Daha önce kendilerine
Kitap verilenlerden iffetli kadınlar da ...”
Bu ayet, Allah’u Teâla’nın şu sözünü tahsis edici olarak
gelmiştir: وَلا تَنكِحُوا
الْمُشْرِكَاتِ حَتَّى يُؤْمِنَّ “İman etmedikçe müşrik
kadınlarla evlenmeyin.”
Böylece, Kitabın Kitapla tahsisinin fiilen vukuu bulmuş olması,
Kitabın Kitapla tahsisinin caiz oluşuna delildir.
Allah’u Teâla’nın şu sözüne gelince;
لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ
“İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için ...”
Allah’u Teâla’nın Rasule hitaben söylemiş olduğu bu sözde Kitabın
Kitapla açıklanmasına engel olan bir husus yoktur. Zira hepsi de
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem vasıtası ile
gelmiştir. Dolayısıyla Rasul’ün tahsis edici ayeti zikretmesi,
ondan bir beyan olur. Rasul’ün beyan edici olarak vasfedilmesinin,
beyanın onun vasıtası ile geliyor oluşuna hamledilmesi gerekir.
Rasul vasıtası ile gelenin Kitap ya da Sünnet olması, Allah’u
Teâla’nın şu sözünün genelliğine muvafık düşer:
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ
تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ “Sana Kitabı her şey için bir
açıklama olarak indirdik.”
Dolayısıyla bu sözün gereği; Kitapta olan her hususun
شيئا
–şey olması nedeni ile Kitabın, Kitapta olan her husus
için bir beyan edici olmasıdır.
Kitabın, -ister mütevatir olsun, ister haberi ahad olsun- Sünnet
ile tahsisi caizdir. Çünkü onlardan her birisini de vahiy
getirmiştir. Dolayısıyla vahiyle gelen bir hususu yine vahiyle
gelen bir husus tahsis etmiş olur. Böylece onlardan her biri
diğeri için tahsis edici olur.
Nitekim Kur'an’ın Sünnetle tahsisi fiilen vukuu bulmuştur.
Buna örnek Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
يُوصِيكُمْ اللَّهُ فِي أَوْلادِكُمْ لِلذَّكَرِ
مِثْلُ حَظِّ الإنثَيَيْنِ “Çocuklarınız hakkında
Allah şöyle emrediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar veriniz.”
Allah’ın bu sözü, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözü ile tahsis edilmiştir:
الْقَاتِلُ لا يَرِثُ
“Katil varis olamaz.”
Bir başka örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ
وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ “Zina eden
kadın ve erkeğe her birisine yüz sopa vurun.”
Allah’u Teâla’nın bu sözü de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in Maiz’i recm ettirmesi ile tahsis edilmiştir.
Ayrıca sahabelerin Rıdvanullahi Aleyhim, Kitabın Sünnet
ile tahsisinin caiz olduğuna dair icmâsı oluşmuştur. Zira Allah’u
Teâla’nın şu; وَأُحِلَّ لَكُمْ مَا
وَرَاءَ ذَلِكُمْ “Bunlardan başkasını nikâhlamanız size
helâl kılındı”
sözü, Ebu Hureyre’nin Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’den rivayet ettiği şu söz
ile tahsis edilmiştir: لا
تُنْكَحُ الْمَرْأَةُ عَلَى عَمَّتِهَا وَلا عَلَى خَالَتِهَا
“Kadın, halası veya teyzesi üzerine nikâhlanmaz.”
Allah’u Teâla’nın Nisa suresi 11.
ayetteki sözünü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözleri ile tahsis etmiştir:
لا يَرِثُ الْكَافِرُ الْمُسْلِمَ
وَلَا يَرِثُ الْمُسْلِمُ الْكَافِرَ
“Kâfir
Müslüman’a, Müslüman da kâfire varis olmaz.”
الْقَاتِلُ لا يَرِثُ
“Katil varis olamaz.”
Ebu Bekir’ın, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
şöyle dediğini rivayet etti:
لا نُورَثُ مَا تَرَكْنَا صَدَقَةٌ
“Biz
miras bırakmayız. Bizim arkada bıraktığımız sadakadır.”
Allah’u Teâla’nın şu; وَأَحَلَّ
اللَّهُ الْبَيْعَ “Allah, alış-verişi helâl kıldı”
sözü, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
rivayet edilen dirhemi iki dirhem ile satmayı yasakladığına dair
rivayet tahsis etmiştir.
Allah’u Teâla’nın şu; وَالسَّارِقُ
وَالسَّارِقَةُ ... “Hırsızlık yapan erkek ile hırsızlık
yapan kadının ...”
sözü, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu
sözü ile tahsis edilmiştir: لا
قَطْعَ إِلا فِي رُبُعِ دِينَارٍ فَصَاعِدًا
“Dört dinar ve fazlası olmadıkça el kesme yoktur.”
Allah’u Teâla’nın şu; فَاقْتُلُوا
الْمُشْرِكِينَ “Müşrikleri öldürün”
sözü, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
rivayet edilen Hicr mecusileri hakkında söylediği şu sözü ile
tahsis edilmiştir: سُنُّوا
بِهِمْ سُنَّةَ أَهْلِ الْكِتَابِ “Onlar hakkında
Ehli Kitap hakkındaki uygulamayı uygulayın.”
Çeşitli şekillerde benzeri birçok örnek vardır. Sahabelerin bu
yaptıklarını eleştiren bir sahabe yoktur. Dolayısıyla bu icmâdır.
Bütün bunlara binaen, Kitab’ın Sünnet ile tahsis edilmesi Şeriata
göre caiz olmaktadır.
Sahabelerin icmâsı, Şer’î bir delilin varlığını gösterir. Zira
sahabeler, bir hükmün Şer’î bir hüküm olduğuna dair icmâ
ettiklerinde, bu demektir ki onların o hükme dair bir delilleri
vardır, delili rivayet etmeksizin hükmü rivayet etmişlerdir.
Dolayısıyla bu delilin rivayeti gibidir. Onun için sahabelerin
icmâsı; o hususta bir Şer’î delilin olduğunu yani onların
Rasulullah’ın onu söylediğini işittiklerini, ya da yaptığını veya
hakkında sükût ettiğini gördükleri bir Şer’î delilin olduğunu
gösterir. Dolayısıyla bu, Sünnet türündendir. Onun için Sünnet
muamelesi görüp rivayetle alınır. Mademki mesele böyledir, o halde
Kitabın sahabe icmâsı ile tahsisi caizdir.
Nitekim Kur'an’ın sahabe icmâsı ile tahsisi fiilen vukuu
bulmuştur. Buna örnek, zina iftirasında bulunanlar hakkında
Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً “Onlara seksen sopa
vurun.”
Allah’u Teâla’nın bu sözü, onun hür olanlara tahsis edilip köle
olanlar için zina iftirası haddinin yarıya indirilmesi, sahabe
icmâsı ile tahsis edilmiştir. Vukuu bulmuş olması, caiz oluşun
delilidir. Dolayısıyla bu; Kitabın, sahabe icmâsı ile tahsisinin
Şeriata göre caiz olduğuna delâlet eder.
Muteber kıyas, illeti Şeriatla gelen kıyastır. Yani illeti Kitap,
Sünnet ve Sahabe icmâsından alınmış olan kıyastır. İlleti Şeriatta
geçmemiş olan kıyas, Şer’î kıyas sayılmaz. Kıyasın illeti Kitap,
Sünnet ve Sahabe icmâsından geçtiğine göre; Kitap, Sünnet ve
Sahabe icmâsında tahsis de caiz olduğuna göre; Kitabın illeti,
Kitap veya Sünnet veya Sahabe icmâsında geçen kıyasla tahsisi caiz
olmaktadır. Kitabın; Kitapla, Sünnetle ve Sahabe icmâsı ile
tahsisinin caiz oluşuna ait delillerin geçmiş olmasından dolayı,
bunlara binaen Kitabın, illeti Şeriatta geçmiş olan kıyas ile
tahsisi caiz olmaktadır.
Sünnetin umumunun Kur'an’ın hususu ile tahsis edilmesi caiz olur.
Çünkü onlardan her ikisi de vahiyle gelmiştir. Dolayısıyla vahiyle
gelen, vahiyle geleni tahsis etmiş olur. Böylece onlardan
birisinin diğeri için tahsis edici olması sahih olur.
Her ne kadar Kur'an, lafız ve mana olarak vahiyle gelmiş olup
Sünnet sadece mana olarak vahiyle gelmiş olsa da, tahsis manayla
alakalıdır, lafızla değil. Dolayısıyla Sünnetin lafzının Rasulden
olması buna etkili olmaz. Zira Allah’tan vahyedilen mananın tahsis
edici olması sahih olur.
Ayrıca Allah’u Teâla şöyle buyuruyor:
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا
لِكُلِّ شَيْءٍ “Kitabı sana her şey için bir
açıklama olarak indirdik.”
Şüphe yok ki; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
Sünneti de “her şey” kapsamındadır. Zira Rasul’ün Sünneti de bu
ayette işaret edilen umuma dâhil olmaktadır. Dolayısıyla Kur'an’ın
Sünnet için açıklama olması sahih
olur. Tahsis eden, açıklayandır. Böylece Kur'an’ın Sünnet için
tahsis eden olması caiz olur.
Şöyle denilebilir: “Allah’u Teâla Rasule diyor ki;
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ
لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ “Onlara
indirileni açıklayasın diye Biz sana zikri indirdik.”
Böylece Allah’u Teâla Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’i
indirilen Kitap için beyan edici kıldı. Bu ise ancak Sünnet ile
olur, bu da tahsisin ancak Allah’tan değil Rasulden yani
Kur'an’dan değil Sünnetten olduğuna delâlet etmektedir.”
Buna cevap şöyledir: Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in,
kendisine indirilen için “beyan edici” olması vasfı, onun
vasıtasıyla Kur'an’dan gelenle Sünneti açıklamasına engel teşkil
etmez. Çünkü Sünnet, Allah’u Teâla’dan indirilmiştir, Kur'an’da
Allah’u Teâla’dan indirilmiştir. Dolayısıyla Rasul’ün kendisine
Sünnetten indirileni, kendisine Kur'an’dan indirilen ile
açıklaması caiz olur.
Bunlara binaen, Sünnetin Kur'an’la tahsis edilmesi caiz
olmaktadır.
Nitekim Hudeybiye Anlaşmasında şu geçmiştir: “Bizden size
–senin dinine girmiş olsa da- hiçbir kimse gelmeyecek. Gelen
olursa onu bize iade edeceksin.”
“Hiçbir kimse” genel bir tabirdir. Erkeği de kadını da kapsar.
Yani Sünnet burada Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
ikrarı ile erkek olsun kadın olsun Kureyş^ten gelen herkesi iade
etmeyi vacib kılmıştır.
Sonra Allah’u Teala Kitab’ında şu ayeti indirmiştir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا جَاءَكُمْ
الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّ اللَّهُ أَعْلَمُ
بِإِيمَانِهِنَّ فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا
تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ “Ey iman
edenler! Mümin kadınlar
hicret ederek size geldiği zaman, onları
imtihan edin. Allah onların
imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların
inanmış kadınlar
olduklarını öğrenirseniz onları
kâfirlere geri göndermeyin.”
Böylece Kitap, kadınlar hariç sadece erkekleri iade ederek Sünneti
tahsis etti.
Sünnetin, -ister mütevatir olsun, ister ahad haber olsun- Sünnet
ile tahsisi caizdir. Çünkü her ikisi de mana olarak vahiyle
gelmiştir. Dolayısıyla birisinin diğeri için tahsis edici olması
sahih olur.
Nitekim Sünnetin Sünnet ile tahsisi bilfiil vukuu bulmuştur. Buna
örnek şudur: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
şöyle demiştir: فِيمَا
سَقَتِ السَّمَاءُ فَفِيهِ الْعُشْرُ
“Semanın/göğün suladığında öşür vardır.”
Bu, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözü
ile tahsis edilmiştir: لَيْسَ
فِيمَا دُونَ خَمْسَةِ أَوْسُقٍ زَكَاةٌ “Beş
vesaktan az olanda zekât yoktur.”
Başka bir örnek de şudur: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem şöyle demiştir:
لا تَحِلُّ الصَّدَقَةُ لِغَنِيٍّ وَلا
لِذِي مِرَّةٍ سَوِيٍّ
“Sadaka/zekât, zengine ve çalışıp kazanma gücü olan kimseye
helâl olmaz.”
Bu, Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözü ile tahsis edilmiştir:
لا تَحِلُّ الصَّدَقَةُ لِغَنِيٍّ إِلا لِخَمْسَةٍ لِعَامِلٍ
عَلَيْهَا أَوْ رَجُلٍ اشْتَرَاهَا بِمَالِهِ أَوْ غَارِمٍ أَوْ
غَازٍ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَوْ مِسْكِينٍ تُصُدِّقَ عَلَيْهِ
مِنْهَا فَأَهْدَى مِنْهَا لِغَنِيٍّ
“Zekât şu beş zengin kimseye helal değildir: Zekât
işlerinde çalışan, malı ile zekât malını satın alan, borçlu olan,
Allah yolunda savaşan, kendisine zekât verilen fakir komşusunun o
zekât malından kendisine hediye ettiği zengin kimse.”
Sünnetin sahabe icmâsı ile tahsisine gelince: Kur'an’ın sahabe
icmâsı ile tahsisinin caiz oluşu yukarıda anlatılmıştı. Sünnetin
sahabe icmâsı ile tahsisi de aynı şekilde caizdir. Zira Kur'an’ı
tahsis etmesi caiz olanın Sünneti tahsis etmesi de caizdir.
Sahabe icmâsı, delilin varlığını gösterir. Dolayısıyla o da vahyin
indirdiğindendir, o halde vahyin getirdiğini tahsis etmesi doğru
olur.
Kıyasa gelince: Kıyasın illeti ya Kur'an’da geçen ya da Sünnette
geçen olur. Dolayısıyla onun illeti Kur'an’da geçmiş ise, kıyasın
tahsisi Sünnetin Kur'an’la tahsisi olur ve bu caizdir. Eğer illeti
Sünnette geçmiş ise, o zaman onun tahsisi, Sünnetin Sünnetle
tahsisi olur ki bu da caizdir. Bundan dolayı Sünnetin kıyasla
tahsisi caiz olur.
Mantukun mefhumla tahsisi caizdir. Mefhum ister muvafaka mefhumu
kabilinden olsun ister ise mefhumu muhalefet kabilinden olsun fark
etmez. Çünkü daha önce anlatıldığı gibi mefhum, hüccettir. Genel
de hüccettir. İkisi çatışırsa, genel olanın mefhum ile tahsisi
vacib olur, ilk delili ihmal etmek gerekmez.
Buna örnek Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözüdür: إِنَّ
الْمَاءَ لَا يُنَجِّسُهُ شَيْءٌ إِلَّا مَا غَلَبَ عَلَى رِيحِهِ
وَطَعْمِهِ وَلَوْنِهِ “Suyu ancak kokusunu,
rengini ve tadını değiştiren şeyler kirletir.”
Bu hadisin mantuku; değişim olmadıkça, suyu –ister iki
kulle olsun, isterse olmasın- hiçbir şeyin kirletmediğine delâlet
etmektedir. Zira hadisin mantuku; çokluğu, azlığı, akarı, durgunu
kapsamaktadır. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözü ise; إِذَا بَلَغَ
الْمَاءُ قُلَّتَيْنِ لا يحمل خبثا
“Su iki kulleye ulaştığında pislik taşımaz.”
Bu hadisin mefhumu, birinci hadisin mantuku için tahsis edici
olmaktadır.
Bir başka örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözüdür: وَفِي الْغَنَمِ
مِنْ أَرْبَعِينَ شَاةٌ إِلَى عِشْرِينَ وَمِائَةٍ
“Koyunlar kırk ile yüz yirmi arasında oldukları zaman, bir koyun
vermek gerekir.”
Bu hadisin mantuku, koyunların hepsinde zekât vermenin vacib
olduğuna delâlet eder, çünkü geneldir. Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in şu sözü ise;
وَفِي الْغَنَمِ السائمة زكاة
“Saime/otlayan koyunlarda zekât vardır.”
Bu hadisin mefhumu, ahırda beslenen koyunlarda zekât
olmadığına delâlet eder. Dolayısıyla ikinci hadis, mefhumu ile
zekâtın vacibliğinden ahırda beslenen koyunları çıkartarak,
birinci hadisin mantukunun genelliği için tahsis edici olmaktadır.
 |