Mutlak, cinsinde yaygın delâlet edilene delalet eden
lafızdır. Mukayyed ise, belirli delâlet edilene delâlet
edendir. “Zeyd” ve “Amr” gibi. Aynı şekilde, ilave bir sıfatla
delâlet edileni mutlak olan bir vasfa delâlet eden lafza da
mukayyed denir. “Irak dinarı”, “Mısır cüneyhi” gibi. Zira “Irak
dinarı” lafzı, cinsinde mutlaktır, her Irak dinarını kapsar.
Fakat Irak’a ait ya da Ürdün’e ait olduğu açıklanmayan “dinar”
bakımından mukayyeddir. Böylece bu lafız, bir yönden mutlaktır,
bir yönden de mukayyeddir. Bir örnek de;
رقبة مؤمنة “mü’min
köle” lafzıdır. Bu mü’min köleler arasında yaygındır,
dolayısıyla mutlaktır, her mü’min köleyi kapsar. Fakat
رقبة “boyun/köle”nin
mutlak oluşu bakımından mukayyeddir. Dolayısıyla bu lafız, bir
yönden mutlaktır bir yönden de mukayyeddir. Yani mukayyedden
olan bu ikinci çeşit, bir şekilde cinsindeki yaygın konumdan
hariç tutulmaktadır. Mutlak “dinar” lafzının “Irak” ilave sıfatı
ile hariç tutulması gibi, mutlak “boyun/köle” lafzının “mü’min”
ilave sıfatı ile hariç tutulması gibi.
Allah’u Teâla şöyle buyuruyor:
وَالَّذِينَ يُظَاهِرُونَ مِنْ نِسَائِهِمْ ثُمَّ
يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مِنْ قَبْلِ أَنْ
يَتَمَاسَّا “Kadınlarından zıhar ile ayrılmak
isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas
etmeden önce, bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir.”
Allah’u Teâla’nın bu sözü gibi mutlak nâss geçtiğinde, aynı nâss
başka bir ayette mukayyed olarak geçerse; şu ayette olduğu gibi:
وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَأً
فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ “Yanlışlıkla bir mü’mini
öldüren kimsenin mü’min bir köle azad etmesi... gerekir.”
O zaman bakılır; O ikisinin hükmü farklı olursa, mutlak mukayyede
yüklenmez. Çünkü her ikisi de, birisi diğerinden farklı olan bir
hükümdür. Hükümleri farklı olmazlarsa bakılır. İkisinin sebepleri
bir ise mutlak mukayyede yüklenir, zıhar hakkında şöyle denseydi:
أعتقوا رقبة “bir köle
azad edin” sonra da, أعتقوا رقبة
مسلمة “mü’min bir köle azad edin” demesi gibi. Böylece
ilk nâssta geçen رقبة
–lafzı ikinci nâssta geçen مسلمة
–lafzı ile olana yüklenir/hamledilir. Ancak burada mutlak
mukayyede hamledilir. Çünkü mukayyedle amel eden, mutlakın
delâleti ile ameli yerine getirmiş olur. Mutlak ile amel eden ise,
mukayyedin delâleti ile ameli yerine getirmiş olmaz. Dolayısıyla
ikisini birleştirmek vecib ve evla olandır.
Eğer ikisinin sebepleri farklı olursa, mutlak mukayyede yüklenmez.
Allah’u Teâla’nın, zıhar kefareti hakkındaki şu sözünde olduğu
gibi: وَالَّذِينَ يُظَاهِرُونَ
مِنْ نِسَائِهِمْ ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَتَحْرِيرُ
رَقَبَةٍ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَتَمَاسَّا “Kadınlarından
zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin
karılarıyla temas etmeden önce, bir köleyi hürriyete
kavuşturmaları gerekir.”
Ve yanlışlıkla adam öldürmek hakkındaki şu sözünde olduğu gibi:
وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَأً
فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ “Yanlışlıkla bir mü’mini
öldüren kimsenin mü’min bir köle azad etmesi... gerekir.”
Zıhar kefaretinde “köle azad etmek” mutlak olarak
geçmiştir. Yanlışlıkla mü’min öldürmek hakkında “köle azad
etmek” ise “mü’min” olması kaydıyla mukayyed olarak
geçmiştir. O ikisinin her birisinin köle azad etme sebebi
diğerinden farklıdır. Onun için mutlak, mukayyede hamledilmez.
Çünkü azad etme sebebi hakkındaki konunun farklı oluşu, hükmün
farklı oluşu gibidir. Hüküm farklı olduğunda mutlak mukayyede
hamledilmediği gibi, sebepteki
konu farklı olduğunda da yüklenmez. Dolayısıyla zıhar konusunda
Allah’ın bir köle azad etme emrinde
رقبة “köle” lafzı
mutlak olarak gelmiştir ve mutlaklığı üzere kalır. Yanlışlıkla
mü’min birisini öldürme konusunda Allah’ın emrinde
رقبة “köle”
mukayyed olarak gelmiştir, bu konu ile sınırlandırılır, onun
dışına çıkmaz. Dolayısıyla bütün kefaretleri kapsamaz.
Sebebin farklı olduğunda, mutlakın mukayyede hamledilmediğine dair
delil, yeminde oruç tutulması hakkında geçen husustur. Zira o
mutlak olarak geçmiştir.
Allah’u Teâla şöyle buyurdu:
فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاثَة أيام ِ “Bunları
bulamayan üç gün oruç tutmalıdır.”
Burada mutlak olarak geçmiştir. Üç gün oruç, kesintisiz ardarda mı
yoksa aralıklı mı tutulacak, bahsedilmemiştir. Zıhar kefaretinde
“oruç tutmak” ise, ardarda kesintisiz olarak geçmiştir. Allah’u
Teâla şöyle buyurmuştur: فَمَنْ
لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ “Buna
imkânı olmayan kimse, hanımı ile temas etmeden önce, ard arda iki
ay oruç tutar.”
Bu durumda mutlak mukayyede hamledilseydi, yemin kefaretindeki oruç tutmak,
zıhar kefaretindeki oruç tutmaya hamledilirdi. Bunu
söyleyen yoktur. Zira yemin kefareti orucu hakkında kesintisiz
olduğunu söyleyenler, onu zıhar kefaretine hamlederek
söylemediler, sadece Ubeyy b. Ka’ab’ın ve İbn Mesud’un;
ثلاثة أيام متتابعات
“ardarda üç gün” şeklindeki kıraatlarına hamlederek
söylediler. Bunu da “ahad
kıraat, ahad haber konumundadır onun için mutlakı
sınırlandırmak, geneli tahsis etmek için uygundur”, anlayışına
binaen söylediler. Hâlbuki bu da hatalıdır, çünkü haberi ahad
Sünnettendir. Sünnet Kitabın genelini tahsis eder ve mutlakını da
takyid eder. Fakat ahad kıraat, Kur'an’dan değildir. Yani
Kur'an’dan sayılmaz. Çünkü ancak mütevatir olan, Kur'an’dan
sayılır. Onun için bu kıraatın Kitabın mutlakını takyid etmesi ve
aynı şekilde umumunu tahsis etmesi uygun olmaz.
Bundan açığa çıkıyor ki, sebebin farklı olması hükmün farklı
olması gibidir. onda mutlak mukayyede hamledilmez. Yemin kefareti
orucu, zıhar kefareti orucuna hamledilmediği gibi aynı şekilde
zıhar kefareti olarak köle azad etmeye hamledilmez. Dolayısıyla
sebep farklı olduğunda mutlak mukayyede hamledilmez.
Umum ve husus arasında geçerli olan, mutlak ve mukayyed arasında
da geçerlidir. Çünkü ikisi de aynı babdandır. Zira umumun karşıtı
husustur, aralarında tahsis olur. Mutlakın karşıtı da mukayyeddir,
aralarında takyid/sınırlama olur. Dolayısıyla Kitap; Kitapla,
Sünnetle, Sahabe icmâsı ile ve Kıyasla takyid edilir. Sünnet;
Kitapla, Sünnetle, Sahabe icmâsı ile ve Kıyasla takyid edilir.
Umum ve husus hakkında hâsıl olan her şey mutlak ve mukayyed
hakkında da hâsıl olur.
 |