SORUNUN
ÇÖZÜMÜ Düşünmede yavaşlık,
problemin özünü teşkil ettiğine ve bu problem de Batı
emperyalizmi ve düşüncesinin hâkimiyetinden kaynaklandığına göre,
ilk anda insanın aklına, temel unsurun çözüme kavuşturulmasıyla
sorunun çözülebileceği gibi bir fikir gelebilir. Fakat meseleye
derinlemesine inildiğinde iki nokta karşımıza çıkmaktadır:
a-
Düşünmede yavaşlığın, Batı düşüncesinin hâkimiyetinden doğduğunu
ön gören fikir; her şeyden önce problemi ortaya koyup ayrıntılı
bir biçimde ele almaktan ibarettir.
b-
Temel unsurun çözüme kavuşturulmasıyla sorunun çözülebileceğini
düşünmek, problemi çözmekten kaçmaktır.
Görüldüğü gibi
problemin çözümü sırasında söz konusu temele, salt gözlemci
tutumuyla yaklaşarak bu temeli çözmeye kalkışmamak gerekir.
Problemi ortaya koyarken Batı emperyalizminin, bütün felaketlerin
temelini oluşturduğu ve düşünmede yavaşlığın, emperyalizmden
doğduğu gerekçeleri ile çözümü bu noktada yoğunlaştırabiliriz.
Böylece emperyalizmin kaldırılması ile problemin çözülebileceği
düşünülebilir. Ancak bu genel anlamda, doğru bir düşünme olsa
bile bir çabanın sarf edilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu çabayı
görmezden gelmek, sorunu hafife almaktır. Hedef, temelin ortadan
kaldırılması ve çabanın mevcut kılınmasıdır. Buna karşın çabanın
ortaya çıkarılması, temel unsur (emperyalizm) ortadan kalksa bile
zarurîdir. Üstelik temel faktörü ortadan kaldırdıktan sonra bıraktığı
izleri silmek, ancak "çaba"yla mümkündür. O halde
çaba, çözümün esasını teşkil etmektedir. Temel unsur, yani Batı
emperyalizmi ortadan kalksın veya kalkmasın -ki emperyalizmin
ortadan kalkmasıyla çaba daha da verimlilik sağlar- çözümün altında
"çaba" yatmaktadır. Çözüme, "çaba"
göstermekle başlamak gerekir. Temel unsurun izlerini silecek olan da
yine çabadır. Öyleyse her şeyden önce, çaba göstermek gerekir.
Düşünmede yavaş
olma veya hızlı düşünememe probleminin çözümü de "çaba"ya
bağlıdır. Çaba, yavaş düşünme üzerinde yoğunlaşmalıdır.
Nasıl yoğunlaşması gerektiğini ise şu şekilde ifade edebiliriz:
1-
Her şeyden önce halka, toplumun bireylerine, düşünmelerini sağlayacak
pek çok kavram veya konu sunmak gerekir. Üzerinde düşündükleri
bu konular veya tanık oldukları olaylar, vakıalar aracılığıyla
düşünmenin, ne derece yavaş olduğu gözlemlenebilir. Bu gözlem
veya başka bir ifadeyle düşünmenin yavaş olduğunun hissedilmesi,
çözümün ilk adımını teşkil eder. Söz konusu gözlemi veya algıyı
ele alalım ve meselenin özünü kavramak için, kapsamlı bir şekilde
irdeleyelim:
Ortaya herhangi bir
mesele attığımızı varsayalım. Örneğin insanların
gelecekleriyle, içinde bulundukları durumla veya tarihleriyle ilgili
bir konu ele alınabilir. İnsanların kendi gelecekleriyle ilgili
meseleleri, son derece yavaş analiz ettikleri görülür. Bu
hususlardan her birinin, kendine özgü bir analiz metodu olmasına rağmen
insanların, içerisinde bulundukları durumu veya tarihleriyle ilgili
meseleleri de aynı üslûpla tahlil etmeye kalkıştıklarını gözlemlemek
mümkündür. Fakat yavaş düşünmeyi alışkanlık haline
getirmeleri ve bu alışkanlığın onların kişiliğinde doğal bir
biçim alması, söz konusu meselelerin analizini gereksiz yere
uzatmalarına, mekanik kavramlar hakkında felsefi düşünceler yürütmelerine
ve "gelecek", "gerçeklik", "tarih"
gibi kavramların açıklık kazanacakları yerde, daha da bilinmezliğe
sürüklenmesine neden olmaktadır. Düşünmedeki bu yavaşlık
hepsinde, açıkça görülen bir özelliktir. Bu durumda, ortaya attığımız
kavramları ele almayacağız. Yapmamız gereken, insanları bu genel
nitelikten yani yavaş düşünmeden kurtarma yolunda çaba harcamak,
bu "genel niteliğin" yakasına yapışıp ona şiddetle
karşı koymak ve insanlara, "bal, arının dışkısıdır"
gerçeğini kavratana dek bu işlemi sürdürmektir. Eğer bu işlem
sonunda insanlar, yavaş düşünmeden yani olguları, olayları yavaş
bir biçimde analiz etmekten nefret eder hale gelmişlerse, sür’ate
karşı eğilimleri var demektir. Bu eğilim, iyileşmenin ilk
belirtisidir. Şayet bu eğilim, açıkça ortaya çıkmıyorsa böyle
bir eğilimi meydana getirmek için, elimizden geleni esirgemeyeceğiz.
Herkeste olmasa da toplumun bazı bireylerinde, bu eğilimi ortaya çıkarmak
için telkin ve hızlı tedavi yöntemlerinden yararlanacağız. Demek
ki; önce bir meseleyi ortaya atacağız. Sonra da toplumun en bâriz
niteliği olan yavaş düşünmeye karşı mücadele edeceğiz. Böylece
sürat eğilimini ortaya çıkaracağız. Bu da başarının ilk
belirtisi olacaktır.
Düşünmede yavaşlık
problemi, birtakım açıklamalarla, hutbelerle, kitaplarla aşılacak
bir sorun değildir. Sorun, birtakım çalışmaları ihtiva eden
kilit sözcüklerle veya bizzat bu çalışmalarla çözülebilir.
İşte "çaba" dediğimiz kavram da bunu ifade
etmektedir. Zira "çaba", belli sözcükler ve belli
çalışmalardan ibârettir.
2-
Birinci şıkta bahsedilen çalışmaları, pür dikkatle takip etmek
ve bu takibin verdiği bıkkınlıkla insanlar, lisanı hal ile "yeter
artık" diyene kadar peşini bırakmamak gerekir. Fakat tüm
insanların "bu kadar takip yeter!" demelerini
beklemeden algıyla bunu anlamak; ancak bu durumda takip işlemini
durdurmak gerekir. Algıyı kullanmadan, ne bütün insanların takip
işleminden bıktıklarını ilan etmelerini beklemek ne de toplumun
bir veya birkaç zeki ferdinin, bunu açıkça dile getirmesinden
sonra takibi sona erdirmek doğru değildir. Takibin kişiye, artık
yarar sağlamayacağını hissedene kadar, takip işlemini sürdürmek
gerekir. Kişi, ancak katıksız algıyla böyle bir karara varabilir.
Ne var ki söz konusu algılama, toplumun bir veya birkaç zeki
ferdini değil, toplumun genelini kapsamalıdır.
3-
Takip işleminin kategorilere ayrılması: İnsanlara gelecekleri, içerisinde
bulundukları durum (realiteleri) veya tarihleriyle ilgili meseleler
ortaya atılabileceği gibi; yaşamları, yaşam düzeyleri veya yaşamın
keyfiyeti hakkında meseleler de gündeme getirilebilir. Ayrıca geçim
biçimleri, bu uğurda yaptıkları mücadeleler ve rakiplerine bakış
açıları da ortaya atılabilir. Kısaca daha önce bahsedilen macera
yada sandalye, tepsi gibi mekanik eşyalar dışında bünyesinde bir
fikir, bir düşünce barındırması şartıyla farklı farklı
meseleler de ortaya atılabilir. Düşünmeyi gerektiren unsurlar
olmaları, yeterli koşuldur.
4-
Meseleler ve düşünceler ortaya atıldığında bilincin, sürekli
tetikte olması gerekir. Ancak bu durumda bilinç, doğru hüküm
vermeyi ve doğru gözlemelerde bulunmayı sağlayan bir araç haline
gelir. Hem dinleyici hem de konuşan açısından tonajın nerede, nasıl
ayarlanacağı, saldırının nasıl gerçekleştirileceği konusu
buna bağlıdır. Kişi, bilincini yitirdiği zaman, her şeyi yitirmiş
olur. Zira “bilinç” ve “tetikte olma” olmadan ne takibin ne
tekrarın ne de kategorilere ayırmanın bir anlamı yoktur. Bilinçli
ve tetikte olma durumu, sorunu çözmenin zorunlu koşullarından
biridir.
Peki çözümü
kim gerçekleştirecek? ilk anda toplumun önderleri, samimi insanlar
veya insanların değer verdikleri kişiler akla gelebilir. Fakat şu
bir gerçektir ki toplumun her ferdinin, yukarıdaki dört şartı
kendisine veya başka insanlara uygulaması mümkündür. Bu nedenle
çözüm, sadece belli bir kesimin tekelinde değildir. Toplumun önderleri,
samimi şahsiyetler, toplumun değer verdiği kişiler böyle bir çözümü
uygulayabileceği gibi, aynı şekilde toplumun her ferdi de böyle
bir misyonu üstlenebilir ve herkesten önce kendisinden başlayabilir.
Bu bile yeterlidir. O halde çözümü her insana, her bireye mal
etmek gerekir. Herhangi bir birey, bu çözümü kendi üzerinde veya
tek bir kişi üzerinde uygulasa dahi bu, böyle olmalıdır. Önemli
olan; kimin çözüm getirdiği değil, çözümün ortaya konulmasıdır.
|