MUKADDİME


Esirgeyen ve bağışlayan, din gününün sahibi, alemlerin Rabbi Allah (cc)'a hamd olsun. Salat ve selam Nebilerin ve Rasüllerin sonuncusu Abdullah oğlu Muhammed (sav)’edir.

Allah Sübhanehu, Adem oğullarının içinden birtakım kimseleri Nebi ve Rasül olarak seçmiştir. Onları, tüm insanlardan üstün tutmuş; şeriatları tebliğ etmek ve hidayeti yaymakla onları mükellef kılmıştır. Böylece şeriatları tebliğ etmek ve hidayeti yaymak, Nebilerin ve Rasüllerin amelleri ve görevleri arasında yer almış oldu. Dolayısıyla şeriatları tebliğ etmek ve hidayeti yaymak, amellerin en üstünü ve en değerli olanıdır. Bir müslüman, onları kendisine örnek alarak, davalarına bağlanarak onların yaptığını yapmaya kalkışırsa, yani onlardan sonra daveti taşıma görevini üstlenirse, kendisinden önce Allah (cc) tarafından seçilmiş ve vahyin indirilmiş olması nedeniyle Nebilerin veya Rasüllerin makamına ulaşamazsa da amellerin en üstün ve değerli olanını yapmış olur.

Allah Sübhanehu, bir insana şeriatı tebliğ etme ve insanlar arasından hidayeti yayma görevini vermek istediğinde; onu seçer, hazırlar, üzerine vahyini indirmesi için üstün niteliklerle onu donatır, sahip olması gereken özellikleri ve şeriatla meziyetleri tamamlar. Böylece o, üstünlük ve hayırla uyumlu bir duruma, şeriat sahibiyle ve hidayet nişanıyla homojen bir hale gelir. Zira her ikisi arasındaki uyum gerekli, homojenlik ise vaciptir. Dolayısıyla herhangi bir müslüman, Nebilerin ve Rasüllerin amellerini yapmaya kalkışırsa, üstünlük, kerem ve hayır açısından kendisini bu işe hazır hale getirmelidir. Hükümleriyle, düşünceleriyle ve çağırdığı şeylerle şahsında İslâm’ı temsil etmeli ve güzel ahlâk gibi niteliklere sahip olmalıdır. Aksi halde bu işi yapmaya elverişli değildir. Yapmaya kalkışırsa da başarılı olamaz ve onun elinden hayır çıkmaz. Bunun sebebi: iki şey arasındaki uyumsuzluğun var olması ve aralarında homojenliğin bulunmamasıdır. Bunlar mutlaka olması gereken hususlardandır. Daveti taşıyan; fikirler, hükümler ve sıfatlar açısından kendisini İslâm’la bütünleşmeye hazırlamazsa, daveti taşımada kesinlikle başarılı olamaz. Daha doğrusu ne kadar çabalasa veya iddia etse de, kesinlikle daveti taşıyan olma hakkına sahip olamaz. Zira davet, insanların hayatında hayrın ve üstünlüğün zirvesidir. Öyleyse söz, fiil ve nitelik itibarıyla üstünlüğün zirvesinde ve hayrın tepesinde bulanmayan insan böyle bir görevi hakkıyla taşıyamaz. İşte bu kitapta biz, bilfiil daveti taşıyabilmesi için, daveti taşıyanın sımsıkı sarılması ve kendisini hazırlaması gereken hususları anlattık. Daveti taşımaya elverişli hale gelmesi ve başarması için Rabbin'den yardım dilemeli, ondan yeryüzünde ayaklarını sabitleştirmesini, ahirette de Nebilerle ve sıddıklarla birlikte Firdevs cennetine koymasını istemelidir.

Kitaptaki konuları delillerle destekledik, etkisinin daha kuvvetli olması için özgün ibareler kullandık. Kim bunlara sahip olursa, onun için yeterli olur. Kim de daha fazlasını isterse, önünde hazır bir kapı vardır. Allah rahmetini ve fazlını dilediği kimselere tahsis eder.

Sahih ve hasen olarak gördüğümüz hadislerle istidlal ettik. Zayıf veya mevzu olduğunu bildiğimiz bir hadisi, delil olarak kullanmadığımız gibi, bu hususta tüm gücümüzü de harcadık. Eğer çalışmalarımızla maksadımızı gerçekleştirebildiysek, Allah'a hamd ve şükürler olsun. Eğer bir şey bizden gizli kaldıysa, Allah'tan bizi bağışlamasını dileriz. Hadisin lafzını, tek ravisi varsa tek raviyle ispatladık; eğer ikiden daha fazla ravisi varsa, çok sayıdaki raviyle ispatladık. Hadisin lafzında, önce zikredilen raviye, sonra da diğer ravilerin lafızlarıyla uyumlu olup olmadığına, aralarında az ya da çok farklılık bulunup bulunmadığına baktık.

Allah'tan, bu kitabımızı gençler ve insanlar tarafından en güzel bir şekilde kabul ile, karşılaştırmasını ilim ve amel kastı ile düşünerek ve itinayla okumalarını, böylece de içindekilere bağlı kalan sadık müminler ve ihlaslı daveti taşıyanlar olmalarını diliyorum. Amin.

 

H. 17 Şevval 1416

M. 07/03/1996

 

Mahmud Abdullatif UVEYDA