Allah Sübhanehu ve Teala’nın hikmeti;
yaratıkların yokken var edilmesini; tüm yaratıkları
arasından, beşerden birtakım insanların İslâm nimeti ile
şereflenmesini; müslümanlardan özel bir takım
kimselerin ise, İslâm davetini taşıma nimetiyle
onurlanmasını gerektirmiştir. Bu kimseler; Nebiler, Rasüller
ve yaptığı işlerde bunların yolunu takip ederek onlara tabi
olan kimselerdir. O halde yaratılış nimetinden dolayı tüm
insanlara Allah’a hamd etmek vacip olduğuna göre,
müslümanların, hem yaratılış nimetinden dolayı hem de İslâm
nimetinden dolayı hamd etmeleri gerekir. Daveti taşıyan
kimselerin ise; hem yaratılış nimetinden, hem İslâm
nimetinden, hem de daveti taşıma nimetinden dolayı Allah’a
hamd etmeleri vaciptir.
Allah’a hamd olsun. Allah’a hamd olsun.
Allah’a hamd olsun.
Hiçbir şey yokken, Allah vardı. O’ndan
önce de hiçbir şey yoktu. O, tek gerçekti, tek haktı. Sonra
O; yeryüzü, güneş, ay, yıldızlar ve gezegenlerden oluşan
bu eşsiz kainatı hak olarak yaratmayı irade etti. Allah
dilerse biz bunları biliriz, dilemezse bilemeyiz. Kainatta var
olan bu varlıkların tamamı, kendileri için belirlenmiş olan
sabit kanunlara, sistemlere göre hareket etmektedirler. Her şey
hak olarak yaratılmıştır. Bu hususta Allahu Teâla şöyle
buyurmaktadır:
"O, yeri ve gökleri hak olarak
yarattı…"
*
"Rabbinin yeri ve gökleri hak olarak
yarattığını görmedin mi?"
*
"Biz; yeri, gökleri ve ikisi arasında
bulunanları ancak hak olarak yarattık."
*
Bu hususu Allah Sübhanehu, birçok ayette
tekrarlamakta ve bu eşsiz yaratmanın beyhudeliğini ortadan
kaldırarak şöyle buyurmaktadır:
"Onlar ki; ayakta, oturarak ve
yanları üstü yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin
yaratılışını düşünürler. Rabbimiz, Sen bunları boşuna
yaratmadın…"
*
"Biz, göğü, yeryüzünü ve her
ikisi arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bu küfretmiş
olanların zannıdır. Vay o küfretmiş olanların cehennem
azabındaki haline."
*
Hak olarak yaratılan, bu kainatta bulunan her
şey yaratıcıya boyun eğmekte ve O'nu tesbih etmektedir.
"Dediler ki; Allah çocuk edindi.
Tenzih ederiz O'nu. Doğrusu göklerde ve yerde ne varsa
O'nundur. Hepsi de O'na itaat ederler."
*
"Yedi gök, yeryüzü ve içinde
bulunanlar O'nu tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen
hiçbir şey yoktur. Ama siz, onların tesbihlerini
anlamazsınız. Muhakkak ki O, Halimdir, Gafûr olandır."
*
Gökteki cisimler, dağlar, nehirler,
denizler, çöller, hayvanlar, ağaçlar, hava ve yeryüzündeki
diğer varlıkların tamamı, Allah'ı tesbih etmekte, O'na
secde etmekte, yönelmekte ve itaat etmektedir. O, birbiri ile
uyumlu, hak olan yaratıcıya itaatın bir arada toplandığı
tek kevni kafilede hareket etmektedir. Bu tek kevni kafile
(kozmoz), hak olarak yaratılan ve hak olan güne, Hakka -ki
Hakk, eşsiz hak kafilenin ulaşma çizgisidir- ulaşmak
için de hak olarak hareket etmektedir.
Şüphesiz ki Hak (yaratıcı), aklı ile
insanı -aynı şekilde cinleri- diğer varlıklardan
ayırmıştır. Elbette ki bu benzersizliği Allah (cc), gereksiz
yere, boşuna yaratmamıştır. Büyük bir iş için,
hak olarak yaratmıştır. O, insanları diğer mahluklardan
ayrı olarak, ilahi tekliflerle karşılaşmaya hazırlamakta ve
bu nedenle de aklı, tekliflerin yeri haline getirerek, bu
teklifleri kavrayabilecek ve gereklerini yerine getirebilecek
bir güce kavuşturmuştur. Bizzat bu aklın kendisi, gurur
duyulacak bir niteliktir. Bu nedenledir ki diğer mahluklara
sunulduğu gibi insana da birtakım teklifler sunulduğu zaman,
aklı ile gururlandığından, kendine ve gücüne güvendiğinden,
teklifi kabul etmede gevşeklik göstermeden teklifi kabul etmiş
ve kendini gereklerini yerine getirmeye hazır
hissetmiştir. Bu hususta Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:
"Gerçekten Biz, emaneti göklere,
yeryüzüne ve dağlara sunduk da onlar bunu taşımaktan
çekindiler. Ve korkup titrediler. Onu insan yüklendi. Doğrusu
insan, pek zalim ve pek cahil oldu."
*
Eğer aklın bizzat kendisi gururlanma,
kendine ve gücüne güven kaynağı olmasaydı, kabul etmekten
sakınır ve kendini bu kozmozdaki diğer yaratıklar arasına
dahil ederek, bu tekliften uzak bir şekilde Allah'a boyun eğer
ve itaat ederdi. Ancak gaybı bilen Allah (cc), aklı ve aklın gücünü
yaratmış ve bu teklifi kabul etmesini istemiştir. Aklı,
istediği takdirde, Allah'a boyun eğerek ve itaat ederek bu yükü
taşıyabilecek bir güce kavuşturmuştur. Bunu yaptığında
ise hak kervanında kalacak daha doğrusu çok şerefli
ve onurlu bir konuma gelecektir. Aksi takdirde ise, hak
kervanından çıkarak Allah’ın gazabına ve azabına maruz
kalacaktır.
Bu akla sahip olan kimse, Allah'a itaat etme
ve boyun eğme kuralından hareket ederek, kendisine İslâm
teklif edildiğinde, İslâm’ı kabul eder ve itaatla Allah'a
teslim olur. Aydın ve bilinçli bir akılla, karşılaşacağı
görevleri taşıma sorumluluğunu hisseder. İşte bu akıl, müslüman
bir kimsenin aklıdır. Bu kabul ile insan, hak kervanındaki
yerini almış, hatta bu kervanda baş köşede yerini
almıştır. İnsanın, Allah'a itaat etme ve boyun eğme
kuralına uymayıp kibirlenmesi, böbürlenmesi ve kendisine
güvenerek inkarında devam etmesi de sahip olduğu akıldan
kaynaklanmaktadır. İşte bu akıl da kafir bir insanın
aklıdır. Bu kafir, kibirlenmesi, ileri gitmesi ile kainat
kervanının dışına çıkarak, ona karşı azgınlaşmasıyla
Allah’ın gazabına ve cezasına çarptırılacaktır. Yeryüzü,
içindekiler ve üzerindekiler, güneş ve aydınlığı,
ay ve ışığı ve bunların bizim bildiğimiz ve varlığını
kavrayabildiğimiz, fakat aklımızla niceliklerini tam
anlamıyla bilemediğimiz varlıkların tamamı; kevni alemde
yaratıcıya boyun eğerek ve itaat ederek, akla ve müslümana
öncü olmak üzere hareket etmektedirler. Aklın ve kafir bir
insanın dışında hiçbir kimse, bu eşsiz uyuma ters
davranmamaktadır. Bu hususlara işaret etmek üzere
Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:
"Göklerde ve yerde olanlar, güneş,
ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların
bir çoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun?
İnsanların bir çoğu da azabı hak etmiştir. Ve Allah’ın
alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Şüphesiz ki
Allah, ne dilerse onu yapar."
*
"Kendi nefisleri hakkında düşünmezler
mi? Ki Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları
ancak hak ile ve belirli bir süre için yaratmıştır.
Doğrusu insanların çoğu, Rablerine kavuşmayı inkar
ederler."
*
"… İnsanların bir çoğu da azabı
hak etmiştir."
*
"Doğrusu insanların çoğu, Rablerine
kavuşmayı inkar ederler."
*
Her iki ayet de azaba müstehak olan
kafirlerin, bu kevni alemdeki farklı konumlarına delalet
etmektedir. Bu farklılığı ve uzaklaşmayı alemlerin Rabbi,
Kitabında en ağır kelimelerle ifade ederek şöyle
buyurmaktadır:
"…Doğrusu müşrikler ancak
necistir/pisliktir…"
*
Necaset kelimesi, Kur'an'da tek bir defa
burada kullanılmış ve burada da Allah (cc), müşrik kafirleri
necis olarak isimlendirmiştir. Bu kainat, temizlik üzere
yaratılmıştır. Kafirlerin necis olarak isimlendirilmeleri
ise temizlik üzere yaratılmış olan bu kainata aykırı
olmalarındandır. Bu çizgiden ve metoddan çıktıklarını,
dolayısıyla da necasetlerin atılması gibi atılmalarını
gerektiren bu durumu dile getiren en uygun bir kelimedir
necaset. İnsanlardan olan kafirler ve cinlerden onların benzerleri olanlar, bu kainatta anormal bir halde bulunmaktadırlar.
Allah Sübhanehu'nun hikmeti, bu kainattaki
varlıkların birbirlerinden üstün ve farklı olmasını,
insanların da diğer yaratıklardan üstün olmasını
gerektirmiştir. Daha doğrusu Allah (cc), yerde ve göklerde
bulunan tüm varlıkları, insanın emrine vermiştir. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:
"Görmez misiniz ki Allah, göklerde
olanları da yerde olanları da size musahhar kılmıştır.
Gizli ve açık olarak, nimetlerini size bolca vermiştir…"
*
"Göklerde olanları, yerde
olanları, hepsini size musahhar/boyun büker kılmıştır.
Elbette ki düşünen bir kavim için, bunda ayetler vardır."
*
Kafirlerin dışında kalan kevni alemdeki
varlıklar, başlarında ve zirve noktasında müslümanlar
topluluğu bulunmak üzere, hakka uygun olarak hareket
etmektedirler.
Bu büyük alemde yer alan müslüman bir
insanın durumu, işte budur. İnsanın konumu bu olduğuna göre,
daveti taşıyanın durumu nasıl olur?
Allah Sübhanehu, Nebilerini ve Rasüllerini
bu dünyadaki diğer varlıklardan üstün olarak yaratmıştır.
Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:
"İşte bu, bizim huccetimizdir. Onu,
kavmine karşı İbrahim'e verdik. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz.
Ve muhakkak ki Rabbin, Hakim ve Alim'dir. Biz ona İshak’ı,
ve Yakub'u ihsan ettik. Her birini hidayete erdirdik. Daha önce
de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u,
Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete erdirdik. İşte böyle
mükafatlandırırız ihsan edenleri. Zekeriyya'yı, Yahya'yı,
İsa'yı ve İlyas’ı da. Hepsi salihlerdendir. İsmail'i,
el-Yesa’ı, Yunus'u ve Lût'u da. Her birini alemlerden
üstün kıldık."
*
Allah Sübhanehu, Nebileri ve Rasülleri
alemlerin tamamından üstün tuttuğu gibi onları da
birbirleri arasında üstün kılmıştır. Allah (cc) şöyle
buyurmaktadır:
"Bu peygamberlerden kimini kiminden
üstün kıldık. Allah onlardan kimiyle söyleşmiş kimini de
derecelerle yükseltmiştir."
*
"Rabbin göklerde ve yerde olanları
daha iyi bilendir. Andolsun ki Biz, peygamberlerden bir
kısmını bir kısmına üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u
verdik."
*
Allah (cc) Nebilerin ve Rasüllerin
ümmetlerini de birbirlerinden üstün tutmuş ve
Muhammed (sav)'in ümmetini, ümmetlerin en üstünü
haline getirmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
"Siz, insanlar için çıkartılmış
en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, münkerden alıkorsunuz."
*
Üstünlük kuralı, müslümanlar arasında
uygulanmış ve Allah (cc) mücahitleri, oturanlardan daha
üstün tutmuştur.
"Müminlerden yerlerinde oturanlar
ile Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenler bir
değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri,
derece bakımından üstün kıldı. Bununla beraber Allah, her
ikisine de güzelliği vaad etmiştir. Fakat Allah, cihad
edenlere, oturanların üzerinde büyük mükafat vermiştir.
Kendi katından dereceler, mağfiret ve rahmet vardır. Ve Allah
Ğafur'dur, Rahim'dir."
*
Allah Sübhanehu, Mekke'nin fethinden önce
infak edenleri ve savaşanları onlardan sonra gelen
akranlarından üstün tutarak şöyle buyurmuştu:
“İçinizden, fetihten önce infak eden
ve savaşanlar, daha sonra infak edip savaşanlarla elbette bir
değildir. Berikiler daha üstün derecededirler. Allah, hepsine
de güzel olanı vaad etmiştir. Doğrusu Allah, Raûf'tur,
Rahîm'dir."
*
Müttakiler de kendileri dışındakilerden
üstün tutulmuştur:
"Gerçekten Allah katında en
değerliniz, en muttaki olanınızdır. Şüphesiz ki Allah, her
şeyi bilen ve haberdar olandır."
*
Her müslümanın yeri ve derecesi, bir
başka müslümanla aynı değildir. Bu nedenledir ki Allah (cc)
cenneti, mümin kulları için derece derece yaratmıştır. Şöyle
buyurmaktadır:
"Onlar Allah katında derece
derecedir. Allah, yaptıklarını görmektedir."
*
“İşte onlar gerçekten inanan
kimselerdir. Onlara Rab'larının katından dereceler, mağfiret
ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır."
*
Hadisi şerifte cennetin yüz derecesi
bulunduğu ve bunların en üstün olanının da Firdevs cenneti
olduğu belirtilmektedir. Ebu Hüreyre'den: Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
“Allah (cc), Allah
yolunda cihad edenler için hazırladığı cennette yüz derece
vardır. Her iki derece arasındaki mesafe, yerle gök arası
kadardır. Allah'tan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin.
Çünkü o, cennetin en zirvesi ve en üstün olanıdır ki onun
üstünden Rahman'ın arşı görülür."
*
Yani ahiretteki üstünlük, dünya
üstünlüğünden daha büyüktür. Çünkü dünyadaki
üstünlüğün bu seviyeye ulaşması mümkün değildir. Şu
ayet de bunu teyid etmektedir:
"Bak nasıl onları birbirlerine
üstün kıldık. Elbette ki ahiret, dereceler bakımından da büyüktür,
üstünlük bakımından da."
*
Madem ki Allah’ın kulları hakkındaki üstünlük
kuralı sabittir, öyleyse müslüman, Allah'a itaat uğrunda
çok çok çalışmalı ve böylece de cennetteki
derecelerde yükselmeli ve “Çünkü Firdevs,
cennetin en zirvesi ve en üstün olanıdır ki, onun üstünden
Rahman'ın arşı görülür."
* hadisi gereğince
Firdevs cennetine girerek, Rahman'ın arşına yaklaşmaya
gayret etmelidir. Rahman'ın arşına yaklaşabilmek ve bu makama
ulaşabilmek için müslümanın, çok çok gayret göstermesi
ve hırslı çalışması gereklidir. Nitekim Allah Rasülü (sav)'e inen ilk sûrede, yakınlaşma emredilmekte ve şöyle
buyrulmaktadır:
"Sakın, sen ona uyma! Secde et ve
yaklaş!”
*
Allah Sübhanehu, öncüleri: "...Onlar,
en çok gözde olanlar..." olarak nitelemekte ve şöyle
buyurmaktadır:
"İşte onlar da öncüdürler.
İşte onlar, en çok gözde olanlardır."
*
Allah’ın Nebileri ve Rasülleri (Salat ve
selam onların hepsine olsun), tüm insanlardan üstündürler.
Onların dışında kalan diğer yaratıklar ise, birbirleri
arasından üstünlüğe sahiptirler. Bu kevni alemde ilk
sırada, hidayeti yayan, şeriatları tebliğ eden ve Allah'a
davet görevini yerine getiren öncü kimseler yer
almaktadır. Zira onların amelleri, mahlukatın yapmakta
olduğu işlerin en üstün olanıdır. Eğer bir müslüman,
onların yoluna uyarak yaptıkları işleri yaparsa; yani
hidayeti yayma, şeriatları öğretme ve daveti taşıma
amelini yaparsa, şüphesiz ki cennetteki yerine yaklaştırılacaktır.
Onlar, vahye kulak vermeleri ve üstün olan ameli yerine
getirme işi için seçilmiş olmaları nedeniyle,
cennette yüce yerlere ve üstün mertebelere yerleşeceklerdir.
Zira daveti taşıma işi, peygamberlerin görevine en yakın
olan bir iştir. Daveti taşıyanın sözü, peygamberlerin
sözlerindendir ki bu söz, en üstün ve en güzel bir
sözdür. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak ki 'ben müslümanlardanım'
deyip, salih amel işleyerek Allah'a çağıran kimseden daha güzel
sözlü kim vardır."
*
Allah’ın Nebileri ve Rasülleri, hak
kervanının öncüleridirler. Peşlerinden, onların amellerini
yapan davetçiler, sonra davetçilerin ardından gelen müslümanlar,
sonra da derecelerine ve üstünlüklerine göre diğer müslümanlar
gelmektedir.
Buraya kadar anlattıklarımızı
özetleyecek olursak: Bir bütün olarak kainatı, Allah (cc) hak
olarak yaratmış ve hak olarak kainata bir rota belirlemiştir.
Nebilere ve Rasüllere, Hakka çağırmalarını emretmiş;
üstünlüğü, hakka ve hakka bağlanmaya tahsis etmiştir. Her
bir müslümanın ve müminin, özellikle de daveti taşıyanın,
söz ve fiil olarak hakka sımsıkı sarılması, her şartta ve
ortamda hakka bağlanması ve haktan kıl payı kadar bile
ayrılmaması gereklidir. Aksi takdirde hak kervanındaki konumu
sarsılır. Zira daveti taşıyanlar, hak ile tanınırlar, hak
ile öncü olurlar ve Hakka dayanıp güvenirler. Bu yol, Allah
Rasülü (sav)'in getirmiş olduğu dosdoğru yoldur. Allah
(cc) şöyle buyurmaktadır:
"…Rabbimizin elçileri hakkı
getirmişlerdir…"
*
Şu anda Allah'a ihlaslı müslümanlardan
istenen de aynı metoda ve yola uymaktır.
"Yarattıklarımızdan öyle bir
ümmet vardır ki onlar, hakkı gösterirler ve onunla adaleti
uygularlar."
*
Daveti taşıyan, şaşırtmalara ve aldatmalara iltifat
etmemeli, kendisini haktan saptırmak, hakka bağlanmaktan ve
hak davete sımsıkı sarılmaktan uzaklaştırmak için; düşmanları,
hasımları ve cahiller tarafından sunulan batıl tekliflere
meyletmemeli ve bu türden durumlara karşıda dikkatli
olmalıdır.
|