Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Siz de üç sınıf olursunuz: İyi
işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan
verilenler; ne mutlu o sağlılara! Kötü işler işlediklerini
belirtmek için amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o
sollulara! İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını
almakta da önde olanlardır. Allah’a en çok yaklaştırılmış
olanlar, onlardır."
*
Allah (cc), cenneti inanan ve itaat eden insanlar
için bir sığınak, cehennemi de küfreden ve isyan eden
insanlar için bir azap yeri olarak yaratmıştır. Dünyayı
ise imtihan alanı olarak yaratmıştır. Bu imtihan alanında
kazanan, cennete girer; kaybedene cehennem azabı vardır.
Ancak bu imtihan alanında insan için iki
engel vardır ki, bunların biri, diğerinden çok çok
büyüktür. Bunların her ikisinden de geçerse büyük bir başarı
elde etmiş olur ve içinde sonsuza dek kalmak üzere cennete
girer. Eğer bunların her ikisinden de geçemezse, içinde
ebedi kalmak üzere cehenneme girer. Şayet bunlardan yalnızca
birincisini aşar fakat ikincisini aşamazsa kısmî bir başarı
elde etmiş olur; belli bir süre için cehenneme girip çıktıktan
sonra da içinde ebedi kalmak üzere cennete girer. Buradaki
birinci engel, küfür engelidir. İkinci engel ise, dünya
sevgisi engelidir. Kim bu iki engeli de aşamadan önünde kalırsa
kafir olur ve amel defteri sol tarafından verilenler grubuna
girer. Fakat kim de birinci engeli aşarsa -ki bu başlı
başına büyük bir olaydır- fakat ikinci engeli aşmayıp
ikisi arasında bir yerde kalırsa, mümin kimse sayılır ve
kitabı sağ tarafından verilenler grubuna girer. Eğer ikinci
engeli de aşarsa müttaki müminlerden, Allah’a çokça yaklaştırılanlardan
olur.
İnsanlar üç kısımdırlar: Kafirler, müminler
ve muttaki müminler. Birinci engel küfür engeli olup Allah’tan
başka ilah olmadığına, Muhammed’in onun Rasülü olduğuna
şehadet etmekle aşılır. Buna, kim gerçekten şehadet
ederse, kafirler zümresinden çıkarak müminler grubuna dahil
olur. İkinci engel ise dünya sevgisi engelidir. Bu engel,
ahiret sevgisi, ahiret için çalışmakla, ahireti dünya
sevgisine tercih etmekle aşılır. Kim de bunları yaparsa,
muttaki müminler zümresine dahil olur.
Yukarıda anlatılanlar Allah’ın, müminleri
ebedi olarak cehennemde bırakmayıp kurtaracağını ve
onları cennetine koyacağı vaadini göstermektedir. Öyleyse
müminlere düşen görev: geçici olan bu cehennem azabından
kurtulabilmek için dünya engelini aşmaya çalışmaktır. Bu
engeli aşan kimse, cehenneme girmekten emin olur; az veya çok
cehennem azabı isabet etmeyenlerden sayılır. Dünya sevgisi,
müslümanların önündeki tek engeldir. Nefislerine karşı
koyup dünya engelini aşanlar, azaptan kurtulurlar ve cennette
yüksek derecelere girmeye hak kazanırlar. Şayet dünyayı
severler ve ahirete tercih ederlerse işleri, Allah’a kalmış
olup yaptıklarından dolayı Allah, dilerse onlara azap eder,
dilerse onları bağışlayıp cennetine koyar; fakat onlar,
cennette yüksek makamları elde edemezler. Öyleyse
müslümanlar açısından korku, ikinci engelden gelmektedir.
Onlar için dünya sevgisi, dünya için yarışma tehlikesi
vardır. Mümin olduktan ve küfrü arkalarına bıraktıktan
sonra, imanlarından tekrar dönmedikleri sürece müslümanlar
için, birinci engelden gelen bir korku söz konusu değildir.
Ukbe b. Amir’den:
"Rasulullah (sav) Uhud’da
öldürülenler üzerine namaz kıldı, sonra minbere çıktı
ve sanki canlı olanlar (da) dirilere (de) vedalaşıyormuşçasına
veda etti ve şöyle dedi: … Ben, benden sonra sizin şirke
düşmenizden korkmuyorum. Fakat ben, sizin dünyanızdan, dünyayı
istemenizden, dünya için öldürmenizden ve tıpkı sizden
öncekilerin helak olması gibi, sizin de helak olmanızdan
korkuyorum."
*
Ebu Said el-Hudrî’den: Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
"Sizin hakkınızda en çok korktuğum
şey Allah’ın, yerin bereketinden sizin için çıkarttıklarıdır.
Denildi ki: Yerin bereketi nedir? Dedi ki: Dünya
sevgisi, süs ve güzellikleridir…"
*
Birçok ayette dünya sevgisine, dünyayı
ahirete tercih etmeye karşı bir uyarı vardır.
"Yeryüzünde savaşırken, düşmanı
yere sermeden esir almak, hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici
dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah, ahireti kazanmanızı
ister. Allah güçlüdür, hakimdir."
*
"Ey iman edenler! Size ne oldu ki, Allah
yolunda savaşa çıkın denildiği zaman yere çöküp kaldınız?
Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oluyorsunuz? Oysa dünya
hayatının geçimi, ahirete göre pek az bir şeydir."
*
"Fakat siz dünya hayatını tercih
ediyorsunuz. Oysa ahiret, daha hayırlı ve daha bakidir."
*
Bu âyetlerde ve daha birçok ayette, dünya
sevgisinin ahiret sevgisine tercih edilmesine karşı uyarılar
yer almaktadır. Zira dünya sevgisinin sonu, cehennem azabıdır.
Âyetler dünyayı ahirete tercih etmenin, kafirlerin takip
etmekte olduğu bir yol olduğunu beyan etmektedir.
"Dünya hayatını ve güzelliklerini
isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam
veririz; onlar, orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte
ahirette onlara, ateşten başka bir şey yoktur; işledikleri
şeyler orada boşa gitmiştir."
*
"Yerde ve göklerde olanlar Allah’ındır.
Uğrayacakları çetin azaptan dolayı, kafirlere yazıklar
olsun. Onlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler; Allah’ın
yolundan alıkoyup onun eğriliğini isterler. İşte onlar,
uzak bir sapıklık içindedirler."
*
"Artık kim haddi aşmışsa ve dünya
hayatını tercih etmişse, şüphesiz ki onun varacağı yer
cehennemdir."
*
Bu nedenledir ki zeki ve akıllı müslümanın,
kendisini dünyanın tuzaklarına düşmekten kurtarması ve
ahiret için çalışması gereklidir. Çünkü ahiret, varılacak
olan son yerdir, gerçek hayattır. Şeddad b. Evs’den: Nebi (sav)
şöyle buyurdu:
"Zeki olan kimse, nefsine tabi
olmadan ölümden sonrası için çalışandır. Âciz kimse ise
nefsine tabi olup Allah’a minnet edendir."
*
Hadiste yer alan
kelimesi çok zeki kimse demektir. Aişe (r.anha)’den:
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Dünya, yurdu olmayanın yurdu, malı
olmayanın malıdır. Ancak aklı olmayan kimse dünya için
toplar."
*
Gerçekte hiçbir değeri olmayan, ahiret
yanında ise değeri adeta sıfır olan bu dünya için insanların
birbirleri ile kavga etmeleri gerçekten çok gariptir.
El-Müstevred Kardeşi Fehr oğlundan Nebi (sav)’nin şöyle
buyurduğunu rivayet ediyor:
"Dünyanın ahiret yanındaki
değeri, sizden birinizin parmağını okyanusa daldırıp
oradan çıkarması gibidir. Bir baksın bakalım, parmağıyla
ne elde edebilmiş."
*
Mesher b. Sa’d’dan Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
"Şayet dünyanın, Allah katında
sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, oradan tek kafire içmek
için su bile vermezdi."
*
Müstevred b. Şeddad’dan:
"Ben Rasulullah (sav) ile birlikte şişmiş
bir koyun leşinin kenarında…..Rasulullah (sav) şöyle dedi:
Şunun sahibi için, bunun ne kadar değersiz olduğunu görüyor
musunuz? Dediler ki Değersiz olan nedir ey Allah Rasülü?
Dedi ki: Dünya, Allah’a, şu koyun leşinin sahibi
yanındaki değeri kadar bile değerli değildir."
*
Eğer dünyanın değeri bir damla su kadar
ise, Allah katındaki değeri bir sivrisineğin kanadı kadar
bile olamaz. Eğer dünyanın, Allah katında koyun leşi kadar
bile değeri yoksa, akıllı ve zeki bir müslümanın dünyaya
aldanarak, genişliği yer ve gök kadar olan ebedi cennet
nimetlerini tepmesi akıllıca bir davranış olur mu? Hele hele
Rasulullah (sav)’in şu sözünü işittikten sonra:
"Cennette bir kamçı kadar yer, dünya
ve içindekilerden daha hayırlıdır. Öğleden önce veya
sonra bir kerecik Allah yolunda yola çıkış, dünya ve
içindeki her şeyden daha hayırlıdır."
*
Durum bu iken, neden bir kamçı kadar yer için
kavgalar yapılmakta, bir yarışa girişilmekte ve Allah’ın
cennette hazırladığı geniş nimetler, nefislerin
arzuladığı ve gözlerin tad aldığı nimetler terk
edilmektedir? Rasulullah (sav)’in kıymetli ellerini, Abdullah
b. Ömer’in omuzuna koyarak şöyle söylediğine kulak
verilmiyor mu.
"Dünyada garip bir kimse veya yolcu
gibi ol."
*
Rasulullah (sav) şöyle buyuruyor:
"Dünya müminin hapishanesi kafirin
ise cennetidir."
*
Allah Rasülü (sav) böyle buyurduğu halde, dünya
bir hapishane olarak tasvir edilmesine ve de hapishaneden çıkmadıkça
tek sığınacağı yer olan eve, cennete giremeyeceğine göre;
insan neden dünyadan hiç göçmeyecek ve sonsuza kadar
kalacakmış gibi yaşıyor? Bu soruya şöyle cevap verilir: Bu
hadisleri işiten müslümanın aklını ve zekasını, ancak
hevaya tabi olmak örtebilir. Zira "heva", dengenin
tersyüz edilmesine, akıllı ve zeki bir müslümanın dünyayı
ahiretten daha üstün görmesine, Allah’ın şeriatına
bağlı kalmakla kendisi arasında bir engel olmasına,
haramların ve münkerlerin işlenmesine, dünya zevklerinin peşinde
koşuşturulmasına, dünyadan ve dünyevi çıkarlardan
faydalanarak ahiret nimetlerini ve Allah’ın rızasının terk
edilmesine tek başına yeterlidir. Heva ve dünya sevgisi tek
şeydir, aynı sınıftır, biri diğerinden ayrı değildir.
Allah korkusu ve ahiret için çalışmanın karşıtıdırlar.
Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Artık kim haddi aşmışsa ve dünya
hayatını tercih etmişse, şüphesiz ki onun varacağı yer
cehennemdir. Kim de Rabbinin makamından korkup nefsini
heveslerden koruduysa, şüphesiz ki onun varacağı yer
cennettir."
*
Kim hevasına sarılır ve tabi olursa, kim
hevasını esas alır ve ona tabi olursa dünyayı, ziynetlerini
ve süslerini sevmiş olur. İnsanın aklını köreltmesi ve
onu doğru
olandan hak olandan uzaklaştırması, batıl ve münker
ile kuşatması, hevanın tabiatında vardır. Zina eden, içki
içen, hırsızlık yapan, faiz alan veya veren, haksız yere
bir müslümanı öldüren, namazları terk eden, zekat vermeyen
veya davayı yüklenmekten ve bu uğurdaki sıkıntılara,
zorluklara katlanmaktan sakınan kimse hevasına tabi oluyor, dünyayı
seviyor demektir. Yoksa akıl, ahiretin hayrı ile dünyanın
şerri ve fitnesi arasında; Allah’ı razı etmek için yapılan
şer’î hükümlere göre yaşamakla elde edilecek
üstünlükle, Allah’ın öfkelenmesine neden olan şer’î
hükümlere muhalefet edilerek işlenen günahlar ve düşük
davranışlar arasında ayırım yapabilecek güce sahiptir. Eğer
aklı körelten heva olmasaydı, müslüman, ancak şer’î
tekliflerin muhatabı olmayan akılsız ve delilerin yaptığı
gibi; dünyanın peşinden koşarak ahireti terk etmezdi. Allah (cc)
şöyle buyurmaktadır:
"Sabah akşam Allah’ın rızasını
dileyerek O’na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya
hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden
ayırma. Bizi anmasını unutturduğumuz ve işinde aşırı
giderek, hevesine uyan kimseye uyma."
*
"Onlardan (müşriklerden) seni
dinleyenler vardır. Sonra senin yanından çıkınca bilgili
kimselere: Az önce ne demişti, diye sorarlar. İşte bunlar,
Allah’ın, kalplerini mühürlediği, kendi hevalarına uyan
kimselerdir."
*
Heva, kalbin haktan gafil olmasına ve kalbin
mühürlenmesine neden olur. Haktan gafil olan ve kalbi
mühürlenen kimsenin, günahlar ve münkerler ameli; dünya,
tek derdi olur. Tüm bunların neticesi ise sapmak/sapıklık ve
kötü sonuç demektir. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Eğer sana cevap vermezlerse, onların
sadece heveslerine uyduklarını bil. Allah’tan bir yol gösterici
olmadan, hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Allah, zalim
milleti şüphesiz ki doğru yola eriştirmez."
*
"Rabbinin katından bir belgesi olan kimse,
kötü işi kendisine güzel gösterilen kimseye benzer mi?
Bunlar heveslerine uymuşlardır."
*
Günümüz müslamanlarının çoğunluğu, dünyayı
çokça sevmekte; hevaları, şer’î hükümlere bağlı
kalmaktan onları engellemekte; hristiyanlar, yahudiler ve
hindular, üzerlerinde hakimiyet kurarak onlara zilletin ve aşağılanmanın
en acısını tattırmakta; başlarına yönetici olarak atadıkları
ve tek dertleri İslâm davetini taşıyan, müslümanları bu
kafirlerin tasallutundan kurtarmak için çalışan ihlaslı müslümanlarla
savaşmak olan cehennem ehlinden kişiler aracılığıyla,
geleceklerine hükmetmektedirler. Bu nedenledir ki farenin,
aslan karşısındaki gücünden daha fazla bir gücü olmayan
yahudilerin, bizlere karşı yiğitlik taslamaları,
mukaddesatımıza karşı dil uzatmaları garip değildir.
Çünkü biz, dünyayla seviştik, dünyayı ahiretimize tercih
ettik bu nedenle de Allah kalplerimize "vehn"
bıraktı ve kafir düşmanlarımız karşısında bizi, zayıf
hale getirdi. Bu hususla ilgili bir hadiste şöyle
denilmektedir:
Sevban rivayet ediyor. Rasulullah (sav)
şöyle buyurdu:
"Sizin üzerinize milletler
(müslüman olmayanlar) adeta bir yiyeceğe üşüşür (vahşi
hayvanlar) gibi üşüşecekler. Orada bulunanlardan
birisi şöyle dedi:
- Bu durum bizim azlığımızdan mı olacak?
Allah Rasülü (sav);
- Hayır! Bilakis siz çok olacaksınız. Fakat
sizin çokluğunuz suyun üzerindeki çer çöp gibi olacaktır.
Allah düşmanlınızın kalbinden sizin korkunuzu sökecek de
sizin kalbinize vehn bırakacak. Orada bulunanlardan birisi:
- Vehn nedir ey Allah Rasülü?
- Vehn dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır."
*
Aynı hadis Ahmed b. Hanbelin rivayetinde ise
şöyle geçmektedir:
"…Siz çok olacaksınız, fakat sizin
kalbinize vehn bırakılacak. Vehn nedir ya
Rasulallah? Dedi ki: Dünyayı sevmek ve savaşmaktan
(cihaddan) hoşlanmamaktır."
*
Dünya sevgisi, fert fert ve topluluklar
halinde müslümanları, dinlerinin hükümlerine bağlanmaktan
engelleyen, saptırıcı zalimlerin yoluna, bugün yaşadığımız
gibi, helake sürükleyen, yüzlerine inen şiddetli bir
şamardır. Çok çok az sayıdaki özürlü olanların ve
daveti taşımak için kendilerini; dünya sevgisinden dolayı Allah
yolunda cihaddan hoşlanmayan müslümanları
uyaranların, müslümanları Ahiret sevgisine, şer’î
hükümlere bağlanmaya, üzerimizdeki kafirlerin tasallutundan
kurtuluncaya, izzet ve şeref yeniden bizim oluncaya kadar yeryüzünde
Allah’ın dinini ikame için çalışmaya yönlendirenlerin dışında;
bugün, ikinci engeli aşarak bu şiddetli tokattan kendisini
kurtarabilen kimseyi göremiyorum. Daveti taşıyan; söz, fiil
ve ahlâk olarak kendinde İslâm’ı temsil eden, şer’î
hükümlere eksiksiz bir şekilde bağlanan kimsedir. Çünkü
daveti taşımayı terk eden kimse, çok büyük bir günah
kazanacağı gibi, sürekli namaz kılan ve oruç tutan bir abid
olsa bile belki de cahiliye ölümü ile ölecektir. Müslüman,
kamil bir şekilde şer’î hükme bağlanmak ve her türlü
noksanlıklardan münezzeh olan Rabbi’nin rızasına kavuşmak
istiyorsa; namaz, oruç, hac, zekat, zikir gibi ibadetleri yerine
getirmenin, günahlardan ve münkerlerden sakınmasının
yanısıra, daveti taşıması ve çalışmasını İslâm’la
canlandırması gerekir. Aksi halde görevini eksik yaptığından
dolayı günahkar olur.
İslâm, başlıca iki şeyi yapmamızı:
İslâm’ı yaşamamızı ve insanlara taşımamızı
emretmektedir. Daveti insanlara götürmeden İslâm’ı
yaşamak, istenenin yarısını yerine getirmek demektir. Yine
daveti insanlara götürmesine rağmen İslâm’ı yaşamamak
da istenilenin yarısını yapmak demektir. İstenilenin
tamamını yerine getirmek, her ikisinin de bir arada
yapılması ile sağlanır. İşte böylece şahsında İslâm’ı
temsil eden davet taşıyıcısının, şer’î hükümlere bağlanması
gerçekleşir. Daveti taşıyan kendisinden istenilenlerin tümünü
yerine getirir. Allah’tan gerçekten, hakkıyla sakınır. Dünya
sevgisine ahireti tercih ettiği, ahiret için çalıştığı
zaman, ikinci engeli aşma sıfatına sahip olur ve alemlerin
Rabbi’nin izniyle "öncülerden" olur.
İslâm, müslümanın dünyadaki nasibini
almasını ve temiz olanlardan faydalanmasını engellemez.
Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Allah’ın sana verdiği şeylerde,
ahiret yurdunu gözet. Dünyadaki nasibini de unutma."
*
"De ki: Allah’ın kulları için çıkarttığı
ziyneti ve temiz rızıkları haram kılan kimdir? Bunlar, dünya
hayatında inananlarındır, kıyamet gününde de yalnız onlar
içindir. Bilen kimseler için âyetlerimizi böylece uzun uzun
açıklıyoruz."
*
Fakat dünya hayatındaki nasibin alınması
ve temiz olanlardan faydalanılması, helal olanlarla ve Allah’ın
şeriatına göre hareket etmekle sınırlıdır. Dünya malına,
faizle veya aldatma ile değil, satın alma veya satma yoluyla
sahip olmak doğrudur. Sahip olunan dünya malının yiyeceğe,
giyeceğe, meskene, diğer ihtiyaçların karşılanmasına
harcanması ve muhtaç olanlara tasadduk edilmesi doğrudur.
Fakat içkiye, gösteriş için verilen ziyafetlere, dans
salonlarının ve eğlence yerlerinin inşasına harcanması
doğru değildir. Dünya hayatında nikah, zina ile değil
evlilikle gerçekleşir. Elbiseler avreti örtmesi, soğuktan
koruması için giyilir, gösteriş ve böbürlenme için
giyilmez. Atın terbiye edilmesi, kişinin hanımı ile
oynaşması ve atış talimi gibi dünyevi eğlencelerde
bulunmak doğrudur. Zira Allah Rasülü (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Müslüman bir adamın yayı ile ok
atması, atını eğitmesi ve hanımı ile oynaşması
dışında kalan her türlü eğlencesi boştur."
*
Kumar oynamak, dans ve şarkı meclislerinde
erkeklerle kadınların karışık halde bulunduğu mekanlarda yüzmek,
doğru değildir. Dünya evlerinin, sahibini koruyacak ve
ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yapılması doğru
olanıdır; çokça odası bulunan, aşırı lüksü barındıran,
zenginliği ve mal çokluğunu göstermek için aile
bireylerinin ihtiyacından çok çok öte bir konumda olan köşkler
şeklinde yapılması doğru değildir.
"Rasulullah (sav) dışarı çıktığında
yüksek bir kubbe gördü ve Bu nedir? diye sordu. Orada
bulunanlar Ensar’dan falan adama aittir dediler. Bunun
üzerine Rasulullah (sav) bir şey demeden sustu ve söyleyeceği
şeyi içinde sakladı. Kubbenin sahibi geldiğinde insanların
arasında bulunan Rasulullah’a selam verdi fakat Allah Rasülü
ondan yüz çevirdi ve bunu birkaç defa yaptı. Bunun üzerine
adam Rasulullah’ın bir şeyden dolayı kendisine
kızdığını ve bu nedenle yüz çevirdiğini anladı. Bu
durumu arkadaşlarına sordu ve onlara: Allah’a yemin
olsun ki ben Rasulullah’ın hoşlanmadığı neyi yaptım
deyince şöyle dediler: Rasulullah (sav) dışarı çıkınca
senin kubbeni gördü dediler. Bunun üzerine adam geri döndü
ve yaptığı kubbeyi yerle bir oluncaya kadar yıktı. Aynı gün
Allah Rasülü dışarı çıktığında kubbeyi göremeyince
kubbeye ne olduğunu sordu. Orada bulunanlar: Senin kendisinden
yüz çevirme nedenini bize sorunca biz de ona olayı anlattık
bunun üzerine sahibi kubbeyi yerle bir etti, dediler. Bunun
üzerine Rasulullah (sav) şöyle dedi:
"Yapılan her binanın sahibi için bir
vebalı vardır. Ancak bir durumda, kendisine lazım olması
halinde vebal yoktur."
*
Düşmanla savaşmak, onu yenmek ve
ülkelerini fethetmek; Allah yolunda yapılan bir cihad ve O'nun
yüce dinini
yaymak için yapılırsa doğrudur. Cihad, dünyalıklardan
herhangi birisini elde etmek için yapılmaz.
"Adamın birisi şöyle dedi: Ya
Rasulallah! Bir adam Allah yolunda cihad etmekle birlikte
dünyalıklardan da kazanmak istiyor. Rasulullah (sav):
- Onun için sevap yoktur. İnsanlar bu
cevaba çokça şaşırdılar ve soru soran adama:
- Git ve Rasulullah’a tekrar sor, belki
de onu anlamamışsındır, dediler. Adam Rasulullah’a giderek
tekrar şöyle dedi:
- Ey Allah’ın Rasülü! Ya Rasulallah! Bir
adam Allah yolunda cihad etmekle birlikte dünyalıklardan da
kazanmak istiyor. Rasulullah (sav):
- Onun için sevap yoktur, dedi.
İnsanlar soru soran adama:
Git ve Rasulullah’a tekrar sor diye
diretince adam üçüncü defe sorusunu tekrarladı. Rasulullah (sav)
ona:
- Onun için sevap yoktur, dedi"
*
Bu nedenle müslümanlar ve davet taşıyıcıları
dünya sevgisinden ve Allah’ın şeriatı dışında dünyadan
faydalanmaktan, dünyayı ahirete tercih etmekten sakınmalı;
ahireti elde etmek, takva ile Allah’a yaklaşmak, dolayısıyla
da sorgusuz sualsiz bir şekilde cennetine giren öncülerden,
cennete yaklaştırılanlardan olmak için yoğun bir çaba
içerisinde bulunmalıdırlar.
|